31 Ekim 2015 Cumartesi

SALTANATIN KALDIRILMASI


623 yıllık Osmanlı saltanatı 1 Kasım 1922'de, TBMM'de oybirliğiyle kabul edilen bir yasayla kaldırıldı. Yazıyı; saltanat heveslilerinin arttığı günümüz ortamında, ders çıkarılır düşüncesiyle yayınlıyoruz.

Vahdettin, ulus vicdanını gerçek anlamda rahatsız eden ağır suçlar işlemişti. Anadolu’da ordu yoksulluk içinde savaşırken; kadınlar, yaşlılar, çocuklar ölüm dahil her türlü eziyeti göze alıp ateş hatlarına silah götürürken; İstanbul’da, “en sıradan hamal bile özgürlüğün temeline bir taş koymak için yaşamını tehlikeye atmaktan çekinmezken”; Padişah, tüm ulusun kutsal saydığı bu savaşa katılmamış, tam tersi her türlü karanlık oyun içinde düşmanla işbirliği yapmıştı. Tüm ulus, bağımsızlığı için “kendini feda ederken”, o ülkeyi işgal edenlerle anlaşmıştı. Kendi ulusunun başarısını değil, onu yok etmeye gelenlerin başarısını diliyordu. Düzenlediği iç isyanlarla kardeş kanı akıtmış, Kurtuluş Savaşı önderlerini idama mahkum etmişti.


HARF DEVRİMİ


Atatürk’e göre, Türkçe Türkiye demektir. Ulus varlığının korunup geliştirilmesi için Türkçenin özleşip özgürleşmesi bunun için de ulusun tüm bireyleri tarafından okunup yazılması gerekiyordu. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada ezberciliği gerekli kılıyordu.


30 Ekim 2015 Cuma

TEKKE VE TARİKATLARIN KALDIRILMASI



30 Kasım 1925’te çıkarılan, 13 Aralık 1925’te yürürlüğe giren yasayla Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Bu yasayla, şeyhler ve dervişler, tekkelerini kapatmakla kalmadılar, yan örgütleri durumundaki derneklerini de dağıttılar. Kendilerine ayrıcalık sağladığına inandıkları biçimsiz giysilerini çıkardılar. Herkes gibi; ceket, iskarpin, pantolon, kasket ya da şapka giydiler, kravat taktılar. Sokakta hiç kimse, onları artık diğer insanlardan ayıramıyordu. “Başkasının sadakasıyla geçinen” insanlar ortadan kalkmıştı. Belki de yaşamlarında ilk kez, “emekleriyle geçinmek için” çalışmaya başlamışlar, halk içinde yaşayan emekçiler haline gelerek kişiliklerini bulmuşlardı. Onlar, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları, eşit haklara sahip bireyleriydi. Bunların bir bölümü, okul ya da camilerde kapıcılık, bekçilik gibi hizmet görevi yapan devlet görevlileri, bir bölümü zanaatkar, bir bölümü de, “keçi kılından şapka örüp satan” esnaf haline geldiler.


28 Ekim 2015 Çarşamba

CUMHURİYET’İN İLANI


1923 yılında; Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu. Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan ederken yenileşmenin örgütlü gücü haline getirdiği orduya güveniyordu. Ancak, çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” kuşkusuz onunla boy ölçüşemeyecekti.


1920-1929 AMERİKA VE KAPİTALİZMİN BÜYÜK BUNALIMI


“Kara Perşembe” adı verilen 24 Ekim 1929 günü New York Borsasında kurlar çöktü ve ABD tarihinin en büyük ekonomik bunalımıyla karşı karşıya kaldı. Oysa,1929 yazı, Amerikan ekonomi tarihindeki en coşkun mevsimdi. O yaz hisse senetlerinin değeri dört yıl öncesine oranla yüzde 400 artmıştı. New York Borsasında her gün 5 milyon değişim işlemi yapılıyordu. Hisse senedi artışları gerçek ekonomik ve ticari gelişmelere değil vurguncu (spekülatif) değerlere dayanıyordu. Borsaya giren para hisse artışlarını karşılayacak durumda değildi. Üretime dayanmayan yapay gelir artışları kendini yıkma eğilimini de birlikte getiriyordu.


