Başarılı
olabilmek için, büyük bir irade gücüne, nitelikli düşünsel donanıma ve sınırsız
bir yurt sevgisine gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal sürükleyici
bir güç” olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul ve
eğitimsiz görünen Türk halkının mayasında vardı. İnançlı bir yurtseverin
yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü, kaynağı olan millet gücüyle
birleştirerek ülkesini kurtaracak bir eyleme; ulusal bağımsızlık eylemine
girişecekti. Bu girişim, kendi adına bir şey istemeyen, “şan ve şeref
peşinde koşmayan”, yalnızca “geleceğin Türkiyesi üzerinde tasarladığı
yapıcı düşüncelere” yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.
Ülkeye Adanan Yaşam
Otuz sekiz yaşında; kendine ve halka güvenen bilinçli bir yurtsever,
rütbelerini savaş alanlarında kazanmış genç bir general ve usta bir savaşçıydı.
Kesin kararlıydı ve her şeyi göze almıştı. “Türk yurdunu” ya kurtaracak
ya da bu uğurda ölecekti.
Amacını ve izleyeceği yolu genç yaşta belirlemişti. Subaylığa başlarken,
Harp Okulu’nda; “benim; amaçlarım, üstelik çok yüce amaçlarım var. Bunlar;
makam elde etmek, manevi zevklere erişmek ya da para kazanmak gibi şeyler
değildir. Amaçlarım gerçekleştiğinde, yurduma yararlı olmanın mutluluğunu
yaşayacağım. Hayatım boyunca tek ilkem, bu ülkü olacaktır. Yürüyeceğim yolu,
çok genç yaşta seçtim ama son nefesime kadar bu yoldan ayrılmayacağım” demiş1
ve o güne dek bu söze sadık kalmıştı.
Dağılmayla karşı
karşıya kalan Türkiye’nin, şimdi her zamankinden çok ona gereksinim duyduğunu
düşünüyordu. Kendine verdiği söz yönünde harekete geçiyor, Anadolu’ya geçmek için
Samsun’a gidiyordu.
Ulus Savaşçısı
Savaş sanatında, dost-düşman herkesin saygı duyduğu usta bir kuramcı, güvenilir
bir uygulamacıydı. Ancak, aynı zamanda saygı uyandıran bir halk önderi, dengeli
bir yönetim adamı ve nitelikli bir aydındı. Türk tarihini ve bu tarihin Türk
halkında yarattığı bağımsızlıkçı birikimi biliyor, tümüyle bu birikime
güveniyordu.
Şimdi, tutkuyla bağlı
olduğu ve sevgisine her zaman karşılık bulduğu halka gidiyor, kurtuluşu
sağlayacak tek güç olan millete başvuruyordu. “Bütün ulusları tanıyorum.
Onları, bir milletin karakterinin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığı anda,
savaş alanında ve ateş altında, ölümün eşiğindeyken inceledim. Türk milletinin
manevi gücü, yemin ederim ki bütün dünyanınkinden daha üstündür” diyor2,
varlığını ve umutlarını bütünleştirdiği bu “üstün gücü” harekete
geçirmeye gidiyordu.
Yüksek
Nitelik
Ülkeyi ve halkı tanıdığı gibi, dünyayı ve dünya olaylarını da doğru
kavrıyordu. Kültürel gelişkinliğe bağlı yorum ustalığı; yönünü, geçeceği
yolları ve olası gelişmeleri, önceden biliyormuşçasına görmesini sağlıyordu.
Dostlarının olduğu kadar düşmanlarının da adeta ‘ruhunu okuyan’ ve
bilinçle irdelenmiş, deneyime dayanan bir sezgi gücüne, sıradışı bir öngörü
yeteneğine sahipti.
Her zaman dengeli bir gerçekçilik içindeydi. Uygulama olasılığı olmayan
istemlere, aşırı yönelmelere asla izin vermiyordu. Düşüncelerini açıklamada
acele etmiyor; zamanı, koşulları ve ilişkiler düzenini dikkate alarak, neyi ne
zaman yapacağını biliyordu. Ölçülü bir sabıra sahipti. Nesneldi ve “toplumu
kendi düşündüğüm, hayal ettiğim, tasarladığım bir takım his ve düşüncelerin
peşinde sürüklemek amacında değilim. Allah beni böyle bir hatadan korusun”3
diyecek kadar düşünsel olgunluğa erişmişti.
Savaşın kazanılması
için, silahın şart ancak yetmez olduğunu biliyor, gerçek zaferin düşünce
birliğine ulaşmış insanlarla kazanılacağına inanıyordu. Düşünce birliği ise,
ona göre ancak eğitimle sağlanan özgür düşünce ve örgütlü birlikteliklerle
sağlanabilirdi.
İnanç Sağlamlığı, Kararlılık
“Bütün yurdun
ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusuyken, vatanseverim diyenlerin kendi
geleceklerini düşünmelerine yer var mıdır” diyor4,
arkadaşlarına izleyeceği ve onların da izlemesini istediği yol konusunda
şunları söylüyordu: “Hiçbir zaman baş eğmeyeceğiz. Tuttuğumuz yolda sonuna
kadar yürüyeceğiz. Hiçbir şartta teslim olmayacağız ve başarılı olmaya
çalışacağız. Yerli ya da yabancı düşman karşısında haklarımızı savunacağız. Son
vardığımız sınırda, eğer yenme umudumuz kalmamışsa, bir Türk bayrağının altına
sığınıp, orada istiklâl uğrunda can vereceğiz”.5
Çevresine yalnızca
sözleriyle değil, tutum ve davranışlarıyla da örnek oluyordu. Ulusal eyleme
katılması için kimseyi zorlamıyor, herkesin özgürce karar vermesini istiyordu.
Ona göre, amaç yönünde karşılaşılacak güçlükler ancak gönüllü katılımın,
çıkarsız dayanışmanın yarattığı güçle aşılabilirdi. Çatışma ve tehlike dolu bu
yola girmek isteyenler, sonuçlarına katlanmaya hazır olmalı, gerektiğinde ölümü
göze almalıydılar.
Halka
Ulaşma
İttihat ve Terakki hükümetlerince geliştirilen ve o dönem için mükemmel sayılabilecek telgraf ağı çok
işine yaradı. Sistemi derhal denetim altına alarak, askeri ve sivil
yöneticilerle ilişki kurdu. Her yerde işgal karşıtı kitle gösterileri
düzenletti. Yabancı devlet temsilcilerine, Babıâli’ye, yapılanları kınayan
telgraflar göndertti. Müdafa-i Hukuk örgütleriyle ilişki kurdu, birbirleriyle
ilişki kurmalarını sağladı. Kendisine verilen emre uyarak, direniş örgütlerini
dağıtması gerekirken yenilerini kurmaya koyuldu.6
Samsun’dan Ankara’ya dek, altı ay boyunca dolaştığı Anadolu’da; yalnızca
kongreler, bildiri ve yönergeler, telgraf yazışmaları ve örgütlenme işleriyle
uğraşmadı. Köyleri, kasabaları ve kent merkezlerini dolaştı. Köylüler,
öğretmenler, din adamları, gençler ve subaylarla görüştü. Ülkenin geleceğinden
kaygı duyan ancak ne yapması gerektiğini bilmeyen insanlara umut ve güç verdi.
Halkı etkiliyor ve
ondan etkileniyordu. Toplumsal yapıya biçim veren özdeğerlere dayandığı için
halk onu anlıyor ve çağrısına katılıyordu. Türk halkının en yoksul döneminde
bile yok olmayan yurda bağlılık tutkusu, inancını pekiştiriyor, kararlılığını
arttırarak direnme gücünü yükseltiyordu.
Yunan
İşgali, Ermeni Cumhuriyeti
Kişisel hazırlığının yanı sıra, o aşamada amacına hizmet eden iki somut
gelişmeyle işe başladı. Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin desteğinde
Yunanlılar’ın İzmir’i işgal etmesi ve İngilizlerin Kafkaslar’da, sınırları Türk
topraklarına taşan bir Ermeni Cumhuriyeti kurması. Bu iki gelişme, Türk
halkında uyarıcı etki yaptı ve büyük bir tepkiye neden oldu. Batı’daki Yunan
katliamı ve Doğu’daki Ermeni saldırganlığı öğrenildikçe tepkiler arttı, devreye
Mustafa Kemal girince öfke örgütlenmeye yöneldi.
Ayrıca O, gittiği her yerde; milli duygularda yükseliş, devrimci bir
direnme ruhu yaratıyordu. İzmir’den, kışlalarında öldürülen savunmasız
subayların, yakılan köylerin ve toplu öldürmelerin haberleri geliyordu. Devlet
kurmaya yönelen Ermenilerin, şımartılmış Pontuslu Rumların eylemleri
yayılıyordu.
Türk halkı yüzlerce
değil, belki de binlerce yıl hiç görmediği bir aşağılanmayla karşı karşıyaydı. “Bellerine
fişekler dolamış, kara giysileriyle Rum çeteciler”7; Kocaeli’nden
Hopa’ya dek yol kesiyor, Müslüman köylere saldırıyor, “Türk öldürmeyi”
övünç nedeni sayıyorlardı. Silahsızlandırılmış Türklerin elinden bir şey
gelmiyordu. İngilizler, “karışıklıkların nedeni sayarak Türklerin
silahlarına el koymuş, Rumlar’ın silahlarına dokunmamıştı”.8
Genç
Subaylar Öncü
Çağrısına ilk karşılık verenler, ordu mensupları ve terhis edilmiş
rütbeli subaylar, özellikle genç subaylar oldu. Kendisi Osmanlı Ordusu’nun en
genç generaliydi, ona katılan subaylar da öyleydi. Padişaha bağlı kalan rütbeli
subayların yaş ortalaması 58’ken, ona katılanlarınki 38’di.9
Subaylar, sayıları giderek artan gönüllüleri de beraberlerinde
getirdiler. Onu dinleyen ya da giriştiği işi duyan yoksul ve yorgun köylüler,
yavaş yavaş uyanmaya, ününü Çanakkale ve Bitlis Savaşları’ndan duydukları bu
genç paşanın peşinden gitmeye başladılar.
“Yaman komutandır; sert muharebe eder; üzerine atıldığı düşmanı kırmadan
bırakmaz” sözü10, Anadolu’nun hemen her köyünde gizemli
bir söylence gibi dilden dile dolaşıyordu. Şimdi, onu dinledikçe,
ezilmişliklerini ve ölgün durumdaki kızgınlıklarını, direnme duygusuna
dönüştürüyorlardı. “Adeta yaşama geri dönmüşlerdi. Bütün köylerde parlayan
nefret ateşi, halkı yeni bir güçle harekete geçiriyordu”.11
Halkı uyandırmakla
kalmadı, onların savaşım isteklerini derinleştirerek daha çok köyü harekete
geçirmeleri için kendine bağlı subayları çevreye gönderdi.12 Tümen
ve kolordu komutanlarını, askerlik dairesi başkanlarını, halkın örgütlenmesinde
görev almaya çağırdı.
24 Kasım 1919’da, komutanlara ve Müdafaa-i Hukuk’un örgüt birimlerine
çektiği telgrafta, “milli örgütün mahalle ve köylere dek yayılmasını”
istedi ve şunları söyledi: “Yaşamsal önemdeki bu soruna acele çözüm bulmak,
vatanın geleceğiyle milli örgütü sağlam esaslara dayandırmak için, kolordu ve
tümen komutanlarının ve askerlik dairesi başkanlarının bu mukaddes görevle
doğrudan ilgilenmeleri; bu yolda ilişkide oldukları örgüt başkanları
ve mülkiye memurlarının vatansever yardımlarından azami yararlanma gereği karar
altına alınmıştır”.13
Yurtseverleri, ulusal
direniş temelinde birbirine bağlayan başlıca halka, başta komutanları olmak
üzere, kendisine tutkuyla bağlı askeri birliklerdi. Bunlar kendi bölgelerinde,
askerlik görevleri yanında halka siyasi önderlik de yapıyordu. Kararlarını,
bildirim ve buyruklarını, genelgelerini halka onlar yayıyordu. Öğretmenler,
doktorlar, gazeteciler, esnaf ve tüccarlar, ona bağlı askerlerin çevresinde
toplanıyordu. Subaylar arasında ünü ve saygınlığı çok yüksekti. O, subaylarına,
subayları da ona güveniyordu. Örgütlenme, haber alma ve halkla ilişki gibi
önemli konularda subayları görevlendiriyor onların yaptığı çalışmalara güven
duyuyordu.14
DİPNOTLAR
1
“Atatürk”, Paraşkev Paruşev,
Cem Yay., İst.-1981, sf.71
2
“Bozkurt”, H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.239
3
“Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Arı İnan, 1982, Türk
Tarih Kurumu Yay.
4
“Nutuk” M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. Dil Kur. Bas., 4.Bas., 1999, sf.95
5
“Atatürk’ten Hatıralar”, Celal
Bayar, sf.28-29; ak. Ş.S.Aydemir, “Tek Adam” II.Cilt,
Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.297
6
“Atatürk” L. Kinross,
Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.204
7
“Atatürk” L. Kinross,
Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.206
8
a.g.e. sf.206
9
“Milli Mücadelede İttihatçılık”,
E.J.Zürcher, Bağlam Yay., 2.Bas., İst.-1995, sf.142
10
“Erzurum’dan Ölümüne Kadar
Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, I.Cilt, Türk Tarih
Kur. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.25
11
“Bozkurt”, H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.92
12
a.g.e. sf.92
13
“Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.
Kocatürk, T.İş Ban.Yay., Ank., sf.121
14
“Bir Sovyet Diplomatının Türkiye
Anıları” S.İ. Aralov, Birey ve Toplum Yay., 2.Bas., İst.-1985, sf.65
Ondan sonra onun yuzde biri olacak nitelikte tek bir adam gelmedi bu bahtsız ulkeye!
YanıtlaSil