İngiliz araştırmacı Dankwart A.Rustow’, Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ni
düzenliği günler için; “demokrasi,
örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında; bir
alacakaranlık dönemi” tanımını yapar. Bu dönemde, İstanbul için
tutuklanması gereken bir suçlu; işgalciler için, durdurulması gereken ‘asi bir generaldir’. Yunanlılar; İzmir’e
girmiş, çevreye yayılarak işgal
alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere
saldırıp, Türkleri göçe zorlayan kırım yapmaktadır. Asker sayısı azalmış iki
kolordudan başka elde askeri bir güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan
milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. İstanbul’un yakalama emri
verdiği delegeler; atla, eşekle, kağnıyla ya da yaya olarak, gündüz saklanıp
gece ilerleyerek Sivas’a gelmektedir.
Sivas Kongresi’ne, Erzurum’dan gelenlerle birlikte ancak 38 delege
katılabildi.1 Trakya’dan, Konya çevresinden, Antalya’dan, Fransız
işgalindeki Adana’dan delege gelememişti. Büyüklüğüne karşın İstanbul’dan, Ege
bölgesindeki kentlerden birkaç kişiden başka kimse yoktu. Hemen tüm delegeler, ‘Türkler’in Anadolu yaylasındaki ilk
yerleşim yeri olan’ ve Erzurum’un Batısı’ndaki dağlık bölgeye dek uzanan
Orta Anadolu’dan gelmişti.2
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da, kongre için hazırlanan ve ‘çevresinde 13.yüzyıl Selçuklu mimarisinin zarif yapılarının bulunduğu’ Lise
binasında toplandı. Sivas, aynı Amasya ve Tokat gibi, katıksız Türk
geleneklerinin ve özgürlük duygusunun güçlü biçimde yaşadığı bir kent, ‘sağlam Anadolu ırkından gelme köylülerin
yerleşmiş olduğu’3, bir tarım ve ticaret merkeziydi. Kongre için
özel olarak seçilmişti.
Delegeler
Delegelerin büyük çoğunluğu; uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden
ve sonuçlarından, emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından
habersizdiler. Onları bir araya getiren, yalnızca ülkenin parçalanmasını önleme
isteği, yaşadığı toprağı savunma içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik
programlar, ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların
ilgisini çekmiyordu.
Kongre delegeleri, ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze alan
özverili insanlardı. Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan kaynaklanan
öngörüsüzlükler ve tehlikeli yanılgılar içine girebiliyorlardı.
Mandacılar ve etkiledikleri delegeler, Kongre’de sayısal çoğunluğu
oluşturacak denli fazlaydı... Erzurum’da olduğu gibi, yakın çevresi dahil; onun
kongre başkanı olmasını istemeyenler burada da vardı, üstelik sayıları
artmıştı.
Bekir Sami, Hüseyin Rauf (Orbay), Refet
(Bele) gibi, en yakın çevresi bile, kürsüden açıkça manda sözcülüğü yapıyordu. Kazım (Karabekir) Erzurum’dan ona, ‘telgraf ve genelgeler altında imzanız
olmamalıdır’ diye şifreli telgraflar gönderiyordu.4 Karargah
Subayı Binbaşı Hüsrev (Gerede), İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy’un
babası), Hüseyin Rauf (Orbay), Bekir Sami, bir evde toplanmışlar, İsmail Fazıl Paşa’nın başkanlığı
üzerinde anlaşmışlardı.5
Önderlik
Yaşının ötesinde gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi
görüşlerini, sonsuz bir sabırla delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye
çalıştı. Pek çok şeyin, bu kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu.
Sabahlara dek süren konuşmalar, insanları etkileyen söyleşiler, delegelerin
arasına karışarak saatler süren tartışmalar yapıyordu.
Yönünü bulamamış muhalefeti, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle
donanmış ‘sözcük seli altında
boğdu’.6 Türkiye’yi kurtarma inancı ona, ‘olağanüstü bir ikna gücü’ vermişti.7
Kongre’nin ilk günleri, kısır siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde
politik saplantı durumuna gelen İttihat ve Terakki karşıtlığı, sözcükle
uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman ve güç yitimine neden oluyordu.
Yürüttüğü Kongre Başkanlığıyla, genellikle
mandacıların gündeme getirdiği bu tür kısır tartışmaların aşılmasını sağladı.
Öneri içermeyen verimsiz konuşmaları, söz hakkını zedelemeden somuta ve ülke
gerçeklerine çekmeye çalıştı.
Manda Sorunu
Manda sorunu, bir haftalık Sivas Kongresi’nde, tüm oturumlarını kapsamak
koşuluyla, üç gün tartışıldı. Tartışmaların en yoğun olduğu 8 Eylül gecesi,
manda düşüncesine karşı çıkanlar Mustafa
Kemal’in odasında toplandılar. Oturacak yer kalmayan oda, sanki ikinci bir
kongre gibiydi.
