1 Kasım 1928'de
kabul edilen yasayla, Arap harflerine dayanan Osmanlı alfabesine son verildi ve Türkçe'ye uyumlu latin
harflerine geçildi. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip
yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı.
Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel
durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına,
ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma
yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın
gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve
işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan
ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı
öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü
öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada
ezberciliği gerekli kılıyordu.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
31 Ekim 2016 Pazartesi
30 Ekim 2016 Pazar
SOVYETLER BİRLİĞİ NEDEN ÇÖKTÜ
Lenin’in, Ekim Devrimi’nin 71’inci günü
coşkulu bir sevinçle oynadığı söylenir. Oynamanın nedeni, folklorik ilgi
değildi kuşkusuz. İlk sosyalist yönetim Paris Komünü, 70 gün ayakta
kalmıştı. Lenin, sosyalist devrimin yaşam süresini, bir gün ileri
götürdüğü ve insanlığa daha uzun süreli bir deneyim sunulduğu için
sevinmektedir. Olaya bu gözle bakarak 1991’de, yönetim rekorunu 74 yıla
çıkarmanın sevincini yaşamak da olası kuşkusuz. Ancak, böylesi dar ve sığ bir
iletiyi içermeyen bu öykü; sınıflı bir toplumdan sınıfsız bir topluma geçme
ereğindeki yaşanmış tüm deneylerin birbirine aktarılmasını gerekli kılar.
28 Ekim 2016 Cuma
CUMHURİYET
1923 yılında;
Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini
kavramış, aydın zümre yok gibidir.
O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı
gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet
sözcüğü, aynı şapka gibi,
19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk
dilinde karşılığı gavurluktu. Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan
ederken yenileşmenin örgütlü gücü haline getirdiği orduya güveniyordu. Ancak,
çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle
bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden
çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis
koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler”
kuşkusuz onunla boy ölçüşemeyecekti.
26 Ekim 2016 Çarşamba
SOVYETLER BİRLİĞİ (1922-1991)
1927-1937 arasındaki on yıl,
politik baskının yanında dev boyutlu gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu. Bu evrede
üç temel kalkınma girişimi yapıldı; ortaklaşacı
(kolektif) çiftliklerin kurulması,
sanayileşme atılımı ve eğitimde devrim... Gelişmiş kapitalist ülkeler
1929 dünya bunalımının ekonomik yıkımıyla uğraşırken, Sovyetler Birliği bu üç alanda
sıradışı bir gelişme sağladı. 1920’lerde açlık ve yoksulluk altındaki bu ‘köylü ülke’, 20 yıl içinde ABD’inden
sonra dünyanın ikinci büyük sanayi ülkesi durumuna geldi.(x)
24 Ekim 2016 Pazartesi
RUS DEVRİMİ (1917-1922)
Rus Devrimi, Julyen Takvimine göre 25 Ekim,
Miladi Takvime göre 7 Kasım 1917’de ortaya çıktı. 20.Yüzyılı her yönüyle
etkilemiş olan bu büyük deneyim, toplumsal mücadelede ders alınacak olaylarla
doludur. Kısa bir özet niteliğindeki yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz
13 Şubat
1917’de, Rusya’nın başkenti Petrograd’ta, açlık çeken ve eksi yirmibeş derecede
ekmek kuyruklarında bekleşen halkın, fırınlara saldırmasıyla gelişen olayların,
sosyalist bir devlet ortaya çıkaracağı kimsenin aklından geçmemişti. Günün
özgün koşullarının ve iyi örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni
devletin, sosyalizmi ne düzeyde temsil edebileceği bugün yoğun olarak
tartışılıyor. Ancak, gözardı edilemez bir gerçekliktir ki, Sovyet Devleti
20.yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap sayfalarından’
çıkararak, yaşamın içine taşımıştır.
23 Ekim 2016 Pazar
“KARA PERŞEMBE”: 1929 AMERİKA VE KAPİTALİZMİN BÜYÜK BUNALIMI
24 Ekim
1929 günü New York Borsası’nda kurlar çöktü ve ABD tarihinin en büyük ekonomik
bunalımıyla karşı karşıya kaldı. Oysa, 1929 yazı, Amerikan ekonomi tarihindeki
en coşkun mevsimdi. O yaz hisse senetlerinin değeri dört yıl öncesine oranla
yüzde 400 artmıştı. New York Borsası’nda her gün 5 milyon değişim işlemi
yapılıyordu. Hisse senedi artışları gerçek ekonomik ve ticari gelişmelere değil
vurguncu (spekülatif) değerlere dayanıyordu. Borsaya giren para hisse
artışlarını karşılayacak durumda değildi. Üretime dayanmayan yapay gelir
artışları kendini yıkma eğilimini de birlikte getiriyordu.
20 Ekim 2016 Perşembe
AKP’NİN KÖPRÜ VE YOL POLİTİKASI
Yabancıların
yaptığı yüksek teknoloji ürünü köprüler, alt geçitler, otoyollar ya da hızlı
trenler; görenleri etkiliyor ve bunları yapanın AKP olduğunu sanarak onu
takdirle anıyor. Oysa, bu yatırımların ne tasarımında ne de yapımında hükümetin
herhangi bir katkısı yok. Yatırımlar, ilk örnekleri yüzyıl önce Osmanlı’da
uygulanan Yap-İşlet-devret yöntemiyle büyük şirketlere yaptırılıyor. Konsorsiyum
adı verilen geçici ortaklıklarla bir araya gelen şirketler, aralarına
yüksek teknolojiye sahip bir uluslararası inşaat şirketini de alarak yatırımı
gerçekleştiriyor. Bankalardan kredi alınıyor ve bu kredilere devlet kefil
oluyor. Hükümet, yapılan işe karşılık, şirketlere, uzun süreleri içeren işletme
imtiyazları ve kar garantileri veriyor. Kar oranı yüksek tutuluyor
ve bu karı, yolları-köprüleri kullansa da kullanmasa da halk ödüyor. Halkın
geleceği ipotek altına alınıyor. Hükümet, yalnızca borçlanıyor ve bu borcu
halkın üzerine yıkıyor. Çıkarını ve geleceğini göremez duruma gelen halk ise, bu büyük eserleri ülkesine kazandıranları! şükranla
anıyor ve arabasıyla köprüden geçmenin ya da denizi seyretmenin keyfini
yaşıyor.
19 Ekim 2016 Çarşamba
CUMHURİYET VE TARIM DEVRİMİ
Cumhuriyet yönetimi
kurulduğunda ülke topraklarının çok azı tarıma açılabilmişti. Tarımın
verimliliği, hemen tümüyle doğa koşullarına bağlıydı. Eşkıyalık köylüyü
rahatsız ediyor ve ağaya sığınma eğilimini yaygınlaştırıyordu. Ürünün onda
birini oluşturan Öşür vergisi,
üretici köylü üzerinde bir baskı aracıydı ve bu vergiyi toplayan mültezimler
köylünün korkulu rüyası durumuna gelmişti. Onda birlik oran, kimi yerde
gerekçe gösterilmeden, beşte bire kadar çıkarılıyordu. Ürün öncesi borçlanma
ve tefecilik, kanayan toplumsal bir yara durumundaydı. Yol ve hayvan
vergisi köylüyü huzursuz ediyor, geçimini hayvancılıktan sağlayan göçerler ve
küçük çiftçilerin geliri, olumsuz yıllarda, vergi vermek bir yana kendini
besleyemez düzeyde kalıyordu. Cumhuriyet yüzyılların birikimi olan bu dev gibi
sorunlara ivedilikle çözüm bulmak zorundaydı. Ancak, elde ne para ne de
yetişmiş kadro vardı.
17 Ekim 2016 Pazartesi
KÜRESELLEŞME VE DÜNYA TARIMI
Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO),tarımsal kalkınmayı sağlamak, açlığı
yok etmek ve beslenme koşullarını iyileştirmek amacıyla 16 Ekim 1945’te
kuruldu. Yazıyı, aradan geçen 71 yılda tarımsal kalkınmanın nasıl
kalkınıldığını! göstermek amacıyla yayınlıyoruz.
Biyomühendislik ürünü
kereviz yaprakları; diri, lifsiz ve dayanıklı olduklarını açıklayan ilanlarla
piyasaya sürülüyor. DNA benzetmesi yoluyla elde edilen; dona karşı dayanıklı
krizantemler, karanfiller, domatesler ve çilekler, doğal olanları piyasadan
siliyor. DNA ile antifiriz proteini üretiliyor, hayvan kopyalanıyor. Dünyada en
çok süt veren inek cinsinden yüzde yirmibeş daha çok süt elde edilen süper
inekler yaratılıyor. Yeni biyoteknolojiler ve gen haritalarında sağlanan
ilerlemeler, tarımsal endüstriler üzerine egemenlik kuruyor. Kendi aralarında
yarışan gelişmiş ülkeler, yoksul ülkeleri deney ve kullanım alanı olarak
görüyor.
14 Ekim 2016 Cuma
NUTUK
Atatürk, 15 Ekim 1927 Cuma günü okumaya başladığı Nutuk’u, günde altı saat okuyarak
altı günde bitirdi. Yazmaya başlamadan önce; dokuz ay boyunca bilgilerini
yeniledi, belge topladı ve mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi. Düşüncelerini
yazıya dökerken, yakın çevresinin “görüş ve değerlendirmelerini” aldı.
Anımsıyamadığı ayrıntılar için, olayları birlikte yaşadığı insanları
bulduruyor, onların “görüş ve değerlendirmelerini”
alıyordu. Değinmek istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan
kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama ya da yanlış kanı uyandırma
kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu gördüğü uyarıları
kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler süren çalışmasını
yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe olduğu kadar yazılıma da önem
veriyordu. Yazdığı notları derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık
yapıtı “kendi elleriyle yazdı”; yüzlerce belgeyi, “bizzat kendisi
toplayıp değerlendirdi.”Tümceler ve sözcükler üzerinde titizlikle
duruyor, dil bilgisi kurallarına aşırı özen gösteriyor; uygun sözcük
kullanımına önem veriyordu.
13 Ekim 2016 Perşembe
ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU
Birçok insan,
Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı İstanbul’un, yeni devletin de
başkenti olmasını istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent
seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi yönelişti; dünya görüşüyle
ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için, Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve
bu işi yabancılarla birlikte yapmaktan çekinmeyen çürümüş İstanbul’la
hesaplaşmak, “araya mesafe koymak” gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa
dayalı Batı uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan
özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve ortasındaki Ankara’dan
yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir geleceği yaratmak, “Anadolu’ya Anadolu
halkının egemen olmasıyla” olanaklıydı.
9 Ekim 2016 Pazar
ATTİLA İLHAN’I ANARKEN
Su katılmamış bir yurtsever ve kararlı bir anti-emperyalist olan Attila İlhan’ı 11 Ekim 2005’te
sonsuzluğa uğurladık. Düşünceleri, şiirleri ve romanlarıyla evrenselliğe ulaşan
yüksek nitelikli bu sanat adamı; Türk kültürüne kalın ve kalıcı bir iz
bırakarak aramızdan ayrıldı. Attila İlhan, devrimci kişiliğinden ve ilkelerinden
ödün vermeyerek kalemiyle savaştı ve yalnızca yaşadığı dönemde değil, etkisini gelecekte
de sürdürecek büyük bir yapıtlar bütünü bıraktı. Attila İlhan’nın bedeni öldü ancak kuşkusuz ki o yapıtlarıyla sonsuza
dek yaşayacaktır.
7 Ekim 2016 Cuma
BALKAN SAVAŞLARI
8 Ekim 1912’de başlayan
ve utanç verici bir yenilgiyle sonuçlanan Balkan Savaşı’nda, günümüzde ders alınması gereken
birçok yön vardır. Balkan yenilgisinin nedeni, savaşı başlatan ülkelerin
güçlü olması değil, yarı-sömürge haline getirilen Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet
yapısının içten çürümesiydi. Ordunun gereksinimleri karşılanmıyor, uzun yıllar yeniliklere
kapatılarak baskı altına alınıyordu. İktidarlarını korumayı tek siyasi ölçüt sayan
padişahlar, ordunun güçsüzleşmesi için hemen her şeyi yapmıştı. Paşalık dahil her
türlü rütbe, buyruklarla, saraya bağlı kişilere armağan olarak veriliyordu. Önemli
yerlere bunlar getiriliyor, yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden uzak
tutuluyordu. Particilik ve düşünce farklılıkları, subaylar arasında ayrıcalıklara
yol açmış, orduda sıkıdüzen diye bir şey kalmamıştı. Komutanların terfilerinde yeterlilik
(liyakat) değil, saraya bağlılık etkili oluyordu.
5 Ekim 2016 Çarşamba
İŞGAL İSTANBUL’U VE MUSTAFA KEMAL
Türk ordusu,
6 Ekim 1923 günü törenle İstanbul’a girdi. İşgalciler, İstanbul’da elkoydukları
silah ve donanımı, 1 Ekim 1923 günü Tümgeneral Selahattin Adil’e teslim
etmiş; 2 Ekim’de, son birliklerini gemilere bindirdirerek ülkeyi terk etmişti. Birkaç
yıl öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla sağlanan bu
başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul
için, kurtuluşun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu vardı. İstanbul,
çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce yıl süren bozulmaların birikimini
taşıyordu; yozlaşma ve yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan
sonra kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin merkezi olan
Ankara’yla bütünleşecek miydi?
3 Ekim 2016 Pazartesi
ÇİN VE KEMALİST KALKINMA
Çin’de, 1977’den
sonra geliştirilen ekonomik kalkınma uygulamaları, Kemalist kalkınma yöntemiyle
büyük bir benzerlik gösterir. Devlet öncüdür ve sosyal niteliklidir.
Kalkınmanın temel gücü ulusal kaynaklardır. Bağımlılık doğurmamak ve üretime
yatırmak koşuluyla dış kredi alınır. Kalkınma planlarına uyması koşuluyla, özel
girişimciliğe yer ve destek verilir. Dışsatım arttırılırken, ulusal pazar
gümrük koruması altında alınır. Barışçı dış politikayla, silahlanma harcamaları
düşürülmeye çalışılır. Laik eğitime, özellikle teknik eğitime özel önem
verilir. Köy ve tarım sorunları devlet desteğinde birinci sırayı alır.
2 Ekim 2016 Pazar
İZMİR “METROPOLİTİ”, FENER RUM PATRİKHANESİ VE AKP
Fener Rum Patriği Bartholomeos, 94 yıl sonra ve
Cumhuriyet tarihinde ilk kez, İzmir’e metropolit atadı. Son metropolit, Türkiye’nin
en güçsüz döneminde Yunanistan’dan İzmir’e görevli olarak gönderilen Yunanistan
doğumlu Hrisostomos Kalafatis’ti. Hrisostomos,
işgal dönemindeki Türk düşmanlığına dayanan eylemleri nedeniyle, 12 Eylül 1922
günü halk tarafından linç edilmişti. Bugün, karasularını 12 mile çıkarıp Türk
adalarını işgal ederek atağa geçen Yunanistan; dağılma sürecinde gördüğü
Türkiye’ye, AKP hükümetinin 3 yıl önce Türk vatandaşı yaptığı Volos doğumlu
Bartholomeos Samaras’ı İzmir’e
gönderiyor. Samaras’ın Metropolitlik
törenine Yunanlı Bakan Yardımcıları katılıyor. İzmir Rum Ortodoks Kilisesi
Başrahibi Kyrillos Sykis; Urla, Çeşme ve Karaburun bölgesinden sorumlu
Piskopos oluyor. Bunların ne anlama geldiğini anlamak için, Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihine ve yaptıklarına bakmak
gerekir.
ÇİN DEVRİMİ (1949-2016)
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılında Çin,
dünya gelişme çizelgelerinin en altında yer alan bir ülkeydi. Düzensiz ve
kalabalık kentlerin ürkütücü yaşam koşulları, uçsuz bucaksız kırlardaki sonsuz
yoksulluk, yüzyıllara dayalı feodal egemenliğin doğurduğu sosyal gerilik ve
giderilmesi olanaksız görünen ulusal ayrılıklar, büyük boyutlu toplumsal
sorunlar olarak ortada duruyordu.
1 Ekim 2016 Cumartesi
ÇİN DEVRİMİ (1830-1949)
1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve
Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar
nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist
ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi)
bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka
alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini
değiştiriyor. 20.Yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan
ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu
bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyor da dünyanın en güçlü birkaç
ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan
sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl
yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke
insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin
Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk
Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar
vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar
çıkarılmasına yardımcı olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)