Buğdayın
ana vatanı olan Anadolu topraklarında, 445 farklı tipte
buğday olduğu saptandığında dünya şaşkına dönmüştü. 1930’larda yapılan bir çalışmada,
256 yeni buğday çeşidi daha ortaya çıkarıldı. Bilim adamları, Türkiye’deki
çiftçilerin elinde bulunan buğday çeşitlerinin, bitki ıslahçıları için bir
hazine olduğunu belirterek zengin gen kaynağına dikkat çekiyorlar. Bu
tohumların kesinlikle korunup geleceğe taşınması gerektiğini söylüyorlar.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Ocak 2020 Perşembe
27 Ocak 2020 Pazartesi
SURİYELİLER
Suriyeli sığınmacılardan
tek başına olan 18-59 yaş arasındaki bütün kadınlar, 60 yaş üstü bütün kadın ve
erkekler, 18 yaşın altında çocuğu olan tüm anneler ya da babalar, Sosyal
Uyum Yardımı (SUY) alıyor. Sığınmacılar, devlete kendilerini bu sınırlar
içinde göstermeye çalışıyor. Türk öğrencilere, geri ödeme koşuluyla aylık 450
YTL kredi verilirken, Suriyeli öğrencilere geri ödemesiz aylık 1200 YTL burs
veriliyor. Türk üniversitelerinde 25 bin Suriyeli öğrenci okuyor. Suriyelilere
300’er lira bayram harçlığı veriliyor. Bunlar, parayı aldıktan sonra ülkeleri
Suriye’ye gidiyor, geri dönerken akrabalarını da getiriyor. Her gün 300
Suriyeli çocuk doğuyor. Türkiye’deki Suriyeli sayısının 10 yıl içinde 1,4
milyon kişi artacağı öngörülüyor. Türkiye’nin Suriyeliler için harcadığı para,
40 milyar doları buluyor.
25 Ocak 2020 Cumartesi
KÜRTLERİN TÜRKLEŞMESİ, TÜRKLERİN “KÜRTLEŞMESİ”
Osmanlılar, Kürdistan adını verdiği bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı.
Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu
aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara
verilen özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyordu. Çevreleri koruma
altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar,
Kürtlerin tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.
21 Ocak 2020 Salı
‘TÜRK TİPİ’ VARLIK FONU
Varlık fonu adı verilen
girişim, geliri giderinden çok olan yani hazinesinde fazla para biriken varsıl
ülkelerin, parasına harcıyacak yer aramak için kurduğu devlet fonlarıdır. Dünyada durum bu iken, AKP iktidarı Türkiye’de bir anonim şirket kurdu
ve adına ‘Türk Varlık Fonu’ dedi. Ülkenin elde kalan bütün büyük
kuruluşlarını, bu şirketin mülkiyetine geçirdi. Türk Hava Yolları,
Türk Telekom, Ziraat Bankası, Halk Bankası, Türkiye petrolleri AŞ, BOTAŞ, PTT,
Türksat, Borsa İstanbul AŞ, Çaykur,
Kayseri Şeker Fabrikası, TPAO; Hazine hisseleri dahil tümüyle Fona aktarılan kamu
kuruluşlarıydı. Bu fonun, dünyadaki varlık fonlarının işlevini yerine
getirmesi olası değildi. Türkiye, dış ticaret açığı yıldan yıla büyüyen ve gideri gelirinden her zaman yüksek olan (cari açık), bu nedenle sürekli borçlanan
üretimsiz bir ülkeydi.
19 Ocak 2020 Pazar
CUMHURİYET VE ULAŞIM (1923-1938)
Cumhuriyetin kabul edildiği 1923 yılında tekniğine uygun karayolu
ve köprü yoktu. Çoğunlukla toprak olan yollar, bahar ve kış aylarında aşılması
güç çamur çukurları haline gelirdi. Kışın kardan bahar aylarında dere ve nehir
taşmasından ulaşım dururdu. Ulaşım o denli güçtü ki, tahıl tarımı yapılan
yörelerden başka yörelere ürün götürülemez, bu nedenle sahil kesimlerine
dışarıdan buğday getirilirdi. Kentler, Ankara başta olmak üzere, konut sayısı
çok köy gibiydi. Kent sokakları dar ve düzensizdi. Motorlu araç trafiğine uygun
değildi. Toz ve çamur yalnızca kırların değil, şehirlerin de belirgin öğesiydi.
Sömürgecilerin yaptığı demiryollarının işletmeciliği tümüyle yabancıların
elindeydi. Bu alanda Rumlar ve Ermeniler çalıştırılıyordu. Savaştan sonra
Türklerin demiryolu işletmeciliği yapamayacağı için ulaşımın duracağı
söyleniyordu. Türkiye, 8272 kilometreyle Avrupa’nın en uzun sahil şeridine
sahip bir ülke olmasına karşın, deniz taşımacılığında son sırada yer alıyordu.
Kabotaj hakkı yabancıların elindeydi. Hava ulaşımı diye bir kavram,
düşüncelerde bile yoktu.
15 Ocak 2020 Çarşamba
ZÜBEYDE HANIM’IN ÖLÜMÜ VE MUSTAFA KEMAL’İN “NAMUS VE VİCDAN YEMİNİ”
Atatürk’ün
annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923
günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında, bugün herkesin ders alması
gereken bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Annemin ruhuna ve bütün
ecdat ruhlarına sözvermiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin kabri
önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökülerek milletin
elde ettiği ve sağlamlaştırdığı egemenliğin korunması ve savunulması için
gerektiğinde annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal
egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” Bu
konuşma, günümüzdeki şarlatanlıklarla dolu ihanet ortamında, yolunu ve
kimliğini yitirenlere uyarı olsun, onlara doğru yolu göstersin.
11 Ocak 2020 Cumartesi
KEMALİST AYDINLARA TARTIŞMA ÇAĞRISI; ATATÜRK’E DÖNÜŞ AMA NASIL; GÜNÜMÜZDE KEMALİST PROGRAM NASIL OLMALIDIR; TÜRKİYE NASIL DÜZLÜĞE ÇIKAR
‘Cumhuriyetin Kuruluş Ayarlarına Dönüş’ tanımlaması, son dönemde sıkça kullanılan bir özdeyiş oldu. Ülkenin
gidişinden endişe duyan yurtseverler, kurtuluş için Atatürk dönemi
politikalarına yöneliyor; kurtuluşu orada görüyor. Bu yöndeki istek giderek
artıyor ama yönelişin somuta dönük tartışması henüz başlamış değil. Örgütsüzlüğün
neden olduğu edilgenlik, her konuda olduğu gibi, günümüz
koşullarında Kemalist bir programın oluşmasını geciktiriyor... Programları örgütler yapar. Bu doğrudur ama bizler ilerde
örgütlü yapıların oluşturacağı program konusunda tartışma başlatabilir, ilerisi
için belirli bir birikim sağlayabiliriz. Program konusunu, birey olarak
tartışabiliriz. Kemalist aydınlara basit bir taslak sunuyor ve konuyu tartışmaya
açıyorum. Düşünelim, araştıralım ve konuyu geliştirelim. Eksiği tamamlayalım,
yanlışı çıkaralım. Gerçekleştirilmesini, ilerde oluşacak örgütlere bırakarak, düşünsel
anlamda geleceğe yönelik bir sözümüz, bir hedefimiz olsun. Bu taslak ya da
başka taslaklar ele alınsın, ulusal birliğe yönelen tartışma süreci başlasın.
Her kesimden insanımızın katılacağı tartışmalar, düşünsel bir imeceye
dönüştürülsün. Oluşturulacak ulusal bilinç ve yurtsever birikim, yolumuzu
aydınlatsın; neyin nasıl yapılacağı araştırılsın.
8 Ocak 2020 Çarşamba
2020; DÜNYANIN DURUMU
Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz
yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için mücadeleler,
ülkeler ve bölgeler arası gerilimler, askeri ve ekonomik sorunlar, gücün
belirleyiciliği, ticari rekabet, uluslararası sermaye hareketleri ve pazar
çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak niteliği değişmeden sürüyor.
Yüzyıl başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa
sömürgeciliğine karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya-Çin çekişmesi
var. Yüzyıl başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri,
Ortadoğu ve Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-Doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini
Orta Asya ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak
bugün aynı yere geri döndü.
4 Ocak 2020 Cumartesi
TÜRKİYE-İSRAİL ANLAŞMASI
AKP
Hükümeti, 27 Haziran 2016’da İsrail’le Roma’da bir anlaşma imzaladı. İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu sevincini
gizlemeye çalışarak, anlaşmanın İsrail ekonomisine ‘muazzam etkileri olacağını’ söyledi.
Doğu Akdeniz’de çıkardığı doğal gazdan İsrail gazı diye söz etti ve “Türkiye anlaşmasıyla ekonomimiz yükselen
bir ivme kazanacak” dedi.1 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, sürekli dile getirdiği İsrail karşıtlığını bıraktı ve “Anlaşmanın Türkiye, İsrail ve Filistin için
hayırlara vesile olmasını diliyorum. Ekonomik ilişkiler çok farklı bir şekilde
gelişmeye başlayacaktır. Sayın Obama başta olmak üzere herkese teşekkür
ediyorum”; “İsrail’le
Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var” dedi.2
1 Ocak 2020 Çarşamba
YENİ BİR KIRILMA; LİBYA
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, kimsenin beklemediği bir anda beklenmeyen bir açıklama yaptı ve Türk
askerinin Libya’ya gönderileceğini açıkladı. İlk adım olarak tezkereyi Meclise
gönderdi. Karmaşa ve çatışmanın sürdüğü ülkeden uzak bir yere asker göndermek sorumluluğu
yüksek bir girişimdi. Ancak, bu girişim için kabul edilebilir bir gerekçe ileri
sürmedi. Muhalefetten, ‘biz buna karşıyız’dan başka bir ses çıkmadı,
gerçeği ortaya koyan bir açıklama yapılmadı. Türk Ordusunun, uluslararası bir operasyonda çatışma alanına sürülmesi, ABD’nin uzun süredir peşinde olduğu
ancak Kore Savaşından beri başaramadığı bir tasarımdı. Libya, bu tasarımın uygulamaya
dönük ilk adımı olacak. Türk Ordusu, emperyalist çıkarlar için silahlı
çatışmaya sürülecek, vurucu güç olarak kullanılacak. ABD, bunu sağlamak için
çok uğraşmıştı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)