Türkiye’de
bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri,
işbirlikçiler, din adamı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına,
ülkeyi ayakta tutan değerlere saldırıyor. Bu tutum, kalıcılığı olan politik
işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın, Batıcılık ya
da Arapçılık olarak geçerliliği olan bir yaşam biçimi haline gelmesinin
bir nedeni olmalıdır. Bu neden, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın
günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın, yabancılaşmanın ve
ihanetin yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı
devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir.
Tarihe Bakış
Savaş tutsakları ile kölelerin, ekonomik ya da askeri
amaçla kullanılması, değişik yöntem ve oranlarda hemen tüm toplum biçimlerinde
görülür. Kölecilik, Antik Çağ Grek devletleri ve Roma İmparatorluğu’nda,
bir toplum düzeni yani üretim biçimi durumuna gelmişti. Atina ve Roma’da,
köleler alınıp satılır ya da öldürülebilirdi. Nesne olarak görülüp en ağır
işlerde çalıştırılır ve toplum dışında tutulurdu.
Bu biçimiyle köleciliğe
yönelmeyen Osmanlı İmparatorluğu çok başka bir yöntem geliştirdi. İnsan
gereksinimi çok başka biçimde karşılandı. Fethedilen yerlerden toplanan
seçilmiş genç insanlar, Osmanlı nizamına
uygun olarak yetiştirilerek toplumun iç unsuru durumuna getirilip
devlet işlerinde kullanıldı. Yönetici bile yapıldı. Osmanlılar bunlara devşirme
adını verdi.
Devşirmeler
Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde, savaş tutsaklarının
beşte biri, orduda kullanılmak üzere padişaha yani devlete ayrılıyor ve bu
işleyişe pençik vergilendirmesi deniliyordu. Önceki İslam devletlerinde;
gulam, kul ya da memluk sözcükleriyle tanımlanan bu
uygulama, Anadolu Türk beylikleri döneminde geliştirildi. I.Murat döneminde
(1360-1389), kurumsallaştırılarak devlet düzeni haline getirildi Devşirme
düzeni bu sürecin ürünüdür.
Padişah buyruğuna (fermana) dayanan toplama
(devşirme) kurulları birkaç yıl arayla Balkanlar’da değişik bölgeleri
dolaşır, kent ya da köylerde, hane sayısının kırkta biri oranında genç
toplardı. Genellikle 14-18 yaş kümesi içinde kalan, sağlam vücutlu, akıllı Hıristiyan
çocuklar seçilir ve eğitilmek üzere İstanbul’a
götürülürdü.
Kurul üyeleri, köy ya da semt papazının eşliğinde, kilise vaftiz
defterinden gençlerin özelliklerini saptar ve aile başına bir kişiyi
geçmemek koşuluyla seçim yapardı. Devşirilenlerin
özellikleri bir deftere yazılır ve halktan, devşirilen her genç için, yol
ve giyim giderlerini karşılamak amacıyla 600 akçe para toplanırdı. Bu paraya kul akçesi denirdi. Devşirilenler
100-200 kişilik kümeler biçiminde, sürücü adı verilen yetkililere
teslim edilerek yola çıkarılırdı.1
Devşirme Ayrıcalığı
Hıristiyan aileler, toplama kurullarına devşirme
listesi sunan papazlara, kendi çocuklarını listeye alması için baskı
yaparlar, armağanlar verirlerdi.
Devşirme olarak seçilen her
çocuk, ailesi için ‘başa konan bir talih kuşu’, bir umut kaynağıdır. ‘Beslenmesi
gereken bir boğazın eksilmesi’2
bir yana, asıl önemli olan bu ‘boğazın’ dünyanın en büyük
devletinin askeri ya da idari kademelerinde yükselerek kendilerine ilerde ‘nimetler
sunma’ olasılığıdır.
Nitekim, büyük askeri seferler sırasında, sınır boylarına
doğru ilerleyen ordunun, devşirme kökenli başkomutanları; doğdukları
köye uğrayarak anne-babalarının ‘gönlünü yüceltmek’, onlara ‘bağışta
bulunmak’ için ordunun yolunu değiştirdiği çok görülmüştür.3
Devşirme seçilmek,
günümüzde herkesin büyük bir istekle peşinden koştuğu, ABD vatandaşı olmaktan
daha önemli bir şeydi.
Eğitim
İstanbul’a gelen devşirmeler, burada Yeniçeri ağası ve hekimler tarafından gözden
geçirilerek sünnet ettirilir ve Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman
yapılırlardı. İçlerinde yakışıklı, zeki ve becerikli olanlar, padişaha, yönetimde
ve özel işlerinde hizmet vermek üzere seçilirlerdi. Bunlara içoğlanı denir
ve özel olarak yetiştirilirlerdi.
