“Türkiye’ye
yönelik ütopik Anglo-Amerikan stratejisi, Türkiye’nin stratejik potansiyelini,
onun bir ulus olarak dağılma sürecinde sonuna dek kullanmaktadır. Türkiye,
Afrika ve Asya kavşağının, Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu bağlayan Ortadoğu’nun
Kuzey unsurudur. Genelde Asya’ya, Mısır kanalıyla da Afrika’ya önemli
bağlantılar sağlamaktadır. Temiz su kaynaklarına sahiptir. Türk işgücü,
koşullar yerine getirilirse iyi bir potansiyele sahiptir. Türkiye bu
olanaklarıyla kullanılmak istenmektedir. Buna iki örnek Suriye ve Irak’a karşı
ve Transkafkasya kanalıyla Türkiye’yi Orta Asya’ya karşı kullanma isteğidir.
İsrail, bugünkü politikalarını sürdürmesi sonucunda nasıl yok olacaksa, Türkiye
de, Transkafkasya ve Orta Asya’ya yönelik askeri operasyonlarda, üzerine görevler
yüklenilmesi sürecinde parçalanacaktır. Örneğin İran’a karşı bir
hareket, Türkiye’nin şimdiki biçimiyle bilinen bir millet olarak son nefesi
olacaktır” 2002
Lyndon LaRouche- 2004 seçimleri Demokrat Parti
ABD Başkan Adayı
Açıklamalar
ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabından
yaptığı bir açıklamada, Suriye’deki ABD askerlerini çekeceğini açıkladı ve
şunları söyledi; “Suriye’den çekilme
kararı sürpriz değil, Başkanlığım döneminde Suriye’de bulunmamızın tek nedeni
olan IŞİD’i yendik, eve dönme zamanı geldi”.1
Trump, bu açıklamadan üç gün sonra bir
twitter daha attı ve Suriye’den çekilme konusunu Recep Tayyip Erdoğan ile konuştuğunu açıkladı. “Başkan Erdoğan, bana Suriye’deki IŞİT
kalıntılarını yok edeceği konusunda kuvvetli bilgi verdi. Kendisi bunu
yapabilecek bir adam. Ayrıca Türkiye Suriye’nin kapı komşusu; askerlerimiz eve
dönüyor” dedi.2
Recep Tayyip Erdoğan, bu paylaşımlara
karşılık olarak; Trump’la 14
Aralıkta görüştüğünü, onun ‘IŞİD’i siz
temizler misiniz?’ diye sorduğunu, buna olumlu yanıt verdiğini açıkladı.
Ardından şunları söyledi; “Suriye’de hem
PKK hem DEAŞ’ı ortadan kaldıracak bir harekât tarzı izleyeceğiz. Donald Trump’la
ticari ilişkilerimizden Suriye’deki gelişmelere kadar birçok konuda
eşgüdümümüzü artırma noktasında mutabık kaldığımız verimli bir telefon
görüşmesi gerçekleştirdik”.3
Erdoğan,
21 Aralık’ta Türkiye’nin 500 Büyük Hizmet İhracatçısı Ödül Töreni’nde bir açıklama
daha yaptı ve “Başından beri, Trump’la
yüz yüze ve telefonla pek çok görüşmemizde Suriye meselesinde birçok noktada
aynı fikirleri paylaştığımızı gördük. Ancak, bu görüş birliğinin sahaya
yansıması oldukça geç ve güç oldu, ama oldu”4 dedi.
İbrahim Kalın
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü
İbrahim Kalın, 24 Aralık’ta bir
açıklama yaptı ve Suriye ile ilgili olarak bir hafta içinde ABD’li bir heyetin
geleceğini belirtti. “İlk aşamada
askerler arasında koordinasyon olacak” dedi. Kalın, Erdoğan’ın Suriye’den
askerini çekmesi için ‘Trump’a ‘direktif’ verdiğini’ ve‘Trump’ın
2019 yılı içerisinde Türkiye’yi ziyaret edeceğini’ söyledi.
Açıklaması şöyleydi; “14
Aralık’taki telefon görüşmesi tarihi bir görüşmeydi. Sayın Cumhurbaşkanımızın
birçok kere söylediği hususun artık burada bir siyasi direktif ya da talimat
haline gelmiş olması son derece önemli. Cumhurbaşkanımız, şunu açık ve net
şekilde iletti; DEAŞ’ı yenmek bu bölgeden temizlemek için Türkiye ve ABD olarak
bizim PYD/YPG terör örgütüne ihtiyacımız yok. Biz bunu Türkiye ve ABD olarak
yapabiliriz, bölgeyi istikrara kavuşturabiliriz”.5
İsrail
ABD ve Türkiye’de bu açıklamalar yapılırken, konuyla ilgili bir başka açıklama
İsrail’den geldi. Netanyahu ile Trump’ın telefonda görüştüğü ve ABD’nin
Suriye’den çekilme kararının ele aldığı belirtildi. İsrail,
asker çekme kararına fazla bir tepki vermedi. Oysa, İsrail’e sormadan çekilmek
diye bir şey olamayacağı bilinen bir gerçekti yani İsrail ‘çekilme’ olayına onay veriyordu.6
Netanyahu, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada
şunları söyledi; “İran’ın Suriye’deki yerleşme çabalarına karşı
operasyonlarımızı çok sert bir şekilde sürdüreceğiz, çalışma hızımızı
düşürmeyeceğiz. Tam tersi daha da güçlendirerek artıracağız”.7
Söylenenlerin Anlamı
Söylenenler ne anlama
geliyor? Neler oluyor? Ne olacak?
Gerçeği çarpıtarak siyasi
yarar sağlamada ustalaşmış yandaş medyanın söylediği gibi; Türkiye, ABD’ye
dediğini yaptırıp prestij mi kazanmıştı? Suriye sorununu çözecek tek güç haline
mi gelmişti? Ya da sonu çıkmaz olan bir batağa mı gidiyordu?
Gerçek neydi?
Açıklanmayan anlaşmaların, gizli pazarlıkların bilinmezlikleri içinde, olaylara
doğru tanı nasıl konulacaktı? Yanılmayı en aza indirecek tutum ve davranış ne
olmalıydı?
Gerçeği görmek için, yine
nesnelliğe dayanan yorum yeteneği ve yaşanmışlıkları değerlendirme becerisinin
devreye girmesi gerekiyor.
ABD’nin Suriye’de
yaklaşık 2 bin askeri bulunuyor. Bu, Irak’taki asker sayısından daha az. Afganistan’da
12 bin askeri var. Buralardan asker çekmiyor, Suriye’den çekiyor. Neden?
Önemli olan, bir alayı geçmeyen asker sayısıyla ABD’in
çekilme söylemi mi, yoksa Türkiye’nin Suriye bataklığına asker göndermesi mi? Yanıt
verilmesi gereken ana sorun bu.
Soruya yanıt vermek için
biraz geriye gitmek, yapılan açıklamalara, çizilen yeni haritalara ve gerçekleştirilen
eylemlere bakmak gerekiyor. Yanıt bu bakış içinde bulunacaktır.
Ortadoğu
Suriye ve Ortadoğu,
ABD ve Rusya için önemlidir. Ortadoğu’nun petrol ve doğalgazına bağımlı olan Avrupa
Birliği ve Çin içinde önemlidir. O nedenle Suriye’deki çatışmayı, bloklar arası
çatışma olarak görmek gerekir. Ortadoğu’daki egemenlik yarışı, kalıcı bir çatışmayı
barındırmaktadır.
Suriye, tarihte
olduğu gibi bugün de ve Anadolu’yla birlikte; Doğu-Batı arasındaki “altın
köprü”dür. Amerikalılar bu nedenle, “Suriye’yi
kontrol eden Ortadoğu’yu kontrol eder. Ortadoğu’yu kontrol eden Rusya’nın ve İpek
Yolu üzerinden Çin’in anahtarını elinde tutar”diyor.8
Clinton
ABD eski Başkanı Bill Clinton 1999 Ekim ve
Kasım’ında yaptığı iki ayrı konuşmada, “Türkiye modelinin, hem İslam
dünyası, hem Ortadoğu, hem de Batı dünyası için çok büyük etkileri olacaktır.
21. Yüzyıl büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl
tanımlayacağına bağlı olarak şekillenecektir” dedi.9
Bu açıklamadan yaklaşık bir buçuk yıl sonra 2001
Martı’nda; ABD Dışişleri Bakanlığı, Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA) ve ABD
Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC), Türkiye’nin önemini vurgulayan bir rapor
hazırladı. Raporda, Türkiye’deki gelişmelerin Türkiye’yle sınırlı kalmayacağı
ve dün-yanın tümünü etkileyeceği belirtilerek şöyle söyleniyordu: “Türkiye’deki
her gelişme, global oluşumları dolaysız olarak etkileyecektir. 2015 yılına
kadar, Türkiye’nin iç istikrarı ve jeopolitik konumuyla ilgili gelişmeler;
Ortadoğu, Batı dünyası ve Amerikan menfaatleri üzerinde büyük etkiler yapacaktır”.10
Saptamada üç yıllık bir gecikme var. Türkiye’nin ‘iç
istikrarı ve jeopolitik konumuyla ilgili gelişmeler’, 2015’te değil 2018’de oluyor. Peki bu nasıl
oluyor? Amerikalılılar, başkanları dahil ne demek istiyor?
Yeni yüzyıla girerken, Türkiye’nin önünde iki yol
bulunuyordu. TSK’da Kemalist bir uyanış ortaya çıkmış hızla yayılıyordu.
Türkiye bu yolu yani Kemalizmi seçip, ezilen uluslara yeniden örnek olabilirdi.
Batılılar bu olasılığa ‘Bağdat Yolu’ adını
takmıştı.
İkinci yol, Türkiye’de Batı’ya bağımlılığının artması ve ABD’nin
Ortadoğu’daki taşeronluğunu yapmasıydı. Sahip olduğu tek ‘marka’ olan ordusunu emperyalizme kullandırmasıydı. Buna da ‘Barselona Yolu’ diyorlardı. Türkiye, bu
yolu seçerse Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek, bununla da dünya siyasetine
yön verecekti. Clinton ve üçlü ABD
raporu bunu söylüyordu.
ABD ve 21. Yüzyıl
ABD,
1998 yılında ‘Yeni Bir Yüzyıl İçin
Amerikan Ulusal Stratejisi’ni yayınladı. Burada, Birleşik Devletlerin, ‘nükleer füzyon ve elektrikle işleyen
arabalar petrolü tahtından indirene kadar stratejik önemini koruyacak olan Ortadoğu’ya kesin olarak gereksinimi vardır’ deniyor;
2050 yılına dek buradan çekilinmeyeceği açıklanıyordu.
21. Yüzyıla yönelik Amerikan politikasının temelinde;
yine Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’nun bulunuyordu.
‘Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal
Stratejisi’nde, Ortadoğu ve
Türkiye’yle ilgili belirlemeler özet olarak şöyleydi: “İki yüz milyon
varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi Bölgesi, (Türkmenistan, Kazakistan,
Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın
gelecekteki artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır.
Bu gelişmeyi aklımızda tutarken; küresel petrol pazarının hala bağımlı olduğu
ve petrol rezervlerinin çoğunluğunu içinde barındıran Ortadoğu’nun önemi bizim
için uzun dönemlidir; bu gerçeği inkar edemeyiz. Kendi petrol kaynaklarımız
tükeneceğinden, buradaki petrol kaynaklarına olan erişim bağımlılığımız,
giderek artan bir öneme sahip olacaktır. Bu önemli kaynağa ulaşmak, Birleşik
Devletler’in yaşamsal çıkarlarından biridir... Türkiye, ABD’nin çabalarına
verdiği destekle; Bosna’da, NIS’de (yeni ülkeler), İran ve Irak dahil olmak
üzere Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmuştur. Dünyanın en
hassas bölgelerinden biri olan Ortadoğu’daki stratejik amaçlarımıza Türkiye’nin
verdiği destek, gerçekten çok büyük önem taşımaktadır… Biz Ortadoğu’da,
barış için risk alacaklarla beraber kararlı olmaya, barışı yok edeceklere karşı
durmaya ve istikrarlı liderliğimizi sürdürerek, barışın yararlarını
insanların görmesini sağlamaya devam edeceğiz...”11
Dink
Cheney ve BOP
ABD Başkan
Yardımcısı Dick Cheney, 24 Ocak 2004’te Davos’ta, Büyük Ortadoğu Reform Projesi dedikleri,
‘Büyük Ortadoğu Projesin’ni açıkladı. ‘Projeye’ göre; Ortadoğu’da Suudi
Arabistan, Suriye, Irak’ın bir bölümü ve Lübnan’ı içine alan ve ‘Haşimi Krallığı’ adı verilen yeni bir ‘krallık’ kurulacak, Sünni Ortadoğu
Arapları bu devlet içinde toplanacaktır… ’Irak
Kürdistanı’nda (Kuzey Irak) ilk aşamada etnik türdeşliğe sahip bir ‘Kürt devleti yaratılacak’, bu devletin
sınırları daha sonra ‘Suriye ve İran’ın
içlerine dek’ uzanacaktır. İsrail, ‘olması
gereken sınırlara dek genişleyecek’, yeni sınırlar içinde kalan Araplar,
kurallara uymak koşuluyla yerlerinde kalabilecek ya da ‘Haşimi Krallığı’na giderek onun vatandaşı olabileceklerdir’.
İsrail’in bugünkü sınırları içinde yaşayan ve ‘uzun süreden beri yerleşik olan’ Araplar, İsrail’de kalabilecekler
ya da ‘Arap göçmenler (Filistinliler)’
gibi Haşimi Krallığı’na
gideceklerdir.12
BOP, tümü
Müslüman olan; Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, İsrail,
Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn,
Katar, Kuveyt, Irak, Suriye, Lübnan, Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan’dan
oluşan 22 ülkeyi kapsıyordu ve 17 milyon kilometrekarelik bir coğrafyayı
kapsıyordu.13
Türkiye, bu projenin ‘eşbaşkanlığını’ üstlenmişi.
Ralph
Peters, Jamie Shea ve James Blackwel
Ralph Peters, sıradan bir
Amerikalı değildir. ABD hükümetlerine danışmanlık yapan, Pentagon’un resmi
yayın organı Armed Forces Journal’da
araştırmaları yayınlanan, American
Enterprise lnstitute üyesi emekli bir subaydır. ‘Türkler bize ihanet etti... Kürtler bize sadık... Ortadoğu’da bir Kürt
devleti kurulmalıdır’14 diyen Ralph Peters, Armed Forces
Journal’da Ortadoğu’yu 22 yeni devlete bölen ünlü haritayı yayınlıyor ve ‘Kanlı Sınırlar’ başlıklı bir yazı kaleme
alarak, kurulacak Kürt devletinin niteliği konusunda şunları söylüyordu: “Kurulacak bağımsız Kürt devleti; Suriye,
Irak, İran ve Türkiye’den toprak almalıdır. Bu devlet Bulgaristan’dan
Japonya’ya kadar uzanan bölgede en Amerikan yanlısı ülke olacaktır”.15
2004’te, NATO
Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea, 29 Haziran 2004’te “Türkiye
için merkez üssü kavramını tercih ediyorum. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden duvarların
sınırında bir ülke değil, köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor.
NATO’nun (ABD’nin diye okuyunuz y.n.), dünyanın gerisiyle kurmak
istediği köprüleri, Türkiye’siz kurması mümkün değildir”.16
George W.Bush’un danışmanı,
ünlü stratejist James Blackwel ABD Senato’da BOP ile ilgili yaptığı
konuşmada, Ortadoğu ülkelerini Güliver (büyükler) ve Liluputlar (cüceler)
benzetmeleriyle ikiye ayırıyor ve şunları söylüyor: “Baylar, Büyük Ortadoğu
Projesi’ni size hepimizin bildiği bir masaldan esinlenerek anlatacağım.
Ortadoğu Güliver ve Liluput ülkelerden oluşmaktadır. Liluput ülkeleri; korku ve
endişe içindeki Katar, Küveyt, Bahreyn, BAE ile arzu ve ümit sahibi Suudi
Arabistan, Libya, Fas, Tunus, Cezayir olarak ikiye ayrılır. Ortadoğu’daki
Güliver ülkeler ise; İsrail, Türkiye, Mısır, Suriye, İran ve Irak’tır. Birleşik
Devletler’in menfaatı için bölgede tek bir Güliver bırakılmalı, o da İsrail
olmalıdır. Mevcut diğer beş Güliver ülkesi etnik ve dini temelde bölünmeli ve
ana gövdeleri ikinci gurup ülkeler, parçaları ilk grup ülkeler haline
getirilmelidir”.17
ABD’nin 2004 yılında Türkiye’den şunları istemişti; “Trabzon
ve Samsun limanlarının deniz üssü haline getirilmesi; ABD gemilerinin
Boğazlar’dan bildirimsiz geçiş hakkı; İskenderun Körfezi’nde bir deniz üssü ya
da İskenderun limanının bir bölümünün ABD’ye verilmesi; Urla ya da Mordogan’da
(İzmir) tesis adıyla, uçak gemilerinin yanaşabileceği deniz üssü kurulması
Trakya’da yeni bir üs; Mardin-Batman-Silopi üçgeninde 18 bin asker bulundurma
ve bu askerlerin Türkiye dışındaki operasyonlara bildirimsiz gidip gelme hakkı;
İncirliğin genişletilmesi ya da Batman Havaalanı’nın üs yapılması; Sabiha
Gökçen Havaalanı’nı kullanma hakkı” dır.18
La Rouche’un 2002 Yılında Yaptığı Belirleme
Lyndon LaRouche, siyasi ve
ekonomik yorumlarıyla, yalnızca Amerika’da değil, birçok Batılı ülkede ilgi
gören ve kendisine ‘ekonomist olan bir düşünür’ denilen etkili bir
siyaset adamıdır.
Amerikan
politikasında kırk yıldır, üst düzeyde yer alan etkili bir kişidir. Seçilemese
de 2004 yılında Demokrat Parti’den
Başkan adayı olmuştur. ABD’yi ve dünyaya politikasına hakimdir. Açıklamaları
ciddiye alınır.
2002 Yılında
yaptığı bir röportajda ABD-Türkiye ilişkileri ile ilgili şunları söylemiştir: “Türkiye’ye
yönelik ütopik Anglo-Amerikan stratejisi, Türkiye’nin stratejik potansiyelini,
onun bir ulus olarak dağılma sürecinde sonuna dek kullanmaktadır. Türkiye,
Afrika ve Asya kavşağının, Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu bağlayan Ortadoğu’nun
Kuzey unsurudur. Genelde Asya’ya, Mısır kanalıyla da Afrika’ya önemli
bağlantılar sağlamaktadır. Temiz su kaynaklarına sahiptir. Türk işgücü,
koşullar yerine getirilirse iyi bir potansiyele sahiptir. Türkiye bu
olanaklarıyla kullanılmak istenmektedir. Buna iki örnek Suriye ve Irak’a karşı
ve Transkafkasya kanalıyla Türkiye’yi Orta Asya’ya karşı kullanma isteğidir.
İsrail, bugünkü politikalarını sürdürmesi sonucunda nasıl yok olacaksa, Türkiye
de, Transkafkasya ve Orta Asya’ya yönelik askeri operasyonlarda, üzerine
görevler yüklenilmesi sürecinde parçalanacaktır. Örneğin İran’a karşı
bir hareket, Türkiye’nin şimdiki biçimiyle bilinen bir millet olarak son nefesi
olacaktır”.19
Okuyucu, ABD’nin Suriye’den asker çekme açıklamasının
ne anlama geldiğine, yukarda verilen bilgileri değerlendirerek karar
vermelidir. Lyndon LaRouche’un 16 yıl önce yaptığı yorumu dikkatlice düşünmelidir.
DİPNOTLAR
5 http://www.hurriyet.com.tr/amp/gundem/son-dakika-cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-trump-2019-yili-icerisinde-turkiyeye-gelecek-41062336
8 ”Suriye
Üzerindeki Gizli Saçma Suudi-ABD Anlaşması: Petrol Doğalgaz Boru Hattı savaşı” medyadafakat.net
9 Kendine Rağmen Dünya Devleti Olmak” Sedat
Ergin, Hürriyet 05.10.1999 ve “Clinton’u Nasıl Okumalı”, Ali
Sirmen, 11.11.1999, Cum.
10 “ABD: Batı’nın Geleceği Türkiye’nin Elinde” Hürriyet,
07.03.2001
11 “ABD’nin Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik
Stratejisi” Belgesi, Mayıs 1997, sf. 30, 36, 43 ve 44
12 “Büyük
Ortadoğu Projesi” K.Evcioğlu, 2.Bas., Umay Yay., İzmir-2005, sf.115
13 The Modern Tribun,
The Winds of War: Democratizing The Middle East, Woodward, sf.83; ak; a.g.e.142
14 “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan, Birharf Yay., İst., 2004, sf.216 ve Aydınlık 11.08.2002
15 “Parçalama Planı”,
Cumhuriyet 07.07.2006
16 “Türkiye
Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
17 httb:
// www.İnternetajans . com/default.asp NİD
18 “Bush Bütün Türkiye’yi İstiyor”
a.g.g. 24.06.2004
19 “11 Eylül
Hükümet Darbesidir” Lyndon LaRouche, Söyleşi,Taha Özhan, Türkiye ve Dünyada, Haziran 2002, sf.
12
sohbet
YanıtlaSilchat odası
chat odaları