30 Mart 2016 Çarşamba

ESKİ TÜRKLERDE YÖNETİM GELENEĞİ VE KATILIMCILIK


Özgürlüğe yönelik türe (adalet) duygusunun topluma egemen kılınarak devlet politikası durumuna getirilmesi, eski Türklerdeki yönetim biçiminin temel özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de böyleydi, sonra da böyledir. Türkler, Batı toplumları gibi köleci düzeni yaşamadı ve devleti başından beri toplumun tümünü temsil eden toplumsal bir güç yaptı. Bu tutum, onlara daha katılımcı, eşitlikçi ve daha özgürlükçü yönetim biçimlerini kurma olanağını verdi. Batılılar bunu, sınıfsızlığın ve mülkiyetsizliğin yarattığı geriliğin göstergesi saydı. Oysa, bu düzen söylenenlerin tam tersi; her köken ve dinden geniş kitleleri kapsayan, onlara kendilerini geliştirme ve ifade etme olanağı veren eşitlikçi bir içeriğe sahipti. İnsanlara, yaşanabilir katılımcı bir ortam sunulmuştu.

28 Mart 2016 Pazartesi

KAPİTALİZM VE DEMOKRASİ


Batıda, bir takım “erdemli” insanlar ortaya çıkıp, halk yönetimini kendi belirlesin, eşitlik ve özgürlük gerçekleşsin diye demokratik bir düzen kurmamıştır. “Demokrasi” denilen işleyiş; çıkarlar, kanlı hesaplaşmalar ve çatışmalarla dolu bir sürecin sonucudur. İktidar kavgalarının ürünüdür. Siyasi sonuçları, bizim için düşünce düzeyinde kalan ancak Batı için yaşamın içinden çıkan toplumsal düzenlemelerdir. Ekonomik dayanakları olan bu süreç, sınıflar ve inançlar çatışmasıdır. Parlamentoların Batıdaki evrimi, kendisini yaratan koşullara bağlı olarak, uzun bir zaman dilimi içinde tamamlandı. Üretim ilişkilerinin yarattığı yeni gereksinimler, yeni siyasi ve hukuki ilişkilerin oluşmasına neden oldu. Bu dönem, feodalizmin ve aristokratik despotizmin ortadan kaldırılarak, yerine kapitalizmin gelişimine uyum gösteren burjuva demokrasisinin ortaya çıkış dönemiydi.

25 Mart 2016 Cuma

TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU


Türkler, 8.Yüzyılda;  ölçüsüz şiddet uygulayan Arap saldırılarıyla karşılaştı ve büyük bir yıkım yaşadı. Ancak, aynı yüzyılda, İslamiyeti kabul etmeye başladı. Çelişkili görünen bu durum, yanlış yargı ve değerlendirmelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Türklerin zorla Müslüman olduğu, kendilerine ters gelen bir dini kabul ettiği ya da yaşam biçimlerinin kökten değiştiği biçiminde görüşler ileri sürüldü. Her görüşte doğru bir yan bulunur ancak önemli olan bu doğrunun gerçeği yansıtıp yansıtmamasıdır.  Zora karşı direnmeyi ve kimliğini korumayı yaşam biçimine dönüştüren Türkler, İslamı başka nedenlerle kabul etmiştir. Onlar, Arap vahşetiyle İslam inancı arasındaki çelişkinin ayırdına vararak, özgür istençleriyle Müslüman oldular. Bunu yaparken, İslamın kimi kural ve anlayışını, kendi dünya görüşüne ve yaşam biçimine uyumlu duruma getirdiler. Orta Asyalı sufi dervişlerin olgunluğu, onların insancıl çağrıları ve İslamın eşitliği öne çıkaran ilkeleri bu süreci hazırladı. İslamın; “toprağı Tanrı’nın mülkü sayan”, onu “eşit paylaştıran”, savaş gelirlerinin beşte birini “savaşa katılamayan bakıma muhtaç insanlara ayıran” v.b. ilkeleri, kamucu bir geleneğe sahip Türklere uygun geldi ve Talan amaçlı Emevi vahşetiyle çelişen gerçek İslamı öğrendikçe ona katıldılar. Aleviler, Türkmenler ya da yörükler; Türklerin Müslüman oluş biçimine verilecek en uygun örneklerdir.

23 Mart 2016 Çarşamba

ESKİ TÜRKLERDE DİN


Türkler, akla dayalı özgürlükçü yaklaşımlarıyla, dinsel bağnazlığın etkisine girmemişler, “dini toplumsal varlığın temeli olarak görmemişlerdir”. Türkler, dinle siyaseti hiçbir zaman birbirine karıştırmamış, önceliği her zaman siyasete vermiştir. Türk düşünürleri içinden dinle ilgilenenler, genellikle ruhani dinlerin kabul edemeyeceği kendilerine özgü görüşler ileri sürmüşlerdir. Yaratanla aralarına kimseyi sokmamışlardır.

20 Mart 2016 Pazar

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN SONUÇLARI


Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; Karlofça Anlaşması'ndan (1699) beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı sömürgelerde “İngiliz İmparatorluğu’nun yenilmezlik efsanesine” son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir eylemdir. Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte düzen sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Rus Devrimi’ne zemin hazırladı.

17 Mart 2016 Perşembe

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL


18 Mart, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıldönümüdür. Sonuçlarıyla, Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini etkileyen bu büyük savaş; savaştan çok, inançta birleşmiş yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır. Bu yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu Yarımadası’nda şehit düşenlerin anısına saygı için yayınlıyoruz.

Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti, “Anafartalar’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içerir. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz ” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.

16 Mart 2016 Çarşamba

16 MART 1920: İSTANBUL’UN İŞGALİ VE “MECLİSİ MEBUSAN”



İstanbul Meclisi gerek oluşumunda, gerekse kısa süren yaşamı içinde, toplanma yeri konusunda olduğu gibi, katılım konusunda da Mustafa Kemal’i çok uğraştırdı. Kurtuluş Savaşı’nın hemen başlangıcında, ona belki de en sıkıntılı günlerini yaşattı. Milli mücadeleye katılan ya da katılacak nitelikte olanların, milletvekili adıyla da olsa, işgal altındaki İstanbul’a gitmesini istemiyor ancak isteğini kabul ettiremiyordu. En yakın arkadaşlarını bile ikna edemeyen, sözü dinlenmeyen, etkisini yitirmiş bir önder durumuna düşmüştü. Vahdettin, kısa bir süre için, siyasetinde başarı sağlamış gibi görünüyordu. Ancak, Meclis, açılışından birkaç ay sonra, İngiliz askerlerince basılıp kapatılınca ve birçok milletvekili tutuklanıp Malta’ya sürülünce, haklılığı ortaya çıktı ve daha etkili bir konuma geldi.

13 Mart 2016 Pazar

CUMHURİYET VE SAĞLIK DEVRİMİ


14 Mart her yıl tıp bayramı olarak kutlanır. İlk tıp bayramı, tıp öğrencileri ve hekimlerce 14 Mart 1919’da, işgale karşı eylem biçiminde kutlanmıştır. Aşağıdaki yazıyı, sağlıkçılarımızın bayramını kutlamak ve ülkemizde sağlık devrimini gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerinin anısına saygı için yayınlıyoruz.

Kurtuluş Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını sayrılıydı (hastaydı). Bazı bölgelerde sayrılı insan oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşında Türk Ordusu, Ruslar’a değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti. Sorunu ele alış, yalnızca istek ve kararlılık düzeyinde bırakılmadı. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık politikası saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu politika kararlı bir biçimde uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.

12 Mart 2016 Cumartesi

TÜRKİYE’DE PARTİ SORUNU



Türkiye’de geçerli olan siyasi dizge (sistem), söylendiği gibi çok partili bir düzen değil, gerçekte bir tür tek parti düzenidir. İçişleri Bakanlığı’na dilekçe veren herkes parti kurabilir ve Türkiye’de kurulmuş çok sayıda parti vardır. Her partinin adı, genel merkezi, genel başkanı başkadır. Ancak, bunlardan baraj geçip Meclis’e girenlerin tümü, hükümet kurduklarında dış istekleri yerine getirecekler ve IMF, Dünya Bankası ya da AB programlarından oluşan tek bir politikayı uygulayacaklardır. Bunu yapmadıklarında hükümette kalamazlar. İç-dış ilişkiler ağının açık ya da dolaylı desteğiyle bulunduğu yere gelen parti başkanı, tek belirleyicidir. Partinin milletvekili adaylarını o belirler. Bunu yaparken, kendisini bulunduğu yere getiren güçlerin önceliklerine uygun bir kadroyu seçer. Böylece yasama gücünü temsil eden milletvekillerini gerçekte halk değil, parti başkanları, bağlı olarak iç-dış sermaye kümeleri belirlemiş olur.

9 Mart 2016 Çarşamba

ATATÜRK VE KADIN HAKLARI


Atatürk; kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren, tutucu kurallar ve buna bağlı olarak yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan kurtulamaz. “Kuşku yok ki devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir” diyordu. Kurtuluş Savaşı’na katılan Anadolu kadınının, gerçekleştirdiği “kutsal” eylemle, “hem yuvasını hem de orduyu” ayakta tuttuğuna inanıyordu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve yargısını; “Dünyada hiçbir ulusun kadını, ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım, ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek için, Anadolu kadını kadar hizmet ettim diyemez” sözleriyle dile getiriyordu.

7 Mart 2016 Pazartesi

OSMANLI’DA KADIN


8 Mart, Türkiye’de de “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor. Kimi kuruluşlar halkın ilgisini çekmeyen etkinlikler düzenliyor. “Kadına şiddetten”, “emekçi kadınlardan” ya da “kadının kurtuluşundan” bolca sözediliyor ancak yabancıların “tarihte eşi olmayan olay” diye tanımladığı Türkiye’deki “kadın Devrimi’nden” ve yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ten sözedilmiyor. “Osmanlı’da Kadın” ve ardından yayınlayacağımız “Atatürk ve Kadın Hakları” yazılarını, Cumhuriyet’in kadını nerden alıp nereye getirdiğini göstermek ve bu konuda gerçeği örtmeye çalışan kasıtlı girişimleri etkisizleştirmek amacıyla yayınlıyoruz.


Osmanlı’da kadının miras hakkı sınırlıydı. İki kadının şahitliği, bir erkeğin şehitliğine denk sayılırdı. Erkeğin birden fazla kadınla aynı anda “evli” olma hakkı vardı. Bu “hakkın” kullanımı, sarayda ve kimi varsıl kesimlerde, büyük sayılara varıyor; bir erkek, onlarca, hatta yüzlerce kadınla birlikte yaşıyordu. Abdülmecid’in (1823-1861) sarayında 800, Abdülaziz’in sarayında (1830-1876) ise 400 kadın vardı. 18.Yüzyılda, “kadının belirlenen günler dışında sokağa çıkması yasaktı”. “Ahlak ırza, ırz kadına indirgenmişti”. 1910’da, kadının kocasıyla bile olsa otelde kalması yasaktı. Kız okullarında edebiyat öğretmenliğini, kadın öğretmen olmadığı için “harem ağaları” yapıyordu. Kadınların, özellikle bakirelerin, erkek doktora muayene olması yasaktı. Bu durum, kadın doktorun olmadığı bir toplumda, “kadının tıptan yararlanamaması” demekti. Polisin; Müslüman kadınların sokaktaki giysi biçimine karışma, peçesi olmayan ya da saçının bir parçası görünenleri karakola götürme yetkisi vardı.

5 Mart 2016 Cumartesi

ÇÖKÜŞE GİDEN YOL: AVRUPA GÜMRÜK BİRLİĞİ


21 yıl önce, 6 Mart 1995’te bayram havasıyla kutlanan AB Gümrük Birliği girişimi, Türkiye’den çok şey götürmüştür. Üye olmadığımız, söz ve oy hakkımızın bulunmadığı bir dış örgüt hiçbir yükümlülük üstlenmeden Türkiye’nin içişlerine karışmış; ekonomiden kültüre, yönetim işleyişinden dış siyasetine dek her alanda istemlerde bulunmuş ve istemlerini yaptırmıştır. Türkiye’nin 21 yıl içinde AB ile yaptığı ticarette verdiği açık 241 milyar dolardır. Bunun açık anlamı, yoksul Anadolu halkının ticaret yoluyla muazzam bir serveti, Avrupa’nın varsıllığına katmasıdır.

4 Mart 2016 Cuma

SELÇUKLU VE OSMANLI’DA TÜRK KÜRT İLİŞKİSİ


Osmanlılar, Kürdistan adını verdiği bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyordu. Çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

3 Mart 2016 Perşembe

TÜRK TARİHİNDE KÜRTLER


Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Gazneli Mahmut’tan (988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey’e, (990-1063), Alparslan’dan (1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek günümüze dek gelir. Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar. Benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.

1 Mart 2016 Salı

ARAP KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ


Türkiye’de, ulusçuluğu yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, çok yönlü ve yaygın bir girişim olarak, yeni bir aşamaya gelmiştir. Ümmetçiler ve Türk-İslam Sentezciler, Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, Amerikalıların Ilımlı İslam adını verdiği, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Kavramlar üzerinde, yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, karalamaya dayalı öznel yargılardır.