30 Haziran 2017 Cuma

TÜRK–ARAP İLİŞKİLERİ VE TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU


Din inancıyla örülü Arapçılık, Türkiye’de yeniden yayılıyor. Yayılma, ideolojik düzeyi aşarak günlük yaşamı etkileyen baskı unsuru haline geliyor. Bu olumsuz gelişmenin geçmişten gelen dayanakları vardır. Türk-Arap ilişkileri, 13 yüzyıllık uzun bir süreci kapsar ve bu süreç Türkler için acı dolu dönemler içerir ve bugünün Türkleri bunları pek bilmez.

27 Haziran 2017 Salı

28 HAZİRAN KIBRIS GÖRÜŞMELERİ VE OLACAKLAR

28 Haziran’da, Kıbrıs için yeni bir süreç başlayacak. Bu süreçte, Türkiye, savaşarak elde ettiği haklarından ödünler verecek ve bu ödünlerin arkası kesilmeyecek. İlk aşamada; “Kıbrıs sorunu çözülüyor”, “sonuca birkaç ayda varılıp referanduma sunulacak”, “dönüşümlü başkanlık ve federasyon işleyişi getirilecek”, “Rumlarla entegrasyona gidilecek” gibi açıklamalar yapılacak. Ardından; güvenlik ve garantiler konusuna çok önem veriliyor  denilecek ama ardından, Türkiye’nin garantörlüğü yumuşatılacak. Ada’dan asker çekilecek, Güzelyurt ve stratejik öneme sahip Karpaz Bölgesi Rumlara verilecek. Kıbrıs’ı Girit’in gittiği yola sokulacak

25 Haziran 2017 Pazar

AVRUPA SÖMÜRGECİLİĞİ VE SOYKIRIM


Avrupalılar, sömürgeciliği; “evrimin üst basamağındaki gelişmiş beyaz insanın”, “vahşi ülkelere” uygarlık götürmesi olarak görmüştür. Onlar için, dünyada iki tür insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler. Asya sarı, Amerika kızıl, Afrika karaydı. Irkçılık, Batı’da en üstteki yöneticiden en sırdan insana dek, kabul gören bir anlayıştı. Bu anlayışın doğal sonucu, yüzlerce yıl uygulanarak gelenekselleşen ve neredeyse genlere işleyen şiddet eğilimi ve bu eğilimin yol açtığı soykırımlardır. Batılılar, dün olduğu gibi bugün de, çıkarları gerektirdiğinde şiddetin her türünü kullanmaktan çekinmezler. “Uygarlık çağı”ndaki; Hitler vahşetini, Vinetnam ve Irak kırımını, Hiroşima’yı, Sırbistan’ı, Libya’yı ve Suriye’yi yaşadık, yaşıyoruz.

23 Haziran 2017 Cuma

TÜRKİYE’NİN ESRARENGİZ ALTIN “TİCARETİ”


Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE); 2017 Martı’nda 678 milyon dolarlık külçe altın ihraç etmiş. Buna karşın, aynı ay içinde; 692 milyon dolarlık, yani aynı miktarda külçe altın ithalatı yapmış. Bu garip ticaret, TÜİK verilerine göre, 2017’nin ilk dört ayında; 2,1 milyar dolar ihracat, 1.9 milyar dolar ithalat olarak gerçekleşmiş. Bu ilişki, son bir yıla yayıldığında; BAE’ne 95 ton altın satılmış 122 ton altın alınmış. Bu garip durum, yani satın aldığını aldığına satmak ya da sattığını sattığından satın almak; ne demek oluyor? Bu nasıl bir iştir? Ekonomi bilimi bunu nasıl açıklar?

20 Haziran 2017 Salı

21 HAZİRAN 1934 SOYADI YASASI; ÜMMETTEN YURTTAŞA



Türk toplumu üzerinde uzun yıllar etkili olan yerleşik Arap siyasetine göre, Araplar dışındaki hiçbir Müslüman kavim; kinye (soyadı) alamaz, künye almak yalnızca Arapların hakkıdır. Osmanlı padişahlarının siyasi çıkarıyla örtüşen ve din kuralıymış gibi sunulan bu tutum, Türklerin 20.yüzyılın ortasına dek soyadsız kalmasına kaynaklık etmiştir.X

17 Haziran 2017 Cumartesi

MÜDAFAA-İ HUKUK ZAMANI


Türkiye, bugün 1938’e değil, 1919’a benzer koşullar yaşıyor. Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık ve yönetim bozulması, ulusal varlığı tehdit eden kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun farkına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Olumsuzluklardan kurtulmak için yapılması gereken, 1919’da verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır. Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu, Müdafaa-i Hukuk örgütleri; önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde gündeme geliyor. Bağımsızlığın ve ulusal egemenliğin yeniden sağlanması için; Kurtuluş Savaşı, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır.

16 Haziran 2017 Cuma

SOSYALİST BİR GENÇLE TARTIŞMA -2 (YANIT)



Sevgili Evren,                                                                                                                   Nesnellik dışımızda ve bizden bağımsız olarak var olandır. Doğaötesinin (metafiziğin) tam karşıtı olarak, düşünen özneden bağımsız olarak var olmayı anlatır; bilinçten bağımsızdır. Davranış olarak, hepimizin hergün yaptığı ya da daha çok yapamadığı bir tutumdur... Fransız yazar Paul Gentizon, Türk Devrimi’ni tarihin gördüğü en hızlı ve köklü toplumsal dönüşüm hareketi olarak görür; Fransız ve Rus Devrimleri’nden daha ilerde bulur. Nesnel olmayan bir toplumsal eylem, böyle bir dönüşümü yaşama geçiremez. Yapılan ve başarılan işler, nesnelliğin doğrudan kanıtıdır... Mustafa Kemal, Türk halkının tüm kesimlerini biraraya getirmeyi başarmış, yalnızca Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkanlar, verilen savaşıma zarar verecek olanlar yani işbirlikçiler ve vatana ihanet edenlere karşı tavır almıştır... Giriştiği iş oyun değil silahlı savaşımdı; gücün belirleyici olduğu bir eylemdi. Ulusal birliği sağlamak ve savaşımı başarmak için, gücü tek bir merkezde toplamak zorundaydı. Bu zorunluluğu, sıkıdüzene (disipline) bağlı askeri karargâhla değil, demokratik içerikli meclisle aştı... 1919-1938 arası; Devrim’e ve ulusal birliğe zarar veren unsurlar için baskının, halk için demokrasinin geçerli olduğu bir dönemdir... İlk Sosyalist Partiyi, 1910 yılında kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası olarak alırsak; aradan geçen yüzyıl içinde bugün “sosyalist” partiler, Türk toplumunda değil dönüşüm sağlamak, halkın çok küçük bir bölümünün bile gündemine girememiştir. Anadolu’ya tek başına gelen genç bir general, 3.5 yılda tarihin ilk anti–emperyalist savaşını kazanıp, toplumu 15 yılda temelden değiştirirken, sosyalistler neden bu denli başarısız oldu; buna yanıt verilmelidir... Nutuk’un ‘Söylev ve Demeçleri’nin ya da ‘Atatürk’ün Bütün Eserlerini’nin okunması gerekir. Marksizm, Marks’ı okumadan ‘marksist’ olanlardan çok çekmiştir. Marks’ın eserlerinin tamamlanmamışlığının yanısıra uğradığı en büyük talihsizlik, yaygınlaşmasının bedeli olarak ödemek zorunda kaldığı çarpıtmalardır. Bu yüzden sosyalistlerin geniş bir kesiminin kendilerini “marksist” olarak adlandırdıkları bir dönemde Marks, bu konuda duyduğu rahatsızlığı; “bütün bildiğim benim bir Marksist olmadığımdır” sözleriyle dile getirmiştir... Kurtuluş Savaşı’nın Türk halkı tarafından desteklenmediği ve savaşın dayanağı tek sınıfın ayan-eşraf sınıfı olduğunu söylemek, toplumbilimden ve gerçeklerden tam olarak kopuş demektir. İnsanlık tarihi boyunca halkın katılmadığı kazanılmış bir savaş yoktur ve olamaz. Savaş sözkonusu olduğunda ya halk kurtuluşunu sağlamak için doğrudan savaşa katılır ya da egemen sınıf, halkı savaşa sürer ve kendisini savaşın dışında tutar... Türkiye’yi Batı terminolojisiyle inceleme hastalığı, 1960’dan sonra yayılan ‘sosyalist’ küme ve partiler içinde yaygındı. 20.Yüzyıl başında 10 milyon nüfuslu, yüzde 90’ı köylerde kapalı birimler halinde yaşayan, burjuvazi ve proletarya gibi sınıfların ortaya çıkmadığı, göçerliğin varlığını sürdürdüğü bir Doğu toplumunun; sanayileşmiş ve emperyalizme ulaşmış Batı Avrupa toplumlarının ölçüleriyle incelemek bilimsel bir ilkellik değilse, kafaları karıştırmaya yönelik bir davranıştan başka ne olabilir?... Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratan, ezilen uluslara örnek olarak emperyalizme büyük darbe vuran, dünyanın en büyük anti-emperyalistine bunları söyleyebilmek, düşünsel çözülmenin bence son aşamasıdır.                                                                                                                                                                                                                              Metin Aydoğan

15 Haziran 2017 Perşembe

SOSYALİST BİR GENÇLE TARTIŞMA - 1 (ELEŞTİRİ)


Sayın Aydoğan,                                                                                                                                         "Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye" kitabınızı, bir arkadaş önerisiyle tümüyle okudum. Kemalizmin bilimsel olarak ele alınmasına önem veren sizin gibi bir aydının, kitabında Atatürk’e yönelik hiçbir eleştiride bulunmaması beni şaşırttı. Aslında bu durum, sizin yanlı tutumunuzdan çok, Atatürk'ün tabulaştırılması ve O’ndan başka herkese suç bulmaya kadar varan zafiyetten kaynaklanıyor... Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, Marx’ın bize bıraktığı en önemli miras, somut olgulara ait tespitlerden çok, “hareket, değişim ve çelişkileri” esas alan diyalektik yöntem ile materyalist tarih anlayışıdır. Siz Marx’ın diyalektik yöntemini, Kemalist devrimciliğin bir özelliği olarak “olumlu” bulurken, materyalist tarih anlayışını pek de benimsemiyorsunuz... Nesnelliğe önem veriyor ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünün temelinde bunun yattığını söylüyorsunuz. Size katılmakla birlikte ben Kemalizmin de nesnellikten uzak olduğunu, hatta daha kötüsü gerçekleri kasıtlı olarak çarpıttığını söylüyorum... Kemalizmin anti-emperyalist bilinci konusunda, sizi Atatürk’ün yüksek bilince sahip olduğuna inandıran çeşitli sözlerini alıntılıyorsunuz. Yurtiçi yurtdışı yatırımlar peşinde koşan Koç Holding ya da İş Bankası ne kadar anti-emperyalist ise Atatürk’de o kadar anti-emperyalisttir. Sanırım emperyalizmin içerden fethedileceği yanılgısına düşme şerefine nail olmuş dünyanın ilk ve tek “anti-emperyalist, 3.dünyacı” devrimcisi Atatürk’tür... Atatürk ve Kemalistler, Kürtlerin kendilerini ifade etmedikleri zaman sorun çıkarmalarının daima mümkün olduğunu söylemelerine karşın, Kürtleri yok saymışlar, onlar ayaklanınca da suçu emperyalistlerin üzerine atmışlardır... Sizin-kusura bakmazsanız- tam bir misyoner jargonuyla anlattığınız, “ilkel” Dersim’e “medeniyet götürme” sürecinin bir de asimilasyon yüzü vardır...”                                                                                                                                                                   Evren Karayel-Boğaziçi Üniversitesi

11 Haziran 2017 Pazar

KATAR “BUNALIMI” VE TÜRKİYE


Trump, Ortadoğu’ya verdiği önemi göstermek için, ilk dış gezisini Suudi Arabistan’a yaptı. Basın Melania Trump’ın giysilerinden ve yüksek rakamlı silah satışından başka şeyden pek sözetmedi. Ancak, ABD Başkanı Riyad’a, yeni düşünceler ve kararlarla gelmişti. “Katar teröre üst düzey destek veriyor”, “Katar’ın tecridi terörizmin sonunun başlangıcı olacaktır”, “Terörizmin finansmanında tüm oklar Katar’ı işaret ediyor” diyordu.

10 Haziran 2017 Cumartesi

TARİHİN İNKARI


Ulus karşıtlığının güncel politika durumuna getirilmesi, yerelleşmeyi; yerelleşmede ulusal ayrışmayı gerekli kılmaktadır. Bu gerekirliğe hizmet edecek ideolojik çıkış, kuşkusuz tarihin çarpıtılması ya da yok sayılmasıyla olanaklıdır. Eğer tarih bu amaç için kullanılacaksa, her şeyden önce ve kaçınılmaz olarak, Türk tarihinin çarpıtılması ya da yok sayılması gerekir. Çünkü bu tarih, millet kavramını her dönemde yaşatmayı başarmanın ve bu başarıyı ayakta tutmanın uygulamalarıyla doludur. Alman bilim adamı Prof.Fritz Neumark, bu nedenle; “Türkler tarihten çıkarılırsa, ortada tarih diye bir şey kalmaz” demiştir.(×)

 

9 Haziran 2017 Cuma

ÇİN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ


Yazılı tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım tekniklerini bilen, at yetiştiren ve gelişkin savaş arabaları kullanan Türk boyları, Çin içlerine girerek; Güney’de Yangzi Ciang ovasına, Kuzey’de Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao (bugünkü Şien) ve Luoyi’de (bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.

7 Haziran 2017 Çarşamba

ÇİN UYGARLIĞI


“Uçsuz bucaksız” Çin’in “uçsuz bucaksız” bir tarihi vardır. Bu tarih, M.Ö.7 binli yıllara, söylencelerle (efsanelerle) renklenen, bilinmezliğin ya da unutulmuşluğun karanlıklarına gömülmüş zamanlara dek giden “sonsuz” bir tarihtir. Dünyayı “tanrılar” ve “cinlerle” dolu bir yer sayan eski Çin’den kopup insanlığa benzeri olmayan bir evrim örneği sunarak bugüne ulaşan ve son üç bin yılı yazılı olan bu koca tarih; eşsiz bir uygarlığı, Çin Uygarlığını bağrında taşır.

5 Haziran 2017 Pazartesi

DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ VE BOZULAN DOĞAL DENGE

5 Haziran Dünya Çevre günüdür. Çevre günü kutlamalarına bir hafta kala, ABD’nin yeni başkanı Trump, geçen aralık ayında, kendi ülkesi dahil 175 ülkenin imzaladığı, karbon gazı salınımını azaltmayı öngören “Paris İklim Anlaşması”ndan çekildiğini açıkladı. Bu çekilme, uluslararası şirketlerin doğanın dengesini bozmaya devam edeceğinin yani çevre konusundaki büyük devlet sorumsuzluğunun süreceğinin göstergesidir. Çevre sorunu, doğal yaşamın sürdürebilirliğini tehlikeye sokan bir boyuta ulaşmıştır. Isınmanın yol açtığı iklim değişiklikleri ve kirlilik, bölgesel ya da ülkesel düzeyden çıkmış, evrensel nitelik kazanmıştır. Çeşitleri çoğalmıştır. Su, hava ve toprak kirliliği, nükleer kirlenme, manyetik kirlilik (iletişim karmaşası), uzay kirliliği, enerji kirliliği, düzensiz kentleşme, gürültü, küresel ısınma, aşınım (erozyon), virütik atıklar, endüstriyel ve kimyasal kirlilik olarak, yaşamın tüm alanlarına yayılmıştır.

1 Haziran 2017 Perşembe

ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ VE GERÇEKLER


Halkın önemli bir bölümü, yap-işlet-devret yöntemiyle yaptırılan yatırımları borçlanma olarak görmüyor. Ekonomik sorunların ağırlaştığı bir dönemde gerekli olup olmadığını da sorgulamıyor. Onlara; devlet hazinesinden para çıkmadığı, yatırımları şirketlerin gerçekleştirdiği, bedelin hizmeti alan kullanıcılar tarafından ve uzun yıllara yayılarak ödendiği söyleniyor. Doğru gibi görünen bu savlar, işin gerçeğini öğrenip değerlendirmeyen insanları doğal olarak etkiliyor. Oysa, konu; Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, üslenilen yükümlülükler, ödemenin biçim ve miktarıyla birlikte ele alındığında, söylenenlerin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkıyor. Yavuz Sultan Selim ve Orhangazi Köprüleri ile Avrasya Tüneli’ndeki araba geçişleri, Ulaştırma Bakanlığı’nın yayınladığı Araç Geçiş Raporu’ndaki sayılarla devam ederse; devletin köprüden ve tünelden geçmeyen arabalar için ödeyeceği para, 2017 yılında 494,7 milyon dolardır. Yap-işlet-devret yatırımlarında, “geçiş ücreti”, “kullanım payı” gibi tanımlarla halktan alınan ve bir tür dolaylı vergi olan bedelin bununla bir ilişkisi yoktur, o ayrıca ödenmektedir.