25 Ağustos akşamı, Anadolu’nun dış
dünyayla haberleşmesini tümüyle kesti. Karargahını Şuhut yakınlarındaki dağlık
bölgeye, oradan Kocatepe arkasındaki bir tepeye taşıdı. 26 Ağustos sabahı, gün
doğumuna bir saat kala, savaşı yöneteceği Kocatepe’ye geldi. Kurtuluşun ve
uluslararası saygınlığın, göstermelik barış görüşmelerinden, siyasi ödünlerden
değil, savaş meydanlarından geçtiğini biliyordu. “Ülkemizdeki düşmanı silah gücüyle çıkarmadıkça, ulusal gücümüzün buna
yeterli olduğunu eylemsel olarak göstermedikçe, siyasi alanda umuda kapılmanın
yeri yoktur... Güçten ve yetenekten yoksun olanlara değer verilmez. İnsanlık,
adalet ve mertlik gereklerini; bu niteliklerin kendilerinde bulunduğunu
gösterenler isteyebilir” diyordu.
Büyük Savaş
1922 yazında, ordu savaşa hazırdı. Son bir yıl içinde, içte ve dışta yoğun
bir siyasi mücadele yürütülmüş ve yoksunluklar içinden 200 bin kişilik bir ordu
çıkarılmıştı. Silah ve cephane bulunmuş, birlikler donatılmış ve ordu alt
düzeyde de olsa beslenebilir duruma getirilmişti. Silah gücü olarak, Yunan
Ordusu’na tam olarak yetişilememişti ama yaklaşılmıştı.
Mustafa Kemal, kurtuluşun ve uluslararası saygınlığın, göstermelik barış
görüşmelerinden, siyasi ödünlerden değil, savaş meydanlarından geçtiğini
biliyordu. “Ülkemizdeki düşmanı silah
gücüyle çıkarmadıkça, ulusal gücümüzün buna yeterli olduğunu eylemsel olarak
göstermedikçe, siyasi alanda umuda kapılmanın yeri yoktur... Güçten ve
yetenekten yoksun olanlara değer verilmez. İnsanlık, adalet ve mertlik
gereklerini; bu niteliklerin kendilerinde bulunduğunu gösterenler isteyebilir” diyordu.1
Tek Vuruş
Amacı, savaşı bir tek darbeyle bitirmekti.2 Bu,
gerçekleştirilmesi kolay olmayan riskli bir amaçtı. Bütünlüğü olan, iyi
düşünülmüş gerçekçi bir stratejinin belirlenmesi, bu stratejiyi yaşama
geçirecek yaratıcı taktiklerin geliştirilmesi ve bunların hiçbir aksamaya
meydan vermeden uygulanması gerekiyordu. Bu zorlu uğraş, başkomutan olarak
ancak onun yapabileceği bir işti.
Savaşı, kesin bir vuruşla bitirmeyi amaçlayarak ulusun ortaya çıkarabildiği
olanakların tümünü ortaya sürüyordu. Ancak, herşeye karşın olumsuz bir sonuçla
karşılaşılırsa, ulusal direnişin sürdürülebilirliğini sağlamak için önlem
almayı gözardı etmiyordu. Güvenliğe önem veren ve askerlik mesleğinin çağdaş
ilkelerini iyi bilen, hatta bu ilkelere evrensel boyutta katkı koymuş bir asker
olarak tüm hazırlığını yapmıştı.
Gizliliğe özen gösteriyordu. Yaptığı stratejik
planın başarısı, her şeyden önce baskın biçiminde geliştirilecek ani saldırıya
dayanıyordu. Ordu komutanlarıyla 27 Temmuz’da, ordulararası futbol turnuvasını
izleme görüntüsüyle Akşehir’de toplantı yaptı. Saldırı zamanını orada belirledi.
Kocatepe
25 Ağustos akşamı, Anadolu’nun dış dünyayla haberleşmesini tümüyle kesti.
Karargahını Şuhut yakınlarındaki
dağlık bölgeye, oradan Kocatepe arkasındaki bir tepeye taşıdı. 26 Ağustos
sabahı, gün doğumuna bir saat kala, savaşı yöneteceği Kocatepe’ye geldi. “Düşüncelerine
gömülmüş, konuşmuyordu. Durmadan Doğu’ya, güneşin doğacağı ufka bakıyordu.
Orada kızıl pırıltı belirip, Anadolu yaylasına güneş doğarken birden,
gürüldeyen bir gök gibi, topçu baraj ateşi başladı. Yunan Ordusu uykusundan
uyandı. Birçok komutan, o gece Afyon’da gittikleri balodan ancak iki saat önce
dönmüştü”.3
Bütün komutanlara, birliklerini cephe hattından
yönetmelerini emretmişti. Çevreleri, ele geçirilmesi gereken ve bir çanak gibi
giderek yükselen sarp ve kayalık tepelerle sarılıydı. Her biri bir Türk
tümenine hedef gösterilen bu tepeler, zirvesine dek yokuş yukarı bir hücumla
alınması gerekiyordu.
‘Kanlı’ Savaş
Çok kanlı bir savaş başlamıştı. Kuran okunarak kılınan sabah namazından
sonra erler, başlarında subayları olmak üzere, bir yılda hazırlanan ve
geçilemez denilen demir örgülerin, dikenli tellerin üzerine atıldılar.
Lord Kinross, ilk saldırı anını ‘Atatürk’ adlı
kitabında şöyle betimler; “Yunan
mitralyözleri, dalga dalga gelen Türk askerlerini ot gibi biçti. Biraz sonra,
ölüler tel örgülerin önünde ehramlar gibi üst üste yığılmış, katı toprağın
yüzünde akan kanlardan kızıl gölcükler oluşmuştu. Ancak arkadan gelenler,
arkadaşlarının ölüleri üzerine basarak tırmanıyor ve tel örgüleri aşıyordu.
Kemalettin Sami, bu kırıma fazla bakamadı, başını çevirdi. Sonra tepeden bir
imamın ezan sesini duydu. O zaman anladı ki, mevzi ele geçirilmiştir”.4
Ani Vuruş
Sabah dokuz buçukta, yani birkaç saat içinde, iki tepe dışında tüm hedefler
ele geçirilmişti. Ani vuruş tam olmuştu. Yunanlılar, bir aydır kendilerine
yaklaşan ve bir gece önce gizlice yamaçlardan tırmanıp yanlarına dek sokulan
Türk birliklerinin varlığını, akıllarından bile geçirmemişlerdi.
Büyük saldırıyla karşı karşıya olduklarını çok geç anladılar.
Anladıklarında da artık iş işten geçmiş, savaşı hemen hemen yitirmişlerdi. Türk
süvarileri arkalarından dolaşarak İzmir demiryolunu kesmiş ve çemberi
tamamlamıştı. Koskoca Yunan Ordusu yok olmak üzereydi.
Dört gün sonra, 30 Ağustos’ta, büyük saldırı
tamamlandığında, Anadolu’daki Yunan Ordusu’nun yarısı, yani yüz bin asker yok
edilmiş ya da esir alınmıştı. Ordu Komutanı General Trikopis karargahıyla birlikte, tutsak edilmişti. Ordu’nun diğer
yarısı, “köyleri, kentleri, ekinleri
yakarak; erkek, kadın, çocuk önüne gelen herkesi öldürerek bir sürü halinde”5
denize doğru kaçıyordu. Anadolu’ya gelirken aldıkları “yok etme emrini”, kaçarken bile yerine getiriyorlardı.6
Zafer
Karargahını savaş alanına yakın, harap olmuş bir köye taşımıştı. Onun
geldiğini duyan köylü kadınları çevresinde toplanmış, ürkek ve sıkılgan
tavırlarıyla, Yunanlıların kendilerine yaptıklarının öcünü almasını istiyordu.
Çadırından çıkarak bir sandalyeye oturdu; üstleri başları paramparça, kan
ve toz içinde gelen Yunan esirlere bakmaya başladı. Aşırı neşesi gitmiş, yerini
düşünceli bir hal almıştı. Ne kadar alışık olsa da savaşın vahşiliği, bu
yıkıntı sahnesi onu sarsmıştı. Yanında bulunan emir subayına, savaşların
yarattığı yıkımdan ne kadar tiksindiğini açıkladı. Yerdeki bir Yunan bayrağını
göstererek, kaldırılmasını ve bir tüfeğe sarılmasını emretti.7
Önüne getirilen esirler arasında, Selanik’ten
tanıdığı bir subayı gördü. Esir Yunan subayı, omuzlarında bir işaret görmeyince
rütbesini sordu. Şimdi ne olmuştu; binbaşı mı, albay mı, yoksa general mi? Mustafa Kemal, Mareşal ve Başkomutan
olduğunu söyledi. Yunanlı, ‘bir başkomutanın cepheye bu kadar yakın yerde
olması, görülmüş şey değil’ dedi. O gülerek, ‘yakında Selanik’i alıp,
bağımsız bir Makedonya kuracağız. Seni orada komutan yaparım’ dedi.8
DİPNOTLAR
1 “Nutuk”
M.K.Atatürk, II.C., T. T. K. Yay., 4.Bas., 1989, sf.861-863
2 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir, II.C., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf. 511
3 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12 Bas., İst.-1994, sf.367-368
4 a.g.e. sf. 369
5 a.g.e. sf. 370
6 a.g.e. sf. 370
7 a.g.e.
sf. 371
8 a.g.e. sf. 371
Başta, BÜYÜK ÖNDERİMİZ GÂZÎ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK olmak üzere, bu milletin bekası için canını-malını vermiş tüm atalarıma Allah'tan rahmetler, mekanlarının Cennet olmasını dilerim!
YanıtlaSilBu, hiç de kolay elde edilecek bir zafer değildir! Yürek ister, dirayet ister, irade ister, ilim ister... ve tabii, biraz da delilik...
Büyük ATATÜRK, bunu başarmıştır ve bilumum emperyalistin ağzını açık bırakmıştır!
Şimdilerde bize düşen ise; böyle şanlı geçmişimizle haklı olarak övünmenin yanında hatta daha da ötesinde, bu ruhu tekrar canlandırmak ve bu ülkeyi tekrar tam bağımsız yapacak adımları birlik içinde atmak olmalıdır! Ne yazık ki, "keşke yunan galip gelseydi..." diyecek kadar hainleşen zihniyetin temsilcilerini yıllardır başımızda taşıyoruz, bu da bir zillet olarak, 'millet olamamış' bir millete yeter !!!