27 Ekim 2015 Salı

OSMANLI VE SELÇUKLULARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ-5


Selçuklu ve Osmanlılar’daki toprak iyeliğinin (mülkiyetinin) temel özelliği, Orta Asya kültürünün gelişkin bir uzantısı ve paylaşımcılığa dayanan kamucu yaşam biçiminin ürünü olmasıdır. Fethedilen yerlerde devletin kalıcılığını sağlamada belki de en önemli sorun, toprak ilişkilerindeki çeşitlilik ve bu çeşitliliğe uygun çözümlerin bulunup uygulanmasıydı. Onlarca millet ve milliyetin yaşadığı yedi milyon kilometrekarelik İmparatorlukta, tek bir uygulamanın her yerde ve aynı biçimde gerçekleştirilmesi olanaksızdı. Bu nedenle, özel koşullara uyum gösteren ve gereksinime yanıt veren değişik iyelik ilişkileri geliştirildi ve başarıyla uygulandı.


26 Ekim 2015 Pazartesi

SELÇUKLU VE OSMANLILARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ-4



Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu iki devlet geliştirdiği toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.


25 Ekim 2015 Pazar

OSMANLI VE SELÇUKLULARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ -3


Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu” olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir. Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul etmişlerdi. Selçuklular gibi Oğuz boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve altıyüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.

24 Ekim 2015 Cumartesi

OSMANLI VE SELÇUKLULARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ-2


Osmanlı Devleti’nin evrimi, yalnızca askeri örgütlenme ve devlet yönetimi konularında değil, bununla birlikte eğitim, hukuk, maliye, ticaret ve üretim alanlarında da kendinden önceki Türk toplumlarının tarihsel birikimi üzerinde gelişti. Orta Asya kültürünün tarihsel birikimi temel alınıp, yeni koşulların yarattığı gereksinimler doğrultusunda; başka kültürlerden de yararlanılarak, güçlü ve iyi işleyen bir devlet kuruldu. Selçukluların işleyip geliştirdiği Sasani, Abbasi ve Bizans kültürü; binlerce yıllık Anadolu uygarlığıyla karıştı ve tümü Türk yönetim düzeni içinde eriyerek, ileri bir uygarlık yaratıldı. Anadolu, bu gelişime bağlı olarak, Türkleşti.

23 Ekim 2015 Cuma

OSMANLI VE SELÇUKLULARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ-1


Selçuklularda devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik divanlar vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın, tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar; serbestçe dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar sonunda alınırdı.

20 Ekim 2015 Salı

ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI, KÜRTÇÜLÜK VE SOSYALİSTLER


Türkiye’de, ideolojik ayrılıklar ileri sürerek sürekli bölünen “sosyalist” kümelerin birleştikleri belki de tek ortak nokta, Cumhuriyet’e ve Kemalizme karşıtlıktır. Karşıtlığı, ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıma üzerine yoğunlaştırıyorlar ve Kürt kalkışmasını desteklemedikleri için, Kemalistleri faşistlikle suçluyorlar. Emperyalizmin Kürtlerle kurduğu ilişkinin niteliğini görmemeleri olanaksız. Sosyalist kuramcıların demokrasi ve ulusal sorun üzerine yazdıkları ortada. Buna karşın, bilim ve gerçekler sözcük kalabalığı içinde tersyüz ediliyor. Bunun bir nedeni olmalıdır. Kemalistlerin “işçi ve köylüleri ezdiği”, Atatürk’ün “burjuvazinin temsilcisi olduğu” ve “İngiliz emperyalizmiyle uzlaştığı”, “diktatör olduğu”, “Kürtlere soykırım uyguladığı” gibi sözler akıl tutulması değilse nedir? Bu düzeydeki düşünsel ilkellik hiçbir siyasi oluşuma yakışmaz ancak sosyalistlere hiç yakışmaz.

19 Ekim 2015 Pazartesi

KEMALİZMİN BÜYÜK DEVLET POLİTİKALARINA ETKİSİ


İngiliz Sömürge İmparatorluğu, 1920’lerden sonra hızla dağıldı. Kemalizmin dağılmaya etkisi belirleyici boyuttaydı. Beklenmeyen Türk başarısı, önceden saptanmış dengeleri bozdu ve gelişmiş ülkeleri yeni politika arayışlarına yönelmek zorunda bıraktı. Askeri işgale dayanan egemenlik, artık yürümüyordu.


17 Ekim 2015 Cumartesi

KÜRESEL “UYGARLIK”




İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası düzeyde kurumsallaştırılan ve Yeni Dünya Düzeni denilen emperyalist politika, 1980’lerden sonra “kürselleşme” tanımıyla yoğunlaştırıldı ve dünyaya yayıldı. Girişimin öncüleri yapılanları; “tarihin sonu”, “sanayi ötesi toplumun kuruluşu”, “post-modern çağa geçiş” gibi tanımlarla kutsadılar; “çağın gereği” olan küreselleşmeye karşı çıkmanın tutuculuk olduğunu söylediler. İletişim ağının etkili gücüyle yoğun yaymaca yapıldı, insanlar üzerinde adeta düşünsel terör estirildi.


14 Ekim 2015 Çarşamba

NUTUK


Atatürk, 15 Ekim 1927 Cuma günü okumaya başladığı Nutuk’u, günde altı saat okumak üzere altı günde okudu. Yazmak için ise, yaklaşık dokuz ay bilgilerini yeniledi, belge topladı. Mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi, kendi düşünce ve hazırlıklarını aktarırken, onların “görüş ve değerlendirmelerini” aldı. Anımsıyamadığı ayrıntılar için, olayı birlikte yaşadığı insanları bulduruyor, değinmek istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama ya da yanlış kanı uyandırma kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu gördüğü uyarıları kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler süren çalışmasını yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe olduğu kadar yazılıma da önem veriyordu. Yazdığı notları derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık yapıtı “kendi elleriyle yazdı”; yüzlerce belgeyi, “bizzat kendisi toplayıp değerlendirdi.” Tümceler (cümleler), sözcükler (kelimeler) üzerinde titizlikle duruyor, dil bilgisi kurallarına aşırı özen gösteriyor; uygun olan sözcük kullanımına çok önem veriyordu.

13 Ekim 2015 Salı

ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU


Birçok insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı (padişahın tahtının olduğu yer) olan İstanbul’un, üstelik payıtaht tanımı aynısıyla kalarak, yeni devletin de başkenti olmasını istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi yönelişti; dünya görüşüyle ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için, Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve bu işi yabancılarla birlikte yapmaktan çekinmeyen “çürümüş İstanbul”’la hesaplaşmak, “araya mesafe koymak” gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa dayalı Batı uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve ortasındaki Ankara’dan yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir geleceği yaratmak, “Anadolu’ya Anadolu halkının egemen olmasıyla” olanaklıydı.

10 Ekim 2015 Cumartesi

BATININ DEMOKRATLIĞI





Kendilerini “demokratik ülke” olarak tanımlayan Batılı ülkeler, konu ekonomik çıkar ve petrol olduğunda; “demokratik nezaketlerine” kan bulaştırmaktan çekinmezler. Demokrasi, insan hakları, özgürlük söylemleri dillerinden düşmez ancak rejime ve devlete karşı işlenen suçlar sözkonusu olduğunda katıksız despotlar haline gelirler. Bölmek istedikleri azgelişmiş ülkelerde, azınlık haklarının kararlı savunucularıdırlar ancak kendi ülkelerinde hiçbir azınlığa yaşam hakkı tanımazlar. Soykırıma karşı yasalar çıkarırlar ancak soykırım yapmaktan çekinmezler. Tarihi kırım ve kıyımlarla dolu Batının “demokratik terörünü” görmek buna göre davranmak gerekir.

9 Ekim 2015 Cuma

FAŞİZMİN KÜRESELLEŞMESİ-2


Mussolini, yönetime gelir gelmez devletin elinde bulunan telefon, hayat sigortası, belediye işletmeleri ve tüm devlet tekellerini özelleştirdi. Devlet, 1924 yılında iflas eden Banco di Sconto ve Banco di Romanın tüm borçlarını üzerine aldı. Büyük şirket ağırlıklı nama yazılı hisse senetlerinin tümü devlete ödettirildi. Mussolini,“biz devleti, bütün ekonomik yetkilerin pisliğinden temizlemek istiyoruz. Demiryolcu, postacı sigortacı devlet yeter” diyordu. Almanya’da; Krupp, Thyssen, Schact gibi sanayi tekelleri Hitler’i destekledi. Bu şirketler, başta Hitler olmak üzere Nazi önderlerini açıkça kâra ortak ettiler. Tekelci sermayeye büyük devlet yatırımlarının ihaleleri verildi. Bunların çoğu “şirkete göre iş” biçimindeydi.


8 Ekim 2015 Perşembe

FAŞİZMİN KÜRESELLEŞMESİ-1


Faşizm ve Nazizm, ekonomik temelleriyle ele alınacak olursa, günümüzdeki küreselleşme uygulamalarından öz olarak ayrımlı olmadığı görülecektir. İtalya ve Almanya’da açık şiddet ve siyasi terörle sağlanan tekel egemenliği; İngiltere, Fransa ya da ABD’nde “demokratik” yöntemlerle sağlanmıştır.  Bu, kolay görülebilir bir gerçektir. Batılılar, İtalya ve Almanya’da 20.yüzyılın ilk yarısında yaşanan vahşete, Batıda bugün de geçerli olan ekonomik düzenin değil; Mussolini ve Hitler’in “çılgın hırslarının” ve “demokrasiden yoksunluğun” yol açtığını söyler Pazar paylaşımından, şirket egemenliğinden ve tekelleşmeden söz edilmez.

5 Ekim 2015 Pazartesi

İŞGAL İSTANBUL’U VE MUSTAFA KEMAL


İşgalciler, İstanbul’da elkoydukları silah ve donanımı, 1 Ekim 1923 günü Tümgeneral Selahattin Adil’e teslim ettiler. 2 Ekim’de, son birliklerini gemilere bindirdiler ve Türk askerini selamlıyarak ülkeyi terk ettiler. Türk ordusu, 6 Ekim 1923 günü törenle İstanbul’a girdi. Birkaç yıl öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla sağlanan bu başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul için, kurtuluşun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu vardı. İstanbul, çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce yıl süren bozulmaların birikimini taşıyordu; yozlaşma ve yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan sonra kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin merkezi olan Ankara’yla bütünleşecek miydi?


3 Ekim 2015 Cumartesi

KEMALİST KALKINMA VE ÇİN


Çin’de, 1977’den sonra geliştirilen ekonomik kalkınma uygulamaları, Kemalist kalkınma yöntemiyle büyük bir benzerlik gösterir. Devlet öncüdür ve sosyal niteliklidir. Kalkınmanın temel gücü ulusal kaynaklardır. Bağımlılık doğurmamak ve üretime yatırmak koşuluyla dış kredi alınır. Kalkınma planlarına uyuması koşuluyla, özel girişimciliğe yer ve destek verilir. Dışsatım arttırılırken, ulusal pazar gümrük koruması altında alınır. Barışçı dış politikayla, silahlanma harcamaları düşürülmeye çalışılır. Laik eğitime, özellikle teknik eğitime özel önem verilir. Köy ve tarım sorunları devlet desteğinde birinci sırayı alır.

2 Ekim 2015 Cuma

ÇİN DEVRİMİ-2


Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılında Çin, dünya gelişme çizelgelerinin en altında yer alan bir ülkeydi. Düzensiz ve kalabalık kentlerin ürkütücü yaşam koşulları, uçsuz bucaksız kırlardaki sonsuz yoksulluk, yüzyıllara dayalı feodal egemenliğin doğurduğu sosyal gerilik ve giderilmesi olanaksız görünen ulusal ayrılıklar, büyük boyutlu toplumsal sorunlar olarak ortada duruyordu.

1 Ekim 2015 Perşembe

ÇİN DEVRİMİ – 1


1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.Yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aşağıdaki çalışmayı bu amaca yönelik olduğu için yayınlıyoruz. Üç bölüm olarak yayınlayacağımız çalışma, geniş kapsamı olan bu konu için bir ön taslak olarak değerlendirilmelidir.