30 Kasım 1925’te kabul edilen yasayla Tekke ve Zaviyeler
kapatıldı. Bu yasayla, şeyhler ve dervişler, tekkelerini kapatmakla kalmadılar,
yan örgütleri durumundaki derneklerini de dağıttılar. Kendilerine ayrıcalık
sağladığına inandıkları garip giysilerini de çıkardılar. Herkes gibi; ceket,
iskarpin, pantolon, kasket ya da şapka giydiler, kravat taktılar. Sokakta hiç
kimse, onları artık diğer insanlardan ayıramıyordu. “Başkasının sadakasıyla
geçinen” insanlar ortadan kalkmıştı. Belki de yaşamlarında ilk kez, “emekleriyle
geçinmek için” çalışmaya başlamışlar, halk içinde yaşayan emekçiler haline
gelerek kişiliklerini bulmuşlardı. Onlar, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin
yurttaşları, eşit haklara sahip bireyleriydi. Bunların bir bölümü, okul ya da
camilerde kapıcılık, bekçilik gibi hizmet görevi yapan devlet görevlileri, bir
bölümü zanaatlar, bir bölümü de, “keçi kılından şapka örüp satan” esnaf
haline geldiler.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Kasım 2018 Cuma
27 Kasım 2018 Salı
“TÜRKİYE’NİN SINIRLARI YAKINDA DEĞİŞECEK”
“Bir ülke ne zaman parçalanır?... Şiddet içeren
karışıklıklar parçalanmanın ön adımlarıdır. Türkiye’nin bölünme sürecinin
psikolojik aşaması tamamlandı. Türkiye parçalara ayrılmış durumdadır. Sınırları
yakında değişecektir. Sorun, bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa
Türkiye’ye dahil bir federasyon mu o henüz belli değil”. Michael Rubin Bir neo-con tetikçisi, ‘American Enterprise Institute’ Üyesi ve ‘Naval
Postgraduate School’ Öğretim Üyesi
23 Kasım 2018 Cuma
CUMHURİYET’İN ÖĞRETMENLERİ
(24 Kasım Öğretmenler Günü Kutlu Olsun)
1928 yılında
köyde okuma yazma bilen yokken, 1941 yılında okuma yazma
oranı yüzde 86’ya çıkmıştı. Köyün bütün çocukları okula gidiyordu. Şimdi, aynı
köyde benim okuttuğum çocuklar, elektrik kesilirse jeneratörlerini
çalıştırıyorlar; üniversiteye giden pekçok öğrencim oldu. Arıcılık, tütüncülük,
orman reçineciliği, marangozluk gelişti. Yoksul bir orman köyü olan Gölcük
bugün varlıklı ve aydın bir köydür. Köyün bugüne gelmesinin nedeni elbette
eğitime verilen önemdir. O zaman Türkiye’nin başında, uzak bir dağ köyünden
gelen muhtar telgrafına bir saat içinde cevap veren Atatürk vardı.
20 Kasım 2018 Salı
ÇANAKKALE, ISPARTA VE İZMİR’E METROPOLİT YAPILAN YUNAN PAPAZLAR
İzmir’in son
metropoliti, Yunanistan doğumlu Hrisostomos Hrisostomos adlı bir papazdı. İşgal dönemindeki Türk düşmanlığına
dayalı eylemleri nedeniyle, Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesinden 3 gün sonra 12 Eylül
1922 günü halk tarafından linç edilmişti. Fener Rum Patriği Bartholomeos, 94 yıl sonra ve
Cumhuriyet tarihinde ilk kez İzmir’e bir metropolit atadı. Karasularını 12 mile
çıkarıp Türk adalarını işgal ederek atağa geçen Yunanistan, Türkiye’ye Volos
(Yunanistan) doğumlu Bartholomeos Samaras adında bir papaz
gönderdi. AKP hükümeti bu papazı Türk vatandaşı yaptı, Fener Rum Patriği Bartholomeos da İzmir’e metropolit
atadı. Samaras’ın metropolitlik
törenine Yunanlı Bakan Yardımcıları katıldı. İzmir Rum Ortodoks Kilisesi
Başrahibi Kyrillos Sykis; Urla, Çeşme ve Karaburun bölgesinden sorumlu
Piskopos oldu. Bunların ne anlama geldiğini anlamak için, Fener Rum Patrikhanesi’nin
tarihine ve yaptıklarına bakmak gerekiyor.
