Cumhuriyet Halk
Fırkası programı, amaç ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir tarih
bilincine dayanıyordu. Yalnızca bir parti programı değil, bir ulusun geleceğini
belirleyen, tümüyle milli bir uzlaşma belgesiydi. Tarihten alınan derslere ve
ülke gerçeklerine dayanıyor, yenileşme önündeki tüm engelleri gidermeyi
amaçlıyordu. Birbirini tamamlayan iyi düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor ve
ulusun tümünü temsil etme işlevini, o güne dek hemen hiçbir siyasi partide
görülmeyecek kadar başarıyla yerine getiriyordu.
Altıok
1923-1938
arasında geçerli olan siyasi düzen ve bu düzenin biçim verdiği parti yaşamı,
yalnızca görünüşte tek partili sistemdir. Nüfusun yüzde seksenini köylülüğün
oluşturduğu, çağdaş sınıfların oluşmadığı, sanayisiz bir toplumda yapılması
gereken; olmayan sınıflara, bu sınıfların olmayan bireylerine, istemi olmayan
özgürlükler getirmek değil, ulusal politikalar geliştirecek siyasi birliğin sağlanmasıydı.
Bu ise ancak ulusun her kesimini temsil eden bir siyasi örgütün yaratılmasıyla
olanaklıydı. Böylesi yaygın bir temsilin, tek bir partiyle gerçekleştirilmesi,
bir istek sorunu değil, aynı zamanda bir zorunluluktu. Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’nde, çoğulculuğu temel alan
bir anlayışa bağlı kalınarak, tek partiyle çok partililiği amaçlayan bir
politika yürütülmüştür.
Atatürk
yaşadığı sürece, Cumhuriyet Halk Partisi’nin özünü altıok oluşturmuş, devlet
politikası haline getirilerek uygulanmıştır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik,
Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilikten oluşan ilkeler; partinin
simgesi oldu. Altıok, 1937’de Anayasa maddesi haline getirildi ve 27 Mayıs
Anayasası’yla ortadan kaldırıldığı 1961 yılına dek Anayasa’daki yerini korudu.
Tek
Partililik
Fransız
sosyal bilimci Maurice Duverger, Siyasi
Partiler adlı kitabında tek partili siyasi sistemleri de inceler ve
incelemesinde Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’ne özel önem verir.
Duverger söz konusu kitapta; “ne tüm tek partiler totaliterdir, ne de
tüm totaliter partiler tek partidir” diyerek1 tek partilerin de
demokratik olabileceğini kabul eder.
Duverger,
kabulünü kanıtlayacak örnek olarak, 1923’te Türkiye’de kurulmuş olan Cumhuriyet
Halk Partisi’ni gösterir. CHP ile ilgili olarak şunları söyler: “Bazı
tek partiler, gerek felsefeleri ve gerekse yapıları bakımından gerçek anlamda
totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini, 1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de
tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi
sağlamaktadır. Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik ideolojisidir...”2
Cumhuriyet
Halk Partisinde Milletvekili Olmak
Atatürk,
1927 Ağustosu’nda kamuoyuna yayınladığı bildiride, milletvekillerinin sahip
olmak zorunda oldukları özellikleri şöyle belirlemişti: “CHP
milletvekilleri, milletvekili sanlarını özel ekonomik yaşantıları uğruna küçük
düşürmeyeceklerdir. Parti Genel Başkanlığı (kendisi) bu konuda özel
titizliği gösterecektir. Sermayesinin çoğunluğu devlete ait olan kuruluşlar ve
şirketler ile özel sözleşmeye dayanan imtiyazlı şirketlerde ve tekellerde,
hükümetçe yönetim kurullarına atananlar, milletvekili olamayacaklardır...”3
Meclis’te bugün yer
alan milletvekillerinin nitelikleri, bunların nasıl, hangi ölçütlerle ve kimler
tarafından milletvekili yapıldığı göz önüne getirildiğinde, Atatürk
dönemiyle günümüz arasındaki “demokrasi”
ayrımının ne olduğu açıkça görülecektir. Atatürk dönemi uygulamaları
halk için ne denli demokratikse, çok partiyle bezenmiş günümüz parlamentarizmi
de o denli anti-demokratiktir.
Dördüncü
Büyük Kurultay
9-16 Mayıs 1935’te
yapılan 4. Büyük Kongre, İkinci ve Üçüncü Kongrelerde başlayan ideolojik ve
örgütsel gelişimin en ileri aşamasıdır. Kongre yerine Kurultay, fırka yerine
parti sözcüklerinin kullanıldığı bu kongre, Atatürk’ün katıldığı son CHP
kongreydi.
Kongre’nin Türk siyasi
tarihinde iz bırakan iki önemli özelliği vardır. Kemalist devrim, parti
örgütlenmesi konusunda en olgun evresine bu kongreyle ulaşmış ve bu nitelikte
bir CHP Kongresi bir daha yaşanmamıştır.
Dördüncü Kurultay'ın uygulama dönemi 26 Kasım
1938’de, yani Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra yapılan Olağanüstü
Kurultay’la bitmiştir. Bu kurultay, sürekli devrimciliği temel alan
Kemalizm’den geri dönüş döneminin başlangıcı olmuştur. Kemalist devrim,
kendisini koruyacak kadroları yetiştirmeye başladığı en verimli döneminde,
öndersiz kalması nedeniyle, karşı devrim niteliğinde bir geri dönüşle
karşılaşmıştır.
Dördüncü Kurultayın Önemi
Dördüncü Büyük
Kurultay’da tartışılan konular ve alınan kararlar, Sivas Kongresi’nden beri
sürdürülen on altı yıllık savaşımın oluşturduğu örgütsel-ideolojik birikimi
geliştirmiş, bu birikime biçim ve içerik olarak yeni bir boyut kazandırmıştır.
Kurultay’da, Parti’nin
ideolojik temelini oluşturan altıok’un, “ulusun ruhunda ve yurdun her
yerinde yerleşmesi için bütün kuvvetlerin harekete geçirilmesi” kararı
alınır. Sınıf, zümre ve cinsiyet ayrımı gözetmeyen parti eyleminin; “her
yurttaşın istek ve ihtiyacına yanıt veren bir bütün” olduğu söylenir.4
Dördüncü Kurultay’da, kuramsal
tartışma ve belirlemelerden başka, toplumun özellikle emekçi kesimlerini
ilgilendiren kararlar alındı. Tarım ve sanayi sorunları, ticaret, toprak ve
konut sorunu, işçi ve sosyal güvenlik hakları, sağlık hizmetleri gibi pek çok
alanda, daha sonra yasalaştırılarak uygulanan yenilikler yapıldı.
Altıok Uygulamaları
Kararlara göre, “çiftçiye
kredi bulunacak” ancak “büyük akar, depo ve apartman v.b. sahiplerine
kredi verilmeyecektir”. Yurttaş konut sahibi yapılacak, çiftçi
topraklandırılacak ve “büyük özel araziler kamulaştırılacaktır”. Bölge
çıkarı, derebeylik, ağalık, aile ve cemaat ayrıcalıkları ortadan
kaldırılacaktır. Toplumsal yaşamın her alanında, halkçılık anlayışı temel
alınacaktır. Planlı ekonomiye geçilecek, “planlama devlet siyasetine de uygulanacaktır”.
Grev hakkı olmayacak ancak işçinin sömürülmesine izin verilmeyecektir. İşçi ve
esnaf, kendi meslek örgütlerinde bir araya gelirken, halk ve gençlik,
halkevleri aracılığıyla örgütlenecektir.5
Kurultay kararları, o dönemdeki
siyasi canlılığa uygun olarak hızla uygulamaya sokuldu ve son derece etkili
oldu. Partiyle hükümet arasındaki ilişkiler, hukuksal zemini yaratılarak
geliştirildi. İçişleri bakanı parti genel sekreteri, valiler il başkanı oldu ancak
İçişleri Bakanlığı’na bağlı Bölge Denetleme Kurulu üyeleri, devlet kuruluşlarını
olduğu gibi, parti örgütlerini de denetlemeye başladı. Bu yolla; il özel
idareleri ve belediyelerle parti örgütlerinin birbirine yakınlaşmasına ve
eşgüdüme kavuşturulmasına çalışıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi’nde Dönemler
Cumhuriyet Halk Partisi tarihi, Atatürk
dönemi ve Atatürk sonrası dönem olarak iki ana bölüme ayrılmalıdır.
Parti politikaları ve uygulamalarda somutlaşan dönemler arasındaki
farklılıklar, gerçek karşılığını; devrimcilikle tutuculuk, bağımsızlıkla Batıcılık,
halkçılıkla seçkincilik arasındaki ayırımlarda bulmaktadır.
Seçkincilik
Uç Veriyor
Atatürk’ün,
Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden Birinci Meclis’e, oradan Halk Fırkası’na dek
sürdürdüğü politika, halkın örgütlenerek siyasi etkinliğe dolaysız katılmasına
dayanır. Ancak, 1935 Kongresi’ne doğru, halka uzak, seçkinci bir anlayış
partide oluşmaya başlar.
Oysa Atatürk, partiyi
halkın partisi, devleti de halkın devleti yapmayı, politik savaşımının başına
koymuş ve bunu gerçekleştirmek için çok uğraşmıştı. Yönetim işlerinde seçkinciliğe
karşı çıkmış, halkın yönetime katılmasına büyük önem vermişti. 2 Şubat 1923’te
İzmir’de yaptığı söyleşide halkın, “her ne ad altında olursa olsun, şunun ya
da bunun peşinden gitmemesi” ni, yalnızca “kendi programını izlemesi”
ni söylemiş ve bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştı: “Bunu sağlamak
için (halkın kendi programını belirlemesi için y.n.) mümkün olsaydı
bütün vatandaşları bir araya toplamayı, hiç olmazsa bütün uzman kişileri bir
araya toplamayı, onlarla büyük bir kongre halinde görüşmeyi ve programı böyle
oluşturmayı çok isterdim...”6
Faşist
Partilere Özenenler
Halkın siyasi
örgütlülüğüne ve katılımcılığa bu denli önem vermesine karşın, 1935’e
doğru Cumhuriyet Halk Fırkası’nda, buna uygun düşmeyen gelişmeler ortaya
çıkacaktır. Parti Genel Sekreteri Recep Peker, yönetim biçimi ve parti
işleyişiyle ilgili olarak Adliye Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ile
görüşüp, Başbakan İsmet İnönü’ün de onayını alarak bir öneri geliştirir.
Öneriye göre,
Cumhuriyet Halk Fırkası, en tepede yer alan ve yüksek yetkilerle donatılan bir
üçlü (triumvira) tarafından yönetilecektir. Önerinin sahibi Peker’in
düşüncesindeki bu üç kişi, olasıdır ki Atatürk, İnönü ve kendisidir. İnönü,
taslağı okuyup imzalamıştır.
Onayını almak için taslak Atatürk’e
götürüldüğünde sert bir tepkiyle karşılaşılır. Atatürk “saçmalık”
diyerek böyle bir önerinin yapılabilmiş olmasına sinirlenmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir:
“İnanılmaz şey. Ben ülkeyi hâlâ tek parti ile yönetmek zorunda kaldığım için
utanıyorum, bazı arkadaşlar bu hali devamlı kılmak istiyor. İtalya seyahatinden
dönen partimizin Genel Sekreteri (Recep Peker y.n.) bana verdiği
raporda, bize de orada gördüğü ve incelediği Faşist Parti’den esinlenen
önerilerde bulunuyor. Recep’in bu saçmalıklarını İsmet yeniden okusun”.7
Atatürk’ün CHP’ye Verdiği Önem
Atatürk’ün,
Recep Peker ve İsmet İnönü’nün parti yönetimi ile ilgili
yönelişinden duyduğu rahatsızlık kalıcı oldu ve bunu her fırsatta dile getirdi.
