Osmanlı tarihçilerine
göre; Türkler İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı, bilim ve edebiyata uygun
bir dilleri yoktu, Türkçe Arapça ve Farsça’nın sözcük ve kural egemenliği
altına girmeden yaşayamazdı. Türkler, “uygarlık bakımından tarihsiz, bilim
ve edebiyat bakımından dilsizdi”.(x) Devlet politikasına
dönüştürülen ortak söylem böyleydi. Atatürk,
kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği
kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Yerli ve
yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler
düzenledi. 26 Eylül 1932’de Birinci Dil Kurultayı’nı topladı; Türk dil ve tarih
araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. Dil konusunda şunları
söylüyordu; “Kendi
dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus,
bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden
kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini
elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir”(y)
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
27 Eylül 2019 Cuma
24 Eylül 2019 Salı
MÜDAFAA-İ HUKUK ZAMANI
Türkiye, bugün 1938’e değil, 1919’a benzer koşullar yaşıyor.
Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık ve
yönetim bozulması, ulusal varlığı tehdit eden kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun
farkına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Olumsuzluklardan kurtulmak
için yapılması gereken, 1919’da verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır.
Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu,
Müdafaa-i Hukuk örgütleri; önümüzdeki
yakın dönemi belirleyecek biçimde gündeme geliyor. Bağımsızlığın ve ulusal
egemenliğin yeniden sağlanması için; Kurtuluş
Savaşı, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu
eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır.
19 Eylül 2019 Perşembe
BORÇLANMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ; YENİ DÜYUN- U UMUMİYE
12 Eylül 2019 günü yayınlanan Resmi
Gazete’de, Türkiye’de Borçlanma Genel Müdürlüğü adıyla yeni bir
kamu örgütü kurulduğu açıklandı. Yetkililer, bu girişimi iki farklı genel
müdürlüğün birleştirilmesi gibi basit bir işlem olarak gösterdiler. Oysa, borç
ilişkilerinin tam yetkiye sahip tek bir merkezde toplandığı açıktı. Büyük
olasılıkla, dış isteğe bağlı olarak kurulmuştu ve dışarının denetimi altında
çalışacaktı. Düyun-u Umumiye İdaresi’nin güncel sürümü (versiyonu)
olacaktı.
16 Eylül 2019 Pazartesi
BATIDA HRİSTİYANLIĞIN EVRİMİ VE DİNDE YENİLEŞME
Avrupa’da iki bin yıl
içinde, mezhep ve tarikatlarıyla üç tür Hıristiyanlık ortaya çıktı. Köleci
dönemde “barışçılığa ve eşitliğe”, feodal
dönemde “kilise despotizmine”,
kapitalist aşamada ise “sermaye ve
ticaretin kutsallığına” dönüşen bir Hıristiyanlık yaşandı. Birbirinden çok
ayrımlı ekonomik ilişkileri olan bu dönemleri, Hıristiyan inancı belirlemedi,
tersine Hıristiyanlığı bu dönemler belirledi, ona yeni anlamlar yükledi. Rönesans ve reform, bu dönemler içinde
kapitalist üretim ilişkilerine denk gelen uygulamalardı.
12 Eylül 2019 Perşembe
SAKARYA SAVAŞI
23 Ağustos 13 Eylül arasında 22 gün 22 gece süren ‘Sakarya
Meydan Savaşı’, bir gün farkla dünyanın en uzun meydan savaşıdır. Kurtuluş
Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan bu savaş, yoksul bir ulusun birliğini
sağladığında neleri yapabileceğini gösteren evrensel boyutlu bir olaydır. Sakarya
Savaşı’nda askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde
yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Beslenmesi
yetersizdir. Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. ‘Askeri
otlatmaya çıkardım’ sözcüğü, subayların günlük emirleri içine girmiştir. Ön
safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur.
11 Eylül 2019 Çarşamba
12 EYLÜL NEDİR, NE YAPMIŞTIR
1980 yılı Türkiye için, ekonomi ve siyaset başta olmak
üzere, toplumsal yaşamın her alanında büyük bir çöküşün yaşandığı bir kırılma
yılıdır. 1980’den söz edilince herkesin aklına doğal ve haklı olarak, silahlı
bir hareket yani darbe gelir. Bu, olayın gerçek boyutunu ortaya koymayan eksik
bir yaklaşımdır. 12 Eylül sabahı uygulamaya sokulan eylem, sanıldığıya
da uygulayıcılarının söylediği gibi; yalnızca ‘terör olaylarının’
zorunlu kıldığı bir sonuçdeğildir.
Ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açarak, ulus-devlet
varlığını ortadan kaldırmaya yönelendış kaynaklı bir tasarımdır.
12 Eylül’le gerçek
darbe; Türkiye’nin ekonomisine, siyasetine, aydınlarına ve anlamını
Atatürkçülükte bulan ulusal bağımsızlık geleneklerine yapılmıştır. Darbe’nin başlangıcını, 12
Eylül’den değil, 24 Ocak
1980’den başlatmak yanlış olmaz.
12 Eylül, darbenin askeri ayağıdır.
8 Eylül 2019 Pazar
OKULLAR AÇILIRKEN: MİLLİ EĞİTİMİN ÇÖKÜŞÜ
Türkiye, 27 Aralık 1949 tarihinde ABD’yle eğitimle ilgili bir ikili
anlaşma imzaladı. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde
imzalanan anlaşmanın 5. Maddesi çok önemliydi çünkü Türk milli eğitimini
Amerikalılara teslim ediyordu. Bu madde, eğitim politikalarını belirleme
yetkisinde olan ve adına ‘Türkiye’de
Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’ denilen bir kurul oluşturuyordu. Bu
madde şöyleydi: “Komisyon, dördü T.C.
vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin
Türkiye’deki diplomatik misyon şefi (ABD büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması
halinde kararı komisyon başkanı verecektir”.
4 Eylül 2019 Çarşamba
SİVAS KONGRESİ
29 Ağustos 1919’a dek Erzurum’da kaldı. 22 gün
süren Erzurum çalışmaları, Samsun’da başlayıp Amasya’da sürdürdüğü eylemin daha
ileri bir adımı, bir üst aşamasıydı. Artık, Heyeti Temsiliye adına
hareket ediyordu. Bu meşru yetkiye dayanarak, her ilden delegelerini
seçmesini ve gizlice Sivas’a göndermesini istedi. Gizliliğe önem veriyordu,
çünkü İstanbul Hükümeti Sivas Kongresi’ne gidecek delegelerin tutuklanmasını
istemişti.
3 Eylül 2019 Salı
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNÖNÜ’NÜN DIŞ POLİTİKASI
İnönü’nün Türkiye’yi 2. Dünya
savaşına sokmadığı, ‘30’lar kuşağının
çocuklarını babasız bırakmadığı’ söylemi; yaygın olarak bir dış siyaset
başarısı olarak ileri sürülmüştür. Türkiye, savaşa girmedi ve çocuklar “babasız kalmadı”; bu sonuç yaşanan bir
gerçek. Gerçeği yansıttığı için bu söylem doğrudur. Doğru olmayan, bu söylemin 2.
Dünya Savaşı’na yönelik İnönü politikasının doğruluğunu gösteren kanıt
olarak kullanılmasıdır. İnönü’nün savaş süresince ‘ustalıklı bir politika’ uyguladığı yargısı, ancak konuyu yeterince
incelemeyenlerin ileri sürebileceği bir savdır. Konunun, gerçek boyutuyla
anlaşılması için; Türkiye’nin 1938-1945 arasında uyguladığı dış politikanın ele
alınması gerekir. Savaş sonrası politik yönelişi ve günümüze dek gelen
uygulamaları anlamak için bu gereklidir. Aşağıdaki yazı, bunu yapıyor.
1 Eylül 2019 Pazar
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939-1945)
1 Eylül 1939’da
Almanya Polonya’ya saldırdı, 2 gün sonra 3 Eylül’de İngiltere’yle Fransa
Almanya’ya savaş ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı. Büyük şirket
yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların hizmetindeki politikacılar
dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın bitiminden henüz 21 yıl
geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen birinci savaş
tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun
yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı. İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş
ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını
taşıyan törenler yoktu. Bu kez Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)