Atatürk’e
yapılan 17 suikast girişiminden biri olan İzmir
Suikastı, 15 Haziran 1926 günü ortaya çıktı. Saltanat ve hilafet
kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş ve devrimler dönemine geçilmişti.
Karşıtçılar cephesi, bu aşamada harekete geçerek bu kez İzmir’de şanslarını
denediler. Hedefleri, O’nun kişiliğiyle bütünleşen Cumhuriyet ve gelmekte olan
devrimlerdi. Bu gerçeği ve geleceğe olan inancını, suikast girişiminden üç gün
sonra yaptığı ünlü konuşmada şöyle dile getirdi: “Alçak girişimin, benim kişiliğimden çok, kutsal Cumhuriyetimiz ve onun
dayandığı yüksek ilkelerimize yönelik olduğundan kuşku yoktur... Benim naciz
vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet
payidar kalacaktır. Türk milleti, güven ve mutluluğunu sağlayacak ilkelerle,
uygarlık yolunda kararlılıkla yürüyecektir...” Mustafa Kemal 18 Haziran 1926
Giritli Şevki
Motorcu
Giritli Şevki, 15 Haziran 1926 Pazartesi günü, ivecen (aceleci)
adımlarla İzmir Valiliği’nin merdivenlerinden çıkıyordu. Amacı, Vali ile
görüşüp “her şeyi” anlatmaktı. “Gazi Paşa’ya Kemeraltı’nda suikast yapılacaktı.
Suikastçılar, son toplantılarını onun evinde yapmışlardı. Suikasttan sonra
Yunanistan’a onun teknesiyle kaçacaklardı”.1
Giritli
Şevki’nin suikastı bildirdiği gün, yurt gezisi nedeniyle
Balıkesir’deydi. 14 Haziran’da buradan ayrılacak, 15 Haziran’da İzmir’de
olacaktı. Ancak, herhangi bir nedeni olmamasına karşın, İzmir’e gelişini “salt içgüdü, ya da bir tür önseziyle”2
bir gün ertelemiş, böylece belki de saltık (mutlak) bir ölümden kurtulmuştu. “Komitacılığı ve komitacı zihniyeti
biliyordu”.3 Savaşım içinde geçen yaşam ona, “devrim-karşı devrim çatışmasının
kurallarını öğretmiş”4, yöntem ve anlayışlar konusunda ona
yeterli deneyim kazandırmıştı.
İzmir’e gelişinin nedensiz ertelenmesi, Giritli Şevki’yi kuşkulandırmıştı.
Suikast düzenleyicilerinin önde gelen kişileri, Emekli Binbaşı Sarı Edip Efe ve Manisa Milletvekili Abidin Bey’in, “olay anında İzmir’de olmadıklarını kanıtlamak için”5
İstanbul’a dönmeleri de eklenince, kuşkusu korku durumuna gelmiş ve “devletin haberi var” düşüncesiyle
suikastı haber vermişti.
Suikast, Kemeraltı’nda üç yolun birleşim yerinde, bugünkü
Kemeraltı Karakolunun az ilerisinde yapılacaktı. Burada, araba ister istemez
yavaşlayacak, o sırada üç ayrı yerden ateş açılacak ve “çiçek demetleri arasında gizlenen el bombaları üzerine atılacaktı”.6
Kargaşa’dan yararlanılarak “Yemiş
Çarşısı’nda bekleyen bir arabayla, Şevki’nin sahilde bekleyen motoruna
gidilecek”7 ve Yunanistan’a kaçılacaktı.
Suikastçılar
Suikastçıların başında; genç bir deniz teğmeni olan Rize
Milletvekili Ziya Hurşit, emekli
Jandarma Yüzbaşısı, İttihatçı Sarı Edip
Efe ile İttihat ve Terakki Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve eski Maarif
Vekili, İzmit Milletvekili Şükrü Bey
vardı. Yakınında bulunmuş bu kişileri tanıyordu ve bulundukları yere gelmeleri
için onlara yardım etmişti.
Ziya
Hurşit’i, yaşı küçük olmasına karşın milletvekili yaptırmış, Sarı Edip Efe’ye Milli Mücadele’de yer
vermiş (Sarı Efe adını bu dönemde almıştı), Şükrü Bey’i de Malta’dan kurtarıp İzmit Milletvekili yapmıştı.8
Gürcü Yusuf, Laz İsmail ve Çapur Hilmi,
suikast için kiralanan sabıkalılardı. Pusu, Çapur Hilmi’nin kardeşi Berber
Nuri’nin dükkanında kurulacaktı. Laz
İsmail, yanında Nimet Naciye
adlı bir kadın da getirmişti.9
Suikastın boyutu, başlangıçta fazla geniş görünmüyordu.
Ancak soruşturma genişletilince, eski İttihat
ve Terakki üyelerinden, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırka’sı yöneticilerine dek uzanan büyük bir gizdüzen (komplo)
ile karşılaşıldı.
1919’da Samsun’a birlikte çıktığı karargâh subaylarından
en yakın arkadaşı Albay Arif Bey,
Manisa Milletvekili Abidin Bey,
Sivas Milletvekili Halis Turgut Bey,
İstanbul Milletvekili İsmail Canbulat
Bey, Erzurum Milletvekili Rüştü Paşa,
Emekli Veteriner Albay Rasim Bey ve “hayatta kalan İttihatçıların önderi
durumundaki”10 eski Maliye
Nazırı Cavit Bey, Kara Vasıf Bey, Küçük Talat Bey, eski Polis
Müdürü Azmi Bey gibi ünlü
ittihatçılar işin içindeydiler.
Soruşturmalar, olayı ayrımlı konumda olsalar da; Rauf (Orbay) Bey, Adnan (Adıvar) Bey, Kazım (Karabekir) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Rafet (Bele) Paşa, Cafer Tayyar Paşa’ya dek götürüyordu.
Karşılaşılan durum, dar bir kümenin kendiliğinden
girişimi değil, geniş bir çevreyi kapsayan ve iktidar değişimini amaçlayan
siyasi bir kalkışmaydı. Bu durumu, 8.Kolordu Komutanı Salih (Omurtak) Paşa’ya
19 Haziran 1926’da çektiği telgrafta, “suikast
birkaç serserinin tertip eseri değil, muhaliflerin devrim ve Cumhuriyete karşı
giriştikleri büyük bir ihanet kalkışmasıdır” diyerek açıklayacaktır.11
Karşıtçılar Cephesi
Ziya
Hurşit’ten Kazım
(Karabekir) Paşa’ya dek, konum ve
niteliği ayrımlı birçok insan, katılarak, destekleyerek ya da sessiz kalarak,
suikast girişimiyle ilişkiliydi. Tutuklanarak mahkemeye çıkarılan sanıklar;
doğrudan katılıp uygulayanlar, özendirip örgütleyenler ve duyduğu halde haber vermeyenler olarak,
üç ana kümede toplanmıştı. Gizli siyasi çalışma içindeki eski İttihatçılar,
suikastı örgütleyip uygulayan etkin unsurdu. İçlerinde Kurtuluş Savaşı önderlerinin de bulunduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticileri ise, duydukları halde
haber vermeyenler içine giriyordu.
1926 başından beri büyük kentlerde, özellikle
İstanbul’da, gizli örgütler kurulmuş, bu işte uzmanlaşmış İttihatçılar, sanki Karakol Cemiyeti yeniden kurulmuş gibi
çalışmıştı. Örgütün başında, “eski Maliye
Nazırı Selanik Yahudisi Cavit”12 vardı. “Doğu Masonlarından dostları ve uluslararası bankerlerle ilişkisi olan
Cavit Bey, örgütün perde arkasındaki beyniydi”.13
Suikastçılar başarılı olsaydı, yitirilen yalnızca onun
yaşamı değil, Türk Devrimi olacaktı. “Türkiye halkını ve ondan büyük bir ulus
yaratma görevini”14 yerine getirecek bir başka önder yoktu.
Cumhuriyet çok yeniydi, kadro yetişmemişti. Devrim’i, tek başına o temsil
ediyordu. “O Türkiye’ydi ve onu yok
etmek, Türkiye’yi yok etmekti”.15
Yargılamalar
Ziya
Hurşit ve yanındakilerle başlayan tutuklamalar, soruşturmalarla
birlikte hızla arttı ve paşalara dek uzandı. Cavit Bey ve Doktor Nazım
Bey başta olmak üzere İttihatçılar, 25 milletvekili, Kazım (Karabekir), Ali Fuat
(Cebesoy), Refet (Bele), Cafer Tayyar, Mersinli Cemal Paşalar ard arda tutuklandılar. Yurt dışında olan Rauf (Orbay) ve Adnan’la (Adıvar), bulunamayan eski İzmir Valisi Rahmi Bey, mahkemede bulunmadan
(gıyaben) yargılandılar.
İstiklâl
Mahkemesi, 26 Haziran’da İzmir’de başlayan duruşmalarda, doğrudan
öldürme eylemini ele aldı ve eylemle ilişkili gördüğü sanıkları yargıladı.
Yirmi iki gün sonra, 18 Temmuz’da, Ankara’daki duruşmalarda ise, suikastla
dolaylı bağlantısı olanları içeren, siyasi ağırlıklı yargılama yaptı.
İzmir duruşmalarında ana konu öldürme eylemi, Ankara
duruşmalarında ana konu, “hükümet darbesi
ve rejimi değiştirme” girişimiydi. İzmir’de suikasta katılanlar başta olmak
üzere, içlerinde Albay Arif, Rüştü Paşa, Albay Baytar Rasim, eski Ankara Valisi Abdülkadir ve İttihatçı Kara
Kemal’in de bulunduğu 13 sanık ölüm cezasına çarptırıldı. Paşalar ve bir
bölüm sanık beraat etti. Kalan sanıkların, Ankara’da yapılacak duruşmalarda
yargılanmasına karar verdi.16
Yabancıların İlgisi
Türkiye’de, Devrim’e
karşı ortaya çıkan her hareket, “yabancı
sermaye çevrelerinin” ilgisini çekiyor ve destek alıyordu. Ankara’daki
ulusçu yönetime son vererek eski düzene geri dönmek, Avrupalılar için tutkulu
bir istek, önceliğini yitirmeyen bir amaçtı.
Bu yolla, “Türkiye’nin
zenginliklerine yeniden el konulacak”, koruyucu olarak “Yunanlılarla Ermeniler geri getirilecekti”.17 Ankara
hükümetinin bu oyuna izin vereceğini düşünmek, “bir çılgınlıktı”18, ancak Avrupa’nın Cumhuriyet’e
yönelik kalıcı politikası, Mustafa Kemal’e
yönelen her karşı çıkışı desteklemeyi gerektiriyordu.
Cezalar ve Dış Basın
Ankara
İstiklâl Mahkemesi, elli sanıktan; dördüne ölüm, dokuzuna onar yıl hapis
cezası verdi; otuz yedi sanığı suçsuz buldu. Eski Maliye Nazırı Cavit Bey “bilgi ve düşünce gücüyle”, eski İaşe (Beslenme) Nazırı Kara Kemal ise “örgütçülük yeteneğiyle”19 dikkat çekiyor; Kara Kemal, Dünya Savaşı sırasında
edindiği servete dayanarak örgüte akçalı kaynak da sağlıyordu. Ölüm cezasına
çarptırılan dört kişi, önder konumundaki Cavit
Bey, Kara Kemal, Artvin
Milletvekili Hilmi ve İttihat ve
Terakki’nin sorumlu yazmanı Nail Bey’di.20
Cezaların uygulanmaması için, Avrupa’da baskı düzeyine
ulaşan ve dava henüz bitmeden devreye sokulan, uluslararası bir af girişimi
başlatıldı. “Londra, New York ve
Berlin’deki büyük Yahudi örgütleri, sanıkların bağışlanmalarını sağlamak için
Ankara’ya telgraf üzerine telgraf gönderdi”.21
Cavit
Bey sürgündeyken ona akçalı yardım yapan büyük finans
şirketleri, özellikle Viyana’daki Rothchilds
ve Londra’daki Sassaun Bankerlik
Kurumları harekete geçerek, “İngiliz
ve Fransız Hükümetinden Cavit için acele olarak girişimde bulunmasını”
istediler.22
Batı basını bu konuda yoğun yayın yaptı. Fransız Bakan Albert Sarraut, “Türk-Fransız dostluğu adına ve Gazi düzeyinde girişimde bulunmak için”23
Ankara’ya geldi. Cavit Bey, “yüksek dereceli bir Masondu”.24
Ankara’ya gelen Sarraut da Doğu Mason Örgütü’nün yüksek dereceli
ustasıydı.25
Atatürk,
Sarraut’u Çankaya’da kabul etti ve “Cavit’in affedilmesi için kendisine adeta
yalvaran”26 Fransız Bakan’a şunları söyledi: “Adaletin kılıcı bazen masonlara vurur, ama
tarihin kılıcı daima zayıflara vurmuştur. Ben bu sonunculardan değilim. Bu
adamlar benim hayatıma kastettiler. Bu o kadar önemli değil. Ben hayatımı yüz
kere savaş meydanlarında ortaya koydum ve gerekirse yine koyarım. Ama bunlar,
Türk halkının hayatına kastetmek istediler. Bunu benim affetmeye hakkım yoktur”.27
Ülke içi sorunlara, hangi amaçla olursa olsun, dışardan
karışılmasını hoş görmesi, özyapısına (karakterine) ve devlet anlayışına uygun
değildi. Dışardan gelen örgütlü karışmayı, “komplonun
genişliğinin ve ulaştığı uluslararası yaygınlığının”28 kanıtı
saydı. Af isteğinin geldiği yer, onun için, verilen cezanın doğruluğunun
kanıtıydı.
“Silah Arkadaşları”
Kurtuluş
Savaşı’nı birlikte başardığı “silah
arkadaşlarının”, suikast olayındaki konumları, onun için üzücü olduğu kadar
anlaşılmaz bir durumdu. Devrim atılımlarına destek olmak bir yana, üstelik
yeğin (şiddetli) biçimde karşı çıkmışlardı. Kurdukları partiyle toplumun geri
unsurlarına yönelmişler, siyasi savaşım adına devrime zarar veren bir uğraş
içine girmişlerdi. Devletin elinde, “hepsinin
aleyhinde önemli kanıtlar vardı. Kazım Karabekir, içeriği önemli olmasa da Şeyh
Sait’e mektup yazmıştı”.29
Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası yöneticisi eski komutanlarla, Rauf (Orbay) ve Adnan
(Adıvar) Beylerin, suikastı
duydukları, ancak hükümete haber vermedikleri, sorgular süresince ortaya çıktı. Sarı Edip Efe sorgusunda, “suikastın, Terakkiperver Fırkası Umumi
Heyeti tarafından kararlaştırıldığını” söylemişti.30 Gürcü Yusuf ise, Rauf (Orbay) Bey’in,
suikastı duyduğunda, “ben Avrupa’da
bulunayım, siz ne yaparsanız yapın” dediğini söylüyordu.31
Lord
Kinross, Terakkiperver
Fırkası’nın İzmir Suikastı konusundaki tutumu hakkında şu yorumu yapar: “Bir bilgisizlik uykusu içinde, partilerinin
gizli tedhişçi hareketler için paravan gibi kullanılmasına göz yummuşlardı.
Terakkiperverci Paşalar, gerçekte olup biteni iyice görmüş olsalar, bu duruma
düşmezlerdi. Ama aslında hiç de duyarlı davranmamışlar, komplonun gözleri
önünde gelişmesine seyirci kalarak hükümete haber vermeyi savsaklamışlar,
böylece ülke içinde düzensizlik ve anarşi yaratmaktan dolayı suçlanmayı hak
etmişlerdi”.32
1926’da Ordu Milletvekili olan Faik Bey (Ziya Hurşit’in kardeşi), Başbakan İsmet Paşa ve Mahkeme Başkanı Ali
Çetinkaya’ya, Kazım (Karabekir) Paşa ile ilgili ilginç açıklamalar
yapmıştı. Açıklamaya göre; suikast girişiminden kısa bir süre önce, Kazım Paşa Meclis’te kendisine; “Mustafa Kemal’in Bursa çevresinde gezide
olduğunu biliyorsunuz. Bu sıralar vefat ederse İsmet Paşa’ya karşı ben ne
vaziyet almalıyım” diye beklenmedik bir soru sormuştu.
Faik Bey,
şaşkınlık içinde bu soruya, “İsmet Paşa
bizlerle görüşmez, Meclis’in büyük çoğunluğu elindedir. Eğer görüşmek isterse
sizin başbakan, kendisinin de cumhurbaşkanlığına gelmesini kabul eder”
yanıtını verir. Bu yanıt üzerine Kazım
Paşa’nın yaptığı açıklama, daha da şaşırtıcıdır: “Cumhurbaşkanlığını İsmet Paşa’ya verelim mi?”33
Karşı Devrimin Sonu
İzmir
Suikastı, bitmeyecek gibi görünen tutucu karşıtçılığın son önemli
çıkışıydı. Bu aykırı eylemle kendi sonunu da getirmiş oldu. Türkiye’nin
gelişimi için gerçekleştirilecek yeni atılımların önünde artık, yeraltına
çekilen gericilik dışında, ciddi bir güç kalmamıştı.
Devrimlerin tamamlanarak özgür ve gönençli bir toplum
yaratılması, bu amaca hizmet edecek devlet örgütünün demokratik ve laik ilkeler
üzerinde güçlendirilmesi, artık açık direnişle karşılaşmayacaktı. Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Hükümeti, gerilimli çatışmalar, ölüm çekinceleriyle dolu
savaşımlardan sonra, bundan böyle daha rahat çalışabilecekti.
Halkın Öfkesi
İzmir’deki öldürme girişimi, tüm yurtta büyük bir öfke
dalgasının yayılmasına neden oldu. Suikastı öğrenen halk, o gün sokağa döküldü
ve “alçakların hemen cezalandırılmasını”
isteyen gösteriler yaptı.34 Savcılığın yer gösterme için olay yerine
getirdiği sanıkları, “onları parçalamak
isteyen halkın elinden” polis güçlükle kurtardı.35 Ülkenin her
yerinden ona ve Meclis’e, geçmiş olsun dileklerini ileten ve “suikastçıları lanetleyen” telgraflar gönderildi.
Atatürk,
Suikastın ortaya çıkışından bir gün
sonra, 16 Haziran’da İzmir’e geldi ve suikastın
yapılacağı otelin önünde bir konuşma yaptı. Kemeraltı sokaklarını dolduran “insan seline” karşı yaptığı bu
konuşmada “olayın, başka yerler varken,
düşmandan son kurtarılan şerefli İzmir’de” ortaya çıkmasından duyduğu
üzüntüyü bildirdi; bu tür “alçakça
girişimler, devrimin kutsal ateşini söndüremeyecektir” dedi.36
Benzer bir konuşmayı, kendisini ziyarete gelen İzmirlilere karşı yaptı ve “Ben ölürsem milletimizin, birlikte
yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim. Bu konuda gönlüm rahat.
Düşmanlarımızın son çırpınış hareketleri, bizim devrim ateşimizi söndüremez”
dedi.37
DİPNOTLAR
1 “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu,
Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.7
2 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.496
3 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst-1996, sf.193
4 a.g.e.
sf.193
5 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.496
6 a.g.e.
sf.296
7 “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu,
Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.8
8 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi
Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.267-268
9 “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu,
Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf. 8
10 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi
Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.281
11 “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu,
Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.26
12 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst-1996, sf.194
13 a.g.e.
sf.194
14 a.g.e.
sf.193
15 a.g.e.
sf.193
16 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay.,
8.Basım, İst.-1983, sf.274
17 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf. 271-272
18 a.g.e.
sf.272
19 “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Rejiminin
Kurulması 1923-1931” Mete Tuncay, Tarih Vakfı Yurt Yay., 3.Baskı,
İst.-1999, sf.169
20 “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu,
Tekin Yay., 2.Bas., 1993, sf.93 ve 95
21 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.275
22 a.g.e.
sf.275
23 a.g.e.
sf.275
24 a.g.e.
sf.272
25 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst-1996, sf.198
26 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.275
27 a.g.e.
sf.275
28 a.g.e.
sf.275
29 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay.,
İst-1996, sf.191
30 “Gazi Paşa’ya Suikast” U.Mumcu, Tekin
Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.15
31 a.g.e.
sf.11
32 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.499
33 “Gazi Paşa’ya Suikast” U.Mumcu, Tekin
Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.33-34
34 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.497
35 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV”
Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.196
36 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit.,
12.Baskı, İst.-1994, sf.497
37 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi
Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.270
İzmir davası bir kumpas olmalıydı. Çünkü İngiltere'nin orada yargılananlardan unutamadığı kuyruk acısı vardı. İngilize ilk yenilgiyi yaşatan Karadeniz ve Kars-Erzurum kurmayları burada yargılandı. Erzurum komiseri Ravlington'u esir alan Kazım Paşa ve Ravlington'u takas eden Mehmet Arif Bey, dahası Malta kalesindeki esir Türkleri (Kars Cumhuriyeti parlamenterleri) denizaltıyla kaçırıp kurtaranlar, bu kaçırmanın uluslararası kurmayları, BAKÜ Türk kurultayını düzenleyenler, o kurultaya katılan 225 delegenin başındaki 5 kişiden Albay Arif Bey ve Rizeli Necati Memişoğlu, muhteşem bir kadro İzmir'de kumpasa düşürüldü. Ziya Hurşit bir tuhaf delikanlı,onu öne çıkarmaları ciddiyetsizliği belli ediyor, İngiliz kamuflajı o.
YanıtlaSilİngilizin yenilgisi Kars 1918 yenilgisiyle başladı; Parlamentoyu basıp parlamenterleri Malta'ya götürmüşlerdi, bizim kahramanlarımız da gidip İngiliz işgaline son vermişlerdi, içlerinde Rizeli kahramanlar (Necati Memişoğlu, İpsiz Recep, Çanakkale kahramanı Top.Teğm.S.Asaf) var. 20 Mayıs 1919'da Samsun Kavak karakolundan esir alınan İngilizler,Merzifon İngiliz üssünün ele geçirilmesi, Amasya sokaklarında elleri bağlı İngiliz askerlerinin yürütülmesi...Ve Amasya'da halk İngilizi yeneceğine inandı, ihtilal bildirgesini onayladı.
Demem o ki, İngiltere büyük yenilgiyi Karadeniz'de ve Malta'da yaşamıştı, kuyruk acısını orda yaşadı ve kuyruk acısını İzmir'de bu tertiple çıkardı.
Tıpkı Balyoz Ergenekon davalarında vatansever subaylara ve aydınlara yapılan kumpas gibi.
Biraz şüphelenen kafasına soru takan herkes, örneğin neden Halide Edip (mandacı Halide) kocasıyla birlikte İngiltere'ye kaçtılar?
İzmir mahkemelerini araştırmış olan Hurşit Tolon Paşa bu davaların benzerliği kanaatini bizzat bana söylemiştir.
Tarihten silinen, bir kahramanlık destanı olan
Malta'dan kaçışı anlatan tarihçiler çıksın bekliyorum. O tahtelbahirin kaptanı ve personeli ve onları oraya kadar programlayan Bakü Kongresinin bağlantıları, Sultan Galiyefler mi, Troçkiler mi, çünkü Odesa limanından kalkmış bu kahraman tahtelbahir, bunları merak eden tarihçiler, belgeselciler... Malta Sürgünü yazar Aka Gündüz'ün anılarında ipuçlarını bulacaktır.
İzmir kumpasında hayatını kaybeden kahraman Mehmet Arif'in kuzeni ve damadıydı ve Atatürk onu Ankara Milletvekili yapmıştır. Eğer Atatürk Arif Beyin İzmir olayında suçlu olduğuna inansaydı damadı ve kuzeni Aka Gündüz'ü 1934'de milletvekili yapmazdı.
Böyle davalarda, tıpkı Balyoz davası gibi, tıpkı 1881 Yıldız Mahkemesinde Mithat Paşa ve arkadaşlarına yapıldığı gibi, arkasında İngiliz parmağı olmadan böyle büyük kumpas davaları açılamaz. Tarihten ders alarak, baştan şüphelenerek bakmakta fayda var. Ve sonunda gördük ki Atatürk'ün ölümü de böyle soru işaretleri bırakmıştır.
Mahiye Morgül
Bu blogun yayıncısı editörü neden isimsizdir, anlamıyorum. Yanlışlarla dolu giriş paragrafında muhatabımız kimdir, belli değil.
YanıtlaSilYanlışlar çelişkiler orda dururken,birileri bu paragrafı alıntı yaparsa kimi kaynak gösterecek... Bu durum kısır tartışmalarla insanları meşgul etmeye varır, etik değildir.
İlk paragrafta Atatürk'ün "Mezarbaşı nutku" olarak bilinen sözleri karma karışıktır. Sınıf arkadaşı Arif Beyin mezarı başında söylenmiş sözler kolaj montajlarla bu hale gelmiş.
Tarih olarak da yanlış var, mahkeme başladıktan üç gün sonra mezarbaşı nutku olmaz,mahkeme devam ediyordu kendisi Adana gezisindeydi, mahkeme kararı kendi önüne bile getirilmeden mahkeme başkanının kararı uygulama yetkisi vardı, meclis onayı yoktur bu kararlarda. İnfazdan bir hafta sonra İzmir'e gittiğinde, "mahkeme savunmanın talep ettiği belgeleri yeteri kadar incelememiş" veya bu mealde bir ifadesi vardır, biliyoruz.
Bu davada kumpas mağduru arkadaşlarını birkaç yıl sonra affedecek ve çoğunu meclise kendisine güven çemberi oluşturmaya milletvekili yapacaktı. On yıla kalmadan 1932 kuşatmasını yaşadı ülkemiz, bunu hiç yazmazlar. Eğitimi ele geçirdiler önce.
Bunu farkeden Atatürk Masonik dış çevrelerden gelen baskıları göğüslemesi gerekiyordu. Mahkemeden sağ kurtulanları meclise aldı.
Cavit Beyi bu yazıda Masonik vs suçlamalarla zabıtlara geçirmişler, tuhaf gelmiyor mu?
Atatürk'e 1932'den itibaren İsrail'in kuruluşu için İngiltere'den gelen baskılara aracı olmaları sebebiyle mi Mason Cemiyetini kapattı Atatürk. 1936'de Kral Edward'a Dolmabahçe yemeğinde "Ben sağ olduğum sürece asla" cevabı verecekti ve çizmeleri giyinip İskenderun'u Fransızlardan alacaktı. Bu cevabın karşılığı değil miydi Fransız toplarının Tunceli dağlarına taşınıp orda çıkartılan 1937 Tunceli ayaklanması?
Bunlar bir tarih şeridi gibi, birbirinin sebep ve sonuçlarıdır, tarih kesintisiz akıyor. Emperyal batı sermaye grupları krize girdikçe bizim topraklarımıza dalarlar, yine aynı şeyleri görüyor yaşıyoruz.
Mahiye Morgül
facebook sayfanız var mı?
YanıtlaSil