30 Ocak 2020 Perşembe

AVRUPALI ÇİFTÇİLERDEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NE MEKTUP



Buğdayın ana vatanı olan Anadolu topraklarında, 445 farklı tipte buğday olduğu saptandığında dünya şaşkına dönmüştü. 1930’larda yapılan bir çalışmada, 256 yeni buğday çeşidi daha ortaya çıkarıldı. Bilim adamları, Türkiye’deki çiftçilerin elinde bulunan buğday çeşitlerinin, bitki ıslahçıları için bir hazine olduğunu belirterek zengin gen kaynağına dikkat çekiyorlar. Bu tohumların kesinlikle korunup geleceğe taşınması gerektiğini söylüyorlar.

27 Ocak 2020 Pazartesi

SURİYELİLER



Suriyeli sığınmacılardan tek başına olan 18-59 yaş arasındaki bütün kadınlar, 60 yaş üstü bütün kadın ve erkekler, 18 yaşın altında çocuğu olan tüm anneler ya da babalar, Sosyal Uyum Yardımı (SUY) alıyor. Sığınmacılar, devlete kendilerini bu sınırlar içinde göstermeye çalışıyor. Türk öğrencilere, geri ödeme koşuluyla aylık 450 YTL kredi verilirken, Suriyeli öğrencilere geri ödemesiz aylık 1200 YTL burs veriliyor. Türk üniversitelerinde 25 bin Suriyeli öğrenci okuyor. Suriyelilere 300’er lira bayram harçlığı veriliyor. Bunlar, parayı aldıktan sonra ülkeleri Suriye’ye gidiyor, geri dönerken akrabalarını da getiriyor. Her gün 300 Suriyeli çocuk doğuyor. Türkiye’deki Suriyeli sayısının 10 yıl içinde 1,4 milyon kişi artacağı öngörülüyor. Türkiye’nin Suriyeliler için harcadığı para, 40 milyar doları buluyor.

25 Ocak 2020 Cumartesi

KÜRTLERİN TÜRKLEŞMESİ, TÜRKLERİN “KÜRTLEŞMESİ”



Osmanlılar, Kürdistan adını verdiği bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyordu. Çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

21 Ocak 2020 Salı

‘TÜRK TİPİ’ VARLIK FONU



Varlık fonu adı verilen girişim, geliri giderinden çok olan yani hazinesinde fazla para biriken varsıl ülkelerin, parasına harcıyacak yer aramak için kurduğu devlet fonlarıdır. Dünyada durum bu iken, AKP iktidarı Türkiye’de bir anonim şirket kurdu ve adına ‘Türk Varlık Fonu’ dedi. Ülkenin elde kalan bütün büyük kuruluşlarını, bu şirketin mülkiyetine geçirdi. Türk Hava Yolları, Türk Telekom, Ziraat Bankası, Halk Bankası, Türkiye petrolleri AŞ, BOTAŞ, PTT, Türksat, Borsa İstanbul AŞ, Çaykur, Kayseri Şeker Fabrikası, TPAO; Hazine hisseleri dahil tümüyle Fona aktarılan kamu kuruluşlarıydı. Bu fonun, dünyadaki varlık fonlarının işlevini yerine getirmesi olası değildi. Türkiye, dış ticaret açığı yıldan yıla büyüyen ve gideri gelirinden her zaman yüksek olan (cari açık), bu nedenle sürekli borçlanan üretimsiz bir ülkeydi.

19 Ocak 2020 Pazar

CUMHURİYET VE ULAŞIM (1923-1938)




Cumhuriyetin kabul edildiği 1923 yılında tekniğine uygun karayolu ve köprü yoktu. Çoğunlukla toprak olan yollar, bahar ve kış aylarında aşılması güç çamur çukurları haline gelirdi. Kışın kardan bahar aylarında dere ve nehir taşmasından ulaşım dururdu. Ulaşım o denli güçtü ki, tahıl tarımı yapılan yörelerden başka yörelere ürün götürülemez, bu nedenle sahil kesimlerine dışarıdan buğday getirilirdi. Kentler, Ankara başta olmak üzere, konut sayısı çok köy gibiydi. Kent sokakları dar ve düzensizdi. Motorlu araç trafiğine uygun değildi. Toz ve çamur yalnızca kırların değil, şehirlerin de belirgin öğesiydi. Sömürgecilerin yaptığı demiryollarının işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi. Bu alanda Rumlar ve Ermeniler çalıştırılıyordu. Savaştan sonra Türklerin demiryolu işletmeciliği yapamayacağı için ulaşımın duracağı söyleniyordu. Türkiye, 8272 kilometreyle Avrupa’nın en uzun sahil şeridine sahip bir ülke olmasına karşın, deniz taşımacılığında son sırada yer alıyordu. Kabotaj hakkı yabancıların elindeydi. Hava ulaşımı diye bir kavram, düşüncelerde bile yoktu.

15 Ocak 2020 Çarşamba

ZÜBEYDE HANIM’IN ÖLÜMÜ VE MUSTAFA KEMAL’İN “NAMUS VE VİCDAN YEMİNİ”



Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında, bugün herkesin ders alması gereken bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Annemin ruhuna ve bütün ecdat ruhlarına sözvermiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökülerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı egemenliğin korunması ve savunulması için gerektiğinde annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” Bu konuşma, günümüzdeki şarlatanlıklarla dolu ihanet ortamında, yolunu ve kimliğini yitirenlere uyarı olsun, onlara doğru yolu göstersin.

11 Ocak 2020 Cumartesi

KEMALİST AYDINLARA TARTIŞMA ÇAĞRISI; ATATÜRK’E DÖNÜŞ AMA NASIL; GÜNÜMÜZDE KEMALİST PROGRAM NASIL OLMALIDIR; TÜRKİYE NASIL DÜZLÜĞE ÇIKAR



‘Cumhuriyetin Kuruluş Ayarlarına Dönüş’ tanımlaması, son dönemde sıkça kullanılan bir özdeyiş oldu. Ülkenin gidişinden endişe duyan yurtseverler, kurtuluş için Atatürk dönemi politikalarına yöneliyor; kurtuluşu orada görüyor. Bu yöndeki istek giderek artıyor ama yönelişin somuta dönük tartışması henüz başlamış değil. Örgütsüzlüğün neden olduğu edilgenlik, her konuda olduğu gibi, günümüz koşullarında Kemalist bir programın oluşmasını geciktiriyor... Programları örgütler yapar. Bu doğrudur ama bizler ilerde örgütlü yapıların oluşturacağı program konusunda tartışma başlatabilir, ilerisi için belirli bir birikim sağlayabiliriz. Program konusunu, birey olarak tartışabiliriz. Kemalist aydınlara basit bir taslak sunuyor ve konuyu tartışmaya açıyorum. Düşünelim, araştıralım ve konuyu geliştirelim. Eksiği tamamlayalım, yanlışı çıkaralım. Gerçekleştirilmesini, ilerde oluşacak örgütlere bırakarak, düşünsel anlamda geleceğe yönelik bir sözümüz, bir hedefimiz olsun. Bu taslak ya da başka taslaklar ele alınsın, ulusal birliğe yönelen tartışma süreci başlasın. Her kesimden insanımızın katılacağı tartışmalar, düşünsel bir imeceye dönüştürülsün. Oluşturulacak ulusal bilinç ve yurtsever birikim, yolumuzu aydınlatsın; neyin nasıl yapılacağı araştırılsın.

8 Ocak 2020 Çarşamba

2020; DÜNYANIN DURUMU



Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için mücadeleler, ülkeler ve bölgeler arası gerilimler, askeri ve ekonomik sorunlar, gücün belirleyiciliği, ticari rekabet, uluslararası sermaye hareketleri ve pazar çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak niteliği değişmeden sürüyor. Yüzyıl başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa sömürgeciliğine karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya-Çin çekişmesi var. Yüzyıl başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri, Ortadoğu ve Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-Doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini Orta Asya ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak bugün aynı yere geri döndü.

4 Ocak 2020 Cumartesi

TÜRKİYE-İSRAİL ANLAŞMASI



AKP Hükümeti, 27 Haziran 2016’da İsrail’le Roma’da bir anlaşma imzaladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu sevincini gizlemeye çalışarak, anlaşmanın İsrail ekonomisine muazzam etkileri olacağını’ söyledi. Doğu Akdeniz’de çıkardığı doğal gazdan İsrail gazı diye söz etti ve “Türkiye anlaşmasıyla ekonomimiz yükselen bir ivme kazanacak” dedi.1 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sürekli dile getirdiği İsrail karşıtlığını bıraktı ve “Anlaşmanın Türkiye, İsrail ve Filistin için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Ekonomik ilişkiler çok farklı bir şekilde gelişmeye başlayacaktır. Sayın Obama başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum”; “İsrail’le Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var” dedi.2

1 Ocak 2020 Çarşamba

YENİ BİR KIRILMA; LİBYA



AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kimsenin beklemediği bir anda beklenmeyen bir açıklama yaptı ve Türk askerinin Libya’ya gönderileceğini açıkladı. İlk adım olarak tezkereyi Meclise gönderdi. Karmaşa ve çatışmanın sürdüğü ülkeden uzak bir yere asker göndermek sorumluluğu yüksek bir girişimdi. Ancak, bu girişim için kabul edilebilir bir gerekçe ileri sürmedi. Muhalefetten, ‘biz buna karşıyız’dan başka bir ses çıkmadı, gerçeği ortaya koyan bir açıklama yapılmadı. Türk Ordusunun, uluslararası bir operasyonda çatışma alanına sürülmesi, ABD’nin uzun süredir peşinde olduğu ancak Kore Savaşından beri başaramadığı bir tasarımdı. Libya, bu tasarımın uygulamaya dönük ilk adımı olacak. Türk Ordusu, emperyalist çıkarlar için silahlı çatışmaya sürülecek, vurucu güç olarak kullanılacak. ABD, bunu sağlamak için çok uğraşmıştı.