26 Aralık 2018 Çarşamba

ABD SURİYE’DEN ÇEKİLİYOR MU, TÜRKİYE’Yİ NELER BEKLİYOR?



“Türkiye’ye yönelik ütopik Anglo-Amerikan stratejisi, Türkiye’nin stratejik potansiyelini, onun bir ulus olarak dağılma sürecinde sonuna dek kullanmaktadır. Türkiye, Afrika ve Asya kavşağının, Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu bağlayan Ortadoğu’nun Kuzey unsurudur. Genelde Asya’ya, Mısır kanalıyla da Afrika’ya önemli bağlantılar sağlamaktadır. Temiz su kaynaklarına sahiptir. Türk işgücü, koşullar yerine getirilirse iyi bir potansiyele sahiptir. Türkiye bu olanaklarıyla kullanılmak istenmektedir. Buna iki örnek Suriye ve Irak’a karşı ve Transkafkasya kanalıyla Türkiye’yi Orta Asya’ya karşı kullanma isteğidir. İsrail, bugünkü politikalarını sürdürmesi sonucunda nasıl yok olacaksa, Türkiye de, Transkafkasya ve Orta Asya’ya yönelik askeri operasyonlarda, üzerine görevler yüklenilmesi sürecinde parçalanacaktır. Örneğin İran’a karşı bir hareket, Türkiye’nin şimdiki biçimiyle bilinen bir millet olarak son nefesi olacaktır” 2002
Lyndon LaRouche- 2004 seçimleri Demokrat Parti ABD Başkan Adayı

Açıklamalar

ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabından yaptığı bir açıklamada, Suriye’deki ABD askerlerini çekeceğini açıkladı ve şunları söyledi; “Suriye’den çekilme kararı sürpriz değil, Başkanlığım döneminde Suriye’de bulunmamızın tek nedeni olan IŞİD’i yendik, eve dönme zamanı geldi”.1
Trump, bu açıklamadan üç gün sonra bir twitter daha attı ve Suriye’den çekilme konusunu Recep Tayyip Erdoğan ile konuştuğunu açıkladı. “Başkan Erdoğan, bana Suriye’deki IŞİT kalıntılarını yok edeceği konusunda kuvvetli bilgi verdi. Kendisi bunu yapabilecek bir adam. Ayrıca Türkiye Suriye’nin kapı komşusu; askerlerimiz eve dönüyor” dedi.2
Recep Tayyip Erdoğan, bu paylaşımlara karşılık olarak; Trump’la 14 Aralıkta görüştüğünü, onun ‘IŞİD’i siz temizler misiniz?’ diye sorduğunu, buna olumlu yanıt verdiğini açıkladı. Ardından şunları söyledi; “Suriye’de hem PKK hem DEAŞ’ı ortadan kaldıracak bir harekât tarzı izleyeceğiz. Donald Trump’la ticari ilişkilerimizden Suriye’deki gelişmelere kadar birçok konuda eşgüdümümüzü artırma noktasında mutabık kaldığımız verimli bir telefon görüşmesi gerçekleştirdik”.3
Erdoğan, 21 Aralık’ta Türkiye’nin 500 Büyük Hizmet İhracatçısı Ödül Töreni’nde bir açıklama daha yaptı ve “Başından beri, Trump’la yüz yüze ve telefonla pek çok görüşmemizde Suriye meselesinde birçok noktada aynı fikirleri paylaştığımızı gördük. Ancak, bu görüş birliğinin sahaya yansıması oldukça geç ve güç oldu, ama oldu”4 dedi.

İbrahim Kalın

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, 24 Aralık’ta bir açıklama yaptı ve Suriye ile ilgili olarak bir hafta içinde ABD’li bir heyetin geleceğini belirtti. “İlk aşamada askerler arasında koordinasyon olacak” dedi. Kalın, Erdoğan’ın Suriye’den askerini çekmesi için ‘Trump’a ‘direktif’ verdiğini’ veTrump’ın 2019 yılı içerisinde Türkiye’yi ziyaret edeceğini’ söyledi.
Açıklaması şöyleydi; “14 Aralık’taki telefon görüşmesi tarihi bir görüşmeydi. Sayın Cumhurbaşkanımızın birçok kere söylediği hususun artık burada bir siyasi direktif ya da talimat haline gelmiş olması son derece önemli. Cumhurbaşkanımız, şunu açık ve net şekilde iletti; DEAŞ’ı yenmek bu bölgeden temizlemek için Türkiye ve ABD olarak bizim PYD/YPG terör örgütüne ihtiyacımız yok. Biz bunu Türkiye ve ABD olarak yapabiliriz, bölgeyi istikrara kavuşturabiliriz”.5

İsrail

ABD ve Türkiye’de bu açıklamalar yapılırken, konuyla ilgili bir başka açıklama İsrail’den geldi. Netanyahu ile Trump’ın telefonda görüştüğü ve ABD’nin Suriye’den çekilme kararının ele aldığı belirtildi. İsrail, asker çekme kararına fazla bir tepki vermedi. Oysa, İsrail’e sormadan çekilmek diye bir şey olamayacağı bilinen bir gerçekti yani İsrail ‘çekilme’ olayına onay veriyordu.6
Netanyahu, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada şunları söyledi; “İran’ın Suriye’deki yerleşme çabalarına karşı operasyonlarımızı çok sert bir şekilde sürdüreceğiz, çalışma hızımızı düşürmeyeceğiz. Tam tersi daha da güçlendirerek artıracağız”.7

Söylenenlerin Anlamı

Söylenenler ne anlama geliyor? Neler oluyor? Ne olacak?
Gerçeği çarpıtarak siyasi yarar sağlamada ustalaşmış yandaş medyanın söylediği gibi; Türkiye, ABD’ye dediğini yaptırıp prestij mi kazanmıştı? Suriye sorununu çözecek tek güç haline mi gelmişti? Ya da sonu çıkmaz olan bir batağa mı gidiyordu?
Gerçek neydi? Açıklanmayan anlaşmaların, gizli pazarlıkların bilinmezlikleri içinde, olaylara doğru tanı nasıl konulacaktı? Yanılmayı en aza indirecek tutum ve davranış ne olmalıydı?
Gerçeği görmek için, yine nesnelliğe dayanan yorum yeteneği ve yaşanmışlıkları değerlendirme becerisinin devreye girmesi gerekiyor.
ABD’nin Suriye’de yaklaşık 2 bin askeri bulunuyor. Bu, Irak’taki asker sayısından daha az. Afganistan’da 12 bin askeri var. Buralardan asker çekmiyor, Suriye’den çekiyor. Neden?
Önemli olan, bir alayı geçmeyen asker sayısıyla ABD’in çekilme söylemi mi, yoksa Türkiye’nin Suriye bataklığına asker göndermesi mi? Yanıt verilmesi gereken ana sorun bu.
Soruya yanıt vermek için biraz geriye gitmek, yapılan açıklamalara, çizilen yeni haritalara ve gerçekleştirilen eylemlere bakmak gerekiyor. Yanıt bu bakış içinde bulunacaktır.

Ortadoğu

Suriye ve Ortadoğu, ABD ve Rusya için önemlidir. Ortadoğu’nun petrol ve doğalgazına bağımlı olan Avrupa Birliği ve Çin içinde önemlidir. O nedenle Suriye’deki çatışmayı, bloklar arası çatışma olarak görmek gerekir. Ortadoğu’daki egemenlik yarışı, kalıcı bir çatışmayı barındırmaktadır.
Suriye, tarihte olduğu gibi bugün de ve Anadolu’yla birlikte; Doğu-Batı arasındaki “altın köprü”dür. Amerikalılar bu nedenle, “Suriye’yi kontrol eden Ortadoğu’yu kontrol eder. Ortadoğu’yu kontrol eden Rusya’nın ve İpek Yolu üzerinden Çin’in anahtarını elinde tutar”diyor.8

Clinton

ABD eski Başkanı Bill Clinton 1999 Ekim ve Kasım’ında yaptığı iki ayrı konuşmada, “Türkiye modelinin, hem İslam dünyası, hem Ortadoğu, hem de Batı dünyası için çok büyük etkileri olacaktır. 21. Yüzyıl büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekillenecektir” dedi.9
Bu açıklamadan yaklaşık bir buçuk yıl sonra 2001 Martı’nda; ABD Dışişleri Bakanlığı, Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA) ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC), Türkiye’nin önemini vurgulayan bir rapor hazırladı. Raporda, Türkiye’deki gelişmelerin Türkiye’yle sınırlı kalmayacağı ve dün-yanın tümünü etkileyeceği belirtilerek şöyle söyleniyordu: “Türkiye’deki her gelişme, global oluşumları dolaysız olarak etkileyecektir. 2015 yılına kadar, Türkiye’nin iç istikrarı ve jeopolitik konumuyla ilgili gelişmeler; Ortadoğu, Batı dünyası ve Amerikan menfaatleri üzerinde büyük etkiler yapacaktır”.10
Saptamada üç yıllık bir gecikme var. Türkiye’nin ‘iç istikrarı ve jeopolitik konumuyla ilgili gelişmeler’, 2015’te değil 2018’de oluyor. Peki bu nasıl oluyor? Amerikalılılar, başkanları dahil ne demek istiyor?
Yeni yüzyıla girerken, Türkiye’nin önünde iki yol bulunuyordu. TSK’da Kemalist bir uyanış ortaya çıkmış hızla yayılıyordu. Türkiye bu yolu yani Kemalizmi seçip, ezilen uluslara yeniden örnek olabilirdi. Batılılar bu olasılığa ‘Bağdat Yolu’ adını takmıştı.
İkinci yol, Türkiye’de Batı’ya bağımlılığının artması ve ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronluğunu yapmasıydı. Sahip olduğu tek ‘marka’ olan ordusunu emperyalizme kullandırmasıydı. Buna da ‘Barselona Yolu’ diyorlardı. Türkiye, bu yolu seçerse Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek, bununla da dünya siyasetine yön verecekti. Clinton ve üçlü ABD raporu bunu söylüyordu.

ABD ve 21. Yüzyıl

ABD, 1998 yılında ‘Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal Stratejisi’ni yayınladı. Burada, Birleşik Devletlerin, nükleer füzyon ve elektrikle işleyen arabalar petrolü tahtından indirene kadar stratejik önemini koruyacak olan Ortadoğu’ya kesin olarak gereksinimi vardır’ deniyor; 2050 yılına dek buradan çekilinmeyeceği açıklanıyordu.
21. Yüzyıla yönelik Amerikan politikasının temelinde; yine Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’nun bulunuyordu.
Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal Stratejisi’nde, Ortadoğu ve Türkiye’yle ilgili belirlemeler özet olarak şöyleydi: “İki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi Bölgesi, (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın gelecekteki artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır. Bu gelişmeyi aklımızda tutarken; küresel petrol pazarının hala bağımlı olduğu ve petrol rezervlerinin çoğunluğunu içinde barındıran Ortadoğu’nun önemi bizim için uzun dönemlidir; bu gerçeği inkar edemeyiz. Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden, buradaki petrol kaynaklarına olan erişim bağımlılığımız, giderek artan bir öneme sahip olacaktır. Bu önemli kaynağa ulaşmak, Birleşik Devletler’in yaşamsal çıkarlarından biridir... Türkiye, ABD’nin çabalarına verdiği destekle; Bosna’da, NIS’de (yeni ülkeler), İran ve Irak dahil olmak üzere Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmuştur. Dünyanın en hassas bölgelerinden biri olan Ortadoğu’daki stratejik amaçlarımıza Türkiye’nin verdiği destek, gerçekten çok büyük önem taşımaktadırBiz Ortadoğu’da, barış için risk alacaklarla beraber kararlı olmaya, barışı yok edeceklere karşı durmaya ve istikrarlı liderliğimizi sürdürerek, barışın yararlarını insanların görmesini sağlamaya devam edeceğiz...”11

Dink Cheney ve BOP

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, 24 Ocak 2004’te Davos’ta, Büyük Ortadoğu Reform Projesi dedikleri, ‘Büyük Ortadoğu Projesin’ni açıkladı. ‘Projeye’ göre; Ortadoğu’da Suudi Arabistan, Suriye, Irak’ın bir bölümü ve Lübnan’ı içine alan ve ‘Haşimi Krallığı’ adı verilen yeni bir ‘krallık’ kurulacak, Sünni Ortadoğu Arapları bu devlet içinde toplanacaktır… ’Irak Kürdistanı’nda (Kuzey Irak) ilk aşamada etnik türdeşliğe sahip bir ‘Kürt devleti yaratılacak’, bu devletin sınırları daha sonra ‘Suriye ve İran’ın içlerine dek’ uzanacaktır. İsrail, ‘olması gereken sınırlara dek genişleyecek’, yeni sınırlar içinde kalan Araplar, kurallara uymak koşuluyla yerlerinde kalabilecek ya da ‘Haşimi Krallığı’na giderek onun vatandaşı olabileceklerdir’. İsrail’in bugünkü sınırları içinde yaşayan ve ‘uzun süreden beri yerleşik olan’ Araplar, İsrail’de kalabilecekler ya da ‘Arap göçmenler (Filistinliler)’ gibi Haşimi Krallığı’na gideceklerdir.12
BOP, tümü Müslüman olan; Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, İsrail, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Irak, Suriye, Lübnan, Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan’dan oluşan 22 ülkeyi kapsıyordu ve 17 milyon kilometrekarelik bir coğrafyayı kapsıyordu.13
Türkiye, bu projenin ‘eşbaşkanlığını’ üstlenmişi.

Ralph Peters, Jamie Shea ve James Blackwel

Ralph Peters, sıradan bir Amerikalı değildir. ABD hükümetlerine danışmanlık yapan, Pentagon’un resmi yayın organı Armed Forces Journal’da araştırmaları yayınlanan, American Enterprise lnstitute üyesi emekli bir subaydır. ‘Türkler bize ihanet etti... Kürtler bize sadık... Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulmalıdır’14 diyen Ralph Peters, Armed Forces Journal’da Ortadoğu’yu 22 yeni devlete bölen ünlü haritayı yayınlıyor ve ‘Kanlı Sınırlar’ başlıklı bir yazı kaleme alarak, kurulacak Kürt devletinin niteliği konusunda şunları söylüyordu: “Kurulacak bağımsız Kürt devleti; Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den toprak almalıdır. Bu devlet Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan bölgede en Amerikan yanlısı ülke olacaktır”.15
2004’te, NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea, 29 Haziran 2004’te “Türkiye için merkez üssü kavramını tercih ediyorum. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden duvarların sınırında bir ülke değil, köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor. NATO’nun (ABD’nin diye okuyunuz y.n.), dünyanın gerisiyle kurmak istediği köprüleri, Türkiye’siz kurması mümkün değildir”.16
George W.Bush’un danışmanı, ünlü stratejist James Blackwel ABD Senato’da BOP ile ilgili yaptığı konuşmada, Ortadoğu ülkelerini Güliver (büyükler) ve Liluputlar (cüceler) benzetmeleriyle ikiye ayırıyor ve şunları söylüyor: “Baylar, Büyük Ortadoğu Projesi’ni size hepimizin bildiği bir masaldan esinlenerek anlatacağım. Ortadoğu Güliver ve Liluput ülkelerden oluşmaktadır. Liluput ülkeleri; korku ve endişe içindeki Katar, Küveyt, Bahreyn, BAE ile arzu ve ümit sahibi Suudi Arabistan, Libya, Fas, Tunus, Cezayir olarak ikiye ayrılır. Ortadoğu’daki Güliver ülkeler ise; İsrail, Türkiye, Mısır, Suriye, İran ve Irak’tır. Birleşik Devletler’in menfaatı için bölgede tek bir Güliver bırakılmalı, o da İsrail olmalıdır. Mevcut diğer beş Güliver ülkesi etnik ve dini temelde bölünmeli ve ana gövdeleri ikinci gurup ülkeler, parçaları ilk grup ülkeler haline getirilmelidir”.17
ABD’nin 2004 yılında Türkiye’den şunları istemişti; “Trabzon ve Samsun limanlarının deniz üssü haline getirilmesi; ABD gemilerinin Boğazlar’dan bildirimsiz geçiş hakkı; İskenderun Körfezi’nde bir deniz üssü ya da İskenderun limanının bir bölümünün ABD’ye verilmesi; Urla ya da Mordogan’da (İzmir) tesis adıyla, uçak gemilerinin yanaşabileceği deniz üssü kurulması Trakya’da yeni bir üs; Mardin-Batman-Silopi üçgeninde 18 bin asker bulundurma ve bu askerlerin Türkiye dışındaki operasyonlara bildirimsiz gidip gelme hakkı; İncirliğin genişletilmesi ya da Batman Havaalanı’nın üs yapılması; Sabiha Gökçen Havaalanı’nı kullanma hakkı” dır.18

La Rouche’un 2002 Yılında Yaptığı Belirleme

Lyndon LaRouche, siyasi ve ekonomik yorumlarıyla, yalnızca Amerika’da değil, birçok Batılı ülkede ilgi gören ve kendisine ‘ekonomist olan bir düşünür’ denilen etkili bir siyaset adamıdır.
Amerikan politikasında kırk yıldır, üst düzeyde yer alan etkili bir kişidir. Seçilemese de 2004 yılında Demokrat Parti’den Başkan adayı olmuştur. ABD’yi ve dünyaya politikasına hakimdir. Açıklamaları ciddiye alınır.
2002 Yılında yaptığı bir röportajda ABD-Türkiye ilişkileri ile ilgili şunları söylemiştir: “Türkiye’ye yönelik ütopik Anglo-Amerikan stratejisi, Türkiye’nin stratejik potansiyelini, onun bir ulus olarak dağılma sürecinde sonuna dek kullanmaktadır. Türkiye, Afrika ve Asya kavşağının, Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu bağlayan Ortadoğu’nun Kuzey unsurudur. Genelde Asya’ya, Mısır kanalıyla da Afrika’ya önemli bağlantılar sağlamaktadır. Temiz su kaynaklarına sahiptir. Türk işgücü, koşullar yerine getirilirse iyi bir potansiyele sahiptir. Türkiye bu olanaklarıyla kullanılmak istenmektedir. Buna iki örnek Suriye ve Irak’a karşı ve Transkafkasya kanalıyla Türkiye’yi Orta Asya’ya karşı kullanma isteğidir. İsrail, bugünkü politikalarını sürdürmesi sonucunda nasıl yok olacaksa, Türkiye de, Transkafkasya ve Orta Asya’ya yönelik askeri operasyonlarda, üzerine görevler yüklenilmesi sürecinde parçalanacaktır. Örneğin İran’a karşı bir hareket, Türkiye’nin şimdiki biçimiyle bilinen bir millet olarak son nefesi olacaktır”.19
Okuyucu, ABD’nin Suriye’den asker çekme açıklamasının ne anlama geldiğine, yukarda verilen bilgileri değerlendirerek karar vermelidir. Lyndon LaRouche’un 16 yıl önce yaptığı yorumu dikkatlice düşünmelidir.

DİPNOTLAR

5            http://www.hurriyet.com.tr/amp/gundem/son-dakika-cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-trump-2019-yili-icerisinde-turkiyeye-gelecek-41062336
8            ”Suriye Üzerindeki Gizli Saçma Suudi-ABD Anlaşması: Petrol Doğalgaz Boru Hattı savaşı” medyadafakat.net
9            Kendine Rağmen Dünya Devleti Olmak” Sedat Ergin, Hürriyet 05.10.1999 ve “Clinton’u Nasıl Okumalı”, Ali Sirmen, 11.11.1999, Cum.
10         “ABD: Batı’nın Geleceği Türkiye’nin Elinde” Hürriyet, 07.03.2001
11         “ABD’nin Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi” Belgesi, Mayıs 1997, sf. 30, 36, 43 ve 44
12         “Büyük Ortadoğu Projesi” K.Evcioğlu, 2.Bas., Umay Yay., İzmir-2005, sf.115
13         The Modern Tribun, The Winds of War: Democratizing The Middle East, Woodward, sf.83; ak; a.g.e.142
14         “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan, Birharf Yay., İst., 2004, sf.216 ve Aydınlık 11.08.2002
15         Parçalama Planı”, Cumhuriyet 07.07.2006
16         “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
17                  httb: // www.İnternetajans . com/default.asp NİD
18         “Bush Bütün Türkiye’yi İstiyor” a.g.g. 24.06.2004
19         “11 Eylül Hükümet Darbesidir” Lyndon LaRouche, Söyleşi,Taha Özhan, Türkiye ve Dünyada, Haziran 2002, sf. 12

1 yorum: