Birinci Dünya Savaşı
28 Temmuz 1914’de başladı. Osmanlı İmparatorluğu, savaş sürerken ve hiçbir
neden yokken 30 Ekim 1914’te bu emperyalist savaşa katıldı. Bir gün önce, 29 Ekim 1914 günü herhangi bir bildirimde bulunmadan Rus
limanlarını bombalamıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Savaşı’na katılması
anlamına gelen bu eylem, önceden hazırlanmış bir tasarımdı ve çok dar bir kadro
tarafından düzenlenmişti. Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi, Çanakkale’yi geçip İstanbul’a
gelmiş; Türk Hükümeti, kimsenin inanmadığı bir açıklamayla, bu iki gemiyi satın
aldığını açıklamıştı. Yavuz ve Midilli adları verilen ve gönderine “Türk bayrağı çekilip, Türk flamalarıyla
donatılan” bu iki gemi; “başlarına
kırmızı fes takılarak Türk üniforması giydirilmiş” Alman askeriyle birlikte
ve yanlarına Karadeniz’deki Osmanlı filosunu da alarak, Rus kentlerini
bombalamıştı. Saldırı emrini, Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilen
Alman Amiral Wilhelm Souchon
(1864-1946), Başkomutan Vekili Enver
Paşa’nın yazılı iznine dayanarak vermişti. (X)
Savaşa
Katılım
Türkiye, Birinci
Dünya Savaşı’nın başlamasından altı gün sonra, 2 Ağustos 1914’te,
Almanya’yla gizli olarak bir ittifak anlaşması imzalamış ancak aynı gün yaptığı
resmi açıklamada savaşta yansız kalacağını duyurmuştu. Türk-Alman
yakınlaşmasını bilen ve Türkiye’nin yansızlığına önem veren İngiltere,
açıklamanın gerçeği yansıtmadığını biliyordu. Almanya’yla savaşmak zorunda
kaldığından beri; yansız kalınması durumunda Türkiye’nin toprak bütünlüğünün
korunacağı, ticari ve hukuki ayrıcalıkların (kapitülasyonların) kaldırılacağı
ve parasal yardımda bulunulacağı konusunda hükümete güvenceler veriyordu.
Bunlar,
İngiltere’nin yüzyıldır peşinden koşup elde ettiği ayrıcalıklar ve o güne dek
sözünü bile duymak istemediği ödünlerdi. Almanya’ya karşı, Türkiye’nin
yansızlığına o denli gereksinimi vardı ki, şimdi elindeki son koz olarak
bunları öne sürüyordu.
Ancak, Türkiye’nin yazgısını belirleyecek konumda bulunan
İttihat ve Terakki yöneticileri, başta Enver Paşa, ülkeyi, ki Orta Avrupa ülkesi, Almanya ve
Avusturya’nın yanında savaşa sokmaya karar vermişti. Bu savaş, Osmanlı
Devleti’nin yapacağı son savaş olacaktı. Mustafa Kemal, Rus limanlarının
bombalandığını Sofya’da haber aldığında, “Enver’den ancak bu beklenirdi,
Osmanlı Devleti bu savaştan sağ çıkamaz” demişti.1
İttihat
Terakki ve Almanya
İttihat ve
Terakki yöneticileri, ülkeyi “Alman sömürgesi” durumuna getirecek süreci
Balkan Savaşı’ndan hemen sonra başlattı. Yenilginin yarattığı yılgınlıkla
özgüvenini yitiren hükümet; ‘işbirliği’, ‘yeniden yapılanma’ ve ‘teknolojik
yenilik’ adına, ordu yönetimini Almanya’ya teslim etti. Alman generaller,
üstelik rütbeleri yükseltilerek önemli görevlere getirildi. Örneğin Alman
Ordusu’nda tümgeneral olan Liman von Sanders (1855-1929) orgeneral
yapılarak; Reform Komisyonu Başkanı, 1.Ordu Komutanı ve Yüksek
Askeri Şura üyesi yapılmıştı.2
Bu tür
ilişkiler, savaşa hazırlanmakta olan Almanya’nın işine geliyor, önemli bir
yükümlülük üstlenmeden büyük bir coğrafyada, savaş için kullanacağı insan
kaynaklarına ulaşmış oluyordu. Ordu üzerinden yapılan pazarlık, Türk tarihinin
belki de en onur kırıcı olaylarından biriydi.
23 Ocak 1913’te
Sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa, 24 Nisan’da, Alman Büyükelçisi Vangenheim’e,
“elimizde usta ve namuslu bir memur sınıfı yok, Ordu tepeden tırnağa yeniden
düzenlenmelidir (ıslah edilmeli). Ordunun yeniden yapılandırılması için umudum
Almanya’dadır. Bize yardım edin, ıslahatçı heyetler gönderin”3
diyerek adeta yalvarıyordu.
Alman Büyükelçisi’ni bile şaşırtacak düzeydeki boyuneğme
tutumu, yanıt almakta gecikmedi. Alman Hükümeti’nin kararını, 17 Temmuz 1913’te
Sadrazama’a bildiren Büyükelçi, “Majeste İmparator (Kayzer y.n.), Osmanlı
İmparatorluk Hükümeti’nin ıslah heyeti gönderme isteğini kabul etmek
tenezzülünde bulunmuştur” dedi.4
Mustafa
Kemal Gerçeği Görüyor ve Söylüyor
Mustafa Kemal, o günlerde yazışmalarda kullanılan alçaltıcı üslubu bilmiyordu ancak
gelişmelerin nereye gideceğini görüyor ve tedirgin oluyordu. Her zaman olduğu
gibi, orduya yönelik karışmaları ve yabancı subaylara görev verilmesini
kabullenemiyordu. “Ordunun yabancı askeri kurulların eline bırakılması kabul
edilemez (gayr-i tabii vaziyet)” buluyor5, buna yol açan devlet
yetkililerini ağır bir dille suçluyordu. “Türk milletinin yeteneksizliğinden
ve beceriksizliğinden açık olarak söz edilerek, yabancılara adeta gelip bizi
adam etmeleri önerilmiştir. Böyle bir başvuru ile gelen kurul, katıldıkları
çevreyi ve bu çevrede egemen olanları aciz, hatta haysiyetsiz kabul ederlerse
haklı görülürler”.6
Ordu yönetimine dışardan yapılan karışmanın, ülkeyi
yıkıma götüreceğini de söylüyordu. “Genel savaşın müttefiklerimiz için sonuç
vereceğine inanmıyordum” dediği anılarında, o günlerdeki görüş ve
çabalarını şöyle aktarır: “Ben ordunun, kayıtsız şartsız, bütün sırlarıyla,
Alman Askeri Kurulu’na verilmesine, teslim edilmesine çok üzülüyordum. Henüz karar
verilmemişken bir rastlantı sonucu olayı öğrendiğim zaman, sesimin erişebildiği
bütün makamlara kadar itirazlarda bulunmayı görev saydım. İtirazlarıma hiç
kimse cevap vermedi; cevap vermeye gerek görmedi”.7
İngiliz Öfkesi
İngiltere,
İstanbul’daki düzmece gemi alımına ve Karadeniz’deki “korsanlık serüvenine”8,
beklendiği gibi sert tepki gösterdi. Rus limanlarını bombalama eyleminden bir
gün sonra, 30 Ekim’de, Greenwich saatiyle 17:05’te, Londra’dan Kraliyet
Donanması’nın tüm birimlerine şu buyruk verildi; “Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı’ndan bütün gemilere: Osmanlı Devleti’ne karşı derhal çarpışmalara
başlayın. Emri aldığınızı bildirin”.9
Bu kısa buyruk,
yalnızca bir saldırı bildirimi değil, onunla birlikte, altı yüz yıllık Osmanlı
İmparatorluğu’nun eylemsel olarak ortadan kalkmasına yol açacak çatışmalar
sürecinin başlangıcıydı. İngiltere, Fransa ve Rusya 5 Kasım 1914’de,
Türkiye’ye, Türkiye’de 11 Kasım’da, bu üç ülkeye resmen savaş ilan etti.
İngiliz basını,
savaş duyurusuyla birlikte ve yoğun biçimde, Türkiye karşıtı yayına başladı.
Yorum ve haberlerde ya da, hükümet bildirilerinde, hakaret içeren söylemlerle
işlenen konu, “Türkler’in yok edilmesi, Avrupa ve Anadolu’dan kovulması ve
Türk pençesine düşmüş halkların özgürlüklerine kavuşturulmasıydı.”
Yayınların
yöneldiği ana hedef, İslam dünyası ve Osmanlı uyruğundaki azınlıklardı. The
Times, 3 Kasım 1914’te, “Türkiye, müttefik güçlere karşı ahlaksız bir
savaşa girerek İslam’ın çıkarlarına ihanet etmiş, bu davranışıyla kendi ölüm
fermanını imzalamıştır” derken Daily Mail, 23 Kasım’da, “Avrupa’ya
kılıçla gelen Türkler, şimdi kılıçla yok olacak; bundan kimsenin kuşkusu yok”
diyordu.10
İstanbul’un Türkler’in elinden alınma zamanının geldiğini
söyleyen Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un (1859-1925) görüşleri ayrımlı değildir: “Kozmopolit ve
uluslararası bir kent olan İstanbul’un… Avrupa’nın politik yaşantısını yaklaşık
beş yüz yıldan beri zehirleyen... Türkler’in elinden alınma fırsatı
kaçırılmamalı... Ayasofya dokuz yüz yıl öncesinde olduğu gibi, yeniden
Hıristiyan kilisesi yapılmalıdır”.11
Sofya’daki
“Tutsak”
Mustafa Kemal, savaş çıktığında, bir yıldır kışladan uzak, edilgen (pasif) bir
konumda bulunduğu Sofya’da tutulmasına katlanamıyordu. Savaş Bakanı’na,
Genelkurmay’a ve arkadaşlarına mektuplar yazdı, görüşlerini açıklayıp
önerilerde bulundu. Yetkililerden bir cephe görevine atanmasını,
arkadaşlarından da bunun için yardımlarını istedi.
Savaş konusunda
görüşlerini soran Salih Bozok’a Kasım başında yazdığı mektupta, “Almanlar
bu savaşta başarılı olamayacaklar” dedikten sonra, “görevlendirilmem
için Harbiye Nazırı’na yazıp, ateşemiliterlikte kalmak istemediğimi; millet ve
memleket büyük bir savaşa hazırlanırken, herhangi bir birliğin başında bulunmak
istediğimi bildirdim; ancak henüz bir cevap alamadım” diyordu.12
İsteğini sürekli yinelemesine karşın, görev yerine sinirini bozan yanıtlar
alıyordu.
Başkomutanlıktan
Aralık başında aldığı yanıtta, “size orduda her zaman görev vardır, ancak
ateşemiliterliğinizi daha önemli gördüğümüz için, sizi orada bırakıyoruz”
deniliyordu.13
Sonunda,
doğrudan Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yazarak, Sofya’da daha fazla
kalmak istemediğini, görev verilmeyecekse açıkça söylenmesini istedi. Aralık
başında gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: “Vatanın savunulmasına
yönelik etkin görevden daha önemli ve yüce bir görev olamaz. Arkadaşlarım
cephelerde, ateş hatlarında savaşırken, ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam.
Eğer birinci sınıf subay olma yeterliliğinde değilsem, kanınız buysa lütfen
söyleyiniz”.14
Günler geçtikçe öfkesi artmaya ve yerinde duramaz duruma
gelmeye başladı. Kanıtlanmış yetenekleriyle iyi yetişmiş bir kurmay subaydı.
Görev alacağı birlikleri savaşa hazırlama ve savaştırmada yararlı olacağını
biliyordu. Ancak, yaşamsal önemde bir savaş sürerken çatışma dışı bir yerde
tutuluyordu. Şam’a sürgünle başlayan bu uygulama, askerlik yaşamının sanki
yazgısı olmuş, her zaman edilgen görevlere atanarak, eylemsiz kılınmak
istemişti. Cephelerde görev almak için, hep özel çaba harcamak zorunda kalmıştı.
İleri niteliklerinden ve bilinçli kararlılığından çekinerek, önce Saray, sonra
İttihat ve Terakki, özellikle Enver Paşa, sürekli böyle davranmıştı.
“Bir
Er Gibi”
Enver Paşa’ya yazdığı mektuba yanıt alamadı. Sofya’daki bekleyişi için daha sonra,
“o günlerde çektiğim üzüntü ve kederi anlatmak zordur” diyecektir.15
Uzun süre beklememeye ve gerekirse cephede “bir er gibi”16 savaşmaya
karar vermişti.
Garip
Atama
Beklediği
çağrı, son mektubunu yazdıktan yaklaşık iki ay sonra 20 Ocak 1915’de geldi.
3.Kolorduya bağlı olarak Tekirdağ’da oluşturulacak 19.Tümen Komutanlığına
atanmıştı. Ancak, İstanbul’a geldiğinde garip bir durumla karşılaştı.
Tümeninin
teslim buyruğunu almak için Genelkurmay’a başvurduğunda, hiçbir yetkilinin
böyle bir tümenin varlığından haberi olmadığını gördü. Girişimleri sırasında
kendisini, “19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal” diye tanıttığında
Başkomutanlık Genelkurmayı’nda herkes ona şaşkınlıkla bakıyordu. Çünkü kimsenin
böyle bir tümenin varlığından haberi yoktur. Bu garip durum için anılarında, “düşününüz,
adeta sahtekar durumundaydım” diyecektir.17
Öneri üzerine, Liman von Sanders’in 1.Ordu
Komutanı olarak İstanbul’da kurduğu karargahına başvurdu. Ancak orası da bir
şey bilmiyordu. Birçok ‘arama’ ve ‘araştırmadan’ sonra, 19.Tümen’in
izini buldu. Tekirdağ’da konuşlandırılması tasarlanan, henüz kuruluş
aşamasında, adı var kendi yok bir tümendi.
Ordu Kurmak
Savaşacağı
birliği kendisi oluşturacaktı. Hızla işe koyuldu ve kısa bir sürede tümeni
tamamlayarak, buyruğu altındaki subay ve erleri, beden ve ruh olarak savaşa
hazırladı. Tümen karargahını, 25 Şubat 1915’te Maydos’a (Eceabat) getirdi. Arıburnu,
Anafartalar ve Ece Limanı’nı
içine alan bölgenin komutanı olmuştu.18
Sonunda isteği gerçekleşmiş, ülke savunmasında, üstelik
en şiddetlisi olan Çanakkale'de sorumluluk yüklenmiştir. Burada, kendinin ve
ülkenin geleceğine yön verecek yaşamsal önemde, çetin ve kanlı bir dönem
yaşayacaktır. Her yönüyle hazır olduğu büyük bir çatışmanın eşiğindedir;
savaşacak ve savaştıracaktır. 19.Tümen’i birlikte kurup savaşa hazırlayan
subaylarına güveni tamdır. 13 Mart 1915’te birliklere gönderdiği yazıda, “bütün
subay arkadaşlarımın, girişecekleri ilk çatışmada, en büyük şerefe hak
kazanacak kahramanlıklar göstereceklerine inanıyorum” diyecektir.19
DİPNOTLAR
(X) “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.216, Büyük
Larousse, Gelişim Yayınları, 6.Cilt, sf.3441
1 “Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.216
2 Büyük Larousse,
Gelişim Yayınları, 6.Cilt, sf.7488
3 “Die Grosse
Politik der Europaischen Kabinette; 1870-1914”, C.38, Belge 15439; ak. Y.Hikmet Bayur
“Atatürk-Hayatı ve Eserleri”, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank.-1997,
sf.59
4 a.g.e. sf.59
5 Hakimiyeti
Milliye, 14.03.1926; ak. Y.Hikmet Bayur, “Atatürk-Hayatı ve Eserleri-I”,
Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank.-1997, sf.60
6 a.g.e. sf.60
7 “Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi K.,
9.Bas., 1983, sf.220-221
8 a.g.e. sf.212
9 “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Ayrılıkçı Arap Örgütleri” Arba Yay., 2. Bas., İst.-1993, sf.103
10 a.g.e. sf.103
11 “Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst.
Mat., İst.-1974, sf.
12 "Goben’in Kaçışı ve Türkiye Savaşta” Richard
Humble, “20. Yüzyıl
Tarihi”, Arkın Kit., 11 Mart 1970, 18.Sayı, sf.26
13 K.A.M.M.T,
sf.117-118; A.H.E. sf.68; A.Y. sf.35; A.B.K.M. 22.XI.1954; ak. U.Kocatürk,
“Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” T. İş Ban., Yay., sf.26
14 a.g.e. sf.26
15 “Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.223
16 a.g.e. sf.224
17 a.g.e. sf.232
18 a.g.e.
sf.232-233
19 “Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” Prof. U.
Kocatürk T.İş Ban.Yay., sf.28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder