4 Eylül 2019 Çarşamba

SİVAS KONGRESİ



29 Ağustos 1919’a dek Erzurum’da kaldı. 22 gün süren Erzurum çalışmaları, Samsun’da başlayıp Amasya’da sürdürdüğü eylemin daha ileri bir adımı, bir üst aşamasıydı. Artık, Heyeti Temsiliye adına hareket ediyordu. Bu meşru yetkiye dayanarak, her ilden delegelerini seçmesini ve gizlice Sivas’a göndermesini istedi. Gizliliğe önem veriyordu, çünkü İstanbul Hükümeti Sivas Kongresi’ne gidecek delegelerin tutuklanmasını istemişti.

Kongre, 4 Eylül 1919 Perşembe günü toplandı ve bir hafta sürdü. O dönemde İstanbul için tutuklanması gereken bir suçlu, işgalciler için durdurulması gereken ‘asi bir generaldi’. Yunanlılar; İzmir’e girmiş,  çevreye yayılarak işgal alanlarını genişletmekte, Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere saldırıp, Türkleri göçe zorlayan kırım yapmaktadır. Asker sayısı azalmış iki kolordudan başka, elde askeri bir güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. İstanbul’un yakalama emri verdiği delegeler; atla, eşekle, kağnıyla ya da yaya olarak, gündüz saklanıp gece ilerleyerek Sivas’a gelmektedir.
Delegelerin büyük çoğunluğu; uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden ve sonuçlarından, emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından habersizdir. Onları bir araya getiren, yalnızca ülkenin parçalanmasını önleme isteği, yaşadığı toprağı savunma içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik programlar, ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların ilgisini çekmiyordu.
Kongre delegeleri, ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze alan özverili insanlardı. Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan kaynaklanan öngörüsüzlükler ve tehlikeli yanılgılar içine girebiliyorlardı. Mandacılar ve etkiledikleri delegeler, Kongre’de sayısal çoğunluğu oluşturacak denli fazlaydı. Erzurum’da olduğu gibi, yakın çevresi dahil; onun kongre başkanı olmasını istemeyenler burada da vardı, üstelik sayıları artmıştı.
Gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi görüşlerini, sonsuz bir sabırla delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye çalıştı. Pek çok şeyin, bu kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu. Sabahlara dek süren konuşmalar, insanları etkileyen söyleşiler, delegelerin arasına karışarak saatler süren tartışmalar yapıyordu.
Yönünü bulamamış muhalefete, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle donanmış anlatımıyla doğru yönü göstermeye çalıştı. Türkiye’yi kurtarma inancı ona, olağanüstü bir ikna gücü vermişti.
Kongre’nin ilk günleri, kısır siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde politik saplantı durumuna gelen İttihatçı karşıtlığı, sözcüklerle uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman yitimine neden oluyordu.
Manda sorunu, bir haftalık Sivas Kongresi’nde, tüm oturumlarını kapsamak koşuluyla, tam üç gün tartışıldı. Tartışmaların en yoğun olduğu 8 Eylül gecesi, manda düşüncesine karşı çıkanlar Mustafa Kemal’in odasında toplandılar. Oturacak yer kalmayan oda, sanki ikinci bir kongre gibiydi.
Toplantıda, konuyla ilgili görüşlerini açıklarken tepkisini, ‘İstanbul’dan gelen arkadaşlar, manda konusunda hala nasıl ısrar edebiliyor. Mandanın bağımsızlığa zarar vermeyeceğine inanıyor ve inandırmaya çalışıyorlar’ sözleriyle dile getirdi. Ardından; “İstanbul’dakiler ve buradakiler, yabancı işgalin baskısı altında, cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazi bir ruh hali içinde hareket ediyorlar. Bunun başka bir açıklaması yoktur. Bir milletin istiklal hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha doğal ne olabilir? Şerefsiz ve istiklalsiz, esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine, kahramanca ölmek elbette bize yakışan seçimdir. Bunu anlamamak ne garip mantıktır”.
Odada oluşan duygulu ortamda, Kongre’ye, Askeri Tıbbiye öğrencileri adına üniformasıyla katılan Hikmet adında 22 yaşındaki genç söz alır ve ünlü sözlerini söyler; “Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklal davamızı kazanma mücadelesine katılmak için gönderdi. Mandayı kabul edemem... Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları, her kim olurlarsa olsunlar reddederiz, yabancı sayarız. Manda düşüncesini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz.”
Genç Hikmet’in içtenliği, toplantının zaten yüksek olan duygu yükünü arttırır. Delegelerin çoğunluğu gözyaşlarını tutamamıştır. Mustafa Kemal de son derece duygulanmıştır. Heyecanlı bir ses tonuyla, ‘arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli yapısındaki soylu kanın ifadesine dikkat edin’ diyerek Hikmet’e döner ve ‘evlat, için rahat olsun. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm’ der.
Manda sorunu, üç günlük tartışmadan sonra aşılabildi. Konu, taktik bir karşı öneriyle, Amerika’ya bir mektup yollamak’ gibi sudan bir karara bağlanıp görüşmelerden çıkarıldı.  Daha sonra, böyle bir mektup doğal olarak hiç gönderilmedi.
Sivas Kongresi, 7 gün sürdü ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek somut bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı.
Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı. 1923’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, anlayış ve programını büyük oranda Sivas Kongresi kararlarından aldı.
Sivas Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11 maddelik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal bağımsızlık bildirisi niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti.
Mustafa Kemal başkanlığında oluşturulan 16 kişilik Heyeti Temsiliye, İstanbul hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi güç merkezi, adı konmamış bir tür hükümet olarak çıkıyordu. Heyeti Temsiliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanana dek, yaklaşık yedi aylık dönem içinde, askeri ve milli bürokrasiyi kendisine bağlamayı büyük oranda başardı ve ikinci bir hükümet olarak Kurtuluş Savaşı’nı yönetti.

1 yorum:

  1. Tıbbiyeli Hikmet Orhan Boran'ın babasıymış Metin ağabeyim. Sizde biliyorsunuzdur ama belirtmek istedim. Sağlıklar dilerim.

    YanıtlaSil