Din inancıyla örülü Arapçılık, Türkiye’de yeniden yayılıyor.
Yayılma, ideolojik
düzeyi aşarak günlük yaşamı etkileyen baskı unsuru haline geliyor. Bu olumsuz
gelişmenin geçmişten gelen dayanakları vardır. Türk-Arap ilişkileri, 13
yüzyıllık uzun bir süreci kapsar ve bu süreç Türkler için acı dolu dönemler
içerir ve bugünün Türkleri
bunları pek bilmez.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Haziran 2017 Cuma
27 Haziran 2017 Salı
28 HAZİRAN KIBRIS GÖRÜŞMELERİ VE OLACAKLAR
28
Haziran’da, Kıbrıs için yeni bir süreç başlayacak. Bu süreçte, Türkiye,
savaşarak elde ettiği haklarından ödünler verecek ve bu ödünlerin arkası
kesilmeyecek. İlk aşamada; “Kıbrıs
sorunu çözülüyor”, “sonuca birkaç ayda varılıp
referanduma sunulacak”, “dönüşümlü
başkanlık ve federasyon işleyişi
getirilecek”,
“Rumlarla entegrasyona gidilecek” gibi
açıklamalar yapılacak. Ardından; güvenlik
ve garantiler konusuna çok önem veriliyor denilecek ama ardından, Türkiye’nin garantörlüğü yumuşatılacak. Ada’dan asker çekilecek, Güzelyurt ve
stratejik öneme sahip Karpaz Bölgesi
Rumlara verilecek. Kıbrıs’ı Girit’in gittiği yola sokulacak
25 Haziran 2017 Pazar
AVRUPA SÖMÜRGECİLİĞİ VE SOYKIRIM
Avrupalılar,
sömürgeciliği; “evrimin üst basamağındaki
gelişmiş beyaz insanın”, “vahşi
ülkelere” uygarlık götürmesi olarak görmüştür. Onlar için, dünyada iki tür
insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler.
Asya sarı, Amerika kızıl, Afrika karaydı. Irkçılık, Batı’da en üstteki yöneticiden en sırdan insana
dek, kabul gören bir anlayıştı. Bu anlayışın doğal sonucu, yüzlerce yıl
uygulanarak gelenekselleşen ve neredeyse genlere işleyen şiddet eğilimi ve bu
eğilimin yol açtığı soykırımlardır. Batılılar, dün olduğu gibi bugün de,
çıkarları gerektirdiğinde şiddetin her türünü kullanmaktan çekinmezler. “Uygarlık çağı”ndaki; Hitler vahşetini, Vinetnam ve Irak
kırımını, Hiroşima’yı, Sırbistan’ı, Libya’yı ve Suriye’yi yaşadık, yaşıyoruz.
23 Haziran 2017 Cuma
TÜRKİYE’NİN ESRARENGİZ ALTIN “TİCARETİ”
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri’ne
(BAE); 2017 Martı’nda 678 milyon dolarlık külçe altın ihraç etmiş. Buna karşın,
aynı ay içinde; 692 milyon dolarlık, yani aynı miktarda külçe altın ithalatı yapmış.
Bu garip ticaret, TÜİK verilerine göre, 2017’nin ilk dört ayında; 2,1 milyar dolar
ihracat, 1.9 milyar dolar ithalat olarak gerçekleşmiş. Bu ilişki, son bir yıla yayıldığında;
BAE’ne 95 ton altın satılmış 122 ton altın alınmış. Bu garip durum, yani satın aldığını aldığına satmak ya da sattığını sattığından satın almak; ne demek
oluyor? Bu nasıl bir iştir? Ekonomi bilimi bunu nasıl açıklar?
20 Haziran 2017 Salı
21 HAZİRAN 1934 SOYADI YASASI; ÜMMETTEN YURTTAŞA
Türk toplumu üzerinde uzun yıllar etkili olan yerleşik Arap siyasetine göre, Araplar dışındaki hiçbir Müslüman kavim; kinye (soyadı) alamaz, künye almak yalnızca Arapların hakkıdır. Osmanlı padişahlarının siyasi çıkarıyla örtüşen ve din kuralıymış gibi sunulan bu tutum, Türklerin 20.yüzyılın ortasına dek soyadsız kalmasına kaynaklık etmiştir.X
17 Haziran 2017 Cumartesi
MÜDAFAA-İ HUKUK ZAMANI
Türkiye, bugün 1938’e değil, 1919’a benzer koşullar yaşıyor.
Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık ve
yönetim bozulması, ulusal varlığı tehdit eden kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun
farkına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Olumsuzluklardan kurtulmak
için yapılması gereken, 1919’da verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır.
Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu,
Müdafaa-i Hukuk örgütleri; önümüzdeki
yakın dönemi belirleyecek biçimde gündeme geliyor. Bağımsızlığın ve ulusal
egemenliğin yeniden sağlanması için; Kurtuluş
Savaşı, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu
eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır.
16 Haziran 2017 Cuma
SOSYALİST BİR GENÇLE TARTIŞMA -2 (YANIT)
Sevgili Evren, Nesnellik dışımızda ve
bizden bağımsız olarak var olandır. Doğaötesinin (metafiziğin) tam karşıtı
olarak, düşünen özneden bağımsız olarak var olmayı anlatır; bilinçten
bağımsızdır. Davranış olarak, hepimizin hergün yaptığı ya da daha çok
yapamadığı bir tutumdur... Fransız yazar Paul
Gentizon, Türk Devrimi’ni tarihin gördüğü en hızlı ve köklü toplumsal
dönüşüm hareketi olarak görür; Fransız ve Rus Devrimleri’nden daha ilerde
bulur. Nesnel olmayan bir toplumsal eylem, böyle bir dönüşümü yaşama geçiremez.
Yapılan ve başarılan işler, nesnelliğin doğrudan kanıtıdır... Mustafa Kemal, Türk halkının tüm
kesimlerini biraraya getirmeyi başarmış, yalnızca Kurtuluş Savaşı’na karşı
çıkanlar, verilen savaşıma zarar verecek olanlar yani işbirlikçiler ve vatana
ihanet edenlere karşı tavır almıştır... Giriştiği iş oyun değil silahlı
savaşımdı; gücün belirleyici olduğu bir eylemdi. Ulusal birliği sağlamak ve
savaşımı başarmak için, gücü tek bir merkezde toplamak zorundaydı. Bu
zorunluluğu, sıkıdüzene (disipline) bağlı askeri karargâhla değil, demokratik
içerikli meclisle aştı... 1919-1938 arası; Devrim’e ve ulusal
birliğe zarar veren unsurlar için baskının,
halk için demokrasinin geçerli olduğu bir dönemdir... İlk Sosyalist Partiyi,
1910 yılında kurulan Osmanlı Sosyalist
Fırkası olarak alırsak; aradan geçen yüzyıl içinde bugün “sosyalist” partiler, Türk toplumunda
değil dönüşüm sağlamak, halkın çok küçük bir bölümünün bile gündemine
girememiştir. Anadolu’ya tek başına gelen genç bir general, 3.5 yılda tarihin
ilk anti–emperyalist savaşını kazanıp, toplumu 15 yılda temelden değiştirirken,
sosyalistler neden bu denli başarısız oldu; buna yanıt verilmelidir... Nutuk’un ‘Söylev ve Demeçleri’nin ya da ‘Atatürk’ün Bütün Eserlerini’nin
okunması gerekir. Marksizm, Marks’ı
okumadan ‘marksist’ olanlardan çok
çekmiştir. Marks’ın eserlerinin
tamamlanmamışlığının yanısıra uğradığı en büyük talihsizlik, yaygınlaşmasının
bedeli olarak ödemek zorunda kaldığı çarpıtmalardır. Bu yüzden sosyalistlerin
geniş bir kesiminin kendilerini “marksist”
olarak adlandırdıkları bir dönemde Marks,
bu konuda duyduğu rahatsızlığı; “bütün
bildiğim benim bir Marksist olmadığımdır” sözleriyle dile getirmiştir...
Kurtuluş Savaşı’nın Türk halkı tarafından desteklenmediği ve savaşın dayanağı
tek sınıfın ayan-eşraf sınıfı olduğunu söylemek, toplumbilimden ve gerçeklerden
tam olarak kopuş demektir. İnsanlık tarihi boyunca halkın katılmadığı
kazanılmış bir savaş yoktur ve olamaz. Savaş sözkonusu olduğunda ya halk
kurtuluşunu sağlamak için doğrudan savaşa katılır ya da egemen sınıf, halkı
savaşa sürer ve kendisini savaşın dışında tutar... Türkiye’yi Batı
terminolojisiyle inceleme hastalığı, 1960’dan sonra yayılan ‘sosyalist’ küme ve partiler içinde
yaygındı. 20.Yüzyıl başında 10 milyon nüfuslu, yüzde 90’ı köylerde kapalı
birimler halinde yaşayan, burjuvazi ve proletarya gibi sınıfların ortaya
çıkmadığı, göçerliğin varlığını sürdürdüğü bir Doğu toplumunun; sanayileşmiş ve
emperyalizme ulaşmış Batı Avrupa toplumlarının ölçüleriyle incelemek bilimsel
bir ilkellik değilse, kafaları karıştırmaya yönelik bir davranıştan başka ne olabilir?...
Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratan, ezilen uluslara örnek olarak
emperyalizme büyük darbe vuran, dünyanın en büyük anti-emperyalistine bunları
söyleyebilmek, düşünsel çözülmenin bence son aşamasıdır. Metin Aydoğan
15 Haziran 2017 Perşembe
SOSYALİST BİR GENÇLE TARTIŞMA - 1 (ELEŞTİRİ)
Sayın Aydoğan, "Yeni Dünya Düzeni
Kemalizm ve Türkiye" kitabınızı, bir arkadaş önerisiyle tümüyle
okudum. Kemalizmin bilimsel olarak ele alınmasına önem veren sizin gibi bir
aydının, kitabında Atatürk’e yönelik hiçbir eleştiride bulunmaması beni
şaşırttı. Aslında bu durum, sizin yanlı tutumunuzdan çok, Atatürk'ün
tabulaştırılması ve O’ndan başka herkese suç bulmaya kadar varan zafiyetten
kaynaklanıyor... Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, Marx’ın bize bıraktığı
en önemli miras, somut olgulara ait tespitlerden çok, “hareket, değişim ve
çelişkileri” esas alan diyalektik yöntem ile materyalist tarih anlayışıdır.
Siz Marx’ın diyalektik yöntemini, Kemalist devrimciliğin bir özelliği
olarak “olumlu” bulurken, materyalist tarih anlayışını pek de
benimsemiyorsunuz... Nesnelliğe önem veriyor ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünün
temelinde bunun yattığını söylüyorsunuz. Size katılmakla birlikte ben
Kemalizmin de nesnellikten uzak olduğunu, hatta daha kötüsü gerçekleri kasıtlı
olarak çarpıttığını söylüyorum... Kemalizmin anti-emperyalist bilinci
konusunda, sizi Atatürk’ün yüksek bilince sahip olduğuna inandıran
çeşitli sözlerini alıntılıyorsunuz. Yurtiçi yurtdışı yatırımlar peşinde koşan
Koç Holding ya da İş Bankası ne kadar anti-emperyalist ise Atatürk’de o kadar anti-emperyalisttir.
Sanırım emperyalizmin içerden fethedileceği yanılgısına düşme şerefine nail
olmuş dünyanın ilk ve tek “anti-emperyalist, 3.dünyacı” devrimcisi Atatürk’tür...
Atatürk ve Kemalistler, Kürtlerin kendilerini ifade etmedikleri zaman
sorun çıkarmalarının daima mümkün olduğunu söylemelerine karşın, Kürtleri yok
saymışlar, onlar ayaklanınca da suçu emperyalistlerin üzerine atmışlardır...
Sizin-kusura bakmazsanız- tam bir misyoner jargonuyla anlattığınız, “ilkel”
Dersim’e “medeniyet götürme” sürecinin bir de asimilasyon yüzü vardır...” Evren Karayel-Boğaziçi Üniversitesi
11 Haziran 2017 Pazar
KATAR “BUNALIMI” VE TÜRKİYE
Trump, Ortadoğu’ya verdiği önemi göstermek için, ilk dış gezisini Suudi Arabistan’a
yaptı. Basın Melania Trump’ın giysilerinden
ve yüksek rakamlı silah satışından başka şeyden pek sözetmedi. Ancak, ABD Başkanı
Riyad’a, yeni düşünceler ve kararlarla gelmişti. “Katar teröre üst düzey destek veriyor”, “Katar’ın tecridi terörizmin sonunun
başlangıcı olacaktır”, “Terörizmin finansmanında tüm oklar Katar’ı işaret ediyor”
diyordu.
10 Haziran 2017 Cumartesi
TARİHİN İNKARI
Ulus
karşıtlığının güncel politika durumuna getirilmesi, yerelleşmeyi; yerelleşmede
ulusal ayrışmayı gerekli kılmaktadır. Bu gerekirliğe hizmet edecek ideolojik çıkış,
kuşkusuz tarihin çarpıtılması ya da yok sayılmasıyla olanaklıdır. Eğer tarih
bu amaç için kullanılacaksa, her şeyden önce ve kaçınılmaz olarak, Türk tarihinin
çarpıtılması ya da yok sayılması gerekir. Çünkü bu tarih, millet
kavramını her dönemde yaşatmayı başarmanın ve bu başarıyı ayakta tutmanın uygulamalarıyla
doludur. Alman bilim adamı Prof.Fritz Neumark,
bu nedenle; “Türkler tarihten çıkarılırsa,
ortada tarih diye bir şey kalmaz” demiştir.(×)
9 Haziran 2017 Cuma
ÇİN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ
Yazılı tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe
geçmişlik içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık ve
bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin uygarlığını ileri sıçratan
kavşaklardan biri olan M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım
tekniklerini bilen, at yetiştiren ve gelişkin savaş arabaları kullanan Türk boyları, Çin içlerine girerek; Güney’de Yangzi Ciang ovasına, Kuzey’de Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent
yaptıkları Finghao (bugünkü Şien) ve Luoyi’de (bugünkü Luoyang) getirdikleri
uygarlığı, kesintisiz biçimde sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda
değişik üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.
7 Haziran 2017 Çarşamba
ÇİN UYGARLIĞI
“Uçsuz bucaksız” Çin’in “uçsuz bucaksız” bir tarihi vardır. Bu
tarih, M.Ö.7 binli yıllara, söylencelerle (efsanelerle) renklenen,
bilinmezliğin ya da unutulmuşluğun karanlıklarına gömülmüş zamanlara dek giden “sonsuz” bir tarihtir. Dünyayı “tanrılar” ve “cinlerle” dolu bir yer sayan eski Çin’den kopup insanlığa benzeri
olmayan bir evrim örneği sunarak bugüne ulaşan ve son üç bin yılı yazılı olan
bu koca tarih; eşsiz bir uygarlığı, Çin Uygarlığını bağrında taşır.
5 Haziran 2017 Pazartesi
DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ VE BOZULAN DOĞAL DENGE
5 Haziran Dünya Çevre günüdür. Çevre günü kutlamalarına
bir hafta kala, ABD’nin yeni başkanı Trump, geçen aralık ayında, kendi
ülkesi dahil 175 ülkenin imzaladığı, karbon gazı salınımını azaltmayı öngören “Paris
İklim Anlaşması”ndan çekildiğini açıkladı. Bu çekilme, uluslararası şirketlerin
doğanın dengesini bozmaya devam edeceğinin yani çevre konusundaki büyük devlet
sorumsuzluğunun süreceğinin göstergesidir. Çevre sorunu, doğal yaşamın
sürdürebilirliğini tehlikeye sokan bir boyuta ulaşmıştır. Isınmanın yol açtığı
iklim değişiklikleri ve kirlilik, bölgesel ya da ülkesel düzeyden çıkmış,
evrensel nitelik kazanmıştır. Çeşitleri çoğalmıştır. Su, hava ve toprak
kirliliği, nükleer kirlenme, manyetik kirlilik (iletişim karmaşası), uzay
kirliliği, enerji kirliliği, düzensiz kentleşme, gürültü, küresel ısınma,
aşınım (erozyon), virütik atıklar, endüstriyel ve kimyasal kirlilik olarak,
yaşamın tüm alanlarına yayılmıştır.
1 Haziran 2017 Perşembe
ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ VE GERÇEKLER
Halkın önemli bir bölümü, yap-işlet-devret yöntemiyle yaptırılan
yatırımları borçlanma olarak görmüyor. Ekonomik sorunların ağırlaştığı bir
dönemde gerekli olup olmadığını da sorgulamıyor. Onlara; devlet hazinesinden para
çıkmadığı, yatırımları şirketlerin gerçekleştirdiği, bedelin hizmeti alan
kullanıcılar tarafından ve uzun yıllara yayılarak ödendiği söyleniyor. Doğru
gibi görünen bu savlar, işin gerçeğini öğrenip değerlendirmeyen insanları doğal
olarak etkiliyor. Oysa, konu; Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, üslenilen
yükümlülükler, ödemenin biçim ve miktarıyla birlikte ele alındığında,
söylenenlerin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkıyor. Yavuz Sultan Selim
ve Orhangazi Köprüleri ile Avrasya Tüneli’ndeki araba geçişleri,
Ulaştırma Bakanlığı’nın yayınladığı Araç Geçiş Raporu’ndaki sayılarla devam
ederse; devletin köprüden ve tünelden geçmeyen arabalar için ödeyeceği para, 2017 yılında 494,7 milyon dolardır. Yap-işlet-devret
yatırımlarında, “geçiş ücreti”, “kullanım
payı” gibi tanımlarla halktan alınan ve bir tür dolaylı vergi olan bedelin
bununla bir ilişkisi yoktur, o ayrıca ödenmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)