16 Kasım 2018 Cuma
VAHDETTİN’İN KAÇIŞI; SALTANATIN KALDIRILMASI
17 Kasım 1922 günü ülkeden kaçan Vahdettin, ulus
vicdanını gerçek anlamda rahatsız eden ağır suçlar işlemişti. Anadolu’da ordu
yoksulluk içinde savaşırken; kadınlar, yaşlılar, çocuklar ölüm dahil her türlü
eziyeti göze alıp ateş hatlarına silah götürürken; İstanbul’da, “en sıradan hamal bile özgürlüğün temeline
bir taş koymak için yaşamını tehlikeye atmaktan çekinmezken”; Padişah, tüm
ulusun kutsal saydığı bu savaşa katılmamış, tam tersi her türlü karanlık oyun
içinde düşmanla işbirliği yapmıştı. Tüm ulus, bağımsızlığı için “kendini feda ederken”, o ülkeyi işgal
edenlerle anlaşmıştı. Düzenlediği iç isyanlarla kardeş kanı akıtmış, Kurtuluş
Savaşı önderlerini idama mahkum etmişti.
12 Kasım 2018 Pazartesi
MUSTAFA KEMAL’İN İSTANBUL GÜNLERİ: KURTULUŞ SAVAŞI HAZIRLIKLARI
Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü İstanbul’a geldi. Burada bulunduğu altı ay
boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.” Güvenilir bulduğu
yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve işgal
güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını” söylüyordu.
Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve yetersiz
görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu. İstanbul’da
kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le
iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve
Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W. Birdwood,
Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini kurtarmak
için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.” Ülkeyi esenliğe
çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek düşüncelerini
büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle,
konuşuyordu.
10 Kasım 2018 Cumartesi
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN YÜZÜNCÜ YILI
Birinci Dünya Savaşı 11 Kasım
1918’de bitti. Bugün yüzüncü yılı kutlanıyor. Savaşa yol açan nedenler, aradan
yüzyıl geçmesine karşın farklı biçim ve yoğunluklarla bugün de sürüyor. Ekonomik
dayanakları olmayan bir savaş bugüne dek görülmedi. Ticari yarışın siyasete
taşınarak askeri eyleme dönüşmesi, büyük küçük tüm savaşların ortak
özelliğidir. 20. Yüzyıl başında dünyanın genel bir çatışmaya gittiği
görülüyordu. 1898-1914 arasında yerel ölçekli çatışmalar sürüyordu. 1914
yazında ortaya çıkan ve 1918’de bittiğinde 32 ülkenin galip konumda olduğu
genel savaş, düşük yoğunluklu yerel savaşların, yoğun ve kapsamlı bir çatışmaya
dönüşerek tüm dünyaya yayılmasıydı. Savaşın gerçek sorumluları, uzlaşmaz bir
ekonomik yarış içine girmiş olan beş gelişmiş ülkeydi. Almanya, İngiltere,
Fransa, ABD ve Japonya.
9 Kasım 2018 Cuma
ATATÜRK’ÜN HASTALIĞI VE HEKİMLER
Sağlığı, 1935’ten sonra bozulmaya başladı. Bu
kez görülen, eski hastalıklarından birinin depreşerek onu yeniden rahatsız
etmesi değil, dış görünüşüne yansıyan genel bir çöküntüydü. Kendini güçsüz
hissediyor, çabuk yoruluyor ve eski verimiyle çalışamıyordu. Ten rengi hızla
solmuş, yüz hatlarında derin kırışıklıklar oluşmuştu. Onda pek görülmeyen bir
yorgunluk ve bu yorgunluğa bağlı bir bezginlik görülüyordu. Ancak, belirtilere
karşın, rahatsızlığının nedeni karaciğer hastalığı bir türlü saptanamıyordu.
Tanı gecikmesini ve yanlış tedaviyi anlamıştı. İsviçre’de okuyan Afet İnan’a gönderdiği mektupta, “bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri
nedeniyle hastalık durmamış, ilerlemiştir” diyor; İsmet İnönü’ye “İsmet, hastalığım çok daha önce bana bütün
ağırlığıyla anlatılsaydı, o zaman işin başında, tam başında önlemini alırdım.
Bu noktaya getirmezdim. Bana yeterince anlatılmadı, gerçekler gizlendi” diye
serzenişte bulunuyordu. Fransa’dan getirilen, Prof. Dr. Frank Fiessinger, kendisini hayrete uğratan bir gerçekle
karşılaşıyor, “Atatürk’e o güne dek
hiçbir kan tahlili yapılmadığını” görüyordu.(x)
SOVYETLER BİRLİĞİ NEDEN ÇÖKTÜ
2. Dünya Savaşı’ndan
sonra; sosyalizmin Rusya’da iç çelişkiler nedeniyle artık yıkılamayacağı, böyle
bir durumun ancak dış saldırıyla ortaya çıkabileceği söyleniyor, bütün dikkat
ve önlemler bu yöne çevriliyordu. Uzay yarışında önde olan, dünyanın en iyi
eğitilmiş kadrolarına ve ikinci büyük ekonomik gücüne sahip, sınırsız doğal
varsıllığı ve büyük bir askeri gücü olan Sovyetler Birliği; söylenenlerin
tersine herhangi bir dış saldırı olmadan kendiliğinden dağılıyordu. Çöküşün
nedeni neydi? Bu denli güçlü görünen bu büyük ülke nasıl bu denli kolay
dağılır, toplumsal düzeni bu denli kısa bir sürede çökebilirdi?
8 Kasım 2018 Perşembe
SOVYETLERBİRLİĞİ (1922-1991)
Bolşeviklerin yönetimi
ele geçirip Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’ni kurmasıyla birlikte, toplumsal yaşamın her
alanında köklü dönüşümlere girişildi. 1927-1937 arasındaki onyıl, politik baskının
yanında dev boyutlu gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu. Bu evrede üç temel kalkınma
girişimi yapıldı; ortaklaşacı (kolektif)
çiftliklerin kurulması, sanayileşme atılımı ve eğitimde devrim... Gelişmiş kapitalist ülkeler
1929 dünya bunalımının ekonomik yıkımıyla uğraşırken, Sovyetler Birliği bu üç alanda
sıra dışı bir gelişme sağladı. 1920’lerde açlık ve yoksulluk altındaki bu ‘köylü ülke’, 20 yıl içinde ABD’inden
sonra dünyanın ikinci büyük sanayi ülkesi durumuna geldi.(x)
7 Kasım 2018 Çarşamba
RUS DEVRİMİ (1917-1922)
Rus Devrimi, 13 Şubat 1917 günü,
Petrograd’ta, açlık çeken ve eksi yirmibeş derecede ekmek kuyruklarında
bekleşen kadınların fırınlara saldırmasıyla başladı. Devrim, Miladi Takvim’le 7
Kasım, Julyen Takvimi’yle 25 Ekim 1917’de, yeni bir aşamaya geldi. Bolşevikler
yönetime elkoydu ve Sosyalizmin kurulacağı açıklandı. Günün özgün koşullarının
ve iyi örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni devletin, sosyalizmi ne
düzeyde temsil ettiği hala tartışılıyor. Ancak, gözardı edilemez bir
gerçekliktir ki, Sovyet Devleti 20.yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap sayfalarından’ çıkararak, yaşamın
içine taşımıştır.
5 Kasım 2018 Pazartesi
ATATÜRK, TANZİMAT VE BATICILIK
Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın 2000 yılında Ankara’da düzenlediği, “AB’ne Giriş
Sürecinde Din–Siyaset İlişkileri Şurası” toplantısında konuşan Hollanda Leiden
Üniversitesi Profesörü Alexander de Groot, şunları söyledi: “Atatürk
dürüst bir devlet adamı bir Türktü. O da süper bir tanzimatçıydı; tek başına
tanzimatçı odur. Yaptığı rehberlikte tanzimatçılık yolunu izlemiştir.
Türkiye’nin trajik kaderi tanzimatçılıktır, başka bir çıkışı yoktur. Çıkış yine
tanzimatçılıkla olacaktır”. Alexander de Groot’un, yargısı yalnızca,
Atatürk ve Tanzimatçılık konularında bilgisi olmayan bir Batılının
çarpık görüşleri değildir. Bu sözler, Batı’da ve Türkiye’de uzun yıllar
sürdürülen bilinçli ve tasarlı bir tutumun en özlü anlatımıdır. Bilinen bir
gerçektir ki Atatürk, Türk Devrimi’ni, Batı’yla çatışarak ve
Batıy’a karşın gerçekleştirmiştir; kurtuluştan sonra ödün vermeden yaptığı ilk
iş, Tanzimat dönemi uygulamalarını tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak ve
bunu Lozan’da Batılılara
kabul ettirmek olmuştu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)