11 Temmuz 2019 Perşembe

DİL DEVRİMİ



Yoğun ve özenli bir hazırlık döneminden sonra, 1932 yılında Dil Devrimi’ni başlattı ve 12 Temmuz 1932’de, program ve tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Dilbilimci olmamasına karşın, 1928 yılındaki harf değişimi çalışmalarında Türkçe’nin gücünü ve kök sağlamlığını anlamıştı. Devrim atılımlarını tamamladıktan sonra dil ve tarih araştırmalarına yöneldi. Yönelişine, kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazandırdı. Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler düzenledi; araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. G. L. Lewis, Türkiye’deki dil çalışmaları için; “devrimler içinde, Türklük bilincini geliştirmeye, belki de en çok yarayan, Dil Devrimi olmuştur” dedi.(x)


Atatürk ve Dil

Dil Devrimi’ni gerçekleştirirken, kendisinden önceki birikimden yararlandı. Ulaştığı başarı, yüksek düzeyli ve köklüydü. Yüzyıllık uğraşa karşın gerçekleştirilemeyen dilde özleşmeyi, birkaç yıl içinde başardı ve Türkçeyi bin yıllık tutsaklıktan kurtardı.
Dil Devrimi, o denli etkili oldu ki, yenileşmeye başlangıçta, üstelik şiddetle karşı çıkan tutucular bile, kısa bir süre içinde özleşen Türkçeyi kullanmaya başladılar. Kimsenin aklına, Türkçede karşılığı olmayan bir kavramın, Arapçadan uydurularak bulunması gelmedi, böyle bir işe kalkışılmadı.

Türkçenin Düzeyi

Yazı yenileşmesiyle ilgili çalışmalar, Türkçe’nin Türkiye’de hiç kimsenin düşünmediği kadar; varsıl, güçlü ve etkili bir dil olduğunu gösteriyordu. Bu gerçeğin, uluslaşma devriminin önderi olarak onu coşkuya sürüklememesi olanaksızdı.
Onun için, dil, ulusun temeli; tarih ise bu temeli oluşturan uzun geçmişti. Dilin incelenmesi, kaçınılmaz olarak tarihin de incelenmesini gerekli kılıyordu. Yakın çevresine, “dil bir çıkmaza saplanmış, çıkmazda bırakmaya çalışıyorlar. Ben bu işi başkasına bırakamam. Dili çıkmazdan biz çıkaracağız” diyordu.1
Harf değişimi, 1 Kasım 1928’de yasalaştıktan sonra, Alfabe Komisyonu’nu dağıtmadı Abece (alfabe) konusunda olduğu kadar, dil konusunda da yetkinleşen bu kuruluşu, Dil Komisyonu’na dönüştürdü. Komisyon kurulduktan sonra; Celâl Sahir, Ahmet Rasim ve İbrahim Necmi, bir yazım sözlüğü (imla lûgatı) hazırladı. Hemen ardından, Larousse sözlüğünün sözcüklerini, Türkçeyle karşılayan çeviri çalışması başlattı.
Bu çalışma, ‘varsıl sanılan Osmanlıcanın gerçekte ne denli yoksul olduğunu’2 ortaya çıkardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Eğitim Komisyonu, ‘çıkarılan ya da değiştirilen tüm yasaların, elverdiği oranda Osmanlıca değil, halkın anlayacağı’3 bir Türkçeyle hazırlanması yönünde bir karar aldı.
Kararında çok haklıydı. Halk, Osmanlıcadan bir şey anlamıyordu. 1908 yılında liselerde okutulan bir kitapta kullanılan dil şöyleydi: “Ol Şeb-i hayır-ki bir sabah-ı felâhın miftah-ı zafer-küşası idi. Şehriyar-ı Gazi Hazretleri cebîn-i taarru-u iftikarı zemin-i teşeffu-u istinsarda kaldırmayıp...”4

Yoğun Çalışma

Türkçeleşme yönelişi yankı buldu. Öğretmenler, hekimler, matematikçiler ve özellikle yazıncılar (edebiyatçılar); yazın dilinin konuşma dili gibi halkın ruh yapısını yansıtan, ulusal bilince uygun bir dil olmasını isteyen açıklamalar yaptılar. Bu yönde çalışacaklarını belirttiler.
Tarih öğrenildikçe, Türkçenin önemi daha çok öne çıktı ve kaynağı Orta Asya olan Öztürkçeye ilgi ve yöneliş arttı. Eski Türk dilinin söz dizimine (sentaks) dönmek için, Türkçe kök sözcükler arayan gezginci derleme ekipleri oluşturuldu; bu amaçla köylere, kasabalara gidildi. Ağızlar (şiveler), deyimler, atasözleri ve söylenceler (efsaneler) derlendi; eski koşuklar toplandı.
Çalışmalar ilerledikçe, çok parlak sonuçlara ulaşıldı. Türk halkı, dilini Orta Asya’dan getirdiği biçimiyle korumuş, zenginleştirerek geliştirmişti. Batılı bilim adamlarının, 19. yüzyıl’da Türk dili ve tarihi konusunda yaptığı araştırmalar da aynı sonucu veriyor, konuyla ilgilenen bilim adamları, Türkçeye karşı, tutkulu bir hayranlık içine giriyordu.

Yabancıların Değerlendirmeleri

Yabancı araştırmacıların Türk diliyle ilgili çalışmaları bulunup, çevrimleri yapıldı. Bu yapıtlar, Türkçeye yapılan övgülerle doluydu. Alman Doğubilimcisi ve Dil Bilgini Friedrich Max Müller (1823-1900), 1854 yılında yayımlandığı kitabında, “Türkçenin güzelliği ve bilimselliğini” vurgularken, “bu dili yaratan insan zekasına sonsuz hayranlık duyduğunu” belirtmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Yabancı unsurlardan arındığında Türkçe kadar kolay, rahat anlaşılan ve diyebilirim ki, zevk verici pek az dil vardır. Dilbilgisi kurallarına uygun (gramatikal), sınırsız denebilecek sayıda biçimlerin (formların), üstün bir ustalıkla belirlenmesi, fiil çekimleri ve birleşim düzenini belirleyen düzenlilik ve kıyas yeteneği; tümce yapılarındaki berraklık ve anlaşılırlık sıradışıdır. Bu dilin yaradılışında rol oynayan insan zekasının olağanüstü üstün gücü, onu sezebilecek olanları, kesinlikle hayranlığa sürükler”.5
Türkçe dilbilgisi konusundaki çalışmalarıyla tanınan Fransız Türkbilimci (Türkolog) Jean Deny (1879-1963), Türkçenin gelişkinliği konusunda değerlendirmeler yaparken, bu düzeyde gelişkin bir dil, “Orta Asya’nın doğal ortamından nasıl çıkabilir” diyerek şaşkınlığını dile getiriyordu. Şöyle diyordu: “Türk dilini, biz ünlü bilginlerden oluşmuş bir kurulun, ortak çalışmasının ürünü gibi düşünmek gerekir. Ancak, böyle bir kurul bile, Tatar bozkırlarında kendi başına kalan ve kendi içgüdüleriyle bu dili yaratan insan aklının yerini alamaz. Türkçenin en hünerli yönü fiilleridir. Çok çeşitli ‘zaman’ ve ‘eğilimleri’ olan Türkçede, kuşku ve sanlar, umutlar ya da öngörüler, en zarif ayırtılarla (nüans) ifade edilir. Kök hiç bozulmadan kalır ve kişilerle birimlerin ruh halini, sanki temel bir notaymış gibi seslendirir. Türkçe fiillerde, kendine özgü öyle bir özellik vardır ki, bunun bir benzerine, Arian dillerinden hiçbirinde rastlanmaz. Bu özellik, belli bazı harflerin eklenmesiyle yeni kök sözcükler oluşturma gücüdür. Bu güç, her fiile; olumsuz, bilimsel, yansıtıcı ya da yanıt verici bir anlam getirir”.6

Çalışma Gücü Başarma İstenci

Dil Komisyonu’nun yeterince üretken çalışmadığını düşünerek, dil ve tarih araştırmalarını doğrudan ele almaya karar verdi. Zamanının önemli bölümünü bu işe ayırdı. Sürekli okuyor, araştırıyor, çevresine topladığı yerli yabancı bilim adamları ve uzmanlarla tartışıyordu. Çankaya bir “uygulama okuluna”7, sofra ise “bir seminer masasına”8 dönüşmüştü.
Dil devrimine giriştiğinde, 47 yaşında bir emekli general ve Cumhurbaşkanıydı. Dil ve tarih gibi uzmanlık isteyen bir konuda, büyük dönüşümler gerçekleştirecek atılımlara öncülük edemeyeceği söyleniyordu.
Ancak o, kendine özgü direnç ve çalışma gücüyle, “sanki Misak-ı Milli sınırlarını savunur, sanki ülkeyi kapitülasyonlardan arındırır gibi”9 dil özleşmesiyle uğraşıyor; dil ve tarih konusunda, bin yıllık savsaklamalardan, boş inançlardan ülkeyi kurtarmaya çalışıyordu.
‘Savaşlarla geçen, bir gün dinlenme görmemiş yaşamının, o yorgun döneminde’10, Radlov’un dört ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü, Pekarsky’nın yine dört ciltlik Yakut Sözlüğü’nü ve H.G.Wells’in Dünya Tarihinin Ana Hatları’nı elinden düşürmüyordu. Bir keresinde, iki gece üst üste yatağa girmemiş ve ‘yalnız kahve içerek ve arada bir ılık banyo yapıp, göz kapaklarını ıslak bir tülbentle silerek’ kırk saat durmadan Wells’i okumuştu.11

Dile Verdiği Önem

Dil Devrimi, onun tam bağımsızlık anlayışının bir parçası, devrimin vazgeçilmez gereğiydi. Dil konusunda sahip olduğu kesin yargı, “kendi dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir” biçimindeydi.12
Türkçeye hak ettiği yüksek değeri verecek, ‘soylu benliğine kavuşturacak’ ve ‘kendi benliği içinde daha da varsıllaştırarak’ onu, ‘büyük bir kültür dili durumuna’ getirecekti.13

Atılım Başlıyor

Yoğun ve özenli bir hazırlık döneminden sonra 1932’de, Dil Devrimi savaşımını başlattı. 12 Temmuz 1932’de, program ve tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Hemen ardından kendi deyimiyle, “bütün milleti dil çalışmalarına katma amacıyla”, Birinci Büyük Dil Kurultayı’nı topladı.14
26 Eylül - 5 Ekim 1932 arasında Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda yapılan Kurultay’a; dil uzmanları, bilim adamları, yazar ve ozanlar, öğretmenler ve halk temsilcileri katıldı. Binden çok delege içinde, ülkenin değişik yerlerinden gelen “kadın-erkek köylüler ve yörükler de vardı”.15
Öğretmenler, gazeteciler ve yazarlar başta olmak üzere tüm aydınları dil yenileşmesine katılmaya ve Türkçe kullanımına özen göstermeye çağırdı. Gittiği her yerde, konuştuğu herkese bunu söylüyordu. Çağrısını, ölene dek sürdürdü. 1938’de, hastalığının ileri döneminde bile; “Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna benimsetilmesi için, her yayın aracından yararlanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun buna dikkat etmeli, konuşma dilimizi ahenkli, güzel bir duruma getirmeliyiz” diyordu.16

Kurultay Kararları

Önemli kararlar alan Dil Kurultayı, iki yıl sonra toplanmak üzere dağıldı. “Türkçenin, Hint-Avrupa dilleriyle kıyaslanması, Türkçenin tarihsel gelişiminin araştırılması, tarihsel dilbilgisinin yazılması, Batı ve Doğu toplumlarında Türk dili üzerine yazılmış kitapların toplanıp çevrilmesi” kararlaştırıldı.
Ayrıca; “Türk lehçelerindeki sözcükler derlenecek, lehçeler ve terimler sözlüğü hazırlanacak, Türkçe biçimbilgisi (dilbilgisinin sözcüklerin yapısını inceleyen bölümü) ve söz dizini (sentaks) yazılacak, ekler araştırılacak, ek ve ilgeçlerin (edat) işlenmesine” önem verilecek ve dil konusunda bir dergi çıkarılacak, gazetelerde dil çalışmalarına özel önem ve yer verilecekti.17
En uzak köy ve mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve Halkevleri birer derleme merkezi gibi çalıştılar. Derlemeler, “önce ilçeye, orada elenerek ile ilde elenerek Ankara’ya” gönderildi.
Sekiz ay içinde, halk ağzından 125 988 Türkçe sözcük derlendi. Bir yıl sonra bu sayı 129 792’ye çıktı.18
Anadolu Türkçesine dayanan bu derlemeden ayrı olarak, Türk lehçelerinin tümüne ait sözcüklerden, tarih kitaplarından ve yüzlerce eski yazma metinlerden, çok sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk dilinin zenginliğini ve derinliğini, yadsınamaz bir açıklıkla kanıtladı”.19

DİPNOTLAR

(x)   “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
1    “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.477
2    a.g.e. sf.468
3    “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.70
4    “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
5    “Suggestions for the Asistance in Learning the Languages of the Seat of War in the East; With Survey of the Three Famillies of Language Semitic Arian and Turanian”; Friedrich MaxMüller, Longman-Longmans, London, 1854; ak.Prof.İlhan Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay., 6.Basım, İst.-1998, sf.384
6    a.g.e. sf.385, 386
7    “Kemalizm” Tekin Alp, Top.Dön.Yay., İst.-1998, sf.144
8    “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.540
9    “Ulus Olmak” Necati Cumalı, Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.91
10  a.g.e. sf.91
11  “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
12  “Ulus Olmak” Necati Cumalı, Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.90
13  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
14  a.g.e. sf.263
15  a.g.e. sf.264
16  “Atatürk ve Dil Bayramı-Atatürk’e Saygı”A.A.İnan, TDK Yay., sf.112
17  “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
18  “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
19  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.264

1 yorum:

  1. Güneş Dili konusunda yazacaklarınızı sabırsızlıkla bekliyorum değerli ağabeyim. Çok teşekkürler. Sağlıklar dilerim.

    YanıtlaSil