30 Ağustos 2015 Pazar

30 AĞUSTOS ZAFERİ VE BÜYÜK “BARIŞ SÖYLEVİ”


Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz...”                          30Ağustos 1924, Mustafa Kemal Atatürk

25 Ağustos 2015 Salı

26 AĞUSTOS 1922, BAŞKOMUTANLIK MEYDAN SAVAŞI

 “Yunan mitralyözleri, dalga dalga gelen Türk askerlerini ot gibi biçti. Biraz sonra, ölüler tel örgülerin önünde ehramlar gibi üst üste yığılmış, katı toprağın yüzünde akan kanlardan kızıl gölcükler oluşmuştu. Ancak arkadan gelenler, arkadaşlarının ölüleri üzerine basarak tırmanıyor ve tel örgüleri aşıyordu. Kemalettin Sami, bu kırıma fazla bakamadı, başını çevirdi. Sonra tepeden bir imamın ezan sesini duydu. O zaman anladı ki, mevzi ele geçirilmiştir.”                                    L. Kinross


24 Ağustos 2015 Pazartesi

DİNSEL BAĞNAZLIK VE “ŞAPKA DEVRİMİ”



23-31 Ağustos 1925, Atatürk’ün ilk kez şapka giyerek yaptığı ve halkı şapka giymeye çağırdığı Kastamonu gezisini yaptığı günlerdir. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.

Baş giysisi sorununu, bir başka deyişle fesin yerine şapka giyilmesinin, uygarlık demek olmadığını kuşkusuz biliyordu. Ancak, “baş giysisi değiştirmenin, din ve iman değiştirme olduğunu” söyleyecek kadar geri inançların bulunduğu bir toplumda, gelişip ilerlemenin olanaksız olduğunu da biliyordu. Onun çözmek için uğraştığı ana sorun, düşüncelerde yaşayan boş inançları söküp atmak, bilimi ve özgür düşünceyi egemen kılmaktı. Bu nedenle Kastamonu’da başlattığı girişim, “başlık değil, baş davasıydı.”

22 Ağustos 2015 Cumartesi

NE YAPMALI


Girişilecek ulusal savaşımın üstesinden gelebilmek için; halka ulaşmak, onu yerinde örgütlemek, yerel unsurlardan halk önderleri çıkarmak ve bunları ulusal örgütün öncüleri haline getirmek gerekmektedir. Yerel örgütler, bu amacı gerçekleştirecektir. Ulusal hakların savunulmasında yer alacak yerel örgütler, yüzyıl başında kendiliğinden ortaya çıkan Müdafaa-i Hukuk, Reddi İlhak ve Kuvvayı Milliye örgütlerinin günümüz koşullarındaki benzerleri olacaktır. Benzerliğin nedeni, koşullar arasındaki nesnel örtüşmedir.

19 Ağustos 2015 Çarşamba

KADIN HAREKETİ, KÜRTÇÜLÜK VE TÜRKLER


Kadın hareketi, son dönemde, dünyada ve Türkiye’de şimdiye dek görülmeyen garip ve çarpık bir kılığa büründü. Demokrasi adı altında Kürtçülük yapan, sayısı az sesi yüksek bir hareket haline geldi. Aktarmaya dayalı düzeysiz söylemlerle, kadın haklarının değil PKK ya da HADEP’in yaymacası yapıldı.PKK’nın temelinde kadın vardır”, “Kürt kadını gerillaya katılarak ordulaşmıştır”, “özgürlüğe yürüyen kadınla, özgür ulusa”, “Önder Apo kadını özgürleştirmiştir”...vb. Bunlar PKK ya da KCK bültenlerinden değil yasal bir kadın örgütünün yayınından alınmış sözcüklerdir. Toplumbilimde yeri olmayan komik bir durumdur bu. Kürt deyince kendinden geçme hastalığı, yalnızca insanları değil örgütleri de traji-komik bir konuma sürüklemektedir.

18 Ağustos 2015 Salı

KÜRESELLEŞME VE DÜNYA TARIMI


Biyomühendislik ürünü kereviz yaprakları; diri, lifsiz ve dayanıklı olduklarını açıklayan ilan kampanyalarıyla piyasaya sürülüyor. DNA benzetmesi yoluyla elde edilen; dona karşı dayanıklı krizantemler, karanfiller, domatesler ve çilekler, doğal olanları piyasadan siliyor. DNA ile antifiriz proteini üretiliyor, hayvan kopyalanıyor. Dünyada en çok süt veren inek cinsinden yüzde yirmibeş daha çok süt elde edilen süper inekler yaratılıyor. Yeni biyoteknolojiler ve gen haritalarında sağlanan ilerlemeler, tarımsal endüstriler üzerine egemenlik kuruyor. Kendi aralarında yarışan gelişmiş ülkeler, yoksul ülkeleri deney ve kullanım alanı olarak görüyor. Ürün çeşitliliği, üretim düzeyi, dışsatım ve teknoloji alanlarının azgelişmiş ülkeler zararına değişmesi artık sürekli duruma geldi. Bu değişim o denli hızlıdır ki araştırmacılar ve sayıbilimciler (istatikçiler), tarımsal kalkınmada bölgeler arası eşitsizlikleri gösteren verileri izlemekte zorlanmaktadır. Elde edilen sayısal değerlerin oluşturduğu tablo eğrileri, gelişmiş ülkeler için hep yukarı, azgelişmişler için hep aşağıya doğrudur.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

ÇÖZÜLEN İMPARATORLUK: ABD


Dünyanın ‘süper gücü’ ABD, bugün giderek ağırlaşan toplumsal sorunların etkisi altındadır. Üretimsizliğin ve mali sermaye ticaretinin yol açtığı ekonomik açmaz, kamusal yaşamın her alanında kalıcı bozulmalar yaratıyor. Bir zamanlar yaşam biçimi ve varsıllığıyla ‘göz kamaştıran’ ABD, bugün “ikinci sınıf bir ülke olma” çekincesiyle karşı karşıya. Başka uluslara “sermaye ve teknoloji bağımlılığı” artıyor. Nüfusun “yüzde 10’u açlık sınırında”. Her üç çocuktan birinin “17 yaşından önce bir kamu yardımına gereksinimi var”. 35 milyon Amerikalı “sağlık sigortasından yoksun”. Her yirmi beş dakikada bir cinayet işleniyor. Bütçe açıkları ve devlet borçları hızla artıyor. Eğitim düzeyi düşüyor... Bunları Amerikalı uzmanlar söylüyor. Amerika’daki gelişmeler izlenmelidir. Çünkü ABD hala dünyayı etkileyen bir güçtür. Ülkemizdeki sorunları çözmek için dünyayı tanımak, her gelişmeyi dikkatlice izlemek gerekir. Amerika’daki gelişmeler, bu nedenle izlenmeli ve öğrenilmelidir. Aşağıdaki yazıyı bu amaçla yayınlıyorum.

13 Ağustos 2015 Perşembe

GİRİT'İN YOLUNDAKİ KIBRIS


14 Ağustos, Kıbrıs’ın bugünkü konumunu belirleyen askeri eylemcenin başarıldığı gündür. Bu yazıyı, geçmişi anımsatmak, şehit ve gazileri anmak için yayınlıyoruz.

Batının Kıbrıs’a verdiği önem ve bu öneme uygun düşen politik davranışlar eski bir öyküdür. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu, bu adanın tarihin her döneminde saldırılar ve ele geçirme girişimleriyle karşılaşmasına neden olmuştur. Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır arasındaki ticaret yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletlerin, Antik Çağ’dan beri ele geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Bu nedenle Kıbrıs’ın tarihi, yoğun ve sürekli çatışmalarla dolu bir tarihtir.

11 Ağustos 2015 Salı

KURTULUŞ MECLİS’İNDEN DEVRİMLER MECLİSİ’NE: İKİNCİ MECLİS


Aydın eksikliği, etkisini belki de en çok, ikinci Meclis’te gösterdi. Milletvekillerinin önemli bir bölümü, yenilik atılımlarında önce ikna edilecek, sonra eğitilecek, daha sonra da uygulama içinde kazanılacaktı. Büyük bölümü, kısa süre içinde, başarmak zorunda oldukları işin önemini ve gerçek boyutunu kavradı. İçinde yer alacakları toplumsal gelişmenin kendilerine ve ülkelerine kazandıracağı değerleri gördüler; tarihsel bir olayın içinde yer almanın bilinciyle, “gece-gündüz çalıştılar.” Kütüphaneler, Meclis’in yetersiz odaları, bakanlık koridorları; hazırlanmakta olan yasa önerilerine katkı koyacak bilgileri toplamak için koşuşturan milletvekilleriyle doluyordu. Bu yazıyı, İkinci Meclis’in açılış günü olan 11 Ağustos’ta, o dönem milletvekillerine saygı için yayınlıyoruz.


9 Ağustos 2015 Pazar

SEVR-1920


Osmanlıyı İmparatorluğu’nu parçalayan Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 günü imzalandı. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.



Sevr Anlaşması, Türkiye’de ne imzalayanların ne de imzalatanların hiç ummadığı bir tepki yarattı ve ulusal direniş, olağanüstü bir ivme kazandı. Anadolu’daki Türk egemenliğine son verildiğini gören halk, kitleler halinde direnişe katıldı; iç ayaklanmalar eridi, ayaklanmacılar Kuvayı Milliye örgütlerine ve düzenli orduya yazıldılar. Sevr’e karşı duyulan tepki, ulusal bir öfkeye ve kararlı bir direnme istencine dönüşerek ülkenin tümüne yayıldı. Anlaşma maddelerinin ayrıntıları açıklanmıyor ya da yanlış bilgiler veriliyor olsa da, halk karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi sıradışı bir sezgi gücüyle görmüştü. Ülke, “en tiksinti duyduğu” Ermeni ve Rumların da içinde bulunduğu Batılı devletler tarafından paylaşılıyor, atayurdu Anadolu elden gidiyordu.


8 Ağustos 2015 Cumartesi

TÜRK TARİHİ



Batı tarihçiliği iki tür bencilliğin hala etkisi altındadır. Biri Hıristiyan bencilliği (Christocentrism), diğeri ırk bencilliği (etho-centrism). Batı tarihçiliğindeki bu iki bencilliğin en iyi göstergesi ‘Türktür’. Tüm nesnellik örtüleri, konu Türke gelince hemen ortadan kalkar ve Hıristiyan kültürüyle Avrupa ırkçılığı her yandan sırıtmaya başlar. Türkten ağzı burnu çarpılmadan söz eden Batı tarihçisine rastlamak güçtür.”                                                                                                                   Niyazi Berkes


6 Ağustos 2015 Perşembe

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939-1945)


Büyük şirket yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların hizmetindeki politikacılar dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın bitiminden henüz 21 yıl geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen birinci savaş tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı. 3 Eylül 1939 akşamı, İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını taşıyan törenler yoktu. Bu kez Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.

4 Ağustos 2015 Salı

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI FRANSA (1918-1939)



Fransa, Anadolu’dan çekilmek zorunda kaldığında Ortadoğu’da kendisine, Irak ve Basra’ya göre çok daha ‘değersiz’ olan Suriye kalmıştı. Almanya’dan alınan küçük Alsace-Lorraine’den başka bir toprak kazancı olmamıştı. ABD, Japonya ve İngiltere Pasifik ve Çin için savaşım verirken Fransa, ‘verimli’ işletemediği Vietnam’da sıkışıp kalmıştı. Rusya’da yitirilen sermaye büyük boyutluydu. Yapılmak istenen askeri karışmalar başarılı olamıyor, Rusya’ya gönderilen savaş gemilerinde Sovyet yanlısı ayaklanmalar çıkıyordu.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI İNGİLTERE (1918-1939)



Büyük devletlerin dış politikalarında dostluk ve güvene yer yoktur. Çıkar kaygılarının güvensiz ortamında her şey her an değişebilir. Bugünün dost görüneni yarın açgözlü bir düşman, düşmanı da uysal bir dost olabilir. İlişkilerde belirleyici öğe; ulusal çıkar ve kazançtır. İki dünya savaşı arasında Pasifik’te yaşanan gelişmeler, bu gerçeğin çarpıcı bir kesitini oluşturur. Yüzyıl başında zirvede olan İngiltere, eski gücünü yitirince yerini hemen daha güçlü olana bırakmak zorunda kalmıştır. Uluslararası pazar, bir kurtlar sofrasıdır ve bu sofrada geçerli olan tek değer, güçlü olmaktır.

2 Ağustos 2015 Pazar

ERZURUM KONGRESİ (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919)


Başarılı olabilmek için, “büyük bir irade gücüne”, nitelikli düşünsel donanım ve sınırsız bir yurt sevgisine gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal sürükleyici bir güç” olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul ve eğitimsiz görünen Türk halkının doğal yapısında da vardı. İnançlı bir yurtseverin yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü, kaynağı olan millet gücüyle birleştirerek, ülkesini kurtaracak bir eyleme, ulusal bağımsızlık eylemine girişecekti. Bu girişim, kendi adına bir şey istemeyen, “şan ve şeref peşinde koşmayan”, yalnızca “geleceğin Türkiyesi üzerinde tasarladığı yapıcı düşüncelere” yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÜNYA (1918-1939)


Dünya Savaşı sonrasında dünyanın hemen her yerinde yaşanan; ekonomik, politik ve askeri olaylar, dünyanın yeni bir çatışmaya doğru gittiğini gösteriyordu. Emperyalist devletler, kendi aralarında savaşım içindeyken, birlikte ya da ayrı ayrı Sovyetler Birliği ve Ulusal Bağımsızlık devinimleriyle uğraşmak zorundaydı... Kendi aralarındaki güvensiz ve çıkara dayalı ilişkiler, taşıdığı yüksek çatışma eğilimiyle dünyayı, yeni ve kanlı bir savaşa götürüyordu. Avrupa ve Uzakdoğu’da politik ilişkiler, uluslararası sürtüşmelerin yarattığı denetimsiz bir güçle ısınmayı sürdürüyordu.