Yıl 2017, Bangladeş’in Chittgong
limanındayız. Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidiyordum. Takkeli,
entari ya da şalvar giyimli, yaşlı birisi ile hafifçe çarpıştık. Nedeni o
olmamasına karşın özür diledi ve konuşmaya başladık. Nereli olduğumu sordu.
Türk olduğumu söyledim. Hiç beklemediğim bir cevap verdi; “Atatürk’ün çocuğusun yani” dedi. Heyecanlanmıştım. Sohbeti
sürdürdüm. Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi; “En büyük Müslüman Atatürk’tür. Biz
Bangaldeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik ve özgürlüğümüze kavuştuk.
Fakiriz ama onun yaptıklarını yaparsak fakirlikten de kurtulabiliriz. O sadece
Türklerin değil tüm Doğu halkları için de büyük bir önderdir”…
Amerika Birleşik Devletleri
Yıl 1971, Fırat adlı gemiyle, Amerika’nın
Philadelphia limanına 10 bin ton tütün götürmüştük. Şehri dolaşmış gemiye
dönüyorduk. Yanımıza bir araba yaklaştı ve nereye gittiğimizi sordu. Limana deyince
bizi götürebileceğini söyledi. 3 arkadaş bindik ve geminin bordasına kadar
getirdi. Bu kibar Amerikalıyı ‘Türk
kahvesi’ ikram etmek için gemiye davet ettim. Zabitan salonuna geçtik. Kaptanımızda
oradaydı. Misafirimiz salonu inceledikten sonra; ”bu geminin Türk gemisi olduğunu söylediniz. Ancak, salonda Atatürk
resmi yok” dedi ve hemen ilave etti; “önce
Atatürk’ün resmini koymalıydınız” deyip kahveyi içmeden gemiden ayrıldı.
Hepimiz şaşırıp kalmıştık. Karşılaştığımız olaya bir anlam veremiyorduk. Bu
olayı çok düşündüm. Sanırım bu kibar Amerikalı, varlık nedenimiz olan Atatürk’e kayıtsız kaldığımızı düşünmüş
ve tavrımızı vefasızlık olarak değerlendirerek bizi protesto etmişti. Karşılaştığımız
bu sıradışı olaya başka açıklama bulamamıştım…
Ekvador
Yıl 1988, yer Ekvador’un Guayaquil şehri.
Gemideki işim bitince, çevreyi tanımak için dolaşmaya çıktım. Bir okula
rastladım. Okulun girişindeki alanda 5 tane büst gördüm. Birinci büst Simon Bolivar’a aitti. İkincisi Che Guavera, üçüncüsü Fidel Castro, Dördüncüsü Emiliyano Zapata ve Beşinci büst Mustafa Kemal Atatürk’e aitti. Büstleri
inceleyip İspanyolca açıklamaları anlamaya çalışırken, öğretmen olduğunu düzgün
İngilizcesi ile söyleyen bir kişi geldi. Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince,
içtenlikli bir ilgi gösterdi. Atatürk
hakkında konuşmaya başladık. Türk devrimi konusundaki bilgisi yüksekti. Atatürk’ü, saygı duyduğu diğer 4 devrimciden
ayrı tuttuğunu söyledi. “O yalnızca
ülkesini kurtarıp modern bir ulus yaratmakla kalmadı, ezilen uluslara evrensel
bir örnek yarattı. İnsanlık tarihinde hiçbir lider bunu başaramamıştır”
dedi. O an duyduğum övünç ve mutluluğu unutmam mümkün değildir…
Hindistan
Yıl 1999, Hindistan’ın Visakapatman limanındayız.
Şehri dolaşırken büyük bir kitapçı dükkanına girdim. Çocuklar için kısaltılmış İngilizce
dünya klasikleri dizisi olduğunu gördüm. İncelediğim listede ‘Atatürk’ün Hayatı ve Devrimleri’ isimli
bir kitap bulunuyordu. Listede olmasına rağmen raflarda yoktu. Görevliyi buldum
ve diğerleri ile bu kitabı istediğimi söyledim. Görevli, okulların yeni
açıldığı, ilginin fazla olması nedeniyle kitabın kalmadığını, ısmarladıklarını
ve bir hafta sonra uğramamı söyledi. Ertesi gün limandan hareket edeceğimiz
için zamanım olmadığından bu kitabı alamadım. Bir yandan bütün kitabevi benim
olmuş gibi mutlu oldum, diğer yandan, derin bir acı ve üzüntü duydum. Dünyanın
öbür ucunda, çocuklara öğretilen Atatürk
kendi ülkesinde üstü örtülmüş, Yetkili yerlere gelen kişiler, O’nu bu ülke
gençliğine öğretmemek için herşeyi yapmışlardı. Üzüntümün nedeni buydu…
Kamerun
Yıl 2003, Kamerun’un Douala
Limanındayız. Kütük kereste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret
edecek bir kaptan göndermişti. Kaptan Hırvat’tı. Zabitan odasına geldiğinde,
gelenin karşısına düşen duvardaki Atatürk
resmini görünce duraladı. Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü. Saygı
ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok
gibi saplanan şu sözleri söyledi; “Siz bu
insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa
kapılarında sürünmez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi”…
Mısır
Yıl 1986, Mısır’ın Alexsandriya limanındayız.
Amerika’dan buğday ve soya fasulyesi getirmiştik. Antik bir kent olduğu için
şehri sokak sokak yürüyerek geziyorum. Roma döneminden kalma büyük bir yapıya
rastladım kapısında ‘Seamen House’
yazıyordu. İçeri girdim. Öğlen vakti olduğu için yemek servisi yapılıyordu. Yaşlıca
bir garson benimle ilgilenip bir masaya oturttu. Siparişimi verdim. Biraz sonra
yaşlı garson yemeğimi getirdi ve nereli olduğumu sordu. Türküm dedim. Biraz
durdu ve hiç beklemediğim biçimde; “siz
Türkler yatıp kalkıp Atatürk’e dua etmelisiniz. Siz de, bizim bugün olduğumuz
gibi uyuyordunuz. O sizi uyandırdı ve şimdi kendi gemilerinizle dünyanın her
yerinde deniz ticareti yapıyorsunuz. Ne mutlu size. Biz hala uyuyoruz” dedi…
Atatürk hiç konu edilmemişken, yemek
sipariş etmekten başka tek kelime konuşmamışken, birden bire söylenen bu sözler
bende bir balyoz etkisi yaptı. Gemide bazı gerici zihniyete sahip arkadaşlar
vardı ve bunlar Atatürk’e
karşıydılar. Ertesi gün onları aynı yerde yemeğe davet ettim. Yaşlı garson beni
görünce geldi ve arkadaşları işaret ederek bana, “bu gençlerde Atatürk’ün çocukları mı” diye sordu. Önceki gün
söylediği sözleri, bu kez onlara dönerek söyledi ve şunları ilave etti; “ben okuma imkanı bulup meslek sahibi
olamadım. Uzun yıllar gemilerde gemici olarak çalıştım. Şimdi, hiçbir sosyal
güvencem olmadan burada garson olarak çalışıyorum. Benim sizden farkım, ne
yazık ki benim bir Atatürk’e sahip olmamamdır”… Bu sözler, Atatürk’ün nimetlerinden
faydalandıkları halde ona karşı olan bizimkilere verilmiş bulunmaz bir dersti. Yaşlı
ve eğitimsiz eski bir Mısırlı gemici kadar, Atatürk’ü tanımıyorlar, üstelik karşı çıkıyorlardı. Bazılarının
utandığını hissettim. Mısır’ın Alexsandriya limanında o gün aslında ulusal bir
trajedi yaşanmıştı. Kaçı bunun farkına vardı bilemiyorum…
İstanbul
Yıl 1988, İstanbul Deniz Otobüsleri’nin
Genel Müdür Teknik Yardımcısı olarak çalışıyorum. Beş gemi hizmette. Beş gemi
daha gelecek. Hizmet dışı olan gemiler Pendik Tersanesi’ne çekilip gerekli
bakım ve kontrolleri yapılıyor. İşletmede çok sayıda mühendis var. Bu arkadaşların
kendilerini yetiştirmede gösterdikleri isteksizliğe üzülüyorum… Bir gün, umutsuzluğa
kapılmış masamda düşüncelere dalmıştım. Bir an Norveçli Kaptan Vik’in sesiyle kendime geldim. Kaptan VİK, ‘karamsar görünüyorsun, nedeni ne’ dedi. Bilinç yetersizliği, duyarsızlıklar
ve durumumuz konusundaki umutsuzluğumu anlattım. Bana ciddi bir tavırla şunları
söyledi; “Atatürk’e sahip bir ulusun insanları,
umutsuz olamaz. Buna hakları yoktur. Biz sizin çok uzağınızda bir ülkeyiz.
Atatürk bizim büyüğümüz değil. Bize Norveç’te Atatürk’ü okuttular. Onu
öğrendik. Biz umutsuzluğu yenmeyi, Atatürk’ü okuyarak öğrendik. Atatürk bize
umudu ve kendini yaratmayı öğretti”…
Cezayir
Yıl 1989, Cezayir’in başkenti Cezayir’deyiz.
Yetmiş, seksen ve doksanlı yıllarda; Kuzey Afrika ülkelerinin tümüne, yaşamları
için gerekli olan pek çok şeyi Türkiye’de üretilmiş ürünlerle biz götürüyoruz. Bu
ürünleri, Türk yapısı gemilerle taşıyoruz. Birgün, geminin zabitan salonunda Cezayirli
acenta memuruyla sohbet ediyoruz. Memura şöyle bir soru sordum; “Resmi dil olduğu için Fransızcayı yani bir
Avrupa dilini biliyorsunuz. Hemen karşınızda Fransa var. 1962 yılında
bağımsızlığınızı kazandınız. Ancak, hala gelişmemiş bir ülke durumundasınız.
Bunun nedeni nedir” dedim. Şu yanıtı verdi; “Bağımsız bir ülke olduğumuz doğru. Ancak, bu kalkınmak için yeterli
değil. Bizde, sizdeki gibi bağımsızlıktan sonra ülkeyi devrimleriyle çağdaşlaştırıp
kalkındıracak bir Atatürk çıkmadı. Sizin en büyük şansınız Atatürk’tür.
İlerleyip bugüne gelebilmenizin nedeni odur”…
Amerika Birleşik Devletleri
Yıl 2011, yer New York Kennedy Hava
Alanı. Yurda dönüyoruz. Herkes detaylı olarak aranıyor. Benim eşyalarımı
kontrol eden görevli yakamdaki rozeti göstererek; “bu Atatürk” dedi. Tanıyor musun diye sordum. “Tabii tanıyorum, okulda Türkler için neler yaptığını öğrettiler”
dedi. Amerikalıların, genel kültür konusundaki ilgisizliklerini ve
eğitimlerinin sorunlarını bildiğim için bu yanıt beni hem şaşırtmış hem de
üzmüştü. Amerikalılar bile Atatürk’ü
gençlerine öğretiyor, Türkiye’de ise Atatürk
öğrenilmesin diye yönetici olmuş kişiler neler yapıyor. Üzüntümün nedeni buydu…
Cezayir
Yıl 1990, Cezayir’in ARZEW limanına
hububat götürdük. Yolda içmesuyu tankı kirlendiği için tüm içme suyunu denize
basmıştık. Limana yanaştık su istedik. Liman yetkilileri, su pompalarının 5
yıldır bozuk olduğunu, bu nedenle su veremeyeceklerini söyledi. Biraz da alaycı
biçimde; “pompayı tamir ederseniz su
alabilirsiniz” dediler. Öneriyi ciddiye aldık, pompayı söküp geminin
atölyesine getirdik. Pompa Fransızlar tarafından monte edildikten sonra hiç
bakılmamış. Onların bıraktığı yedek parçalarla pompayı çalışır duruma getirip
montajını yaptık ve tanklarımızı doldurduk. Bu işler bittikten sonra bir liman
yetkilisi gemiye geldi. Biz, su parası isteyeceğini beklerken yetkili kişi; “önce Atatürk’e sonra size teşekkür ediyoruz”
dedi. Şaşırıp kalmıştık. “Bize teşekkür
etmenizi anladık ama Atatürk’e teşekkür etmenizin nedeni nedir” dedik. “O olmasa siz bu pompayı tamir edecek bir
eğitim alamazdınız” dedi. Bu arada, yakında bulunan bir Yunan gemisinin de
su istediğini söyledi. Ona su verip vermemeyi bize sordu…
İzmir
Yıl 1985, İzmir’e yük getiren Yunan
bandralı gemide baş mühendis mide kanaması geçirdiği için hastahaneye
kaldırılmış. İşe davet ettikleri için görev aldım. Gemide tek Türk, baş
mühendis olarak benim. Bir sohbet esnasında, gemi kaptanı (adı Kosta’ydı) gümrükte
fotoğraf makinesinin mühürlü kamaraya kilitlendiğini ve bu duruma çok
üzüldüğünü söyledi. Makine yanında olsaydı ne yapacaktın diye sordum. Oğlu
istediği için, Kordon’daki Atatürk Anıtı’nın resmini çekeceğini söyledi.
Şaşırmıştım. “Atatürk size tarihinizin en
büyük darbesini vuran komutandı, neden onun resmini çekmeyi düşünüyorsunuz”
dedim. Şu cevabı verdi; “Biz,
emperyalizmin emrinde haksız ve işgalci olarak Anadolu’ya geldik. Uçurumdan
aşağı yuvarlanırken Atatürk sizi uçurumun kenarından alıp, özgür uluslar
arasına modern bir ulus olarak kattı. Bunu yaparken, insanlık tarihine ezilen
ulusların kurtuluşuna örnek olan, yeni bir deneyim kazandırdı. Onlara,
özgürlükleri için mücadele ederlerse kazanacaklarını öğretti. Atatürk, bu
nedenle bizim için de değerlidir”. Bu cevap nedeniyle, etkisini hayatım
boyunca taşıdığım bir duygu yoğunlaşması yaşamıştım…
Hindistan
Yıl 1982, Hindistan’ın Bombay şehrinde
otelde yurda dönüş için uçak bekliyoruz. Bizim işlerle görevli acenta memuru
hepimizi grup olarak yemeğine götürdü. Restoranda her milletten denizci vardı.
Yemek esnasında bir arkadaşımız sigarasını yakmak istedi, fakat çakmağı
yanmadı. Yandaki masada oturan bir kişinin önünde sigara ve çakmak vardı. Şahsı
Türke benzettiğim için çakmağı Türkçe istedim. Yüzüme tersçe bakınca, İngilizce
olarak kendisini TÜRK sandığım için Türkçe konuştuğumu söyledim. Bir anda
kabalaşarak kızgınlığını ifade etmeye başladı. Durumun kavgaya dönüşeceğini
anlayan acenta memuru araya girerek kavgayı önledi ve şahsın ayrılmasını
sağladı. Ben durumu anlamak için memura olayın nedenini sordum. Memur bu şahsın
YUNANLI olduğunu onları 400 sene yönetmemiz nedeniyle Türklere kızgın olduğunu
söyledi. Ben, Türklerin kurdukları devletlerle Hindistan’ın Kuzeyi’ni bin
yıldan fazla yönettiğini söyleyip; “sizde
mi bize kızgınsınız” diye sordum. Acenta görevlisi gayet içten bir biçimde;
“tam tersi, biz Hintlilerin size yani
Türklere iki konuda teşekkür borcumuz var. Türklerin yaptığı muhteşem eserleri
her yıl milyonlarca turist ziyarete gelip döviz bırakıyor. İkinci teşekkürüm,
Atatürk’ün Anadolu’daki zaferiyle biz Hintlilere bağımsızlık yolunu
göstermesidir. Ayrıca, Hindistan kırsalında okuma yazma mücadelesini Atatürk’ün
eğitim sistemini örnek alarak yürüttük. Türkiye’deki Eğitim Enstitüsü
uygulamasını biz burada yaptık”…
Saygıdeğer Metin Ağabey,
Bir gemi mühendisi olarak dünyanın hemen
her ülkesine gittim. Karşılaştığım, aklımda kalan anılar bunlar. Bunların
hepsini bizzat yaşadım. Adımı istediğin kadar kullanabilirsin. Hakkında 12 bin
kitap yazılmış bir dahiyi yabancılar bizden daha iyi tanıyorlar. Bunu herkes
görsün. Hatırladığım anı olursa onları da yazarım. Sağlıcakla kal. Mehmet Ali Ergöz
Mustafa Kemal Atatürk Allahin yer yüzüne gönderdigı 3.azizul intikamidir ama kimsenin işine gelmiyor dillendirmek birileri atais edeyor diğeri put peres birde ıngilizler gerçek atatuŕkü öldürmüs yerine sahtesini geçirmiş isine gelen hiristiyan isine gelen sabatais bir itmediler ne zaman gerçek su yuxune çikicak?????
YanıtlaSilAklı başında bir vatanseverin, gözleri yaşarmadan, yüksek yoğun bir duygu seline kapılmadan okuyamayacağı bir örnek anı demeti... Şahsen ağladım okurken... Ey, Allahım! Ne oldu bu mellete ki, kendi firavununu da kendi hainini de içinde yetiştirebiliyor !!!
YanıtlaSilTeşekkürler hocam...
Kullanılan fotoğraf Bükreş'den..
YanıtlaSilPeygamberin ahlakını soranlara eşi Aişe siz hiç Kuran okumaz mısınız onun ahlakı Kuran dı der ve taaccüble soruyu soranların yüzüne bakar. Yirmiyedi yılını Kuran araştırmalarına veren bir arkadaşınız olarak şunu söyleme şerefini zati alim de görmeyi nasip aden Allah a hamdi bir borç bilirim. Hayret ve haşyetle söyleyeceğim şudur; Yüce Kuran nın devletleşmiş hali nasıl olurdu diye, size verevileceğim tek yanıt Türkiye Cumhiriyeti Devleti olur. Böyle bir devlet kurmuş, övüllmüş bir karekterin mümeyyiz timsalinin bir evladı olmaktan bir çocuğun sevinci ile şükrediyor ve Allah a hamdi bir borç biliyorum. Onu sevmek ayni ile Allah ı sevmektir. Onun mirasına sahip çıkmak ayni ile Yüce Kuran a sahip çıkmaktır.Onu anlayamayan bahtsızlara ne söyleye bilirim ki. Peygamberide hayatında görüp ona düşman olanlar oldu. Tarih o namussuz şeref yoksunlarını değil peygamberi şerefle anmaktadır. Yaşa BÜYÜK ATATÜRK....
YanıtlaSil