30 Eylül 2016 Cuma

LOZAN’I ANLAMAK


Recep Tayyip Erdoğan, muhtarlarla yaptığı toplantıda; bugünkü konumunu borçlu olduğu Lozan Antlaşması’nı, Sevr’le ilişkilendirerek eleştirdi. Anlaşma maddelerinin, ortaya çıkış koşullarının ve doğurduğu sonuçların bilinmediği anlaşılan konuşmasında; “1920’de Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. İşte şu anda Ege’yi görüyorsunuz, değil mi? Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu?" dedi. Devlet başkanı konumundaki bir kişinin kendi devletinin dünyaca tanınmasını sağlayan kuruluş belgesini reddetmesi, tarihte örneği olmayan bir olaydır. Avusturyalı ünlü diplomat Nobert Von Bischoff’un, “Türk silahlarının, kazandığı zaferi, uluslar arası hukukun kütüğüne geçirmesi” diye tanımladığı Lozan, yoksul bir ulusun emperyalizmi dize getirmesinin tescili ve ezilen uluslara örnek olan evrensel boyutlu bir başarıydı.

29 Eylül 2016 Perşembe

SURİYE’LİLERE VATANDAŞLIK HAKKI VE ARKASINDAKİ GERÇEK


Dört milyon yabancıya yani küçük bir ülke nüfusu kadar insana yurttaşlık hakkı verilmesi, dünyada örneği olmayan ve Türk toplumunu huzursuz eden bir çılgınlık girişimidir. Dünya tarihinde; savaşlar, işgaller ve zora dayalı göç olayları yaşanmıştır. Ancak, en şiddetli göçlerde bile, bu kadar insan, bu kadar kısa sürede bir yere yerleştirilememiş, böyle bir işe girişilmemiştir. Ülkesi ne denli büyük olursa olsun hiçbir devlet bu kadar insanı içine almamıştır. Hükümet, sığınmacılara vatandaşlık verilmesinde ayak diretirse, altından kalkamayacağı bir işe girişmiş olacak ve Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını aşan ve doğrudan ulusal varlığa yönelen yıkıcı bir girişimdir. Suriye’lilere vatandaşlık düşüncesi, Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu’nun Araplaştırılmasına yönelen gözükara ve akıldışı bir tasarımdır...

27 Eylül 2016 Salı

ARAPLARIN OSMANLI'YA İHANETİ VE SUUDİLER


Türkiye’de milli bayramları neredeyse yasaklayan AKP, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’u, kuruluş kutlaması için Suudi Arabistan Elçiliği’ne gönderdi. Son dönemde Türkiye’de, tutkulu bir Arap hayranlığıyla Suudilerin peşinde dolaşılıyor; onlara huşu içindeki müminler gibi mistik bir saygıyla bakılıyor. Oysa Araplar, özellikle de Suudi sülalesi, Osmanlı Devleti’ni arkadan hançerlemiş, ona büyük zarar vermişti. 1806’da, Emir Muhammed Suud, Osmanlı birliklerinin hiç ummadığı bir anda Mekke’ye saldırmış ve muzaffer bir kumandan görüntüsüyle kente girmişti. Suudlar; 19.Yüzyıl başlarındaki yenileşme çabalarına karşı çıkıyor; Osmanlı Hükümeti’nin, “Frenk kafirlerinin kirli amaçlarına doğru Allah’ın buyruklarına aykırı eğilim” içinde olduğunu ileri sürerek padişahın bizzat kendisinin,“reform adına dini gevşeklik ve çürümeye” neden olduğunu söylüyordu.(x)

25 Eylül 2016 Pazar

DİL DEVRİMİ

(26 Eylül Dil Bayramı kutlu olsun)


Dil Devrimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışının bir parçası, Türk Devrimi’nin vazgeçilmez gereğiydi. Onun dil konusunda sahip olduğu kesin yargı, “kendi dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir” biçimindeydi. Dil Devrimi’ni başlatırken, yabancılaştırılarak örselenmiş bu dil için; “yaşam yolunda bu denli kararlılıkla ilerleyen Türk ulusuna uygun olamaz” diyordu. Türkçeye hak ettiği yüksek değeri verecek ve “kendi benliği içinde daha da varsıllaştırarak” onu, “büyük bir kültür dili durumuna” getirecekti.(×)

23 Eylül 2016 Cuma

TÜRKİYE’DE ŞİRKET SATIŞLARI



Dünya sigara devi Philipe Morris, İsviçre’nin çikolata ve kahve şirketi Jakop Suchard’ı satın aldığında, İsviçre’nin önemli gazetelerinden Bund; “İsviçre’nin bir parçasını yitirdik” manşetiyle çıkmıştı. Bund haklıydı. Bir ülkede kamu ya da özel her ulusal şirket, yaratılmış bir değerdir ve o değer yabancılaştığında ulusun bir parçası yitirilmiş demektir. İsviçre’de yalnızca bir şirketin satışına tepki gösterilirken, Türkiye’de yüzleri bulan şirket satışına ise ses çıkarılmadı. Ulusal çözülmenin yabancılaşmanın ve açık pazar olmanın göstergesi olan bu durum, üretimsizliğin ve bağımlılığın yolunu açtı. Gerek, kamu talanına dönüşen kamu malı KİT satışları, gerekse ayrı nitelikte olsa da özel kesim satışları aynı sonucu doğurdu. Türkiye, Osmanlı’nın son dönemindeki gibi üretim yapılmayan, dışa bağımlı bir ülke oldu.

20 Eylül 2016 Salı

OHAL UYGULAMALARI, SEVR ANTLAŞMASI VE TÜRK ORDUSU



 Sevr’i incelemenin, insana acı veren bir yanı vardır. Yüzyıl önce, Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi’yle önlenen bu emperyalist saldırının, bugün uygulanan politika haline gelmesi, örneği olmayan toplumsal bir trajedidir. Antlaşma’nın siyasi ve ekonomik koşulları, Atatürk’ün ölümünden sonraki süreçte özellikle de 2000’den sonra hemen tümüyle gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri, 1952’de NATO’ya girişle büyük zarar gördü ama kendini bugüne dek korumayı bildi. Ancak,15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe koyulan OHAL kararlarıyla, Sevr’in orduyla ilgili koşulları 96 yıl sonra uygulandı ve ordu büyük oranda bir polis gücüne dönüştürüldü. Bu gerçeği, Sevr Antlaşması’nı inceleyen herkes kolayca görecektir

19 Eylül 2016 Pazartesi

CUMHURİYET DÖNEMİ PARA POLİTİKASI VE BANKACILIK (1923-1938)


Osmanlı’nın son dönemde, kredi piyasasına tümüyle yabancı mali aracılar egemendi. Bankalar, büyük oranda, azınlıklarla yabancı uyruklulara hizmet veriyordu. Türk halkının savaşlar nedeniyle, tasarruf gücü hemen hemen sıfıra düşmüştü. 1923 yılında bankacılık alanında yetişmiş Türk eleman yoktu. Çünkü Türk bankası yoktu. Yabancılara ait bankalarda çalışanlar azınlıklardı. 1920’de bankalardaki tüm tasarruf mevduatı, yalnızca bir milyon liraydı. Avrupalılar, Türklerin banka kurmak bir yana, var olan işleyişi bile yürütemeyeceğini düşünüyordu. “Türklerden bankacı olmaz, bunu beceremezler”, “personeli nereden bulacaklar” sözleri, o günlerde sıkça dile getirilen yargılardı.

16 Eylül 2016 Cuma

TÜRK TARİHİ VE ORTA ASYA


Orta Asya’da ortaya çıkan, orada gelişip serpilerek geniş alanlara yayılan Türk uygarlığı, pek çok kültürle iç içe geçmiş ve hemen hiçbir toplumda görülmeyen bir yoğunlukla, bu kültürlerle kaynaşmıştır. Tarihin her döneminde ve neredeyse sonsuz bir çeşitlilikle, kültürleri etkilemiş ya da onlardan etkilenmiş ve sıradışı ilişki yoğunluğu içinde, kimsenin beğenisine, yergisine ya da karşı çıkışına aldırış etmeden, uygarlık tarihinde yerini almıştır.

 

13 Eylül 2016 Salı

SAKARYA’NIN ÖNEMİ


13 Eylül, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan Sakarya Zaferi’nin yıldönümüdür. Yoksul bir ulusun, sıradışı yoksunluklar içinde kazandığı bu savaşın, günümüzde ders çıkarılacak birçok yönü vardır. Savaşan askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. Ön safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın önderine ve savaşı kazanan orduya saldırıldığı günümüzün ihanet ortamında, Sakarya’yı unutmamamız ve bu ülkenin nasıl kazanıldığını bilmemiz gerekir. Gazi Mustafa Kemal ve Sakarya şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyor, ölümsüz anılarının Türk Ulusu’na örnek olmasını diliyoruz.

12 Eylül 2016 Pazartesi

12 EYLÜL’ÜN GERÇEK YÜZÜ


12 Eylül Darbesi diyince akla; askerler, cezaevleri, idamlar ve aydınlara uygulanan yoğun kıyım geliyor. Bu doğrudur. Bunlar şiddet döneminin yaygın uygulamalarıdır ve o dönem insanlarının yaşadığı gerçeklerdir. Ancak, 12 Eylül’ün niteliği ve gerçek amacı konusunda görülemeyen ya da yeterince görülemeyen bir yanı vardır. Önemli olan bunu görmektir. 12 Eylül, ulusal pazarın uluslararası şirketlere koşulsuz açılarak küresel işleyişin parçası durumuna getirilmesi girişimidir. 24 Ocak Kararları, bu girişimin en açık anlatımıdır. 24 Ocak, Türkiye’de ancak 12 Eylül gibi bir “demir yumruk” la uygulanabilirdi.

7 Eylül 2016 Çarşamba

FIRAT KALKANI HAREKATI


Türkiye, Fırat Kalkanı Harekatı’yla elde ettiği yerleri, söylediği ve yaptığı gibi ÖSO’ya verecekse, Suriye’nin toprak bütünlüğünü reddediyor, koalisyon güçleri adı verilen ABD safında yürümeyi sürdürüyor demektir. Şam yönetimine karşı savaşan ve bir CIA terör örgütü olan ÖSO’nun, Suriye’nin tümünü ele geçirmesi olanaksızdır. ÖSO’yla Suriye’nin bütünlüğü sağlanamaz. AKP, her önemli konuda olduğu gibi, söylediğiyle çelişen bir uygulama içinde bulunuyor. Suriye’nin bütünlüğünden yana olduğunu söylüyor ama Suriye’nin bölünmesini derinleştiren bir eylem içine giriyor.

KAPİTALİST KÜLTÜR VE BATI AYDINLANMASI


Kapitalist üretim ilişkilerinin biçim verdiği ekonomik düzen, varlığını koruyup güçlendirmek ve gelişimi sürekli kılmak için; üzerine oturacağı ve gereksinimlerine yanıt veren bir kültürel yapıyı kurmak ve geliştirmek zorundaydı. Avrupa kültürü bu zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıktı.15.Yüzyılda gelişmeye başlayan bu kültür, aydınlanma olarak tanımlandı. Avrupalılık olarak da tanımlanan bu kültür:  sömürgecilik, köle ticareti ve sanayi devrimi olmasa, ne Batı aydınlanması denilen bir süreç yaşanır ne de Avrupa uygarlığı adı verilen bir olgu ortaya çıkardı.

3 Eylül 2016 Cumartesi

SİVAS KONGRESİ


Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919 Perşembe günü başladı ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için, birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek somut bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı. Mücadelenin kurallarını belirleyen bir tüzük kabul edildi. Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı.

1 Eylül 2016 Perşembe

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939-1945)


1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya saldırdı, 2 gün sonra 3 Eylül’de İngiltere’yle Fransa Almanya’ya savaş ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı. Büyük şirket yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların hizmetindeki politikacılar dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın bitiminden henüz 21 yıl geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen birinci savaş tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı. İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını taşıyan törenler yoktu. Bu kez Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.