Toplantıda, konuyla ilgili görüşlerini açıklarken
tepkisini, “İstanbul’dan gelen
arkadaşlar, manda konusunda hala nasıl ısrar edebiliyor ve mandanın
bağımsızlığı bozan bir unsur olmadığına inanıp inandırmaya çalışıyorlar” sözleriyle
dile getirdi. Ardından; “İstanbul’dakiler
ve buradakiler (mandacılar), yabancı
işgalin baskısı altında, cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği
üzüntüyle ve marazi bir ruh hali içinde hareket ediyorlar. Bunun başka bir
açıklaması yoktur. Bir milletin istiklal hakkını aramasından ve bu yolda
gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha doğal ne olabilir? Şerefsiz ve
istiklalsiz, esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine, kahramanca
ölmek elbette bize yakışan seçimdir. Bunu anlamamak ne garip mantıktır”.8
Tıbbiyeli Hikmet
Odada bulunanlar aynı duygular içindedir. Kongre’ye, Askeri Tıbbiye
öğrencileri adına delege olarak üniformasıyla katılan Hikmet adında 22 yaşında bir genç vardır. Tıbbiyeli Hikmet, inançlı bir heyecan içinde,
gençler başta olmak üzere bugün herkesin ders alması gereken şu sözleri söyler:
“Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler,
beni buraya istiklal davamızı kazanma mücadelesine katılmak için gönderdi.
Mandayı kabul edemem... Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları, her kim
olurlarsa olsunlar reddederiz, yabancı sayarız. Manda düşüncesini siz kabul
ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan
batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz.”
Genç Hikmet’in
içtenliği, toplantının zaten yüksek olan duygu yükünü arttırır. Delegelerin
çoğunluğu gözyaşlarını tutamamıştır. Mustafa
Kemal de son derece duygulanmıştır. Heyecanlı bir ses tonuyla, “arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli
yapısındaki soylu kanın ifadesine dikkat edin” diyerek Hikmet’e döner ve “evlat,
için rahat olsun. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta
kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal
ya ölüm” der.9
Mandayı Aşmak
Manda sorunu, üç günlük tartışmadan sonra aşılabildi. Bağımsızlıktan yana
olanlarla, mandacılar arasında en büyük ve son açık çatışma, Sivas’ta yaşandı.
Erzurum’a göre sayıları artan Mandacılar, Kongre’ye önceden hazırlanmış
kapsamlı bir bildiri sundu. Bildiri oylansa, büyük bir olasılıkla kabul
edilecekti.
Konu, taktik bir karşı öneriyle, ‘Amerika’ya bir mektup yollamak’ gibi
sudan bir karara bağlanıp görüşmelerden çıkarıldı.10 Daha sonra,
böyle bir mektup doğal olarak hiç gönderilmedi. Gönderilmediği gibi manda anlayışı,
Mustafa Kemal ölene dek bir daha kendini
gösteremedi.
Sonuç
Sivas Kongresi, 7 gün sürdü ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne
yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için, birbirini tamamlayan
önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek somut
bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte olan
yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı; bu girişimin
kurallarını belirleyen bir tüzük kabul edildi.
Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de
siyasi temelleri atıldı. 1923’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, anlayış ve
programını büyük oranda Sivas Kongresi kararlarından aldı.
Sivas Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11
maddelik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal
bağımsızlık bildirisi niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti.
Mustafa Kemal başkanlığında oluşturulan 16
kişilik Heyeti Temsiliye, İstanbul hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi
güç merkezi, adı konmamış bir tür hükümet olarak çıkıyordu. Heyeti Temsiliye,
Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanana dek, yaklaşık yedi aylık dönem içinde, “askeri ve milli bürokrasiyi kendisine
bağlamayı büyük oranda başardı” ve “ikinci
bir hükümet olarak” Kurtuluş Savaşı’nı yönetti.11
DİPNOTLAR
1 “Ana Britannica” 28.Cilt, sf. 83
2 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf. 226
3 a.g.e. sf. 226
4 “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf. 193
5 a.g.e. sf. 193
6 “Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996,
sf. 96
7 a.g.e. sf. 97
8 “Erzurum’dan Ölümüne Kadar
Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu,
I.C., Türk Tarih Kur. Yay., 3.Bas., Ank.-1988,
sf. 233
9 a.g.e. sf. 247
10 “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980,
sf. 195
11 Ana
Britannica, 28.Cilt, sf. 84
Çok çok teşekkürler hocam. Tıbbiyeli Hikmet Orhan Boran ın babasıymış.
YanıtlaSilSağol Bekir.
YanıtlaSilBakın arkadaşlar, bu adam (Mustafa Kemal Atatürk) stratejik öngörü konseptinin özüne yani ufkun ötesine bakabilme özelliği olan mükemmel bir beyne sahipti.
YanıtlaSilAndrey Berzukov
Sevgili hocam yazinizi okuduktan sonra aklima düştü yukarıdaki sözler.Bir Rus gizi servisi Albayının Ataturku tarifi nekadar doğru ve yerinde bir tespit değilmi?
kongreler hakkında diğer yazılara siteden ulaşabilirsiniz
YanıtlaSil