Osmanlı padişahları, başlangıçta, yönetimlerini korumak
için gereksinim duydukları insan kaynağının önemli bir bölümünü devşirmelerle
karşıladı. Kısa dönemde gereksinim karşılanmış gibi göründü. Asker ya da sivil görevliler (kapıkulları),
kesin bağlılık ilişkisiyle padişaha, paralı asker disipliniyle bağlanmıştı.
Devşirmeler, süreç
içinde ordunun (Yeniçeri) ve yönetici sınıfın (rical-i devlet) tümünü
kapsayan bir yaygınlığa ulaştı ve yönetim işleyişi, bunlar aracılığıyla
padişahın mutlak egemenliği üzerine oturtuldu. Sistemin tümü bir tek kişinin
(padişahın) yararına işliyordu ancak bu düzenin gerçek işleyişinin ne olduğu,
neye hizmet ettiği biraz karışıktı.
Devşirmelerin Gücü
Başlangıçta ‘sarayın uysal bir aleti’ olan
devşirmeler, kısa bir süre içinde, saray üzerinde güçlü bir baskı kurmuşlardı. Yeniçeriler,
15.yüzyıl bitmeden, yani kuruluşlarından henüz yüz yıl bile geçmeden; “Sadrazam
öldürüyor, saltanat kavgalarına karışıyor, taht alıp taht veriyorlardı”.4
Devşirmeler, görünüşte devlete yüksek hizmetler veriyorlardı. Padişahın sadık kullarıydılar; onun her isteğini
yerine getiriyorlardı... Ancak, 14-18 yaşında zorla Müslüman yapılan bu
insanların, geçmişlerini unutmaları, ondan tümüyle kopmaları olanaksızdı. Ne tam
Müslüman oldular, ne de Hıristiyan kaldılar; ne etnik kökenlerini unuttular, ne
de yeni kimliklerini benimsediler.
Ne olduğunu bilmeyen ya da ne olmadığını bilen,
kişiliksiz ve güvenilmez bir insan türü olarak, devlet politikalarına yön
verdiler. İmparatorluğu çöküşe götüren nedenlerden biri durumuna geldiler.
Hiçbir erdeme sahip değildiler ancak ilke durumuna getirdikleri bir tutumları
vardı: ‘Türklere ve Türklüğe karşı nefret
duyuyor’ ve devlet politikalarıyla örtüşen bu nefreti, genel bir tutum haline
getiriyorlardı.
Devşirmeler, gerçek görüşlerini
hiçbir zaman açıklamazdı; yalancı ve ikiyüzlüydüler. Peşinde koştukları tek
değer, para ve yönetim gücüydü. Osmanlı Devletine gizliliği, ihanet ve
entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet,
vurgunculuk, karaborsa, yasadışı gelir ve adam kayırmayı neredeyse yasal duruma bunlar getirmişti.
Yeniliğe karşı olmayı ve devlete başkaldırmayı, hak olarak görürlerdi.
1550’den sonra, yeniçerilerin evlenmesine izin
verilince, çocukları Acemi Ocağı’na
öncelikli olarak alınmış, devşirmecilik babadan oğula geçen ayrıcalıklı
bir meslek durumuna gelmişti.
Rüşvet ve Entrika
Rüşvet ve vurgunculuk yoluyla büyük servetler
edinmişlerdi. O denli büyük bir servet ediniyorlardı ki; halk “simyanın (her
madeni altına çeviren gizil güç) sırrına erdiklerini” söyleyerek
bunlarla alay ediyor, tepki gösteriyordu.5
Devşirmelerin rüşvetçiliği,
zaman içinde, tehlikeli bir boyuta ulaşmış ve ülke çıkarlarını yabancılara
satma noktasına varmıştı. Yönetimde elde ettikleri yüksek yetkiler, onlara bu
tür girişimler için geniş bir alan yaratıyordu. Elde ettikleri yetkiyi
kullanarak, ‘baştan aşağı bir yağma, çapul ve servetlere elkoyma’6 uzmanı
olmuşlardı.
Devşirmeler ve Türk Düşmanlığı
Devşirme etkinliği, Fatih döneminde başlatılan
Türkleri devlet yönetiminden uzaklaştırma politikasıyla yayıldı. I.Selim
(Yavuz) (1512-1520) döneminde, halka uygulanan şiddetli bir baskıyla bir felaket
halini aldı. Devşirme yozlaşmasına Yavuz’un getirip devlet
politikasına yerleştirdiği Arapçılık eklendi.
İmparatorluğun yükünü
çeken, sorunlarıyla ilgilenilmeyen, bu nedenle ayaklanan ve toplu olarak
öldürülen Anadolu Türkmenleri, o denli baskı altına alındılar ki kaçacak,
sığınacak yer arar duruma geldi. Şii inancını Osmanlı Devleti’ne karşı,
ideolojik yaymaca aracı olarak başarıyla kullanan ve kendisi de Türk olan
Safevi Hükümdarı Şahİsmail’in (1487-1524) çağrısına uyarak, kitleler
halinde İran’a göç ettiler.
Türkler; Kendi Ülkesinde Tutsak
Türkler kendi ülkesinde ikinci sınıf uyruk durumuna
getirilmişti. Yönetim organlarında görev alıp yükselmek bir yana, etkili devlet
kurumlarına ve bu kurumlara yönetici yetiştiren okullara giremiyordu.
Sadrazamı, padişahtan sonra devleti temsil edecek en yetkili
kişi (naip) yapan Fatih Kanunnamesi, devlete asker ve sivil yönetici
yetiştiren ve yüksek nitelikli eğitim veren devşirme okullarına alınmayacak
olanları şöyle sıralıyordu: “Yahudiler, Müslümanlar, çobanlar, sığırtmaçlar,
doğuştan sünnetli olanlar, çok uzun ya da kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler,
köseler, keller, Gürcüler, Çingeneler, Kürtler ve Türkler”.7
Fatih Kanunnamesi’nden
sonraki 70 yıl içinde naib yetkisiyle devlete sadrazam olan 48
kişiden yalnızca 5’i Türk kökenlidir; bunlar da devşirme anlayışıyla yetişmiş aslını
yadsıyan (inkar eden) insanlardır. Geri kalan 43 sadrazamdan; 11’i Slav,
11’i Arnavut, 7’si Rum, 5’i Ermeni, 4’ü Çerkez, 3’ü Gürcü, 1’i İtalyan
kökenliydi.8
Devşirmeler ve İşbirlikçilik
Devşirmeler, Türk karşıtı her
olay ve düşüncede hemen bir araya gelirdi. Bir araya gelişin, toplumsal ve
ekonomik dayanakları vardı. Bu dayanaklar, eskiden gelen bugün de süren çıkar
ilişkileriydi. Yasa dışı yollarla edinilen servetin korunması ve yenilerinin
edinilmesi için, ülke içindeki güç yeterli olmazsa, dış destek arayışı içine
girilirdi. Bu nedenle ülke değerlerini dışarıya devretme eğilimi, bu arayışa bağlı
olarak devşirmelerde her zaman vardı.
Devşirmeler, gereksinim duydukları mal ve can
güvenliğine kavuşmak için, yabancılarla bütünleşmekten çekinmediler ve ülke
kaynaklarını yağmalamaya gelen Avrupalı devletlerin işbirlikçileri oldular.
Batıya bağlanmanın aracı olan işbirlikçilik, değişik biçimlerle, devlet
başta olmak üzere, toplumun hemen her kesiminde yaygın bir anlayış durumuna
geldi. Tanzimatçılık, mandacılık, günümüzdeki Avrupacılık ya
da Arapçılık, işbirlikçi
anlayışın değişik biçimleriydi.
Devşirme
işbirlikçiliğini ortaya koyan çok sayıda belge vardır. Bunlardan çarpıcı
olanlarından biri Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi De Germigny’nin, 1580
yılında Paris’e gönderdiği rapordur. Bu raporda şunlar söylenmektedir: “Mümkünse
şöyle davranılmalıdır; Kral, Yeniçeri Ağası İbrahim Paşa’ya ve Padişah’ın
donanma komutanı Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa’ya, Paris kumaş ticaretinden pay
ayırmayı ihmal etmemelerini, krallık meclisi üyelerine ve hazine bakanına
buyurmalıdır. Unutulmamalıdır ki, benden önceki İspanya elçisinin, İspanya
Kralının işlerini kolaylaştırması için önerdiği 50 bin duka altın liralık
armağan karşısında, Sokullu Mehmet Paşa yelkenleri suya indirmişti...”9
Türkiye de Yabancılaşma ve Yozlaşma Neden Çok
Rüşvet ve yolsuzlukla servet elde edenlerin, elde
ettiklerini geliştirip korumak için, yabancılara vermeyecekleri kamusal ya da
ulusal değer yoktur. 19.Yüzyılda Tanzimat’la meşrulaştırılan bu eğilim, bugün de sürmektedir.
Günümüzde Arapçılığı sürdüren siyasi
İslamcılar, Batı’yla bütünleşen liberal demokratlar ve uygarlığı
Batıcılık sayan şekilsiz aydınlar;
devşirme anlayışının günümüzdeki
temsilcileridirler. Yalnızca paraya değer verirler. Rüşvetçidirler, devlet
malını yağmalarlar ve ulusal hakları yabancılara kolayca devrederler. Türk
unsura baskı uygulayan onu yok sayan Osmanlı tutumunu, hemen aynısıyla
sürdürmektedirler.
Dışa bağlanmanın, yabancılaşmanın ve ihanetin
yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve
onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir.
DİPNOTLAR
1 Ana Britannica 10.Cilt, sf.100
2 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”,
S.Yerasimos,1.Cilt, Belge Yay., 7.Bas. 2000, sf.297
3 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”,
S.Yerasimos, 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bas. 2000, sf.297
4 Ana Britannica 10.Cilt, sf.183
5 “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye”
S.Yerasimos, 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bas,. sf.306
6 “Tarihimiz ve Cumhuriyet” M.Birgen,
Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf.147
7 Ana Britannica, 10.Cilt, sf.100
8 “Tarihte Türklük”, Prof.Laszlo
Rasonyi, Türk Kül.Gel. Ens.Yay., 2.Bas. 1988, sf.204
9 “Tarih III, Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri”, Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.409
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil“Türkiye’de 200 bin hain var.” diyen Kamran İnan, Kürt aşiret lideriydi. Aşiretinin oyları ile milletvekili oldu. Enerji eski Bakanı Kamran İnan’ın eşi Fransız asıllı aristokrat ailenin kızı olan Annetta Alice Yasemin İnan idi. Kamran İnan çok zeki, çalışkan ve ülkesini seven başarılı bir hukukçu, diplomat ve politikacıydı.
YanıtlaSilYani yazının ilham kaynağı olarak yanlış kişi seçilmiş gibi.
Devşirmeciliği metod olarak beğenmeyebilirsiniz. Ama Türk olmayan devlet adamlarının hepsinin hain ve rüşvetkâr olduğunu öne sürmek ırkçılığa ve dini fanatizme varabilecek çok yanlış bir genelleme olur. İçlerinde sadece padişaha değil. vatana ve millete de faydalı niceleri de çıkmıştır. Geçmiş devlet adamlarını ayrı ayrı birer birey gibi faydaları ve hatalarıyla analiz etmek tarihsel objektiflik açısından daha doğru bir yaklaşım olur.
“...Devletin duygusu yoktur. Devlet, millî menfaatlarını koruyan yüce bir müessesedir ve yüce meclislerin de hareket noktası duygusal davranış değil, objektif kriterler ve faktörler üzerinden harekettir.”
Kamran İnan.
2001 yılında İsrail saldırıları sırasında Meclis’te yaptığı konuşmadan.
Hain Kim, Vatansever Kim? Neden Ayırmakta Zorlanıyoruz? Yazınız Neden Yanılıyoruz En Güzel Örneği! Kimlik, Şahsiyet,Vatanseverlik Kürtlükle, Evlendiği Eşle, Hiçbir İlgisi Olduğunu Anlamaktan Geçer.
SilYazının Kamuran İnan’la bir ilgisi yok Sevgili Mustafa. Yalnızca resim olarak alındı Belli ki yanluş seçim olmuş
YanıtlaSilYazının özüne gelince. Her bilimsel yazıda yapıldığı gibi, konu soyutlama yapılarak yani belirgin özelliği öne çıkarılarak ele alındı. Devşirmecilin Osmanlı devletine bağlı olarak Türk halkına yaptığı etki ile bugüne yansıyan sonuçları irdelendi. Yararlı insanlar olmadığını göstermek için yazılmadı.
Yıllarca düşündüğüm bu kadar hain bir toplumda nasıl çıkar sorusunun en net cevabı oldu bu yazı. Tebrik ederim.
Sil“ Bu kadar önemli bir coğrafyada bulunan ülkemizi küçültmek isteyenler var. Bunun için de büyük çabalar gösteriliyor. Ülkemize sadakatle hizmet eden ve bunun için çaba gösterenlerin başına çok işler getiriliyor.
YanıtlaSilNe yazık ki, Türkiye’de hainler makbuldür. Bu kadar hainin nasıl yetiştiği araştırılıp incelenmeli. Bu vatanın, hain yetiştirmede nasıl bu kadar verimli olduğu ortaya çıkarılmalı ve buna göre önlemler alınmalı..” KAMRAN İNAN
Vedat bey bahsettiginiz hainlerin nasıl yetiştiğini araştırıp bizi aydınlatan sn.Metin aydoğanın BİTMEYEN OYUN ve BEN VE ÜLKEM kitaplarını okursanız,ki mutlaka okumalısınız,en geniş açıklamaları ıle anlıyacağınıza eminim. Ayrıca bu konuda M.EMİN DEĞER in OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE,MUSTAFA YILDIRIMIN SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA TÜRKİYE kitaplarıda amerikan politikasının hain yetiştirme politikaları hakkında yeterli fikir verecektir.Hainlerin yetiştirilme anlaşmalarını imzalıyan İSMET İNÖNÜ nün devrini ve devrimlere nasıl ihanet ettiğini öğrenmeden hainlerin nasıl yetiştiğini anlamak mümkün değildir.
YanıtlaSil