29 Ağustos 1919’a dek Erzurum’da kaldı. 22 gün
süren Erzurum çalışmaları, Samsun’da başlayıp Amasya’da sürdürdüğü eylemin daha
ileri bir adımı, bir üst aşamasıydı. Artık, Heyeti Temsiliye adına
hareket ediyordu. Bu meşru yetkiye dayanarak, her ilden delegelerini
seçmesini ve gizlice Sivas’a göndermesini istedi. Gizliliğe önem veriyordu,
çünkü İstanbul Hükümeti Sivas Kongresi’ne gidecek delegelerin tutuklanmasını
istemişti.
Kongre, 4 Eylül 1919
Perşembe günü toplandı ve bir hafta sürdü. O dönemde İstanbul için tutuklanması
gereken bir suçlu, işgalciler için durdurulması gereken ‘asi bir generaldi’. Yunanlılar; İzmir’e girmiş, çevreye yayılarak işgal alanlarını genişletmekte,
Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere saldırıp, Türkleri göçe zorlayan
kırım yapmaktadır. Asker sayısı azalmış iki kolordudan başka, elde askeri bir
güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan milli direniş örgütleri, dağınık ve
örgütsüzdür. İstanbul’un yakalama emri verdiği delegeler; atla, eşekle,
kağnıyla ya da yaya olarak, gündüz saklanıp gece ilerleyerek Sivas’a
gelmektedir.
Delegelerin büyük çoğunluğu; uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden
ve sonuçlarından, emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından habersizdir.
Onları bir araya getiren, yalnızca ülkenin parçalanmasını önleme isteği,
yaşadığı toprağı savunma içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik programlar,
ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların ilgisini
çekmiyordu.
Kongre delegeleri, ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze alan
özverili insanlardı. Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan kaynaklanan
öngörüsüzlükler ve tehlikeli yanılgılar içine girebiliyorlardı. Mandacılar ve
etkiledikleri delegeler, Kongre’de sayısal çoğunluğu oluşturacak denli fazlaydı.
Erzurum’da olduğu gibi, yakın çevresi dahil; onun kongre başkanı olmasını
istemeyenler burada da vardı, üstelik sayıları artmıştı.
Gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi görüşlerini, sonsuz bir
sabırla delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye çalıştı. Pek çok şeyin, bu
kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu. Sabahlara dek süren konuşmalar,
insanları etkileyen söyleşiler, delegelerin arasına karışarak saatler süren
tartışmalar yapıyordu.
Yönünü bulamamış muhalefete, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle
donanmış anlatımıyla doğru yönü göstermeye çalıştı. Türkiye’yi kurtarma inancı ona, olağanüstü bir ikna gücü vermişti.
Kongre’nin ilk günleri, kısır siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde
politik saplantı durumuna gelen İttihatçı karşıtlığı, sözcüklerle
uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman yitimine neden oluyordu.
Manda sorunu, bir haftalık Sivas Kongresi’nde, tüm oturumlarını kapsamak
koşuluyla, tam üç gün tartışıldı. Tartışmaların en yoğun olduğu 8 Eylül gecesi,
manda düşüncesine karşı çıkanlar Mustafa
Kemal’in odasında toplandılar. Oturacak yer kalmayan oda, sanki ikinci bir
kongre gibiydi.
Toplantıda, konuyla ilgili görüşlerini açıklarken tepkisini, ‘İstanbul’dan gelen arkadaşlar, manda
konusunda hala nasıl ısrar edebiliyor. Mandanın bağımsızlığa zarar
vermeyeceğine inanıyor ve inandırmaya çalışıyorlar’ sözleriyle dile
getirdi. Ardından; “İstanbul’dakiler ve
buradakiler, yabancı işgalin baskısı
altında, cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazi bir
ruh hali içinde hareket ediyorlar. Bunun başka bir açıklaması yoktur. Bir
milletin istiklal hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını
akıtmasından daha doğal ne olabilir? Şerefsiz ve istiklalsiz, esir bir milletin
çocukları olarak yaşamak yerine, kahramanca ölmek elbette bize yakışan
seçimdir. Bunu anlamamak ne garip mantıktır”.
Odada oluşan duygulu ortamda, Kongre’ye, Askeri Tıbbiye öğrencileri adına
üniformasıyla katılan Hikmet adında
22 yaşındaki genç söz alır ve ünlü sözlerini söyler; “Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklal davamızı
kazanma mücadelesine katılmak için gönderdi. Mandayı kabul edemem... Eğer kabul
edecek olanlar varsa, bunları, her kim olurlarsa olsunlar reddederiz, yabancı
sayarız. Manda düşüncesini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa
Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve
lanetleriz.”
Genç Hikmet’in içtenliği,
toplantının zaten yüksek olan duygu yükünü arttırır. Delegelerin çoğunluğu
gözyaşlarını tutamamıştır. Mustafa Kemal
de son derece duygulanmıştır. Heyecanlı bir ses tonuyla, ‘arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli yapısındaki soylu kanın
ifadesine dikkat edin’ diyerek Hikmet’e
döner ve ‘evlat, için rahat olsun. Gençlikle
övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak da mandayı kabul
etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm’ der.
Manda sorunu, üç günlük tartışmadan sonra aşılabildi. Konu, taktik bir
karşı öneriyle, ‘Amerika’ya bir
mektup yollamak’ gibi sudan bir karara bağlanıp görüşmelerden çıkarıldı.
Daha sonra, böyle bir mektup doğal
olarak hiç gönderilmedi.
Sivas Kongresi, 7 gün sürdü ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne
yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için birbirini tamamlayan önemli
kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek
somut bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte
olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı.
Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de
siyasi temelleri atıldı. 1923’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, anlayış ve
programını büyük oranda Sivas Kongresi kararlarından aldı.
Sivas Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11
maddelik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal
bağımsızlık bildirisi niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti.
Mustafa Kemal başkanlığında oluşturulan 16 kişilik Heyeti Temsiliye, İstanbul
hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi güç merkezi, adı konmamış bir tür
hükümet olarak çıkıyordu. Heyeti Temsiliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi
toplanana dek, yaklaşık yedi aylık dönem içinde, askeri ve milli bürokrasiyi kendisine bağlamayı büyük oranda başardı ve
ikinci bir hükümet olarak Kurtuluş Savaşı’nı yönetti.
Tıbbiyeli Hikmet Orhan Boran'ın babasıymış Metin ağabeyim. Sizde biliyorsunuzdur ama belirtmek istedim. Sağlıklar dilerim.
YanıtlaSil