5 Ocak 2019 Cumartesi

ARAPÇA YAZIP TÜRKÇE KONUŞMAK



Arap abecesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor, öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında, ‘kaynağını dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler’ ve ‘ses boşlukları’ vardı. Osmanlı Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok kere yazım (imla) yanlışı yapmaktan kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil oluşmuştu. Bir yanda, ‘enderun devşirmelerinin kullandığı, yazılan ama konuşulmayan saray dili’ öbür yanda ‘kitlelerin kullandığı, konuşulan ama yazılamayan halk dili’ vardı. Halkı yazılı edebiyata uzak kılan bu durum, halkla aydınları da birbirinden uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan bir halktan ya da halksız aydınlardan oluşan, düşünsel çoraklık içinde bir ülke haline gelmişti.

Türkler ve Türkçe

Türkler, Müslümanlığı kabul etmeden önce, tümü ilk olmanın özgünlüğünü taşıyan ‘birçok abece türü geliştirdiler’1; bunları dönemlerini aşan bir yetkinlikle yazıya döktüler. Türkçeyi sağlam kılan, binlerce yıla dayanan olgunlaşma ve yazıya dönüştürme kurallarının yarattığı bu zenginlikti.
Göktürk ve Uygur abeceleri benzerlerinin en ileri örnekleriydi. Alman kazıbilimcilerin Turfan’da bulduğu ve Le Cog’un 1890’da yayımladığı Altay abecesinde 38 harf bulunuyordu.2

Arapça ve Farsça

Türkler yaklaşık bin yıl, ‘Türk diline uymayan’3 Arap harflerini kullandı. Bu uzun dönem içinde Türkçe, Arapça ve Farsça sözcüklerle doldu ve Osmanlıca denilen karma dil içinde, Türkçe sözcükler giderek azaldı. Ancak, Türkçe’nin kök sağlamlığı, yabancılaşmaya karşı direnmeyi başardı ve halk dilinin saflığı korundu.
Türkçeyi Arap harfleriyle yazmak, bilimden ve mantıktan o denli uzak bir uygulamaydı ki, Fransız tarihçi Benoit Mechin bu uygulama için; “Türkçeyi Arap harfleriyle yazmak, Fransızcayı ya da İngilizceyi, İbrani alfabesiyle yazmak kadar aykırıdır” diyecektir.4

İlk Yenileşme Girişimleri

Harf değişimi ve yazının kolaylaştırılması için ilk yenilik önerisi, 19. yüzyıl ortalarında Münif Paşa’dan geldi. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de (Osmanlı Bilim Derneği) verdiği bir konferansta konuyu dile getirmişti. Yine o dönemde, Ali Suavi ve Namık Kemal dil sorununu tartıştılar. Şinasi ve Emüzziye Tevfik bir takım düzeltme girişiminde bulundu. Şemsettin Sami ve Yenişehirli Avni, değişik yenileşme görüşleri ileri sürdüler. Azeri yazar ve düşünür Fethalı Ahundzade, 1863’de İstanbul’a gelerek, yeni bir abece önerisinde bulundu.5
1908’deki 2.Meşrutiyet’ten sonra abece ve yazı sorunları yeniden tartışıldı. Enver Paşa, ‘yalnızca orduda kullanılmak üzere’ Arap harflerini ‘birbirinden ayırarak yazan’ bir abeceyi uygulamaya soktu. Buna, o dönemde ‘Enver Paşa Yasası’ denilmişti. Milaslı Dr.İsmail Hakkı, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Ispartalı Hakkı gibi yazar ve eğitimciler, yazı yenileşmesi konusunda çalışmalar yaptılar; komisyonlar dernekler kurdular, Dr.Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı (Kılıçoğlu), Hüseyin Cahit (Yalçın), Celal Nuri (İleri), Hafız Ali Efendi, Latin harflerine geçilmesi için yazılar yazdılar.6

‘Gordion Düğümü’

1850’lerden beri sözü edilen, ancak somut bir sonuca ulaştırılamayan yazı sorunu, 1928’de, ‘Gardion düğümünü kesen bir kesinlikle’ ve ‘Latin harflerine dayanan Yeni Türk Abecesi kabul edilerek’ onun tarafından çözüldü.7
Gerçekleştirilmesi güç bu işi, Türk abecesine yani aslına geri dönme olarak görüyordu. Harf yenileşmesini, Türkçeye zarar vermeyen; tersine, ona uygun biçimsel değişim sayıyor, yeni harfleri, ‘Latin harfleri diye anılmakta olan şekiller’ diye tanımlıyordu.8
Ona göre önemli olan, biçim değil kullanım kuralları ve Türkçeyi geliştirecek yöntemlerdi. Latin harflerini Türkçeye o denli uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri, ‘Yeni Türk harfleri’ olarak tanımladı.9 Yeni abece, ‘Latin esası denilen kökten olmakla birlikte’; Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ya da bir başka ulusun abecesi değildi. ‘Kendi özellikleriyle başlı başına bir Türk abecesiydi’. Üstelik diğer dillerde varlığını sürdüren kusurlardan sakınılarak düzenlendiği için, ‘tüm dünya abecelerinin en olgunuydu’.10

Arapça Türkçe Çelişkisi

Arap abecesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor, öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında, ‘kaynağını dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler’ ve ‘ses boşlukları’ bulunuyordu.11
Arapçanın, ‘Türkçenin ses uyumu kurallarıyla uzlaşması olanaksız’12 bir takım kalıpları vardı. Türkçeyi ve Arapça’dan Türkçeye yerleşen sözcükleri, Türk ses uyumu kurallarına göre Arap harfleriyle yazmak gerektiğinde, yazım güçlüğü yanında, ciddi anlam bozuklukları da ortaya çıkıyordu. Türkçe, yüzyıllar boyunca, Arapça adına zorlanıp ağır bir baskı altına alınmıştı. Buna karşın, sağlam sözdiziniyle (sentaks) onu kullananların düşünüş biçimini ve mantığını hala yansıtabiliyor ve kökleri çok eskiye giden güçlü yapısıyla, her türlü yabancı karışmaya direnebiliyordu.
Türkçe’nin mantığı, ne Arapçaya, ne Farsçaya ve ne de Batı dillerine benziyordu.13 Apayrı özellikleri, kendine özgü işleyişi vardı. “Birçok dilin etkisiyle karşılaşmasına karşın, erimemesinin nedeni, sahip olduğu sağlam sözdiziniydi (sentaks)”.14
Türkçe’den başka herhangi bir dil, bu denli uzun ve yoğun bir baskıya dayanamaz, varlığını sürdüremezdi.

Uyumsuzluk

Arap harfleriyle okuma yazma öğrenmek, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada harfler, sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde farklı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma çağına gelmiş Türk çocukları için büyük bir sıkıntı kaynağıydı.
Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için geliştirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften fark elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma yazma öğrenmede ciddi bir engel durumundaydı. Çocuklar, herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada, ezberciliği zorunlu kılıyordu. Okuma yazma bilen yetişkinler bile, yazım yanlışlarından tam olarak kurtulamazlardı.

Türkçeye Engel

Arap harflerinin kullanımı, Türkler için olduğu kadar, ülkedeki azınlık uyruklar için de sorun yaratmış, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçenin yaygınlaşmasını engellemişti. 19. Yüzyıl sonlarında nüfusun hemen yarısını oluşturan Rum, Ermeni, Yahudi gibi Müslüman olmayan uyruklar, Türkçe konuşabiliyor ancak Arap harflerini bilmedikleri için, Türkçeyi okuyup yazamıyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak, uluslaşmanın temel koşullarından biri olan dil birliğinin gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde uluslaşırken, Osmanlı İmparatorluğu ümmet toplumu olarak kalıyordu.
Arap abecesinin aynı zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel bir dokunulmazlık kazanmıştı ve yazı sorunu, din sorunu olarak ele alınıyordu. Bu durum, ulusal dil ve kültürün gelişimini engelliyor, Türk ulusçuluğu düşüncesinin gelişmesine uygun bir ortam oluşmuyordu. Yeni yazı, yarattığı değişimle, uluslaşmanın koşulu olan kültür birliğinin temelini oluşturdu; dil ve tarih çalışmalarıyla birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi.15
Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması, dilbilimiyle olduğu kadar dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu. Oysa, Prof.Cahit Tanyol’un söylediği gibi, “bütün abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı; harflerde kutsallık aramanın bir anlamı yoktu”.16

Ünlü Harf ve Eklerle Sözcük Üretme

Türkçe, dünyanın yaşayan abeceleri içinde ünlü (sesli) harfi en çok olan, eklerle sözcük üretme yeteneği yüksek, söylemi açık ve anlaşılır, çok zengin bir dildir. “a”, “e”, “u”,”ü” “o” “ö” “ı” ve “i” ünlülerinin verdiği sesleri, hiçbir dil veremiyordu. Ayrı bir yapısı ve yalnızca üç ünsüzü olan Arapçanın, Türkçedeki ses zenginliğini karşılaması olanaksızdı. Türkçede kısa ve uzatmasız biçimde dillendirilen ünlüler, Arapçada kısa olduğu gibi uzun da söyleniyordu.17
Türkçe sözcükler Arap harfleriyle yazılırken, birçok ses yazıya yansıtılamadığı için, kimi ünsüz (sessiz) harflere ünlü görevi verilmişti. Arapçadaki “v” ünsüzü, Türkçede hem “v” hem de “o”, “ö”, “u”, “ü” ünlülerini karşılıyordu. Arapçada sesçil (fonetik) değeri olan üç harf, Türkçede yalnızca “t”, dört başka harf ise yalnızca “z” ünsüzü ile verilmeye çalışılıyor; bu da, içinde “t” ve “z” harfleri bulunan sözcüklerin hangi ünsüzle yazılacağını çözümsüz bir kargaşa haline getiriyordu.18

Kalıcı Sorun

Türkçedeki ünlü zenginliğine karşın, Arapçadaki yetersizlik, bu iki dilin yapısından gelen kalıcı bir sorundu. Benzer sorunlar, ünsüz harfler için de geçerliydi. Örneğin Arapçada, “dal (de)” harfinden ayrı olarak “tı” adı verilen “t” harfi vardı ve bu harf, kimi yerde “d” okunurdu. Adana’daki “d”, “d” yle değil, “tı” ile yazılırdı. “Ge” yi “ke”’ den ayırmak ve “geniz ünsüzünü” belirtmek için, çizgi ve üç nokta işareti kullanılırdı. “H” ünsüzü için; “noktasız ha”, “noktalı hı” ve “he”’ den oluşan üç ayrı harf vardı. Türkçe yazarken, “ha” ile “hı”’ yı birbirinden ayırmak olanaksız gibiydi.19
Arapçada “s” ünsüzü için, “üç noktalı se”, “dişli sin” ve “sat” olarak üç ayrı harf vardı. Oysa “se”nin kullanılacağı Türkçe sözcük yoktu. “T” için kullanılan “te”, ”tı”; gibi iki harf vardı; “tarih” “te”, “takım” “tı” ile yazılıyordu. “Z” için; zel (noktalı dal), ze “z”, zı (noktalı tı) dat (noktalı sat) olarak dört ayrı harf vardı. Zeki “zel”, zil “ze”; mazi “dat”; zarif “zı” ile yazılırdı. “Mükemmel” sözcüğünde iki “m” olmasına karşın; bu sözcük tek “m” ile ve ünlü harf kullanmadan “mkml” biçiminde yazılırdı. “Bir” in yazılışı “br”, “bizim” in yazılışı “bzm” biçimindeydi. “Bez” ile “biz”, “bz” olarak aynı biçimde yazılıyordu. “Mustafa”nın sonunda ”a” değil “y” vardı ve “ı” olarak okunurdu.20