Dördüncü Kurultay ile ilgili yazışmalarda, bilinçli ve özenli bir tutumla
Cumhuriyet Halk Partisi adını kullanmıyor, sürekli bir biçimde “partim” sözcüğünü kullanıyordu. Durumu görüp
kendisine yöneltilen, “Cumhuriyet Halk Partisi yerine neden sürekli partim
diyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Cumhuriyet Halk Partisi’nin
benden sonra, sonuna kadar partim olarak kalacağını nereden bileyim”.8
Atatürk,
parti despotluğuna dönüşebilecek eğilimleri önlemek için parti çalışmalarına
daha çok zaman ayırmaya ve daha dikkatli davranmaya başladı. Parti
yönetimlerinde yer alan insanların niteliğini biliyordu. Onları, işlerine
karışmayarak ancak uzaktan denetleyerek yetiştirmeye, girişimgücü (inisiyatif) sahibi
olmalarını sağlamaya çalıştı. Parti işlerine önem veriyor, Cumhurbaşkanlığını
bırakabileceğini ancak parti başkanlığından vazgeçmeyeceğini söylüyordu.
Ünlü Alman yazar Emil Ludwin’in
kendisiyle yaptığı söyleşide şunları söylemişti: “Yönetim işlerine
zannettiğiniz kadar karışmıyorum. Ben bugün Cumhurbaşkanlığı’ndan,
Başkumandanlık’tan çekilmeye hazırım. Ancak parti başkanlığından asla
vezgeçmem. Bana göre ülkenin gerçek siyasi düşünceleri ancak parti tarafından
temsil edilebilir”.9
Atatürksüz CHP
Atatürk,
pek çok konuda olduğu gibi parti konusunda da haklı çıktı. Kurulup gelişmesine büyük
önem ve emek verdiği CHP, onun partisi olmayı sürdürmedi. Başkanlığı için,
Cumhurbaşkanlığını bırakacağını söylediği parti, ülkeyi Kemalist ilkelerden
uzaklaştıran ve geri dönüşü gerçekleştiren bir örgüte dönüştü.
11 Kasım 1938’de başlayan geri
dönüş sürecinin Türkiye’yi nereye getirdiğini herkes yaşayarak görüyor. Bugün
yaşanan acıklı durumun en başta gelen sorumlusu elbette CHP’dir. Falih Rıfkı
Atay bu sorumluluğu, “Atatürk ve Atatürkçülüğe en büyük kötülük CHP’den
gelmiştir”10 diyerek
açıklamıştır.
DİPNOTLAR
1 “Siyasi Partiler”, Maurice Duverger,
Bilgi Yay., 2.Bas.. 1974, sf.358–359
2 a.g.e. sf. 359–360
3 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu,
İstanbul Mat. 1974, 3.Cilt, sf.1366
4 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.570
5 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.571
6 “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç,
Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay.,
2.Basım, 1997, sf. 217
7 “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler”
Dr. Necdet Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları –
1997, sf.110
8 “Atatürkçülük Nedir?” F.R.Atay,
Bateş A.Ş. Yay., İst., 1980, sf.57
9 “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir,
Remzi Kit. 1983, 3.Cilt, sf.441
10 “Atatürkçülük
Nedir?” F.R.Atay, Bates A.Ş. Yay., İst., 1980, sf.45
Çok teşekkürler Metin ağabeyim, harika bir değerlendirme. Kemalizme ve Devrimlere ihanet bence 1935 de mason locasının kapatılmasıyla başlamıştır. Agoni Atatürk'ün Ölümündeki Sır Perdesi Yazılmayan Tarih i kitabını arıyorum. Bulup okuyunca daha net bir yorum yapacağım. Sağlıklar dilerim. Saygılar selâmlar.
YanıtlaSil