30 Ağustos 2015 Pazar

30 AĞUSTOS ZAFERİ VE BÜYÜK “BARIŞ SÖYLEVİ”


Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz...”                          30Ağustos 1924, Mustafa Kemal Atatürk


Özgürlük Çağrısı

Mustafa Kemal, savaş ve askerlik anılarını konuşmaktan hoşlanmaz, bu konular açıldığında, soruları kısa yanıtlarla geçiştirirdi. Kanlı çatışmalar içinden gelmiş, üzüntüler, acılar yaşamıştı. Nitelikli bir kurmay, büyük savaşlar kazanmış bir komutandı; başarılarını konuşmak, onlardan övünç duymak en doğal hakkıydı. Ancak, savaşı ve acı anılarını sevmiyor, “ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” diyordu.1
En büyük askeri başarıları elde etmesine karşın, kanlı savaşların yaşandığı Çanakkale’ye, Doğu cephesine ve Sakarya Savaşı alanlarına daha sonra hiç gitmedi. Yalnızca, 1924 yılı 30 Ağustosunda, Dumlupınar’a geldi ve burada bir buçuk saat süren, anlamlı ve duygulu bir konuşma yaptı.
Başkomutanlık Savaşı’nın geçtiği alanda söylediği sözler, yalnızca savaşa ait duyguların dile getirilmesi değil, onunla birlikte tarihe aktarılan kalıcı bir belgeydi. Bu söylevle, Türk ulusuna ve gelecek kuşaklara olduğu kadar, dünyanın ezilen uluslarına sesleniyor, onları “dünyanın despotlarına” karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşına çağırıyordu.

Savaş Edebiyatının Şaheseri”

Konuşmasının başında, Türk ulusunun bu büyük savaşta, kendisini başkomutanlığa değer gördüğü için duyduğu mutluluğu dile getiriyor ve “bu görevin mutlu anısını, ulusuma duyduğum minnetle, ömrüm oldukça övünerek saklayacağım” diyordu.2 Daha sonra, “gerçek niteliği bugünkü açıklamalardan çok, yarın, tarihin yargıçları olan araştırmacıların incelemeleriyle, daha iyi anlaşılabilecektir” dediği3 Dumlupınar Meydan Savaşı’nın aşamalarını, kendine özgü biçemiyle (üslubuyla) anlatır. Sıradan bir düz yazı söyleminden çok, destansı bir anlatıma benzeyen bu bölüm, Şevket Süreyya Aydemir’in tanımıyla, “savaş alanında yapılan bir barış söylevi, savaş edebiyatının bir şaheseridir.”4
Afyon Ovası’nı ve onu çevreleyen tepeleri, göstererek, iki yıl önce yaşananları şöyle anlattı: “Güneş mağribe (batıya) yaklaştıkça, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Biraz sonra, cihanda büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi; karanlıklar içinde bu çöküntü olmalıydı. Semanın karardığı bir anda, Türk süngüleri, düşman dolu şu sırtlara hücum ettiler. Karşımda artık bir ordu, bir güç kalmamıştı. Tümüyle mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi, korku ve dehşet içindeki bu şekilsiz kitle, acınası bir yığın halinde kaçmak için yer arıyordu. Artık gecenin koyulaşan karanlığı, sonucu gözle görmek için, güneşin doğudan yeniden doğmasını zorunlu kılıyordu...”5

Savaşım Felsefesi

Söylev, ertesi gün savaş alanını gezerken karşılaştığı görüntüleri aktararak sürer ve “gerçek bir mahşer manzarası” 6 olarak tanımladığı savaş alanını, aynı görkemli anlatımla betimledi (tasfir etti), savaşın felsefesini yaptı: “Ertesi gün savaş alanını dolaştığımda, ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü, buna karşılık düşman ordusunun uğradığı yıkımın korkunçluğu, beni çok duygulandırdı. Şu karşıki sırtların arkasındaki bütün düzlükler, bütün dere yatakları, gizli kapaklı her yer; terk edilmiş toplar, sayısız araçlar, donanımlar, bunların arasında yığın yığın ölüler ve toplanıp götürülmekte olan kafileler halindeki tutsaklarla, gerçekten bir mahşeri andırıyordu... Savaşlar, hele meydan savaşları, yalnızca iki ordunun karşı karşıya gelip çarpışması değildir; ulusların çarpışmasıdır. Savaşlar, ulusların bütün varlıklarıyla; teknik alandaki başarılarıyla, ahlaklarıyla, kültürleriyle, erdemleriyle, kısacası gözle görünür görünmez bütün güç ve varlıklarıyla, her türlü araç ve olanaklarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Savaş alanında çarpışan ulusların, gerçek güçleri ve değerleri ölçülecek demektir. Sonuç, yalnız gözle görünür güçlerin değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin üstünlüğünü ortaya koyacaktır... Tarih; başlarındaki taht sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde, birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istilacı orduların, istilacı ulusların uğradığı, buradaki gibi korkunç sonuçlarla doludur.”7

Tarihe Yön Vermek

Dumlupınar Söylevi’nin sonraki bölümlerinde; tutsaklığa karşı çıkan ulusların artık yenilemeyeceğini, bunu başaracak bir gücün artık olmadığını, 30 Ağustos’un dünya tarihine yön veren bir savaş olduğunu açıkladı ve Türk ulusuna geleceğe yönelik önermelerde bulundu: “Tutsak olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmayı başarabilecek kadar güçlü zorbalar, artık dünya üzerinde kalmamıştır. Türk milleti burada kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor...”
Türk yurdunu ele geçirmek düşüncesini, Türk’ü tutsak etme isteğini, toplumsal amaç haline getirenlerin, hak ettikleri sondan kurtulamadıklarını burada gözlerimizle gördük... Bir ülkeyi ele geçirmek, o ülkede yaşayanlara egemen olmak için yeterli değildir. Bir ulusun ruhu ele geçirilmedikçe, bir ulusun yaşama isteği gevşeyip kırılmadıkça, o ulusa boyunduruk vurulamaz. Yüzyılların yarattığı ulusal inanca, güçlü ve sürekli ulusal dayanışa, hiçbir güç karşı duramaz...”
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası 30 Ağustos, çok parlak zaferlerle dolu, Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Burada kazanılan zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermede bu kadar etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Açıktır ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı; ölümsüz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu semalarda uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Burada temelini attığımız bu anıt, Türk yurduna göz dikenlere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, güç ve kararlılığındaki kesinliği ve keskinliği hatırlatacaktır...”
Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, tahtlar taçlar yanar, yok olur. Ulusların tutsaklığı üzerine oturtulmuş devletler, her yerde er geç yıkılacaktır... Avrupa’nın ortasından, Doğunun öbür ucundaki binlerce yıllık ülkelere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini daha iyi anlarız.. Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler, çok şeyler düşünmüşler ancak bir şeyi düşünmemişlerdir. Türkiye’yi düşünmemişlerdir. Bu düşüncesizlik yüzünden, Türk yurdunun, Türk ulusunun uğradığı zararları, ancak bir tek davranışla giderebiliriz. Türkiye’de Türk’ten başka bir şey düşünmemek. Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk artık öğrenmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve evlatlarını Cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü ve bilinçli bulundurmak gerekir. Refah ve mutluluğa ancak bu davranışla ulaşabiliriz. Ulusumuzdaki güçlü karakter, sarsılmaz inanç, ateşli milliyetçilik; ekonomik gelişmeyle gerektiği gibi güçlendirilmelidir. Ekonomik olarak zayıf bir bünye, yoksulluktan, sefaletten kurtulamaz; sosyal ve siyasal felaketlerden yakasını kurtaramaz...”
Bugün, insanca yaşamanın koşulları bütün kesinliği ile ortaya çıkmıştır. Bu koşullara aykırı söylemler, artık doğruluk, iyilik ve inanç ilkeleri sayılamaz. Gerçek belirdi mi, yalan ortadan kalkar. Akla aykırı uydurma şeyler, kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli milletimizin sosyal devrim adımlarını kesmek, küçültmek isteyen engeller ortadan kaldırılmalıdır. Son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençlerine yöneltmek istiyorum... Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz...”8

DİPNOTLAR

1 “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.70
2 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.73
3 a.g.e. sf.75
4 a.g.e. sf.75 ve 77
5 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.C., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.276
6 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.127
7 a.g.e. sf.127
8 a.g.e. sf.127

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder