Arap
abecesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya
çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında
sorun yaratıyor, öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri
arasında, ‘kaynağını dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler’ ve
‘ses boşlukları’ vardı. Osmanlı Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok
kere yazım (imla) yanlışı yapmaktan kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil
oluşmuştu. Bir yanda, ‘enderun devşirmelerinin kullandığı, yazılan ama
konuşulmayan saray dili’ öbür yanda ‘kitlelerin kullandığı, konuşulan
ama yazılamayan halk dili’ vardı. Halkı yazılı edebiyata uzak kılan bu
durum, halkla aydınları da birbirinden uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan
bir halktan ya da halksız aydınlardan oluşan, düşünsel çoraklık içinde bir ülke
haline gelmişti.
Türkler ve Türkçe
Türkler, Müslümanlığı
kabul etmeden önce, tümü ilk olmanın özgünlüğünü taşıyan ‘birçok abece türü
geliştirdiler’1; bunları dönemlerini aşan bir yetkinlikle yazıya
döktüler. Türkçeyi sağlam kılan, binlerce yıla dayanan olgunlaşma ve yazıya
dönüştürme kurallarının yarattığı bu zenginlikti.
Göktürk ve Uygur
abeceleri benzerlerinin en ileri örnekleriydi. Alman kazıbilimcilerin Turfan’da
bulduğu ve Le Cog’un 1890’da yayımladığı Altay abecesinde 38 harf
bulunuyordu.2
Arapça ve Farsça
Türkler yaklaşık bin
yıl, ‘Türk diline uymayan’3 Arap harflerini kullandı. Bu uzun
dönem içinde Türkçe, Arapça ve Farsça sözcüklerle doldu ve Osmanlıca denilen
karma dil içinde, Türkçe sözcükler giderek azaldı. Ancak, Türkçe’nin kök
sağlamlığı, yabancılaşmaya karşı direnmeyi başardı ve halk dilinin saflığı
korundu.
Türkçeyi Arap harfleriyle yazmak, bilimden ve mantıktan o
denli uzak bir uygulamaydı ki, Fransız tarihçi Benoit Mechin bu uygulama
için; “Türkçeyi Arap harfleriyle yazmak, Fransızcayı ya da İngilizceyi,
İbrani alfabesiyle yazmak kadar aykırıdır” diyecektir.4
İlk Yenileşme Girişimleri
Harf değişimi ve
yazının kolaylaştırılması için ilk yenilik önerisi, 19. yüzyıl ortalarında Münif
Paşa’dan geldi. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de (Osmanlı Bilim Derneği) verdiği bir konferansta
konuyu dile getirmişti. Yine o dönemde, Ali Suavi ve Namık Kemal
dil sorununu tartıştılar. Şinasi ve Emüzziye Tevfik bir takım
düzeltme girişiminde bulundu. Şemsettin Sami ve Yenişehirli Avni,
değişik yenileşme görüşleri ileri sürdüler. Azeri yazar ve düşünür Fethalı
Ahundzade, 1863’de İstanbul’a gelerek, yeni bir abece önerisinde bulundu.5
1908’deki 2.Meşrutiyet’ten sonra abece ve yazı sorunları
yeniden tartışıldı. Enver Paşa, ‘yalnızca orduda kullanılmak üzere’ Arap
harflerini ‘birbirinden ayırarak yazan’ bir abeceyi uygulamaya soktu.
Buna, o dönemde ‘Enver Paşa Yasası’ denilmişti. Milaslı Dr.İsmail
Hakkı, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Ispartalı Hakkı gibi yazar
ve eğitimciler, yazı yenileşmesi konusunda çalışmalar yaptılar; komisyonlar
dernekler kurdular, Dr.Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı (Kılıçoğlu),
Hüseyin Cahit (Yalçın), Celal Nuri (İleri), Hafız Ali Efendi,
Latin harflerine geçilmesi için yazılar yazdılar.6
‘Gordion
Düğümü’
1850’lerden beri sözü edilen, ancak somut bir sonuca
ulaştırılamayan yazı sorunu, 1928’de, ‘Gardion düğümünü kesen bir kesinlikle’
ve ‘Latin harflerine dayanan Yeni Türk Abecesi kabul edilerek’ onun
tarafından çözüldü.7
Gerçekleştirilmesi güç bu işi, Türk abecesine yani aslına geri dönme olarak
görüyordu. Harf yenileşmesini, Türkçeye zarar vermeyen; tersine, ona uygun
biçimsel değişim sayıyor, yeni harfleri, ‘Latin harfleri diye anılmakta olan
şekiller’ diye tanımlıyordu.8
Ona göre önemli olan, biçim değil kullanım kuralları ve
Türkçeyi geliştirecek yöntemlerdi. Latin harflerini Türkçeye o denli
uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri, ‘Yeni Türk harfleri’ olarak tanımladı.9
Yeni abece, ‘Latin esası denilen kökten olmakla birlikte’; Fransız,
İngiliz, Alman, İtalyan ya da bir başka ulusun abecesi değildi. ‘Kendi
özellikleriyle başlı başına bir Türk abecesiydi’. Üstelik diğer dillerde
varlığını sürdüren kusurlardan sakınılarak düzenlendiği için, ‘tüm dünya
abecelerinin en olgunuydu’.10
Arapça Türkçe Çelişkisi
Arap abecesi, yapısı
gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya çalışan, bu yönde
zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor,
öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında, ‘kaynağını
dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler’ ve ‘ses boşlukları’ bulunuyordu.11
Arapçanın, ‘Türkçenin
ses uyumu kurallarıyla uzlaşması olanaksız’12 bir takım kalıpları vardı. Türkçeyi ve Arapça’dan
Türkçeye yerleşen sözcükleri, Türk ses
uyumu kurallarına göre Arap harfleriyle yazmak gerektiğinde, yazım
güçlüğü yanında, ciddi anlam bozuklukları da ortaya çıkıyordu. Türkçe,
yüzyıllar boyunca, Arapça adına zorlanıp ağır bir baskı altına alınmıştı. Buna
karşın, sağlam sözdiziniyle (sentaks) onu kullananların düşünüş biçimini ve mantığını hala
yansıtabiliyor ve kökleri çok eskiye giden güçlü yapısıyla, her türlü yabancı
karışmaya direnebiliyordu.
Türkçe’nin mantığı, ne Arapçaya, ne Farsçaya ve ne de Batı dillerine
benziyordu.13 Apayrı özellikleri, kendine özgü
işleyişi vardı. “Birçok dilin etkisiyle karşılaşmasına karşın, erimemesinin
nedeni, sahip olduğu sağlam sözdiziniydi (sentaks)”.14
Türkçe’den başka herhangi bir dil, bu denli uzun ve yoğun
bir baskıya dayanamaz, varlığını sürdüremezdi.
Uyumsuzluk
Arap harfleriyle okuma
yazma öğrenmek, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık
bir yapıya sahip Arapçada harfler, sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna
geldiğinde farklı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma çağına gelmiş Türk
çocukları için büyük bir sıkıntı kaynağıydı.
Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için
geliştirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften fark
elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil
karmaşası yaratan bu durum, okuma yazma öğrenmede ciddi bir engel durumundaydı.
Çocuklar, herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü
yazamazdı. Bu da, okuma yazmada, ezberciliği zorunlu kılıyordu. Okuma yazma
bilen yetişkinler bile, yazım yanlışlarından tam olarak kurtulamazlardı.
Türkçeye Engel
Arap harflerinin
kullanımı, Türkler için olduğu kadar, ülkedeki azınlık uyruklar için de sorun
yaratmış, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçenin yaygınlaşmasını engellemişti. 19.
Yüzyıl sonlarında nüfusun hemen yarısını oluşturan Rum, Ermeni, Yahudi gibi
Müslüman olmayan uyruklar, Türkçe konuşabiliyor ancak Arap harflerini
bilmedikleri için, Türkçeyi okuyup yazamıyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak,
uluslaşmanın temel koşullarından biri olan dil birliğinin
gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde uluslaşırken,
Osmanlı İmparatorluğu ümmet toplumu olarak kalıyordu.
Arap abecesinin aynı
zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel bir dokunulmazlık kazanmıştı
ve yazı sorunu, din sorunu olarak ele alınıyordu. Bu durum, ulusal dil
ve kültürün gelişimini engelliyor, Türk ulusçuluğu düşüncesinin gelişmesine
uygun bir ortam oluşmuyordu. Yeni yazı, yarattığı değişimle, uluslaşmanın
koşulu olan kültür birliğinin temelini oluşturdu; dil ve tarih çalışmalarıyla
birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi.15
Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması,
dilbilimiyle olduğu kadar dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu.
Oysa, Prof.Cahit Tanyol’un
söylediği gibi, “bütün abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı;
harflerde kutsallık aramanın bir anlamı yoktu”.16
Ünlü Harf ve Eklerle Sözcük
Üretme
Türkçe, dünyanın
yaşayan abeceleri içinde ünlü (sesli) harfi en çok olan, eklerle sözcük üretme
yeteneği yüksek, söylemi açık ve anlaşılır, çok zengin bir dildir. “a”, “e”,
“u”,”ü” “o” “ö” “ı” ve “i” ünlülerinin verdiği sesleri, hiçbir dil
veremiyordu. Ayrı bir yapısı ve yalnızca üç ünsüzü olan Arapçanın,
Türkçedeki ses zenginliğini karşılaması olanaksızdı. Türkçede kısa ve uzatmasız
biçimde dillendirilen ünlüler, Arapçada kısa olduğu gibi uzun da
söyleniyordu.17
Türkçe sözcükler Arap harfleriyle yazılırken, birçok ses
yazıya yansıtılamadığı için, kimi ünsüz (sessiz) harflere ünlü görevi
verilmişti. Arapçadaki “v” ünsüzü, Türkçede hem “v” hem de “o”,
“ö”, “u”, “ü” ünlülerini karşılıyordu. Arapçada sesçil (fonetik)
değeri olan üç harf, Türkçede yalnızca “t”, dört başka harf ise yalnızca
“z” ünsüzü ile verilmeye çalışılıyor; bu da, içinde “t” ve “z”
harfleri bulunan sözcüklerin hangi ünsüzle yazılacağını çözümsüz bir
kargaşa haline getiriyordu.18
Kalıcı Sorun
Türkçedeki ünlü
zenginliğine karşın, Arapçadaki yetersizlik, bu iki dilin yapısından gelen
kalıcı bir sorundu. Benzer sorunlar, ünsüz harfler için de geçerliydi. Örneğin
Arapçada, “dal (de)” harfinden ayrı olarak “tı” adı verilen “t”
harfi vardı ve bu harf, kimi yerde “d” okunurdu. Adana’daki “d”, “d” yle
değil, “tı” ile yazılırdı. “Ge” yi “ke”’ den ayırmak ve “geniz
ünsüzünü” belirtmek için, çizgi ve üç nokta işareti kullanılırdı. “H”
ünsüzü için; “noktasız ha”, “noktalı hı” ve “he”’ den
oluşan üç ayrı harf vardı. Türkçe yazarken, “ha” ile “hı”’ yı
birbirinden ayırmak olanaksız gibiydi.19
Arapçada “s” ünsüzü için, “üç noktalı se”, “dişli
sin” ve “sat” olarak üç ayrı harf vardı. Oysa “se”nin
kullanılacağı Türkçe sözcük yoktu. “T” için kullanılan “te”, ”tı”;
gibi iki harf vardı; “tarih” “te”, “takım” “tı” ile yazılıyordu. “Z”
için; zel (noktalı dal), ze “z”, zı (noktalı tı) dat (noktalı sat)
olarak dört ayrı harf vardı. Zeki “zel”, zil “ze”; mazi “dat”;
zarif “zı” ile yazılırdı. “Mükemmel” sözcüğünde iki “m” olmasına
karşın; bu sözcük tek “m” ile ve ünlü harf kullanmadan “mkml”
biçiminde yazılırdı. “Bir” in yazılışı “br”, “bizim” in yazılışı “bzm”
biçimindeydi. “Bez” ile “biz”, “bz” olarak aynı biçimde
yazılıyordu. “Mustafa”nın sonunda ”a” değil “y” vardı ve “ı”
olarak okunurdu.20
Atılım
Atatürk,
5 Haziran 1928’de, yeni ve köklü devrimci dil atılımı başlatmak için İstanbul’a
geldi. Tutuculuğun simgesi durumuna gelen ve Türkçeye uyumsuz Arapça harf
kullanımına son verecek, yeni Türk alfabesini açıklayacaktı. Hazırlıklarını
yapmıştı, uygulamaya geçmek üzere geliyordu. Türk alfabesi ve Türk dili
hareketini başlatacaktı.21
Yazı değişimi
konusunda yoğun bir çalışma içinden geliyordu... Büyük bir titizlikle, değişik
dillerin abecelerini (alfabelerini) ve Latin harflerini incelemiş, yerli yabancı dil
uzmanlarıyla tartışmıştı. Harflerin kullanışı, verdiği sesler, bu seslerin
Türkçeye uygunluğu üzerinde uzmanlaşıncaya dek, her gün saatlerce çalışmıştı.22
Yeni bir abece oluşturmak üzere bir Alfabe Komisyonu kurmuş; bu komisyonun
toplantılarına düzenli katılmıştı.23
Devrimcinin
Niteliği
Ona
göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce yöntemlerini ve
yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına yeni bir yön verecekti. Georges
Duhamel’in söylemiyle “geçmişteki hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre
ya da Lenin, bu kadar uzağa gitmeye cesaret edememişti”.24
Yeni abeceyi kabul
eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım 1928), Meclis’te yaptığı konuşma, yazı
yenileşmesine verdiği önemi ve bu konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle
doluydu. Şöyle söylüyordu: “Efendiler! Bu milletin yüzyıllardan beri
çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle sağlamak, gözlerimizi
kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu
başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade bir öğretmenliğin
vicdani kıvancı, ruh varlığımızı doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve
sonsuz armağanınızla, Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya
girecektir”.25
DİPNOTLAR
1
“Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y.,
3.Bas., 2001, sf.254
2
“Yazı
Devriminin Öyküsü” Sami N.Özerdem, sf. 9 ve “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit.,
İst.-1983, sf. 314
3
“Yazı
Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf. 9
4
“Mustafa Kemal”
Benoit Méchin, Bilgi Yay.,
Ank.-1997, sf.298
5
“Yazı Devriminin
Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet
Kit., 1998, sf.9
6
a.g.e. sf. 10-11
7
a.g.e. sf. 11
8
“Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y.,
3.Bas., 2001, sf.254
9
a.g.e. sf. 255
10
a.g.e. sf. 258
11
“Atatürk ve
Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol,
İs.B.Y., tarihsiz, sf. 117-118
12
“Atatürk ve
Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol,
İs B.Yay., tarihsiz, sf. 122
13
a.g.e sf.122
14
a.g.e. sf.122
15
“Atatürkçü
Düşüncede Ulusal Eğitim” Dr.Şerafettin
Yamaner, Top. Dön.Yay., İst.-1999, sf.103
16
“Atatürk ve
Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol,
İs Bank Yay., tarihsiz, sf. 124
17
“Türk
Devriminin Temelleri ve Gelişimi” Prof.Ahmet Mumcu, İnkilap Yay., 12.Baskı, İst.-1992, sf. 148-149
18
a.g.e. sf.
148-149
19
“Yazı
Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet K., 1998,sf.12-13
20
a.g.e. sf.13-14
21
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
22
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
23
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Y., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
24
“Mustafa Kemal” Benoit Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
25 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”
Atatürk Araştırma Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378
https://www.altayli.net/sirrini-koruyan-bir-dil-etruskce.html
YanıtlaSilAtatürk Etrüsklerin abcsinden oluşturulan latin abc sini almıştır hocam. Çok teşekkürler.
Çok güzel hazirhazırlanmiş, çok kıymetli ve doyurucu olmuş . çok teşekkür.
YanıtlaSilElinize sağlık. Bilgilendirici ve ilgi çekici bir çalışma. Bu konu daha çok örnekle geniş kitlelere aktarılmalı.
YanıtlaSil”Bir gecede Türk halkı cahil bırakıldı. Tarihle bağı koparıldı." gibi söylemler çürütülmelidir.
De bu gibi yazarlarin turkluk ile osmanlicilik ile bi bağlari yokki ne den turk müsluman olan edebiyatcilarin dediklero egale edilmiş
YanıtlaSilHe he
YanıtlaSil