30 Haziran 2014 Pazartesi

21.YÜZYIL VE TÜRKİYE


Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için mücadeleler, ülkeler ve bölgeler arası gerilimler, askeri ve ekonomik sorunlar, gücün belirleyiciliği, ticari rekabet, uluslararası sermaye hareketleri ve pazar çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak niteliği değişmeden sürüyor. Yüzyıl başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa sömürgeciliğine karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya çekişmesi var. Yüzyıl başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri, Ortadoğu ve Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini Orta Asya ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak bugün neredeyse aynı yere geri döndü.

27 Haziran 2014 Cuma

KÜRESELLEŞME VE YAYILAN KARMAŞA

Günümüzde açığa çıkarılması gereken ana sorun, kürselleşme adıyla yaşanmakta olan sürecin, toplumsal gelişimin nesnelliğine uyan ve insanlığı ileri götüren bir olgu olup olmadığıdır. Küreselleşme, toplumsal gelişime ve yaşama uygun ileri bir gelişme mi, yoksa gelişimini tamamlayarak asalaklaşan bir düzenin ilerlemeye ayak diremesi mi? Küreselleşme, söylendiği gibi “insanlığın altın çağa girişi” mi, yoksa; insanları kimliksizleştiren, doğayı yok eden, savaş ve açlığın yaygınlaştığı bir karmaşa düzeni mi? Sorulara verilecek doğru yanıt geleceğimizi belirleyecek adımları atmamızı sağlayacaktır.

25 Haziran 2014 Çarşamba

LİBERALİZMİN SONU VE KAPİTALİST EMPERYALİZM


19.Yüzyılda hemen her iş kolunda ortaya çıkmaya başlayan tekelleşme eğilimi, rekabetin yarattığı serbestlik ortamını ve bu ortamın getirdiği politik kurumları ortadan kaldırmaya ya da yozlaştırmaya başladı. Toplumsal yaşamın biçimlenmesi tekel gereksinimlerine, bilimsel gelişme tekel kazancına bağımlı duruma geldi. Fiyatları artık, serbest piyasa koşullarında oluşan gerçek değerler değil, yüksek kazanç içeren tekel kararları belirliyordu. Üretimin doğal gelişimine uygun düşmeyen tekel kârı artık, ekonomik ve politik alanda her türlü geriliğin kaynağı olmuştu. Serbest piyasada rekabetin yerini “güce dayalı ilişkiler” almış; aracılık, tanıtımcılık, lobicilik ve siyasi nüfuzun geçerli olduğu piyasada mali sermaye (finans kapital) başlı başına büyük bir güç olmuştu.

23 Haziran 2014 Pazartesi

ÖZELLEŞTİRME Mİ SOYGUN MU


Türkiye’deki özelleştirmelerin hemen tümü, Dünya Bankası’nın, bağlı olarak Amerikan danışmanlık şirketlerinin belirleyiciliği ve yönlendiriciliği altında yapılmaktadır. Bunlardan BOOZ–Allen ve Hamilton TCDD, CS Firs Boston Erdemir, Price Waterhause Sümerbank, Samuel Montaqu Petkim, Chase Manhattan Bank Tüpraş, Solomon Brothers Petrol Ofisi, Department of Employmeny Education and Training (DEET) Kardemir ile ilgilendi. Danışmanlık firmaları bunlarla sınırlı değildir ve sayıları çoktur. Türkiye’de hemen her iş için bir yabancı ‘danışman’ firma vardır. Petkim’in mali ‘danışman’ firmaları Samuel Montaqu ve Deloite Trouche, teknik danışmanı ‘Trichem ve Chem Systems’, ÖİB’nin ‘kuramsal danışmanı’ Mc Kinsey, ‘Özelleştirme Uygulamaları Teknik Yardım ve Sosyal Güvenlik Ağı Projesi Danışmanı’ Coopers & Lybrand’dı.

18 Haziran 2014 Çarşamba

“ARAP BAHARI” NE ZAMAN YAŞANDI


Arap ülkelerinde son dönemde gerçekleşen ve bölge insanına; kan, gözyaşı ve karmaşadan başka bir şey getirmeyen olaylara “Arap Baharı” deniyor. Yaşananlardan kendini çabuk kurtaran Mısır ve başka Arap ülkelerinde 20.yüzyılda gerçekten bir “bahar” yaşanmıştır. Bu bahar, Türk Kurtuluş Savaş’ından sonra Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan; Mısır, Cezayir, Libya, Tunus ve Fas’ı içine alan anti-emperyalist kurtuluş savaşlarıdır. Mısır’daki Nasır Devrimi gerçek bir uyanış ve devrimci atılımdır. Bu atılım, 1952-1970 arasında 18 yıl sürmüştür. Ancak, Mısır’a çok şey katmış, önemli bir yenilikçi birikim sağlamıştır. Bugün Mursi’ye karşı ayaklanan halkın, Nasır’ın resimleriyle yürümesi boşuna değildir. Arap dünyasındaki olayları değerlendirmek için Mısır'ı, Mısır’ı anlamak için de Nasır’ı bilmek gerekir.


11 Haziran 2014 Çarşamba

BATI AVRUPA SÖMÜRGECİLİĞİ



Avrupalılar, sömürgeciliği “evrimin üst basamağındaki gelişmiş beyaz insanın”, “vahşi ülkelere” uygarlık götürme olarak gördüler. Onlar için, dünyada iki tür insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler. Asya sarı, Amerika kızıl, Afrika karaydı. Irkçılık Avrupa’da, en üstteki yöneticiden en sıradan insana dek, kabul gören bir anlayış oldu. Sömürgecilerin dünyanın her yerinde giriştiği en kanlı ve acımasız kırımlara, karşı çıkan olmadı. Avrupa sömürgeciliğini araştırıp öğrenmek, yalnızca tarihe yönelik bir çaba değildir. Yüzlerce yıl uygulanarak gelenekleşen ve neredeyse genlere işlemiş şiddet eğiliminin, günümüzdeki uygulamalarını yaşadık yaşıyoruz. “uygarlık çağı”ndaki; Hitler vahşetini, Vinetnam ve Irak kırımını, Hiroşima’yı, Sırbistanı, Libya’yı ekonomik çıkar çatışmaları olarak açıklayabiliriz. Ancak, bu çatışmalarda uygulanan sınır konmamış şiddeti anlamak için geçmişe bakmamız gerekir.

9 Haziran 2014 Pazartesi

BATININ DEMOKRATLIĞI


Kendilerini “demokratik ülke” olarak tanımlayan Batılı ülkeler, konu ekonomik çıkar ve petrol olduğunda; “demokratik nezaketlerine” kan bulaştırmaktan çekinmezler. Demokrasi, insan hakları, özgürlük söylemleri dillerinden düşmez ancak rejime ve devlete karşı işlenen suçlar sözkonusu olduğunda katıksız despotlar haline gelirler. Bölmek istedikleri azgelişmiş ülkelerde, azınlık haklarının kararlı savunucularıdırlar ancak kendi ülkelerinde hiçbir azınlığa yaşam hakkı tanımazlar. Soykırıma karşı yasalar çıkarırlar ancak soykırım yapmaktan çekinmezler. Tarihi kırım ve kıyımlarla dolu Batının “demokratik terörünü” görmek buna göre davranmak gerekir.

6 Haziran 2014 Cuma

ESKİ TÜRKLERDE DOĞAYA VERİLEN ÖNEM




Çok eski çağlara dek giden bozkır kültürünün doğayla iç içe geçip onunla bütünleşen bir derinliği vardır. Bozkır insanı, doğayla kaynaştığı için duru ve önyargısız; yaşamdan kopmadığı için de devrimcidir. Doğayla uyumlu yaşamak, yaşamın kurallarını kavramayı, bu kavrayış da dünyayı tanımayı ve anlamayı sağlayan bir düşünce zenginliği yaratır. En somut gerçek, doğa ve yaşamın kendisidir. Bu gerçeğe uyum, bozkır insanını sürekli yeniler ve geliştirir; onu olay ve olgular karşısında bilinçli ve direngen kılar, devrimci yapar.


4 Haziran 2014 Çarşamba

KUVAYI MİLLİYE VE MÜDAFAA-İ HUKUK ÖRGÜTLERİ


Kuvayı Milliye, namuslu bir adamın yastığının altındaki silaha benzer. Namusunu kurtarma umudunu yitirdiği zaman, hiç olmazsa çekip kendini vurabilir.” Mustafa Kemal

2 Haziran 2014 Pazartesi

TÜRK DEVRİM’İNDEN GERİ DÖNÜŞ – 2


Kemalist politikanın ödünlerle başlayıp karşı devrimle sonuçlanan uzun bir süreç sonunda uygulamadan kaldırılması, sanıldığı gibi 1950’lerde değil, 11 Kasım 1938’de yani Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlamıştır. Bu, öznel bir yargı değil hükümet uygulamalarının ortaya koyduğu bir olgudur. Yaşananlar, şaşırtıcıdır ancak gerçektir. Şaşırtıcı olan, İnönü gibi her zaman Atatürk’ün yanında yer alan, Kurtuluş Savaşı ve devrimlerde büyük hizmeti bulunan bir kişinin, geri dönüş sürecinin başlamasında birincil düzeyde sorumlu olmasıdır. Bu konu ve nedenleri, ülkemizde yeterince tartışılmamış, böyle bir tartışma İnönü’ye saygısızlık olarak görülmüştür. Oysa, olaylar ve sonuçları ortadadır. Bunları inceleyip, günümüze ve geleceğe yönelik ders çıkarmak bizim sorumluluğumuzdur. İnönü gibi, Devrim’de yer alan, katkısı olan bir önderin, tarih açısından içine düştüğü durumun açıklanması gerekir. Emperyalizmi kavrayamamanın yol açtığı Batı hayranlığının nelere yol açacağını görmek ve geleceğe yönelik kendimize çizeceğimiz yolu aydınlatmak zorundayız. Geçmişten ders almalıyız.