28 Mayıs 2017 Pazar

GERÇEK “ARAP BAHARI”: NASIR DEVRİMİ



Arap ülkelerinde son dönemde gerçekleşen ve bölge insanına; kan, gözyaşı ve karmaşadan başka bir şey getirmeyen olaylara “Arap Baharı” adı verildi. Arap ülkelerinde 20.yüzyılın ilk yarısında gerçekten bir “bahar” yaşanmıştır. Bu “bahar”, Türk Kurtuluş Savaşı’nı örnek alarak, Mısır'dan Fas'a kadar tüm Arap dünyasını kapsayan anti-emperyalist kurtuluş savaşlarıdır. Mısır’daki Nasır Devrimi gerçek bir uyanış ve yurtsever atılımdı. Yalnızca, güçlü bir yönetimin kurulması değil, 2500 yıllık Mısır tarihinde ilk kez, yerli Mısırlıların yönetime gelmesiydi. Nasır Devrimi, geri ve yoksul bir halkın; yabancı egemenliğinden, sömürüden, tutucu geleneklerden ve örgütsüzlükten kurtularak çağdaş bir ulus durumuna gelme atılımıydı. Türk Devrimi’ni örnek aldı ve Mısır’a çok şey kazandırdı. Bugün, Arap dünyasındaki olayları değerlendirmek için Mısır’ı, Mısır’ı anlamak için de Nasır’ı bilmek gerekir.

26 Mayıs 2017 Cuma

“ARAP BAHARI” VE MISIR’DA ULUSÇU AKIMLAR (1882-1952)


Arap ülkelerini “demokrasi” adına kan gölüne çeviren ve adına “Arap Baharı” denilen emperyalist uygulama, neden ve sonuçlarıyla Türkiye’de yeterince ele alınmadı, ders çıkarılmadı. Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan geniş coğrafyada, geçmişte gerçek bir “Arap Baharı” yaşanmış; Mısır, Fas, Tunus, Libya ve Cezayir’de; Batı emperyalizmine karşı ses getiren ulusal bağımsızlık mücadeleleri gerçekleştirilmişti. BOP’un gereği olarak, üstelik “bahar” adı verilerek yapılan yıkım, bu mücadelelerden bir anlamda öç alma girişimiydi. Mısırlılar, Avrupalıların geleneksel Arap ve Mısır uygarlığının tarihsel değerlerini yıkacağını görerek, mücadeleye 19.yüzyılın sonlarında başlamıştı. Arap Rönesansı (Nahda) denen akım, bu mücadeleyle ortaya çıktı. El yordamıyla da olsa gelişmeye başlayan bu tür ulusçu akımlar, 20.yüzyıla girerken yeni bir aşamaya ulaştı. İslam reformcusu Cemalettin Afgani’nin izleyicileri, dini-siyasi reformcular, Arap (fellah) subaylar ve orta sınıftan gelen aydınlar, yeni akımın yandaşlarıydı. Genç avukat Mustafa Kamil ve Muhammet Fend ilk ulusal partiyi bu dönemde kurdu. Mısır’ın gerçek “baharı” 1952’de Nasır Devrimi’yle başladı. Ancak, zenginleşen yönetici sınıf ve yerli dinci örgütler, emperyalist egemenliğin gönüllü dayanakları oldu ve bu uyanışa karşı çıktı.

23 Mayıs 2017 Salı

21.YÜZYIL KİMİN OLACAK


Dünya’yı gelecekte nelerin beklediğini görmek istiyorsak aranan yanıtı, ABD-Japonya-Almanya-Çin ve Rusya arasındaki ilişkilere ve bu ilişkilerin azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkilerine bakmamız gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin dağılması, daha önce çok az insanın düşündüğü bir gerçeği ortaya çıkardı. ABD’nin gölgesinde serpilip gelişen Japonya ve Almanya ile Uzakdoğu’da büyüyen Çin, büyük bir ekonomik güce ulaştı. Bu ülkeler, eriştikleri güce dayanarak artık dünya politikasına ağırlıklarını koymak istiyor. Yeni bloklaşmalar oluşuyor. Sovyet etkisiyle baskı altında kalan çelişkiler olgunlaşarak ortaya çıkıyor ve dünya adeta 20.yüzyılın başlarına geri dönüyor. Dünya etkinlik alanları için kıran kırana bir savaşımın sürdüğü çok kutuplu politik yapıya geri dönüyor

18 Mayıs 2017 Perşembe

KURTULUŞ SAVAŞI’NI KAVRAMAK



Yabancıların, Kurtuluş Savaşı’nın Türkler için anlamını gerçek boyutuyla kavraması güçtür. Gerçekleştirilen sıradışı eylemi anlayabilmek için, Türk insanının yapısal özelliklerini, alışkanlıklarını ve geçmişten gelen birikimini bilmek gerekir. Topluma karşı duyulan sorumluluk duygusu, yurda ve toprağa bağlılık, kimliğini koruma becerisi ya da kendiliğinden harekete geçen savunma güdüsü kavranmadan Kurtuluş Savaşı kavranamaz. Dayanıklılık, direnç gücü, örgütlenme yeteneği ve dayanışmacı gelenekler Türklerin ortak değeridir.

15 Mayıs 2017 Pazartesi

1915 BASININDA İZMİR İŞGALİ

Kimi izleyiciler, İzmir’in işgaline inanmıyor. Yayınladığımız yazıda yabancı yayınlardan belgeler koymamıza karşın, belge olarak o günlerin gazetelerini istiyorlar. Ömer Sami Çoşar’ın, Latin harflerine çevirip yayınladığı gazete örneklerini incelemenize sunuyoruz. Kendi tarihine; bu denli yabancı, bu denli güvenmez insanları, nerede kim yetiştiriyor. Hayret doğrusu.

14 Mayıs 2017 Pazar

15 MAYIS 1919; İZMİR’İN İŞGALİ


15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan Yunan Ordusu, 9 Eylül 1922’ye dek, Anadolu’da kaldığı 3,5 yıl boyunca, Türk halkına sıradışı yoğunlukta sistemli bir şiddet uyguladı. Şiddetin düzeyini, Batılı yazarların aşağıda aktarılan yazılarında bulacaksınız. İzmir’de başlatılan silahlı şiddet, kendiliğinden ortaya çıkan anlık bir düşmanlık tepkisi değil; her yönüyle düşünülmüş, bir göç ettirme eylemiydi. Bu eylem, Anadolu’yu Antik Çağ’dan beri mülkünün bir parçası gören ve Alman Profesör K.Kruger’in “megalo manyak emeller” dediği, değişmez Grek anlayışının doğal sonucuydu. Megalo İdea, 3 bin yıl sonra, şimdi gerçekleşecek ve Batı Anadolu ele getirilecekti. Yunan Ordusu, yerli Rumlarla birlikte kuralsız bir terör dalgasını gittiği her yere yaydı. Saldırdı, soydu, ırza geçti; yaktı, yıktı ve öldürdü. Kendilerini, topraklarına geri dönen efendiler olarak görüyorlardı. Yaptıkları gizlendi ve unutturulmaya çalışıldı. Bunda da başarılı olundu. Bugünkü kuşak dedelerinin çektiği acıyı bilmiyor. Tam tersi, Rumlara ve Ermenilere soykırım yaptığı yaymacasıyla karşılaşıyor. Yunanistan, 19 Mayıs’ı “Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” kabul ediyor, Ege adalarını işgal ediyor ve bu işgal padişahın 1915’te İzmir işgalinde yaptığı gibi görmezden geliniyor. 95 yıl sonra, İzmir’e Metropolit atanmasına izin veriliyor.

9 Mayıs 2017 Salı

REFERANDUM SONRASI: TARTIŞMALAR VE BİR ÖNERİ


Referandumunun, bilinen olaylar ve yarattığı sorunlarla birlikte tartışması sürüyor ve kuşkusuz sürecek. İktidar sahipleri, tartışmalara aldırmadan, kolları sıvadı ve uyum yasaları için çalışmaya başladı. Cumhurbaşkanı, AKP’ye başkan olmak için üyelik başvurusu yaptı. Davranıştaki acelecilik, erken seçim olasılığını çağrıştırdı. CHP, sonuç alamayacağını bildiği hukuk başvurularını sürdürürken, parti içi çatışmalar gündeme geldi. Deniz Baykal, kendine göre öneriler yaptı. MHP’yi, kitle desteği olarak Bahçeli değil, adeta muhalifler temsil ediyor ama bu kesimden yeni parti sesleri de çıkıyor. Demokrat kamuoyu örgütsüz. Hukuk ihlaline karşı, birkaç cılız demokratik tepkiden sonra herkes kabuğuna çekilmiş, olacakları bekliyor. Türkiye’de toplumsal muhalefet adeta donmuş, ulusal direnç sessizliğe gömülmüş.

6 Mayıs 2017 Cumartesi

68 KUŞAĞI KONULU SÖYLEŞİ (Bilkent Üniversitesi)



68 Kuşağının en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşünsel yapısı, devrimci ilkeler ve halkın değerleriyle biçimlenmiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır. Ancak, yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli arayış ve yenileşme çabası içinde olmuştur... Düşünce ve davranışlarına, sorgulayıcı tutum egemendir. Öğrenme ve bilinçlenme istemi yüksektir. 68’lilerde okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinimdir.

4 Mayıs 2017 Perşembe

BİR “ÇILGIN” PROJE; “KANAL İSTANBUL”



Türkiye, dış borcu yarım trilyon dolara yaklaşan, kaynakları tükenmiş, üretmeyen bir ülke haline gelmişken; İşsizlik yüksek boyutlara ulaşmış, halk geçim derdine düşmüşken; ülkenin geliri giderini karşılamıyorken yani borçlanma sürekli hale gelmişken; “Kanal İstanbul” gibi büyük bir ‘proje’ neden gündeme getiriliyor? Bu girişimin amacı nedir? Halk; köprülere, yollara ve tünellere, geçiş bedeli olarak milyar dolarlar öderken; ödemezse üstünü devlet tamamlarken; Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim Köprüleri’nde ve Avrasya Tüneli’nde araç geçişleri, verilen garantilerin çok altınayken ve hazine şimdiden büyük paralar öderken; Türkiye, kendi güvenliği için gerekli olan Montrö ‘Sözlaşmesi’nin tasfiyesi için bu denli büyük bir yükün altına girebilir mi? Böyle birşey olabilir mi?

3 Mayıs 2017 Çarşamba

CUMHURİYET’İN ULAŞIM POLİTİKASI (1923-1938)


Kurtuluş Savaşı sonrasında, iç ulaşım o denli güçtü ki, tahıl tarımı yapılan yörelerden başka yörelere ürün götürülemiyor, bu yüzden, özellikle sahil kesimlerine, dışarıdan buğday getiriliyordu. Ulusal pazarın canlanabilmesi için, Anadolu kent ve kasabalarının, hatta köylerinin acilen, ulaşılabilir duruma getirilmeleri gerekiyordu. Oysa, hazinede bu işe ayrılacak para yoktu. Demiryolu işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi bu alanda Rumlar ve Ermeniler çalıştırılıyordu. Savaştan sonra Türkler’in demiryolu işletmeciliği yapamayacağı ve ulaşımın duracağı söyleniyordu. Türkiye, 8272 kilometreyle Avrupa’nın en uzun sahil şeridine sahip bir ülke olmasına karşın, deniz taşımacılığında son sırada yer alıyordu. Kabotaj hakkı yabancıların elindeydi. Hava ulaşımı diye bir kavram, düşüncelerde bile yer almıyordu.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

VİETNAM ULUSAL BAĞIMSIZLIK SAVAŞI quân ca.





1 Mayıs 1975 günü, Vietnam Ordusu Vietkong birlikleriyle birlikte Saygon’a girdi ve dünyanın süper gücü ABD’yi bozguna uğratan son noktayı koydu. ABD Ordusu, savaşmak için getirdiği hava ve deniz araçlarının tümünü bu kez kaçmak için kullandı ve Vietnam’da tarihinin en büyük askeri yenilgisini aldı. 1 Mayıs 1975, 20.yüzyılda Türk Kurtuluş Savaşı’yla başlayan ulusal bağımsızlık savaşlarının doruk noktasıdır ve yoksul bir ulusun birliğini sağlaması durumunda neleri başaracağını gösteren evrensel nitelikli bir zaferdir. Yazıyı, Vietnam halkının yüz yıl süren ulusal bağımsızlık mücadelesine saygımızı göstermek için yayınlıyoruz.