13 Haziran 2019 Perşembe

ULUSAL HAKLAR NEREYE?



Türkiye’de, ‘tarihin yeniden yaşanması’ biçiminde ilginç ve tehlikeli bir dönem yaşanıyor. Ulusal varlık, şiddetini giderek arttıran sistemli bir baskı altında. İçerde ekonomik yapı ve kamusal düzen çökerken, dışarda karmaşık ilişkilere girilmektedir. Kıbrıs’tan işgal edilen adalara, İsrail’den hazine altınlarına, Varlık Fonu’ndan Suriye olaylarına dek; bir dizi uygulama esrarını korumaktadır. Türk halkı, bilmediği ve anlamadığı uygulamalarla düşünsel karmaşa içine sokulmuşken; rejim değişikliğini içeren ‘başkanlık düzeni’ gündeme sokulmuş, Seçim Yasası’nda kuşkulu değişiklikler yapılmıştır. Türkiye, sancılı bir geleceğe doğru yol almaktadır. Dışarda; nerede, kimlerle, neler konuşulduğu, ne anlaşmalar yapıldığı bilinmemektedir. Yabancılarla yapılan kimi görüşmelere, devlet yetkilisi bürokratlar alınmamaktadır.

Ulusal Egemenlik

Güçlü ya da güçsüz, büyük ya da küçük hiçbir devlet, egemenlik alanına giren toprakların en küçük parçasının bile işgal edilmesini kabul etmez. Savaşacak gücü yoksa en azından sessiz kalmaz. Bu tutum, devlet olmanın, olmazsa olmazıdır.
Ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık temel koşuludur. Hiçbir biçimde ve hiçbir alanda, zedelenmesine izin verilemez. Toprak birliği, egemenlik haklarının en üstünde yer alır ve asla ödün verilmez. Ödün vermek bir yana, konu bile ettirilmez.

Ada İşgalleri

Türkiye’nin 18 adası Yunanistan tarafından işgal edildi ve Türkiye müdahalede bulunmadı, itiraz etmedi, tepki göstermedi. Bir açıklama bile yapmadı. Bu olağan bir durum değildir. Yapılacak bir itiraz, ilerde konuya eğilecek bir yönetime, uluslararası hukuk mücadelesinde bir olanak yaratacaktı.
Burada sorulacak soru şudur: Ada işgallerine karşı gerekli girişim neden yapılmadı/yapılmıyor. Sessiz kalınmasının nedeni nedir? En azından bir nota neden verilmedi? Ada işgallerine sessiz kalınması bir pazarlığın sonucu olabilir mi?

Kıbrıs

Türkiye, Kıbrıs sorununu 1974’te çözmüş ve hem Kıbrıslı Türkleri hem de Türkiye’nin çıkarlarını güvence altına alarak KKTC’yi kurmuştu. Bu uğurda kanın da içinde olduğu ağır bir bedel ödenmişti. Şimdi, herhangi bir gereklilik yokken ve Türkiye’de sıkıntılı bir dönem yaşanırken; birden bire, Kıbrıs’ta Rumlara toprak dahil ödün verecek görüşmeler yapılıyor. Görüşmeler bir kez daha kesildi ama hükümet sözcüleri, görüşmelerin yeniden başlatılmasına hazır olduğunu söylüyor.
Burada soru şudur: Kıbrıs’ta, Avrupa Birliği’ni arkasına alan, bu nedenle psikolojik üstünlüğe sahip Rumlarla görüşmelere başlanmasının nedeni ve amacı nedir? Verileceği açıklanan ödünler bir pazarlığın sonucu mudur?

İsrail

Doğu Akdeniz’de, dünyanın en zengin doğalgaz yatakları bulunmuştur. Türkiye, deniz kıyısının uzunluğu nedeniyle (münhasır ekonomik bölge), bu bölgede geniş egemenlik haklarına sahiptir. Ancak, yapılan basit bir taşıma anlaşmasıyla, bölge adeta İsrail’e bırakılmıştır. Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajı yapılmamaktadır.
Burada soru şudur: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de doğalgaz aramasını önleyen bir dış yaptırım ya da istek var mıdır? Kendi doğalgazını çıkarmak varken, İsrail’in sahiplendiği doğalgazı Avrupa’ya taşınmasına neden aracılık edilmiştir?

Varlık Fonu

Türkiye’nin ekonomik değere sahip hemen tüm işletmeleri ve 2 milyon metrekareden çok değerli taşınmaz, Varlık Fonu adı verilen bir anonim şirkete devredilmiştir. Kalan 32 işletmenin de devredileceği ve Amerikalılardan oluşan bir danışma kurulu oluşturulacağı söylenmektedir. Varlık Fonu, uzmanlığı olmayan ve yandaşlığıyla tanınan 5 kişi tarafından yönetilecektir. Sınırsız yetki ve yargı dokunulmazlığıyla donatılan bu kişiler; Türk ekonomisinin temelini oluşturan kamu malı işletmeleri, denetimsiz ve sorumsuz konumlarıyla kendi özel şirketleri gibi yönetecektir. Devlet düzeninin değiştirilmesi gündemdeyken, devleti şirketleştiren bu uygulamanın bir nedeni olmalıdır.
Burada soru şudur: Dünyada, varsıllığın ve fazla gelirin değerlendirilmesi olan bu girişim, yoksul ve çok borçlu Türkiye’de neden gündeme gelmiştir. Varlık Fonu girişimi, dışarıyla yapılan bir mali pazarlığın sonucu mudur? Ulusa ait servet, hangi amaçla ve neyin karşılığı olarak devlet mülkiyetinden çıkarılmıştır. Devletin varlıkları, yeni borç bulabilmek için rehin olarak mı kullanılacaktır?

Türkiye’nin Altınları

Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin 490 ton olan Altın rezervinin 450 tonunun, İngiltere Merkez Bankası Bank Of England’da emanette olduğunu açıkladı. Bu açıklama, Türkiye’nin karmaşık gündeminde yeterince ele alınmadı. Hiçbir bağımsız devlet, geleceğinin güvencesi olan birikmiş servetini, başka bir devlete; borç vermez, emanetine koymaz, rehin bırakmaz.
Burada soru şudur; Türkiye’de, askeri harcamalar artıp dış borç ödeme sınırını aşarken ve ekonomik bunalım derinleşirken, hazine 450 ton altını neden ve ne karşılığı yabancılara teslim etmiştir? Beklenti nedir? Libya’nın 200 milyar dolarına el koyan Batı’ya nasıl güvenilmiştir?

Yanıt Bulmak

Sorulara yanıt vermek için, açıklama yapılmaması nedeniyle gerekli olan bilgiden yoksunuz. Bu nedenle; yanıtı, yaşadığımız olayları geçmişle ilişkilendirerek ve ancak yorumla bulabiliriz. Her soru yanıtını, bir oranda içinde barındırır. Bunu bilerek, varlığımızın dayanağı olan ulusal egemenlik haklarını dolaysız ilgilendiren gelişmelere doğru tanıyı koymalıyız. Bilgi eksikliğini aşarak tehlikeli gidişin sonuçlarını görmek ve halkı uyarmak zorundayız.
Ulusal hakların pazarlık konusu yapılması ve kimi zaman elden çıkarılması, Türk toplumunun yaşamadığı bir olay değildir. Toprak vermek, işgale ses çıkarmamak, siyasi ve ekonomik hakları yabancılara devretmek; Osmanlı’dan miras kalan ve değişik biçimlerde ondan sonra da uygulanan bir tutumdur.

Büyük Güçlerle Politika

Türkiye, kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar, özellikle enerji alanında Rusya’ya da bağlamıştır. Şimdi, siyasi bağlantı içine girmeğe çalışmaktadır. ABD ve AB’ye bağımlılığı sürerken, bu iki gücün sürtüştüğü Rusya’yla iş çevirmektedir. Karşıt güçlerin oluşturduğu blokların ikisiyle birden aynı anda müttefik olunamaz. Uluslararası ilişkilerde, biraz ondan biraz bundan davranışı yoktur. Bu tutumun sonu hüsrandır.
Türkiye, ‘iki cami arasında beynamaz’ tutumu içinde, bir yandan öbür yana savrularak esen rüzgara göre değişen yönsüz ve rotasız yolda ilerliyor. Neyi, ne zaman ve nasıl yapacağı belli değil. Kendine özgü tutarlı bir politikası yok. Üstelik bu tutum dış siyasetle ilgili bir sorun da değil.

Tanı

Türkiye’de, ‘tarihin yeniden yaşanması’ biçiminde ilginç ve tehlikeli bir dönem yaşanıyor. Ulusal varlık, şiddetini giderek arttıran sistemli bir baskı altında. İçerde ekonomik yapı ve kamusal düzen çökerken, dışarda karmaşık ilişkilere girilmektedir. Kıbrıs’tan işgal edilen adalara, İsrail’den hazine altınlarına ve Varlık Fonu’na dek; bir dizi aykırı uygulama esrarını korumaktadır.
Türk halkı, bilmediği ve anlamadığı uygulamalarla düşünsel karmaşa içine sokulmuşken; rejim değişikliğini içeren ‘başkanlık düzeni’ gündeme sokulmuştur. Türkiye, sancılı bir geleceğe doğru yol almaktadır. Dışarda; nerede, kimlerle, neler konuşulduğu, ne anlaşmalar yapıldığı bilinmemektedir. Çünkü, yabancılarla yapılan görüşmelere, devlet yetkilisi bürokratlar alınmamaktadır.
Türkiye, oluşmakta olan tehlikelere karşı, ulusal nitelikte bir yönetime kavuşup Atatürk’ün bölgeye yönelik politikasını; günün koşullarını gözeterek ve kendi gücüne güvenerek uygulamak zorundadır. Bunu yapmadığı sürece, giderek karmaşık duruma gelen olaylar karşısında kendi yolunu belirleyemeyecek, ulusal haklarını koruyamayacaktır. Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, büyük gördüğü gücün peşinden sürüklenecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder