11 Haziran 2014 Çarşamba

BATI AVRUPA SÖMÜRGECİLİĞİ



Avrupalılar, sömürgeciliği “evrimin üst basamağındaki gelişmiş beyaz insanın”, “vahşi ülkelere” uygarlık götürme olarak gördüler. Onlar için, dünyada iki tür insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler. Asya sarı, Amerika kızıl, Afrika karaydı. Irkçılık Avrupa’da, en üstteki yöneticiden en sıradan insana dek, kabul gören bir anlayış oldu. Sömürgecilerin dünyanın her yerinde giriştiği en kanlı ve acımasız kırımlara, karşı çıkan olmadı. Avrupa sömürgeciliğini araştırıp öğrenmek, yalnızca tarihe yönelik bir çaba değildir. Yüzlerce yıl uygulanarak gelenekleşen ve neredeyse genlere işlemiş şiddet eğiliminin, günümüzdeki uygulamalarını yaşadık yaşıyoruz. “uygarlık çağı”ndaki; Hitler vahşetini, Vinetnam ve Irak kırımını, Hiroşima’yı, Sırbistanı, Libya’yı ekonomik çıkar çatışmaları olarak açıklayabiliriz. Ancak, bu çatışmalarda uygulanan sınır konmamış şiddeti anlamak için geçmişe bakmamız gerekir.


Sömürgeciliğin Evrimi

Sınıflar ya da ülkeler arasında, yazılı tarihin her döneminde var olan sömürü ilişkileri, 15.yüzyıldan sonra özel önem kazandı ve Avrupa merkezli olarak dünyanın her yanına yayıldı. Köleci Antik Çağ devletleri, güçsüz ülkelere, köle elde etmek için yağma seferleri düzenler, ülkeleri kendilerine bağlayarak sömürürlerdi. Yağma, toplumların varlıklarına zorla el koyma eylemiydi ancak sömürgecilik değildi. Sömürü ve yağmayı, sürekliliği olan ekonomik egemenlik durumuna getirerek yaygınlaştıran, böylece sömürgeciliği geliştiren ilk devlet, Roma İmparatorluğu oldu. Roma, sömürgeciliği emperyalist yöntemler kullanarak kalıcı kıldı.
Sömürgecilik, Roma’dan sonra, Orta Çağ’dan çıkan Batı Avrupa devletleri tarafından kullanıldı. Ticaret konusu mallar, el konulan varlıklar ve ulaşılan yöreler değişti ancak yöntem ve biçim değişmedi. Sömürgeleştirilen ülkelerde, aynı Roma gibi yalnızca ekonomik kaynaklara değil; yönetim yapılarına, insan kaynaklarına ve kültürel değerlere de el konuluyordu. Avrupa’da üretim arttıkça sömürgecilik gelişiyor, sömürgecilik geliştikçe de üretim artıyor ve bu ilişki Batıyı sürekli varsıllaştırıyordu.

Sömürgecilik Ve Şiddet

Avrupa sömürgeciliğinin Roma’yla bir başka benzerliği, sömürge halklarının direnişleriyle karşılaşmaları ve bu direnişleri güç kullanılarak ezmeleridir. Teknolojik üstünlüğün sağladığı olanaklarla, sömürgeler üzerinde kurulan dizgeli baskı; yönetim yapılarının, doğal ya da tarihsel kaynakların ele geçirilmesiyle sınırlı kalmıyor, doğrudan insan ticaretine de yöneliyordu. Avrupalılar, sömürge halkını ağır işlerde ücretsiz çalıştırıyor, köle olarak satıyor, direnenleri ise öldürüyordu.
16.-20.yüzyıllar arasındaki dörtyüz yıllık dönemi kapsayan Avrupa sömürgeciliğinin sonuçları, sömürgeler açısından gerçek bir felakettir. Amerika, Afrika ve Asya’da, toplumlar üzerinde kurulan baskı ve uygulanan şiddet o denli ağırdı ki, bu kıtalarda yalnızca doğal ve tarihsel servetler değil, insan kaynakları da büyük ölçüde zarar görmüştü. Uygulanan yaygın soykırım sonunda bir takım topluluklar, son bireyine dek ortadan kaldırıldı.
Sömürgecilik konusuna nesnel yaklaşan ender Batılı yayınlardan biri olan ve İtalya’da yayınlanan tarih dergisi Fratelli Fabbri, Avrupa sömürgeciliği konusunda şu saptamayı yapmıştır: “Avrupalı sömürgeciler, tek yasası zor ve baskı olan ekonomik-siyasal egemenliğini haklı göstermek için, sömürgelerdeki ırkların insanlık evriminin aşağı basamaklarında, gelişmemiş yaratıklar olduğu uydurmacasını ileri sürerler. Sömürgeciler, köle ticaretinin en yüksek çizgisine ulaştığı sıralarda, yerlileri avlamak için kullandıkları yöntemler konusunda akıl almaz görüşler ileri sürüyorlardı. Liverpool tüccarları 1792’de, ‘Afrikalılar bütün insanlar arasında en tembelleri olduğundan, onları karılarının yanından ayırdığımız zaman attıkları çığlıkların, götürüldükleri ülkelerde eski boş ve uyuşuk yaşamlarını sürdürememek korkusundan ileri geldiğini düşünmekte haklı değil miyiz?’ diyorlardı.”1



Uygarlığın Yüzkarası

Liverpool’lu tüccarların dile getirdiği ve binlerce benzeri bulunan bu tür davranış ve yaklaşımlar, Batıda yalana ve yanlışa karşı direnebilen çok az sayıdaki aydın dışında, tüm “uygar dünya” tarafından yüzyıllar boyu kabul gördü. Batının “iyi eğitim görmüş”, “kültürlü” insanları her zaman, Liverpool’lu tüccarlar gibi düşündüler ve sömürgeciliği, “evrimin üst basamaklarındaki gelişmiş beyaz insan”ın, “vahşi ülkelere” uygarlık götürmesi olarak gördüler. Bunlar için dünyada iki tür insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler.
Beyaz adam”, deri rengi ayrımını, sömürgeciliği uyguladığı her kıtada ve her zaman kullandı. Onun için Asya sarı, Amerika kızıl, Afrika kara’ydı. Avrupalı beyaz anneler çocuklarını yüzyıllar boyu siyah yamyamlar ya da vahşi Türkler ile korkuttular. Irkçılık Avrupa’da, en üstteki yöneticiden en sıradan insana dek, kabul gören bir anlayış oldu. Sömürgecilerin dünyanın her yerinde giriştiği en kanlı ve acımasız kırımlara bile karşı çıkan olmadı. Aydınlanma çağı’yla övünen Avrupa’nın entellektüelleri, toplu kırımları ya açıktan ya da sessiz kalarak desteklediler; sömürgecilik tarihsel yazgısını “özgürce” yaşadı.

Sömürgeciliğin Günümüze Etkisi

Sömürgecilik, hem sömürge hem de sömürgeci toplumlarda, etkisini bugüne dek sürdüren sonuçlar doğurdu. Ele geçirdikleri ülkeleri sömürgeleştirerek bağımlı kılan Avrupalılar, kaçınılmaz olarak bu ülkelere bağımlı duruma geldiler. Karşılıklı bağımlılığı içeren bu sonuç, sömürgeyi ezici bir tutsaklık içine sokarken; sömürgecileri, “tutsaklara” bağımlı, dolaylı “tutsaklar” yaptı. Bu, her türlü özgürlük düşüncesini yok eden, tutucu ve gerici bir anlayışın yayılması demekti.
Sömürgen konumda da olsa başkasına bağımlı olan özgür olamaz. Nitekim Batının egemen güçleri, sömürgelere olduğu kadar, kendi halkına ve Avrupalı başka ülkelere karşı da baskı ve şiddet uygulamaktan geri durmadılar. Batı toplumlarında geleceğe kuşkuyla bakılan, güvensiz ve gerilimli ortam, sürekli duruma geldi.
Sömürgelerdeki durum, elbette çok daha yıkıcıydı. Siyasi ve askeri baskı yanında, yoğun bir ekonomik sömürü ile sürekli yoksullaştılar. Gelişme süreçlerinden koparılarak, Batı kapitalizminin varsıllık kaynağı oldular. Uygarlıkları, yerel değerleri ve yaşam biçimleri baştan aşağıya değiştirilti ve kültürleri yok edildi.

Köleci Ticaret

Avrupalıların sömürgelere girişi, başlangıçta ticari ilişkileri geliştirmek biçiminde oldu, öyle gösterildi. Pamuklu ürünler, hırdavat ya da alkollü içkiler satıyor; karşılığında altın, gümüş, fildişi ya da baharat alıyorlardı. Ancak çok geçmeden, insanlar, yığınlar halinde yaşadıkları yerlerden toplanarak, çalıştırılmak üzere, denizaşırı yerlere götürülmeye başlandı.
Toplumsal düzeni parçalayan köle ticareti, Avrupa için her zaman başvurduğu bir zenginlik kaynağı olurken, sömürge halklarının sosyal geleneklerini ve kültürlerini büyük bir yıkıma uğrattı. Birçok toplumun nüfusu azaldı, bir bölümü ise tümüyle ortadan kalktı. Bu tür sonuçların kanıtlı örnekleri, Batı tarihinde bol miktarda vardır.

Belçika’nın Kongosu

Almanya, ABD, İtalya ve Belçika 1885 yılında Berlin’de bir araya gelerek, yeni bir sömürge paylaşımının koşullarını görüştüler. Tarihe “Berlin Konferansı” olarak geçen bu toplantıda, sömürgeleştirilecek yeni yerler, buralarda çalışma yapacak misyonerlerin korunması, “din özgürlüğü” gibi konular karara bağlandı ve 342 bin kilometrekarelik Kongo (Zaire), Belçika Kralı Louis Leopold’un, “kişisel mülkü” kabul edilerek “bağımsız bir devlet” durumuna getirildi.
Leopold, Kongo’yu o denli vahşi bir biçimde yönetti ki, bu yönetimden Belçika Hükümeti bile rahatsız oldu. Parlamento, Kongo’yu 1908 yılında Kral’ın elinden aldığını ve Belçika devletinin malı haline getirdiğini açıkladı. Kral Leopold, “Kongo’mu elimden alabilirler, ama orada neler yaptığımı hiçbir zaman öğrenemeyecekler” diyerek bütün belgeleri yakmıştı.2
Daha sonra ele geçirilen bir takım belgeler, Kral’ın ve Avrupalı “girişimcilerin” Kongo’da “neler yaptıklarını” açıkça ortaya koyuyordu. Resmi bir Belçika kurumu olan “Yerlileri Koruma Komisyonu”, 1919 yılında yaptığı açıklamada; Avrupalıların ele geçirmesinden sonraki 40 yıl içinde Kongo nüfusunun yarı yarıya azaldığını kabul ediyordu.3

İspanyollar ve Küba

Küba, İspanyollar tarafından 1511 yılında elegeçirildi ve sömürge yapıldı. Kimi tarihçilerin belirlemelerine göre o günlerde Küba’da, sayıları 1 milyona ulaşan Guanajatuley, Siboney ve Taino yerlileri yaşıyordu. İşgalden sonraki ilk elli yıl içinde, yerli sayısı 5 bine düşmüştü.
İspanyollar, Hıristiyanlaştırma uygulamaları nedeniyle kendilerine karşı çıkan yerlileri öylesine yok etmişlerdi ki, daha sonra el emeğine gereksinim duyduklarında çalıştıracak insan bulamadılar ve bu gereksinimi köle ticareti yoluyla Afrika’dan getirdikleri insanlarla karşıladılar. Öldürülen ya da Küba’dan giden yerlilerin yerini Afrikalı köleler aldı.4

İnkalar, Aztekler, Mayalar

Avrupalılar, 15.yüzyıl sonlarında Amerika’ya geldiklerinde burada; geçimlik tarım ve hayvancılıkla uğraşan, kendine özgü imalat teknikleri geliştiren, para kullanan ve ileri bir toplumsal düzen kuran uygarlıklarla karşılaştılar.
Ant Dağları’nda yaşayan İnkalar; güçlü ve merkezi bir devlet ve gözalıcı kentler kurmuşlardı. İçinde görkemli taş yapıların bulunduğu kentleri, 15 bin kilometrelik bir yol ağıyla bağlamışlar, gelişkin bir yönetim ve ticari düzen gerçekleştirmişlerdi. Kutsal saydıkları toprakla, hiçbir uygarlıkta görülmemiş ölçüde bütünleşen İnkalar, en elverişsiz yerleri bile tarıma açmanın yollarını bulmuşlar, kanallar ve teraslar aracılığıyla geniş tarım alanları yaratmışlardı.5
Bugünkü Meksika bölgesinde yaşayan ve eşitlikçi yönetim geleneklerine sahip Aztekler, kendilerine özgü tarım teknikleri ve mimari biçimler geliştirmişler ve ileri bir ticari düzen kurmuşlardı. Tropikal bölgelerden elde edilen yeşim taşı, kakao, pamuk, değerli metaller, kuş tüyleri kentlere getiriliyor, burada işlenmiş ürünlerle değiştiriliyordu. Tarım ve ticaret yoluyla Aztekler, büyük bir varsıllık ve ileri bir kültür düzeyine ulaşmışlardı.6
Orta Amerika’da yaşayan Mayalar da, şaşırtıcı bir uygarlık düzeyine ulaşmışlardı. Kalıtımsal seçkinlerin yönetimi elinde tuttuğu sınıflı bir toplum yapısına sahip olmalarına karşın; eşitliği amaçlayan toplumsal ilişkiler varlığını sürdürüyor, çocuklar kutsanıyor, kadına önem verilip saygı gösteriliyordu. Hiyeroglif tarzı bir yazıya sahiptiler. Son derece gelişmiş gökbilim çalışmaları, zaman ve mekân ölçümleri yapıyorlardı. Tarihte sıfır sayısını ilk bulan onlardı. Bir yılı 365 gün kabul eden bir takvim geliştirmişlerdi.7


Uygarların Direnişi ve Soykırım

Sömürgeciler, yüksek nitelikli Güney Amerika uygarlığını insanlarıyla birlikte yok ettiler, tarihin gördüğü en büyük soykırımı yaptılar. Mayalar, uysal ve barışçı olmalarına karşın sömürgecilere hiçbir zaman boyun eğmediler; ormanlara çekildiler ve günümüze dek süren bir savaşım içinde oldular. 1712, 1847 ve 1860’da Yakatek Mayaları, 1910’da Quintana Roo köylüleri ve 1994’de Zapatist Kurtuluş Ordusu’yla ayaklandılar. İspanyol vahşetinden çok acı çektiler ancak asla teslim alınamadılar. Yokedilen uygarlıkları ve tarihlerine olan tutkularıyla yeraltına çekildiler, kültürlerini yaşatmaya çalıştılar. Dörtyüz yıllık acıyı, şarkılarda ve sonu gelmez çatışmalarda dile getirdiler.8
Orta Amerika’da büyük bir uygarlık ve İmparator-luk kurmuş olan Mayalar’dan, soykırımına ulaşan kırımlar sonucunda bugün, yoksulluk içinde yaşayan yalnızca 330 bin gerçek Maya kalmıştır.9

Güney Amerika’da Yaşanan İnsanlık Dramı

Güney Amerika’ya geldiklerinde “dünyanın sonuna geldiklerini sanarak aşağı düşmekten korkan”10 Avrupalılar, Amerika’da gerçek bir cennet köşesi ile top ve baruttan habersiz, Avrupa’dan taşınan hastalıklara bağışıklığı olmayan ve paylaşımcılığı benimseyen bir uygarlıkla karşılaşmışlardı. Yerliler bunlara “Kireç gibi beyaz vücutlarını sarıp sarmalamış sakallı beyazlar” diyordu.11 “Sakallı beyazlar”ın, korkularından kurtulur kurtulmaz ilk akıllarına gelen, bu “cennetin” meyvalarını toplamak oldu.
Özellikle altın ve gümüş elde etmede son derece hırslı ve acımasızdılar. Kristof Kolomb, “altın sayesinde ruhları cennete göndermek bile mümkündür”12 diyor, yerli halka görülmemiş bir şiddet uyguluyordu. Karşılaştıkları acımasızlık karşısında şaşkına dönen yerliler, Kolomb önderliğindeki “beyazlar”ın uyguladığı vahşetten kurtulmak için çocuklarını öldürüyor, kendilerini zehirliyordu.13
Tarihçi Howard Zinn’in, “kahraman değil katil” olarak anılması gerektiğini14 ileri sürdüğü Kristof Kolomb, Güney ve Orta Amerika’da tarihte benzeri olmayan bir vahşet uygulamıştır. Kolomb, Haiti Arawak kızılderilileriyle karşılaşmasını, tuttuğu notlarda şöyle anlatıyordu: “O kadar saf ve mallarını paylaşmaya o kadar gönüllülerdi ki, bunu gözleriyle görmeyen inanamaz. Onlarda olan her şeyi istediğimiz zaman asla hayır demiyor, aksine biz istemeden onlar bizimle paylaşıyordu. Bunlar çok iyi hizmetkâr olabilirler. Elli adamla hepsini esir alıp onlara istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz.”15

Altın Hırsı

Kristof Kolomb, “İspanya’ya altınla dönmenin” sınır tanımaz hırsıyla, kızılderililere yoğun ve sürekli bir şiddet uyguladı. İnanç kurumları dâhil toplumda var olan altının tümünün kendisine verilmesini istiyor ve bu konudaki en küçük isteksizliği (ya da altın bulamamayı) insanlık dışı yöntemlerle cezalandırıyordu. On dört yaşından büyük kadın-erkek herkesi, düzenli olarak altın getirmeye zorunlu tutmuştu. Bunu yapamayanların elleri bileklerinden kesiliyor ve kan kaybından ölüme bırakılıyordu. Kolomb geldiğinde Haiti’de 250 bin yerli yaşarken, bu sayı İspanyol vahşetinin ilk elli yılında 500’e düşmüştü. 1650’de artık yaşayan Arawak kızılderilisi kalmamıştı.16

Kilise İzniyle Soykırım

Papalık kararnameleriyle, sömürge toprakları Batılı hanedanlıklar arasında paylaşıldı. “Kutsal” kilisenin izin ve onayıyla saldırılar tüm acımasızlığıyla sürdürüldü. İspanyollar, Azteklerin başkenti Tenochtitlan’a girdiklerinde kentin nüfusu 3 milyondu. Kırım ve talan sonunda onbinlerce insan öldürüldü ve ortada kent denilebilecek bir şey kalmadı.
Kristof Kolomb’un Amerika’yı bulduğu 1492’den önce kıtada; Meksika’da 30-35 milyon, And Dağları’nda 30 milyon, Orta Amerika’da 10-13 milyon olmak üzere 70-78 milyon Aztek yaşıyordu. Sayıları 70-90 milyon olan Maya ve İnkalar’la birlikte kıta nüfusu 150-160 milyona çıkıyordu. Bu nüfus, bir buçuk yüzyıl içinde 3,5 milyona düştü ve yerli nüfusun yüzde 97.5’u yok oldu.17 Bugünkü Arjantin nüfusunun yalnızca yüzde 0,5’i, Şili’nin yüzde 5’i, Venezüela’nın yüzde 2’si, Nikaragua’nın yüzde 5’i kızılderilidir.18

Sömürgecilik Yarışı

Avrupalıların sömürgeci politikaları, İspanyol ve Portekizlilerin Güney Amerika’daki uygulamalarıyla sınırlı değildir. İngilizler, Fransızlar, Belçika ve Hollandalılar; Afrika’da, Uzak Doğu’da, Kuzey Amerika ve Avusturalya’da da benzer yöntemler uyguladılar.
19.yüzyılda bile, Şanghay lokantalarının kapısına “Buraya köpeklerle Çinliler giremez” diye yazı asılıyor19, Çinlilere afyon satılarak Çin toplumu zorunlu afyon tüketicisi durumuna getiriliyordu. Pekin Hükümeti 1839’da afyon dışalımını yasakladığında, Çin’e ucuz Hint afyonu satan İngiltere, Kanton’u bombaladı ve Şanghay’ı elegeçirerek İmparator’a “afyon ticaretini” serbest bıraktırdı.20

İngilizler ve Kuzey Amerika

Batılıların “ılımlı sömürgecilik”21 adını verdiği Kuzey Amerika’nın işgali, ılımlılık bir yana eşine az rastlanır şiddet yöntemleriyle gerçekleştirildi. Kuzey Amerika yerlilerinin topraklarından sürülmesi ya da yok edilmesi, Avrupalıların yerleşme koşulu durumuna gelmişti.22
İngilizler 1703’te “bir yerli kafa derisi getirene” ya da “bir kızılderili tutsak edene” 40 sterlin ödül veriyordu. Bu ödül 1720’de 100 sterline çıkarılmıştı.23
Anglosaksonlar 17.yüzyıl başında Kuzey Amerika’ya geldiklerinde, bugünkü ABD topraklarında 10-12 milyon kızılderili yaşıyordu. 1900’a dek uygulanan soykırımı sonucu kızılderili nüfusu, 250 bine düşmüştü.24 Sayıları, Amerika Birleşik Devletleri nüfusunun binde birine düşen bu insanlar, hala rezervasyon bölgeleri denilen yalıtım (tecrit) kamplarında yaşıyorlar. 1990 yılına dek kendi dillerini konuşmaları yasaklanmıştı.25
15.yüzyılda, yalnızca Kuzey Amerika’da 2 bin değişik kızılderili kümesi ve bunların kendine özgü dilleri ve kültürleri vardı.26 20.yüzyıla gelindiğinde Kuzey Amerikalı kızılderililerin yüzde 95’i ortadan kaldırılmıştı.

Savunma ya da Sessiz Onay

Sömürgecilik Batıda, ya açıktan savunulmuş ya da “sessiz bir onayla” desteklenmiştir. Sömürge ticaretinden dolaysız çıkarı olan kentsoylular ya da hükümet yetkilileri değil; her eğilimden politikacılar, “aydınlar” hatta “sosyalist” ya da “komünist” ideologların önemli bir bölümü bile, sömürgeci politikalardan yana tavır almıştır.
Batılılar, “Avrupa uygarlığı” tanımıyla bütünleştirdikleri ortak çıkarları sözkonusu olduğunda, aralarındaki görüş ayrımlılıklarını aşma ve dış dünyaya karşı ortak davranış geliştirmede son derece başarılıdırlar. Yerleşik bir politika geleneği olan bu tutum, doğal olarak sömürgecilik konusunu da kapsamakta ve Avrupalılar demokratik söylemlerle örtülen “uygarlıklarıyla” bağdaşmayan, ya da, belki de daha doğru bir deyişle, “uygarlıklarıyla” örtüşen açıklamalar yapmaktadırlar.27
Batılılar, yaratmış oldukları uygarlığın şiddete dayandığını bilirler ve bunu açıktan ya da örtülü bir biçimde savunmaktan çekinmezler. Macar Tarihçi L.Ligeti’nin bu konuya yaklaşımı ilginçtir. Ligeti önce, “Batı uygarlığı” için çok ağır, ancak bir o kadar yerinde bir saptama yapar ve “Batı uygarlığının parlak ve gözalıcı dış görünüşü ardında, bugün bile hala, mağarada oturan ilk insanın hayvani bencilliği ve kötülüğü gizlenmektedir” der. Ancak hemen ardından, Doğunun güçlenmesinden söz ederken; “yıkılma tehlikesi Batı uygarlığını ne derece tehdit ederse, biz yine de ona, o oranda kuvvetle bağlı kalırız” der.28

Sömürgecilik ve Batılı “Sosyalistler”

İşçi sınıfının uluslararası birliğini” savunan II.Sosyalist Enternasyonal’in kuramcılarından Eduard Bernstein, sömürgeci ilişkilerin insanlık için olumlu bir gelişme olduğunu ileri sürüyor ve sömürgeciliğin, “Batı toplumlarının uygarlık yolunda atmış olduğu dev adımların, geri ve barbar toplumlara aktarılmasının yararlı bir aracı” olduğunu söylüyordu.29
Fransız Komünist Partisi, Cezayir Ulusal Kurtuluş hareketine açıktan karşı çıkıyor ve verilen bağımsızlık savaşını “Çöl Vandalizmi” olarak tanımlıyordu. Parti Genel Sekreteri Paul Caballero, 1945 yılında şunları söylüyordu: “Cezayir’in bağımsızlığını isteyenler, bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme ajanlık etmektedirler.”30


DİPNOTLAR


  1. Fatelli Fabbri Editori” 20138 Milano, Via Mecenate, 91 İtaly, ak. “Devrimler Ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi” Gelişim Yay., 1975, 2.Cilt, sf.193
  2. a.g.e. sf.198
  3. a.g.e. sf.198
  4. a.g.e. sf.100
  5. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 2.Cilt, sf.458 ve “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5704
  6. Büyük Larousse” Gelişim Yay., 2.Cilt, sf.1147
  7. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1148
  8. Mayalar” Michale D.Coe, Arkadaş Yay., Ankara-2002, sf.191
  9. Büyük Larousse” Gelişim Yay., 13.Cilt, sf.7884
  10. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.458
  11. a.g.e. sf.458
  12. a.g.e. sf.456
  13. a.g.e. sf.456
  14. Legends, Lies and Cherished Myths of American History” Richard Shenkman; ak. Tim Marshall, “Hükmeden Erkek Boyun Eğen Kadın” Altın Kit., 1997, sf.45
  15. a.g.e. sf.45
  16. a.g.e. sf.46
  17. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.458
  18. a.g.e. sf.1427
  19. Ekonomi Sözlüğü” Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitap, 5.Bas. 1993, sf.380
  20. Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay., 4.Baskı 2002, sf.319
  21. Kapitalizmin Kökenleri” Jean Suret-Canale; ak. “Kapitalizmin Kara Kitabı” Evrensel Basım Yayın, 2.Basım-2001, sf.24
  22. a.g.e. sf.24
  23. Yerli Soykırım” Robert Pac; ak. a.g.e. sf.24
  24. a.g.e. sf.24
  25. Ortadoğu Uygarlık Mirası-2” M.İlmiye Çığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.250
  26. W.H. Seeing With a Native Eye, Harper and Row” Capp 1976, ak. Semra Somersan “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 5.Cilt, sf. 1426
  27. ABD Demokrat mı, Faşist mi?” Prof.Dr. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet 12.02.2003
  28. Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yay., 1986-Ankara, sf. 6
  29. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.433
  30. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1309

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder