Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü İstanbul’a geldi. Burada bulunduğu altı ay
boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.” Güvenilir bulduğu
yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve işgal
güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını” söylüyordu.
Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve yetersiz
görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu. İstanbul’da
kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le
iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve
Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W. Birdwood,
Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini kurtarmak
için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.” Ülkeyi esenliğe
çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek düşüncelerini
büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle,
konuşuyordu.
Yorgun
Savaşçı
Mustafa Kemal İstanbul’a; ağır sorumluluklar, yıpratıcı koşullar ve kanlı savaşlar
içinden geçerek 13 Kasım 1918’de geldi. “Zayıflamış, avurtları çökmüş, soluk
aldırmayan böbrek sancılarının acısıyla kıvranıyordu”.1 “Sıtma’nın
ne zaman yoklayacağı” belli olmuyordu.2 Kulaklarından
rahatsızdı.3 Şişli’deki evinde “hafif bir mide humması”
geçirmişti.4
Bedensel
yorgunluğuna karşın, yüksek bir iradeye, şaşılacak bir kararlılığa sahipti. Bu,
ona, büyük bir direnme gücü veriyordu. İrade gücü her zaman olduğu gibi beden
gücünün önündeydi. En yorgun ve hasta anlarında bile, giriştiği işten kopmuyor,
olayların üzerine gitmekten çekinmiyordu. Bu tutumu, İstanbul’da da sürdürdü ve
gelir gelmez çalışmaya başladı.
İstanbul’a gelişinin ertesi günü (14 Kasım 1918), Sadrazamlıktan
yeni ayrılmış olan Ahmet İzzet Paşa’yla görüşmeye gitti. Aynı gün Rauf
(Orbay) Bey ve İngiliz gazeteci Ward
Price ile görüştü. Ertesi gün, 15 Kasım’da, Padişah Vahdettin, 16
Kasım’da da, “Çanakkale’deki kahramanlıkları nedeniyle” kendisiyle tanışmak
isteyen İngiliz General William Birdwood (1938’de ilerlemiş yaşına
karşın Atatürk’ün cenaze
törenine katılmak için Türkiye’ye gelecektir) ile görüştü.5 İlişki
ve görüşmeleri İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca sürdü.
Görüş
ve Amaç
Mondros’un bilinçli belirsizliklerine dayanılarak Türkiye’nin işgal edileceğini
önceden görmüş, mücadeleye karar vermiş, yöntemini belirleyerek ön girişimleri
yapmıştı. “İşler ancak devrim yoluna girilmekle düzelebilir” diyordu.6
Yıkılmasını
kaçınılmaz gördüğü Osmanlı’nın yerine, yeni bir devlet kuracaktı. İşgalci
devletler dahil hiçbir güçle, amacına uygun düşmeyen bir uzlaşma içinde
olmayacaktı. “Yabancı yardımı olmadan Türkiye kendini kurtaramaz”
düşüncesini onursuzluk sayıyor ve yenilginin kendisi kadar acı verici
buluyordu. İşgalcilerle uzlaşma ya da manda öneren en küçük düşünce bile, “dişlerini
gıcırdatmasına neden oluyordu”.7
Örneğin
İngilizler için, “Onlar, o İngilizler, gücümüzün ne olduğunu yakında
görecekler, bize eşitleri gibi davranacaklardır. Onlara asla boyun eğmeyeceğiz.
Uygarlıklarını başlarına geçirene dek, son ferdimize kadar, onlara karşı
koyacağız” diyordu.8
Kurduğu her ilişki, kurtuluş için girişeceği eyleme katkı
sağlamaya yönelikti. Amacı çok açık ve yalındı. Anadolu’ya geçecek, halk gücüne
dayanarak bir kurtuluş ordusu örgütleyecek ve yeni bir devlet, bir halk
devleti kuracaktı. Buna, İstanbul’da değil, Halep ve Adana’da karar vermişti.
İstanbul’da yaptığı; amacına uygun araçlar sağlamak, subaylar
başta olmak üzere insan kazanmak, örgütlenmek ve yetki elde etmekti. İstanbul’a
bu nedenle gelmişti.
Çıkarcı
Kaypaklığı
Güvenip
görüştüğü insanların büyük çoğunluğu, yapmayı düşündüğü işlerin çok azını
açıklamasına karşın; ona, olmayacak şeyler düşünen, gerçeklerden habersiz, düş
peşinde bir insanmış gibi bakıyordu.
İstanbul’a
geldiği ilk günlerde, çalışılabilir gördüğü Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı,
istifasını geri alması için ikna etmeğe çalıştı. Onun hükümetinde Harbiye
Nazırı olmak istiyordu. Bu makamdan, hazırlanmakta olduğu silahlı savaşım için
yararlanacak, elde ettiği yetkiyi adam ve silah sağlamakta kullanacaktı.
Düşündüklerini yapabilmesi için, Tevfik Paşa kabinesinin Meclis’te
güvenoyu almaması gerekiyordu.
Milletvekillerinin
çoğunluğu, bu yönde davranacakları ve Tevfik Paşa’ya güvensizlik oyu
verecekleri konusunda söz verdiler ancak hemen hiçbiri sözünde durmadı.
Çabaları süresince, bir asker olarak hiç alışık olmadığı, kaypaklık ve
yalancılıklarla karşılaştı.
Tiksintiyle karşıladığı bu olaydan, Cumhuriyet devletini
kurarken yararlanacağı sonuçlar çıkardı ve çıkarcı politikacılara karşı önlem
almayı devlet politikası durumuna getirdi. Halkı bu tür insanlara karşı sürekli
uyardı. Dokuz yıl sonra, Nutuk’ta, “saygıdeğer milletime şunu
öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların
kanındaki, vicdanındaki öz mayayı(cevheri asli)çok iyi incelemeye dikkat
etmekten, hiçbir zaman vazgeçmesin”9 diyecektir.
Subaylar
ve Kararlar
Şişli’de
kiraladığı evde pek çok insanla görüştü. Ali Fuat (Cebesoy), Kazım (Karabekir),
Rauf (Orbay), İsmet (İnönü), Refet (Bele) ve Kazım (Dirik)
bu evde görüştüğü ve ilerde birlikte olacağı güvendiği komutanlardı. Erzurum’da
15.Kolordu Komutanlığına atanan Kazım (Karabekir) Paşa, bu atamadan, “Kolordu’da organize bir birlik
bırakılmadığı” gerekçesiyle hoşnut değildi. Oysa bu Kolordu, Ali Fuat (Cebesoy)
Paşa’nın komutasındaki
20.Kolordu’yla birlikte, elde kalan iki askeri güçten biriydi.
Kazım (Karabekir) Paşa’ya atandığı
görevin kurtuluş mücadelesi açısından önemini anlatarak görevi kabul etmesini
istedi. “Orada organize bir kuvvet bırakılmamış olabilir. Ancak bizim bundan
sonra iş görebilmemiz için gerekli olan asal unsur millettir, halktır. Ben size
Erzurum’a gitmenizi özellikle öneririm. Gidiniz ve orada bir halk örgütü
kurunuz. Yakında benim de size katılmam kesindir” diyerek onu ikna etti.10
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile yaptığı
görüşmede; sorunların ancak Anadolu’da çözülebileceğini, bu nedenle 20.Kolordu
Karargahı’nın, direniş hareketi için merkezi konumda olan Ankara’ya
taşınmasını istedi.11
7.Orduda olduğu
gibi onu hala komutanı sayan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, bu öneriyi kabul etti ve birlikte hareket etme konusunda
anlaştılar. Anadolu’daki dağınık direniş örgütleri, Doğu’da Kazım Paşa’nın 15, Batı’da Ali Fuat Paşa’nın 20.Kolordusu’nun yönetimi
altına alınacak, bu iki güç Mustafa Kemal’e bağlanarak tek bir merkezde
toplanacaktı.12
Şişli görüşmeleri, onun Adana’dayken geliştirdiği
düşüncelerin, karar ve ilke olarak ortaya konmasıyla sonuçlandı. Halk
örgütlenmesinin temel alındığı ilkeler, özet olarak şöyleydi: “Çıkışı olan
tek kurtuluş yolu bir milli direniş hareketi yaratmaktır. Orduyla millet elele
vermeli, beraber hareket etmelidir. Askerin terhisi derhal durdurulmalı, hiçbir
silah, cephane ya da donanım düşmana verilmemelidir. Genç ve yetenekli
komutanlar birliklerinin başında tutulmalı ve Anadolu’ya gönderilmelidir.
Ulusal direnişten yana devlet yöneticileri yerlerinde bırakılmalı, illerde
particilik adına yürütülen kardeş kavgasına son verilmeli ve halkın moral gücü
yükseltilmelidir”.13
Yılgınlar
İstanbul’da
görüştüklerinin tümü, silah arkadaşları gibi ülkenin kurtarılmasına duyarlı,
direnme eğiliminde insanlar değildi. Önemli bölümünün; ulusal duyguları
körelmiş, kişisel kaygılar içinde, bilinçsiz ve dirençsiz olduğunu gördü.
Bunlarla, ülke savunması konusunda birlikte olmak ve sonuç getirecek bir ilişki
geliştirmek olası değildi. İşgalci baskısından korkuyorlar, sürekli
olanaksızlıklardan söz ederek, ülkenin yazgısını büyük devletlerin kararına
bırakan bir tutum sergiliyorlardı. Bunların sayısı ve yaygınlığı beklediğinden
çoktu.
Genel söylem;
işgale karşı direnç göstermenin çılgınlık olduğu, başarı olasılığı
bulunmayan böyle bir tutumun, görüşmeler yoluyla bulunabilecek çözümleri
ortadan kaldıracağı, bunun da devletin sonu olacağı biçimindeydi. Giderek
yayılmakta olan, “bizim için herşey bitti” düşüncesi, onun, “bizim
için savaş şimdi başlıyor”14 anlayışıyla temelden çelişiyor; bu
çelişki, düşmanlığa varan bir ayrılığa neden oluyordu.
Devlet yöneticilerini de içine alan “Türk olarak adeta
tükenmiş”15 önemli bir kitle, tam bir boyuneğiş içinde ve “içlerinde
hiçbir direnme ve savaşma isteği kalmamacasına yenik düşmüş” tü.16
Oysa o, Anadolu’daki Türk varlığının artık görüşme ve anlaşmalarla değil ancak
silahla korunabileceğini görüyor17, hazırlıklarını buna göre
yapıyordu. Bu iki anlayışın bir araya gelmesi gerçekten olanaksızdı.
Durum
Saptaması
Yaptığı
çalışmalar sonucu, ordudaki silah arkadaşlarından dar ancak etkili bir kesimi,
halka ve kendi gücüne dayanarak “Türkiye’yi parçalanmaktan kurtarmanın
mümkün olduğuna” inandırdı. Anadolu’daki Türk varlığı, ciddi bir tehlikeyle
karşı karşıyaydı. Halk bitkin, olanaklar sınırlıydı.
Ancak, çatışma
durumunda kalınacak büyük devletler de rahat değildi. Dört yıl süren savaş,
insan kaynaklarını zorlamış, güçlerini kırmıştı. Ordularını büyük oranda terhis
etmişler, ülkelerinde yayılmakta olan savaş karşıtı eğilimler ve sınıfsal
çatışmaya dönüşen toplumsal çalkantılarla uğraşıyorlardı. Türkleri “tükenmiş”
görüyorlardı ancak kendileri de iyi durumda değildi. Silahlı çatışmadan
kaçınmak için, danışmanları Lloyd George’a, “Türkiye, devlet olarak
çözülmüştür, biraz bekleyelim, kendiliğinden parçalanacaktır, parçaları daha
sonra bölüşürüz” diyordu.18
O, öneriye yansıyan gerçeği görmüş ve güçlü bir görüntü
vermeye çalışan büyük devletlerin, aslında savaşamayacak durumda olduğunu
anlamıştı. İleri sürdüğü görüş ve öneriler, düşünülmeden söylenmiş duygusal
çıkışlar değil, dünya ve ülke koşullarına dayanan gerçekçi belirlemelerdi.
“Ordu
Müfettişliği”
İstanbul
günlerinin sonuna doğru, Anadolu’ya geçmeye hazırlanırken, 29 Nisan 1919’da,
geniş yetkilere sahip Ordu Müfettişi olarak Anadolu’da görevlendirildi.
Bu görevlendirilme, kendiliğinden gelen ve ‘şansa dayalı’ bir gelişme
değil, resmi-sivil görüşmelerin, dostluğa dayalı kimi özel ilişkilerin devreye
sokulmasıyla elde edilen bir atamaydı. Mustafa Kemal’e özgü
kararlılığın, yoğun çabasının ve ustalıkla kurulmuş ilişkilerin doğurduğu bir
sonuç, incelikli taktiklerle yaratılmış bir ‘şanstı’.
Yenilginin ve
ardından gelen işgalin neden olduğu yönetim boşluğu, her yerde olduğu gibi
Karadeniz’de yaşayan azınlığı yüreklendirmiş, bölge Rumları işgal güçlerinin
korumasına güvenerek silahlı eylemlere girişmişti. Bunlar, Türk köylerine
saldırılar düzenliyor, savunmasız insanları öldürüp mallarını yağmalıyordu.
Saldırılara karşı savunma tepkisi ve silahlı önlem gecikmiyor, İngilizleri
rahatsız edecek kadar güçlü bir Türk direnişi ortaya çıkıp bölgeye yayılıyordu.
Küçük ve
hareketli silahlı birimlerden oluşan halk güçlerini bastırmayı göze alamayan
İngiliz İşgal Komutanlığı, Vahdettin’e baskı yaparak, Türk direnişinin
önlenmesini ve yöre halkının silahsızlandırılmasını istedi. Yapılmaması
durumunda, bu işi doğrudan İngiliz birliklerinin yapacağını ve bölgeye asker
gönderileceğini bildirdi.
Bu kurusıkı
davranışa boyun eğerek isteneni yapacağını bildiren Padişah ve Hükümet, bu işi
kendilerine önerilen ve “iyi bir komutan” olan Mustafa Kemal’e
yaptırmayı düşündüler. Anadolu’da silahlı direniş başlatmak için hazırlık yapan
ve oraya gitmek için gün sayan insana, başlamış olan silahlı direnişi
bastırma görevi verdiler.
Yetki veren-yetki alan arasındaki beklenti ayırımı ve bu ayrıma dayanan uzlaşmaz çelişki, yetki
veren için kuşkusuz bir yanılgı sorunuydu. Yetki alan içinse; parlak
bir başarıydı. Büyük Savaş’ın yenilmeyen tek komutanı, savaşın her türünü bilen
yetenekli bir askerdi. Dönemin günah keçisi ittihatçılarla ilişkisi
olmadığı gibi, onlarla karşıtlıklar içeren bir geçmişi vardı. İşgal gerçeğini
ve padişah yetkesini kabullenmiş görünüyordu. Karadeniz bölgesindeki ‘başıbozuk
ayaklanmaları’ durduracak en uygun kişi oydu.
Atanma
Biçimi
Uzun bir
uğraştan sonra atanacağını anladığı an, Harbiye Nazırlığı ve Başkumandanlık
Vekaleti’ndeki
(Genelkurmay) arkadaşları aracılığıyla atama sürecine dolaylı da olsa katıldı
ve yetki sınırını hemen tümüyle kendisi belirledi. Düzeni bozulmuş, işlemez
durumdaki yönetim yapısı işe yaramış, bu olanağı ona sağlamıştı.
Görevlendirme
yazısını doğal olarak Genelkurmay kaleme alacak ve Hükümetin onayına sunacaktı.
Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım (İnanç) Paşa arkadaşıydı. Yetki
sınırını birlikte genişlettiler. Harbiye Nazırı imza atmaya cesaret edemedi
ancak mührünü vermeyi kabul etti. Kazım
Paşa, odasında mührü bastı ve atama yazısını Mustafa Kemal’e verdi.
O gün duyduğu sevinç ve coşkuyu daha sonra şöyle dile
getirecektir: “Talih bana öyle uygun koşullar hazırlamıştır ki, kendimi
onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duyduğumu tarif
edemem. Nezaretten çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum.
Kafes açılmış, önüne geniş bir alem serilmişti. Kanatlarını çırparak uçmaya
hazırlanan bir kuş gibiydim”.19
Kuşkulu Kararsızlık
Görevlendirme
yazısını, 5 Mayıs 1919’da aldı ve gidiş hazırlıklarını hızlandırdı. İngiliz
İşgal Komutanlığı, atamaya önce karşı çıktı. Onların gözünde, “tehlikeli,
üstelik yetenekli bir kişiydi. İskenderun konusundaki tutumu unutulmamıştı”.20
Hükümet ise; eldeki
en iyi komutanın o olduğunu, ülkedeki ünü nedeniyle ayaklanmaları en iyi onun
bastıracağını söylüyordu. İngilizler, onun hakkında, “tutuklanıp Malta’ya
sürülmesiyle, Padişah temsilcisi olarak Anadolu’ya gönderilmesi arasında
gidip gelen”21 ve günler süren bir ikilem yaşadılar. Sonunda,
Anadolu’ya gitmesine sessiz kalınması yönünde karar verildi ve adı “tutuklanacaklar
listesinden çıkarıldı”.22
Harbiye Nezareti, ona ve “kalabalık ekibine gerekli olan vize”23 için
İngiliz İşgal Komutanlığı’na başvurdu. Harbiye Nezareti’nde irtibat subayı
olarak görevlendirilmiş olan Bennett adlı İngiliz Yüzbaşı, Mustafa
Kemal’in karargahı için seçtiği 15’i subay 21 kişinin24 yüksek
niteliğinden kuşkulandı. “Bu kurul, bir barış misyonundan çok, bir savaş
komitesine benzemektedir”25 diyerek yola çıkmalarından bir gün
önce Genel Karargaha başvurdu. Komutan yerinde yoktu, kendisine vizeyi
verebileceği söylendi.26
Samsun’a
Gidiş
15 Mayıs’ta
Genelkurmay ve Babâili’ ye, bir gün sonra da Padişah’a veda ziyaretine
gitti. Gemisinin batırılacağı yönündeki bildirime aldırmayarak, 16 Mayıs akşamı
yola çıktı. Gece yarısına doğru Sadrazam Damat Ferit, Yüksek Komisyon’da
askeri danışman olarak görev yapan Wyndham Deedes’i ivedi olarak
görüşmeye çağırdı. Padişah, “Mustafa Kemal’in gizli direniş örgütleriyle
ilişkisi olduğu”27 ve “Samsun’a sorun çıkarma amacıyla”
gittiği28 yönünde yeni bir ihbar aldığını belirterek, geminin “ne
pahasına olursa olsun durdurulmasını” istedi.29
Ancak geç
kalmışlardı. Mustafa Kemal, Boğaz’dan çıkar çıkmaz, “geminin rotasını
değiştirmiş ve kıyıya yakın gidilmesini emretmişti”.30 Türlü
çekememezlikler içindeki işgal güçleri, deniz ulaşımında düzenli işleyen bir
denetim sağlayamamışlardı. Yolcu gemilerini İngilizler, Fransızlar ve
İtalyanlar, her biri ayrı ayrı denetliyordu. Görevlilerin yetki sınırları
belirsiz ve iç içe geçen bir karmaşa içindeydi. Geç kalınmış, “kuş kafesten
uçmuş”31, Mustafa Kemal, yalnızca birkaç saatlik bir
farkla Anadolu’ya gitmişti.
13 Kasım
1918’de, hasta ve yorgun olarak geldiği İstanbul’dan, altı ay sonra tedavi
görmeden, ölüm olasılığı içeren yeni gerilimler ve yorgunluklarla dolu,
çatışmalı bir geleceğe gidiyordu. Yenilgiyle sonuçlanan kanlı bir savaştan
sonra, başarı olasılığı yok gibi görünen, ‘umutsuz’ bir savaş
başlatacaktı. Buyruğunda, güvendiği subaylardan oluşan karargahından başka bir
güç yoktu.
Ancak, şaşılacak düzeyde umutlu ve coşkuluydu. Kendi
gücüne ve kurtuluş kavgasına çağıracağı Anadolu halkına güveniyordu. Bandırma
Vapuru, Kızkulesi açıklarında düşman zırhlılarının arasından geçip Karadeniz’e
yöneldiğinde, güvertedeki arkadaşlarına, işgalcileri kastederek şunları
söylüyordu: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah gücüne
dayanırlar. Bildikleri tek şey yalnız maddedir. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye
karar verenlerin gücünü anlamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah, ne cephane
götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz”.32
DİPNOTLAR
1
“Atatürk’ün İstanbul’daki
Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
2
“Kurt ve Pars” Benoit Mechin,
Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.95
3
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.181
4
“Atatürk’ün İstanbul’daki
Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.230
5
a.g.e. sf.155
6
“Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-I”,
Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ankara-1997, sf.196
7
“Mustafa Kemal” Benoit Mechin,
Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.152
8
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İstanbul-1996, sf.107
9 “Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, T T.K., Yay., 4.Bas., Ank-1999, sf.811
10
a.g.e. sf.227
11
“Atatürk” L.Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.182
12
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.90
13
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.365
14
“Atatürk” L.Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
15
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.78
16
a.g.e. sf.78
17
“İşgal Altında İstanbul 1918-1923”
B. Criss, İletişim, Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.181
18
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.83
19
“Muhterem Casuslar” Razi Yalkın,
Tarih Dünyası 2:12-14 (1 Ekim-1 Kasım 1950); ak. B. Criss, a.g.e. sf.181
20
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.86
21
a.g.e. sf.86
22
a.g.e. sf.86
23
“Atatürk” L.Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
24
“Atatürk’ün İstanbul’daki
Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1996, sf.270-271
25
“Atatürk” L.Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
26
a.g.e. sf.195
27
“Mustafa Kemal” Benoit Mechin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.163-164
28
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.87-88
29
a.g.e. sf.88
30
“Atatürk” L.Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.197
31
a.g.e. sf.197
32
“Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.
Kocatürk, T.İş Ban.Kül.Yay., sf.81
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder