Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz
yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için çatışma,
ülkeler ve bölgeler arası gerilim, askeri ve ekonomik savaşım, dün olduğu gibi
bugün de yaşanıyor. Gücün belirleyiciliği, geçerli kural olmayı sürdürüyor. Yüzyıl
başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa sömürgeciliğine
karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya çekişmesi var. Yüzyıl
başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri, Ortadoğu ve
Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-Doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini Batı Asya
ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak bugün
aynı yere geri döndü.
Yeni Yüzyıl
20.Yüzyıl için birçok tanımlama yapılabilir.
Yapılmıştır da. İnsanların yargılarındaki önceliğe dayalı her tanımın, gerçeği
ne kadar yansıttığına kuşkusuz tarih karar verecek.
Değerlendirme ve saptamaların tümü, gerçeği
değişik oranlarda içinde barındırıyor. Zaman içinde oluşan tarih, kesintisiz,
yinelenmez ve değişken bir süreç. Tarih, yaşanır ve ders çıkarılır ancak
yinelinemez. Öncesi tarafından belirlenen sonrasını belirleyen sonsuz bir süreçtir tarih.
Yaşamın sürekli akışı içinde, yüzer yıllık zaman
dilimleri kuşkusuz herşeyi anlatmıyor. 21.Yüzyıl belki otuz yıl önce başladı ya
da yirmi yıl daha sürecek. Önemli olan zaman dilimleri değil, süreçler ve
etkileri. Köleci toplum bin, feodal toplum sekiz yüz yıl sürdü. Bu dönemlerde,
bir değil birkaç yüzyıl, önemli bir toplumsal değişim olmadan geçti.
20.Yüzyıl kuşkusuz farklı. On ya da yirmi yılda ortaya
çıkan gelişmeler, birçok kişinin kavrayamayacağı kadar hızlı. Teknolojik
gelişmeler, ülkeler arası ilişkiler, toplumsal dönüşüm ya da çözülmeler
olağanüstü hızlanmış durumda.
Kimilerine göre; insanlık, varsıllığı, eşitliği ve
evrensel barışı gerçekleştirecek altın çağa girmek üzere. Üretilen değerlerin
dolaşımında küresel bir devrim yaşanıyor. Sınırlar önemini yitiriyor, insanlar
tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirlerine yakınlaşıyor, evrensel bir
uygarlık doğuyor.
Kimilerine göre ise; insanlar, yaşamsal
gereksinimlerinin esiri olmadan, ruhlarının ezilmediği, özgür ve barışçı bir
yaşam çevresini henüz yaratabilmiş değil. İçinde bulunduğu koşullardan hoşnut
olmayanlar, gelecek umutlarını iyimser kılamıyor, geçmişe özleme yöneliyor.
Dünyanın büyük bölümünde insanların yoksulluğu artıyor, az sayıdaki varsıl
ülke, ayrıcalıklarını yitirmemek için her yolu deniyor.
20.Yüzyılı Anlamak
Geleceğin alacağı biçimi görebilmek için geçmişin doğru
kavranması gerekiyor. 20.Yüzyılı anlamadan, günümüzde doğru adım atmak ve kendi
geleceğine egemen olmak olası değil.
19.Yüzyıl sanayi devrimi ve nüfus patlaması, Batı Avrupa
sömürgeciliğini yeni bir aşamaya getirmişti. Özellikle yüzyıl sonundaki üretim
ve sermaye artışları, denizaşırı ülkelerin önemini daha da arttırdı. Tekelleşen
büyük şirketler, mal yanında sermaye de ihraç etmeye başladılar. Başlı başına
bir güç haline gelen mali sermaye, tekelleşme eğilimlerini hızlandırarak
liberal dönemi sona erdirecek yeni bir süreci, emperyalizm dönemini başlattı.
Sömürgelerin önemi artarken, ondan daha çok pay almak isteyenlerin sayısı
arttı.
Almanya, ABD, Japonya ve İtalya, sahip
oldukları toprakların gelişen sanayilerine yetmediğine inanıyorlardı. 19.Yüzyıl
sonlarında, dünyanın 43 milyon kilometrekare toprağı, 4 büyük ülke tarafından
sömürgeleştirilmişti. İngiltere’nin 27.2, Fransa’nın 11.3, Almanya’nın 2.6 ve
ABD’nin 1.6 milyon kilometrekare sömürgesi vardı.1
19.Yüzyılın Mirası
Sömürgecilik yarışına en son katılan ABD, 1898’de
İspanya’yı yenmiş, Küba ve Filipinler’i ele geçirmiş ve dünyaya yayılmaya
başlamıştı. Amerikan yayılmacılığının kuramını oluşturan Amiral Alfred
Thayer Mahan, 19.yüzyıl sona ererken ABD Hükümetine şu öğütleri veriyordu: “Tarihi
dikkatle okuyunuz, uluslararası sorunları akıllıca değerlendiriniz. Denizlerde
gerekli denetimi sağlamayla; ulusal ticaret, ulusal refah ve ulusal büyüme
arasındaki açık ilişkiyi değerlendiriniz ve üzerinize düşen rolü uygulamaktan
çekinmeyiniz. Hıristiyan uygarlığını Doğu Asya’nın şiddetli saldırılarına karşı
savunmaya hazırlıklı olunuz”.2 Mahan bunları söylerken
gelişmeleri yeterli görmeyen Amerikalı Henry Cabot Lodge; “Büyük
ülkeler dünyayı paylaşıyorlar. Amerika bu gidişe ayak uydurmalıdır” diye
telaşlanıyordu.3
ABD, Mahan’ın önerileri yönünde Deniz Kuvvetlerini
güçlendirip dünyadan daha çok pay almaya hazırlanırken, aynı hazırlık Almanya
ve Japonya’da da yapılıyordu. Alman generali Baron Walther Vori Lüttwitz şunları
söylüyordu: “19.Yüzyılda genel paylaşıma katılmakta çok geciktik. Ancak
ikinci bir paylaşım gelmek üzeredir. Bizi bekleyen kaynakların zenginliğini
anlamak için; yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Uzakdoğu’nun yeni
Hindistan’ı olan Çin’in tecridi ve birçok Güney Amerika ülkesinin içinde
bulunduğu dengesiz koşullara eğilmemiz gerekir. Herkesi ürkütecek kadar güçlü
olmalıyız. Bu konuda artık yitirilecek zamanımız kalmamıştır”.4
Baron Lüttwitz kendi açısından haklıydı. Çünkü
Almanya, dünyanın yeniden paylaşılması için 30 yıldır hazırlanıyordu.
1887 yılında Almanya’yı ziyaret eden
Amerikalı gözlemci Henry Adams; “Almanya dünya çapında şaşırtıcı bir
güç olmuştur. Bu güç onu barut tozu deposu haline getirmiştir. Bütün komşuları
onun patlayacağı düşüncesiyle dehşet içindedir ve bu patlama er ya da geç
olacaktır”.5
Kıran Kırana Savaşım
20.Yüzyıla girilirken, sömürgeler için kıran kırana bir savaşım
vardı. Bu savaşımda, amaca yönelik başarı için her türlü girişim yapılıyor; tutucu
alışkanlıklardan, inanç ayrımlarından ve yerel karşıtlıklardan
yararlanılıyordu. Kabileler, cemaat toplumları ve despotik yönetimli geri
ülkeler; kimi zaman askeri eyleme bile gerek duyulmadan, kolayca etki altına
alınıyorlardı.
Ancak tüm baskı ve engellemelere karşın,
sömürge ve yarı sömürge ülkelerde ulusçu devinim oluşmaya başlıyor ve bu devinimin
öncüleri, hem sömürgecilerle ve hem de onların yerel işbirlikçileri olan gerici
unsurlarla çatışıyorlardı.
Ulusçu Devinimler
20.Yüzyıl başlarında yayılmaya başlayan ulusçu
hareketlerde iki temel eğilim egemendi; daha çok aydınların arasında yaygın
olan mandacılık ve genellikle din adamlarının öncülük ettiği, yerel geleneklere
dayalı dinsel tepki. Karşısında olduğu gücün niteliğini ve amacını kavrayamayan
her iki eğilim de doğal olarak etkili olamadı. Tam bağımsızlık kavramı ise
henüz sömürge dünyasının gündemine girmemişti.
Yüzyıl başında, 1898–1901 Çin–Boxer,
1899–1902 Güney Afrika Boer ve 1911–1916 Meksika–Zapata ayaklanmaları
ulusal bağımsızlığa yönelen anti–emperyalist savaşımlar değil, yerel ölçekli
çatışmalardı. Emperyalizme karşı ilk başarılı karşı çıkış Türk Devrimi’dir. 1919–1923 Türk Kurtuluş
Savaşı’nın beklenmeyen başarısı ulusal bağımsızlık kavramını, sömürge ve yarı
sömürgelerin gündemine kalıcı bir biçimde sokmuştur.
Petrol Ve Ortadoğu
Süveyş kanalının açılmasından sonra Mısır, petrol
bulunduktan sonra da Ortadoğu özel önem kazanmıştı. Başta İngiltere olmak üzere
Batılı devletler Süveyş Kanalı ile Uzakdoğu ulaşımını kısaltmışlar ve
kolaylaştırmışlardı. Rusya, Trans–Sibiryan demiryolunu bitirmiş, Avrupa
ovalarını Çin’e ve Hindistan’a bağlayan eski kervan yolunu canlandırarak
Avrasya’da etkili olmaya başlamıştı.
Almanlar, Abdülhamit’den aldıkları
imtiyazlarla Bağdat Demiryolu’nu yaparak kendilerine, Uzakdoğu yolunu açmışlardı.
Çin merkezli Uzakdoğu, Türkiye merkezli Ortadoğu ve etnik karışıklıklar
içindeki Balkanlar, emperyalist devletlerinin aktif mücadele alanları haline
gelmişti. Bu alanlar için ortaya çıkan gerilim ve çatışmalar, 20. yüzyılda iki
dünya savaşına yol açmıştı.
21.Yüzyıl
21.Yüzyılda bu bölgeler hâlâ birinci derecede
çatışma alanlarıdır. Çin, uğrunda çatışılan bir sömürge olmaktan kendini
kurtardı, ama şimdi petrol ve doğalgaz başta olmak üzere zengin yeraltı
kaynaklarıyla Avrasya var. Japonya Uzakdoğu’yu “arka bahçesi” haline
getirmek üzere ama özellikle ABD’nin Pasifik’ten vazgeçmesi mümkün değil. Çin,
yükselen gücüyle bölgenin yeni oyuncusu.
Batılılar Sovyetler Birliği’nden 1990’a dek uzak durmak
zorunda kaldılar ancak Rusya bugün “Çarlığa geri döndü.” Batılılar, Atatürk
ve Tito’nun bölgeye yönelik bağımsız politikaları nedeniyle
Balkanlar’da uzun süre etkili olamadılar ama Balkanlar şimdi yine “cadı
kazanı”.
1938’e dek Türkiye’ye sokulamadılar ama
Türkiye artık 30’lu yılların Türkiye’si değil. Ortadoğu’da oynanan “oyun” da,
“oyuncular” da aynı. Değişen yalnızca zaman ve teknoloji.
DİPNOTLAR
1 “Dünya 1900” James
Joll20. Yüzyıl Tarihi, Arkın Kit, Sayı:1 sf.3
2 “Mahan’a Göre Deniz
Gücü”, William E. Livezey, Harp Akademileri
Komutanlığı, Deniz Harp Akademisi Yay., 1979, sf.63
3 “Emperyalizme Tepki:
Milliyetçilik” G. Barraclough, a.g.e. S:13,
sf.243
4 a.g.e. sf.45
5 “The History of
Germany Since 1789” Golo Mann, New York:
Praeger 1968, sf. 65 ak. Jeffrey E. Garten “Soğuk Barış” Sarmal Y., sf.
66
6 “Yeni Ekonomi” Malcolm
Falkus, 20. Yüzyıl. Tarihi, Arkın Kit., sf.116
7 “Bitmeyen Oyun”, Peter
Hopkirk, Sabah Kitapları, sf.9–5
8 a.g.e. sf.67
Teşekkürler Metin Bey
YanıtlaSilİyi ki varsın duyarlı Metin Aydoğan
YanıtlaSilSağol Derya, Teşekkürler Sevgili Burhan.
YanıtlaSilBu ülkeyi yönetenler, acaba bu yazıları okuyorlar mıdır?
YanıtlaSilAdı 21 de olsa dünya hala 20.yy bitiremedi.. çünkü yarım kalan hesapları var
YanıtlaSil