Atılım

Atatürk, 5 Haziran 1928’de, yeni ve köklü devrimci dil atılımı başlatmak için İstanbul’a geldi. Tutuculuğun simgesi durumuna gelen ve Türkçeye uyumsuz Arapça harf kullanımına son verecek, yeni Türk alfabesini açıklayacaktı. Hazırlıklarını yapmıştı, uygulamaya geçmek üzere geliyordu. Türk alfabesi ve Türk dili hareketini başlatacaktı.21
Yazı değişimi konusunda yoğun bir çalışma içinden geliyordu... Büyük bir titizlikle, değişik dillerin abecelerini (alfabelerini) ve Latin harflerini incelemiş, yerli yabancı dil uzmanlarıyla tartışmıştı. Harflerin kullanışı, verdiği sesler, bu seslerin Türkçeye uygunluğu üzerinde uzmanlaşıncaya dek, her gün saatlerce çalışmıştı.22 Yeni bir abece oluşturmak üzere bir Alfabe Komisyonu kurmuş; bu komisyonun toplantılarına düzenli katılmıştı.23

Devrimcinin Niteliği

Ona göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce yöntemlerini ve yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına yeni bir yön verecekti. Georges Duhamel’in söylemiyle “geçmişteki hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre ya da Lenin, bu kadar uzağa gitmeye cesaret edememişti”.24
Yeni abeceyi kabul eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım 1928), Meclis’te yaptığı konuşma, yazı yenileşmesine verdiği önemi ve bu konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle doluydu. Şöyle söylüyordu: “Efendiler! Bu milletin yüzyıllardan beri çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle sağlamak, gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade bir öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve sonsuz armağanınızla, Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya girecektir”.25

 

DİPNOTLAR

1              “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.254
2              “Yazı Devriminin Öyküsü” Sami N.Özerdem, sf. 9 ve “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., İst.-1983, sf. 314
3              “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf. 9
4              “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.298
5              “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.9
6              a.g.e.  sf. 10-11
7              a.g.e.  sf. 11
8              “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.254
9              a.g.e. sf. 255
10         a.g.e. sf. 258
11         “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs.B.Y., tarihsiz, sf. 117-118
12         “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs B.Yay., tarihsiz, sf. 122
13         a.g.e sf.122
14         a.g.e. sf.122
15         “Atatürkçü Düşüncede Ulusal Eğitim” Dr.Şerafettin Yamaner, Top. Dön.Yay., İst.-1999, sf.103
16         “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs Bank Yay., tarihsiz, sf. 124
17         “Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi” Prof.Ahmet Mumcu, İnkilap Yay., 12.Baskı, İst.-1992, sf. 148-149
18         a.g.e. sf. 148-149
19         “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet K., 1998,sf.12-13
20         a.g.e. sf.13-14
21         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
22         “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
23         “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Y., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
24         “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
25     Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” Atatürk Araştırma Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378

5 yorum:

  1. https://www.altayli.net/sirrini-koruyan-bir-dil-etruskce.html

    Atatürk Etrüsklerin abcsinden oluşturulan latin abc sini almıştır hocam. Çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel hazirhazırlanmiş, çok kıymetli ve doyurucu olmuş . çok teşekkür.

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık. Bilgilendirici ve ilgi çekici bir çalışma. Bu konu daha çok örnekle geniş kitlelere aktarılmalı.

    ”Bir gecede Türk halkı cahil bırakıldı. Tarihle bağı koparıldı." gibi söylemler çürütülmelidir.

    YanıtlaSil
  4. De bu gibi yazarlarin turkluk ile osmanlicilik ile bi bağlari yokki ne den turk müsluman olan edebiyatcilarin dediklero egale edilmiş

    YanıtlaSil