Recep Tayyip Erdoğan, muhtarlarla yaptığı
toplantıda; bugünkü konumunu borçlu olduğu Lozan Antlaşması’nı, Sevr’le
ilişkilendirerek eleştirdi. Anlaşma maddelerinin, ortaya çıkış koşullarının ve
doğurduğu sonuçların bilinmediği anlaşılan konuşmasında; “1920’de Sevr’i
gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer
diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. İşte şu anda Ege’yi görüyorsunuz,
değil mi? Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer
bu mu?" dedi. Devlet başkanı konumundaki bir kişinin kendi devletinin dünyaca
tanınmasını sağlayan kuruluş belgesini reddetmesi, tarihte örneği olmayan bir
olaydır. Avusturyalı ünlü diplomat Nobert Von Bischoff’un, “Türk silahlarının,
kazandığı zaferi, uluslar arası hukukun kütüğüne geçirmesi” diye tanımladığı Lozan, yoksul bir ulusun emperyalizmi
dize getirmesinin tescili ve ezilen uluslara örnek olan evrensel boyutlu bir
başarıydı.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Eylül 2016 Cuma
29 Eylül 2016 Perşembe
SURİYE’LİLERE VATANDAŞLIK HAKKI VE ARKASINDAKİ GERÇEK
Dört milyon
yabancıya yani küçük bir ülke nüfusu kadar insana yurttaşlık hakkı verilmesi,
dünyada örneği olmayan ve Türk toplumunu huzursuz eden bir çılgınlık
girişimidir. Dünya tarihinde; savaşlar, işgaller ve zora dayalı göç olayları
yaşanmıştır. Ancak, en şiddetli göçlerde bile, bu kadar insan, bu kadar kısa sürede bir yere yerleştirilememiş, böyle bir
işe girişilmemiştir. Ülkesi ne denli büyük olursa olsun hiçbir devlet bu kadar insanı içine almamıştır. Hükümet, sığınmacılara vatandaşlık verilmesinde ayak diretirse, altından
kalkamayacağı bir işe girişmiş olacak ve Türkiye’ye büyük zarar verecektir.
Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını aşan ve doğrudan ulusal
varlığa yönelen yıkıcı bir girişimdir. Suriye’lilere vatandaşlık düşüncesi,
Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu’nun Araplaştırılmasına yönelen gözükara
ve akıldışı bir tasarımdır...
27 Eylül 2016 Salı
ARAPLARIN OSMANLI'YA İHANETİ VE SUUDİLER
Türkiye’de milli bayramları neredeyse yasaklayan
AKP, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’u, kuruluş kutlaması için Suudi
Arabistan Elçiliği’ne gönderdi. Son dönemde Türkiye’de, tutkulu bir Arap
hayranlığıyla Suudilerin peşinde dolaşılıyor; onlara huşu içindeki müminler
gibi mistik bir saygıyla bakılıyor. Oysa Araplar, özellikle de Suudi sülalesi,
Osmanlı Devleti’ni arkadan hançerlemiş, ona büyük zarar vermişti. 1806’da, Emir Muhammed Suud, Osmanlı
birliklerinin hiç ummadığı bir anda Mekke’ye saldırmış ve muzaffer bir kumandan
görüntüsüyle kente girmişti. Suudlar;
19.Yüzyıl başlarındaki yenileşme çabalarına karşı çıkıyor; Osmanlı
Hükümeti’nin, “Frenk kafirlerinin kirli
amaçlarına doğru Allah’ın buyruklarına aykırı eğilim” içinde olduğunu ileri
sürerek padişahın bizzat kendisinin,“reform
adına dini gevşeklik ve çürümeye” neden olduğunu söylüyordu.(x)
25 Eylül 2016 Pazar
DİL DEVRİMİ
(26 Eylül Dil Bayramı kutlu olsun)
Dil Devrimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışının
bir parçası, Türk Devrimi’nin vazgeçilmez gereğiydi. Onun dil konusunda
sahip olduğu kesin yargı, “kendi dili ile
düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız
olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini
bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden
bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir” biçimindeydi. Dil
Devrimi’ni başlatırken, yabancılaştırılarak örselenmiş bu dil için; “yaşam yolunda bu denli kararlılıkla
ilerleyen Türk ulusuna uygun olamaz” diyordu. Türkçeye hak ettiği yüksek
değeri verecek ve “kendi benliği içinde
daha da varsıllaştırarak” onu, “büyük
bir kültür dili durumuna” getirecekti.(×)
23 Eylül 2016 Cuma
TÜRKİYE’DE ŞİRKET SATIŞLARI
Dünya sigara devi Philipe Morris, İsviçre’nin çikolata ve
kahve şirketi Jakop Suchard’ı
satın aldığında, İsviçre’nin önemli gazetelerinden Bund; “İsviçre’nin
bir parçasını yitirdik” manşetiyle çıkmıştı. Bund haklıydı. Bir ülkede
kamu ya da özel her ulusal şirket, yaratılmış bir değerdir ve o değer
yabancılaştığında ulusun bir parçası yitirilmiş demektir. İsviçre’de yalnızca
bir şirketin satışına tepki gösterilirken, Türkiye’de yüzleri bulan şirket
satışına ise ses çıkarılmadı. Ulusal çözülmenin yabancılaşmanın ve açık pazar
olmanın göstergesi olan bu durum, üretimsizliğin ve bağımlılığın yolunu açtı.
Gerek, kamu talanına dönüşen kamu malı KİT satışları, gerekse ayrı nitelikte
olsa da özel kesim satışları aynı sonucu doğurdu. Türkiye, Osmanlı’nın son
dönemindeki gibi üretim yapılmayan, dışa bağımlı bir ülke oldu.
20 Eylül 2016 Salı
OHAL UYGULAMALARI, SEVR ANTLAŞMASI VE TÜRK ORDUSU
Sevr’i incelemenin, insana acı veren bir yanı
vardır. Yüzyıl önce, Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi’yle önlenen
bu emperyalist saldırının, bugün uygulanan politika haline gelmesi, örneği
olmayan toplumsal bir trajedidir. Antlaşma’nın siyasi ve ekonomik koşulları, Atatürk’ün ölümünden sonraki süreçte
özellikle de 2000’den sonra hemen tümüyle gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri,
1952’de NATO’ya girişle büyük zarar gördü ama kendini bugüne dek korumayı bildi.
Ancak,15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe koyulan OHAL kararlarıyla, Sevr’in orduyla
ilgili koşulları 96 yıl sonra uygulandı ve ordu büyük oranda bir polis gücüne
dönüştürüldü. Bu gerçeği, Sevr Antlaşması’nı inceleyen herkes kolayca
görecektir
19 Eylül 2016 Pazartesi
CUMHURİYET DÖNEMİ PARA POLİTİKASI VE BANKACILIK (1923-1938)
Osmanlı’nın son
dönemde, kredi piyasasına tümüyle yabancı mali aracılar egemendi. Bankalar,
büyük oranda, azınlıklarla yabancı uyruklulara hizmet veriyordu. Türk halkının
savaşlar nedeniyle, tasarruf gücü hemen hemen sıfıra düşmüştü. 1923 yılında
bankacılık alanında yetişmiş Türk eleman yoktu. Çünkü Türk bankası yoktu.
Yabancılara ait bankalarda çalışanlar azınlıklardı. 1920’de bankalardaki tüm
tasarruf mevduatı, yalnızca bir milyon liraydı. Avrupalılar, Türklerin banka
kurmak bir yana, var olan işleyişi bile yürütemeyeceğini düşünüyordu. “Türklerden bankacı olmaz, bunu beceremezler”, “personeli nereden
bulacaklar” sözleri, o günlerde sıkça dile getirilen yargılardı.
16 Eylül 2016 Cuma
TÜRK TARİHİ VE ORTA ASYA
Orta Asya’da ortaya
çıkan, orada gelişip serpilerek geniş alanlara yayılan Türk uygarlığı, pek çok
kültürle iç içe geçmiş ve hemen hiçbir toplumda görülmeyen bir yoğunlukla, bu
kültürlerle kaynaşmıştır. Tarihin her döneminde ve neredeyse sonsuz bir
çeşitlilikle, kültürleri etkilemiş ya da onlardan etkilenmiş ve
sıradışı ilişki yoğunluğu içinde, kimsenin beğenisine, yergisine ya da karşı
çıkışına aldırış etmeden, uygarlık tarihinde yerini almıştır.
13 Eylül 2016 Salı
SAKARYA’NIN ÖNEMİ
13 Eylül, Kurtuluş Savaşı’nın
dönüm noktasını oluşturan Sakarya Zaferi’nin yıldönümüdür. Yoksul bir ulusun, sıradışı
yoksunluklar içinde kazandığı bu savaşın, günümüzde ders çıkarılacak birçok
yönü vardır. Savaşan askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler
içindedir. Yüzde yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Açlığını
gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. Ön safta çarpışan subayların
yüzde sekseni, erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın
önderine ve savaşı kazanan orduya saldırıldığı günümüzün ihanet ortamında,
Sakarya’yı unutmamamız ve bu ülkenin nasıl kazanıldığını bilmemiz gerekir. Gazi
Mustafa Kemal ve Sakarya şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyor, ölümsüz
anılarının Türk Ulusu’na örnek olmasını diliyoruz.
12 Eylül 2016 Pazartesi
12 EYLÜL’ÜN GERÇEK YÜZÜ
12
Eylül Darbesi diyince akla; askerler, cezaevleri, idamlar ve aydınlara
uygulanan yoğun kıyım geliyor. Bu doğrudur. Bunlar şiddet döneminin yaygın
uygulamalarıdır ve o dönem insanlarının yaşadığı gerçeklerdir. Ancak, 12
Eylül’ün niteliği ve gerçek amacı konusunda görülemeyen ya da yeterince
görülemeyen bir yanı vardır. Önemli olan bunu görmektir. 12 Eylül, ulusal
pazarın uluslararası şirketlere koşulsuz açılarak küresel işleyişin parçası
durumuna getirilmesi girişimidir. 24 Ocak Kararları, bu girişimin en açık
anlatımıdır. 24 Ocak, Türkiye’de ancak 12 Eylül gibi bir “demir yumruk” la uygulanabilirdi.
7 Eylül 2016 Çarşamba
FIRAT KALKANI HAREKATI
Türkiye, Fırat Kalkanı Harekatı’yla elde ettiği
yerleri, söylediği ve yaptığı gibi ÖSO’ya verecekse, Suriye’nin toprak
bütünlüğünü reddediyor, koalisyon güçleri adı verilen ABD safında yürümeyi
sürdürüyor demektir. Şam yönetimine karşı savaşan ve bir CIA terör örgütü olan
ÖSO’nun, Suriye’nin tümünü ele geçirmesi olanaksızdır. ÖSO’yla Suriye’nin
bütünlüğü sağlanamaz. AKP, her önemli konuda olduğu gibi, söylediğiyle çelişen
bir uygulama içinde bulunuyor. Suriye’nin bütünlüğünden yana olduğunu söylüyor
ama Suriye’nin bölünmesini derinleştiren bir eylem içine giriyor.
KAPİTALİST KÜLTÜR VE BATI AYDINLANMASI
Kapitalist üretim ilişkilerinin biçim verdiği ekonomik
düzen, varlığını koruyup güçlendirmek ve gelişimi sürekli kılmak için; üzerine
oturacağı ve gereksinimlerine yanıt veren bir kültürel yapıyı kurmak ve geliştirmek
zorundaydı. Avrupa kültürü bu zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıktı.15.Yüzyılda
gelişmeye başlayan bu kültür, aydınlanma
olarak tanımlandı. Avrupalılık olarak da tanımlanan bu kültür: sömürgecilik, köle ticareti ve sanayi devrimi
olmasa, ne Batı aydınlanması denilen
bir süreç yaşanır ne de Avrupa uygarlığı
adı verilen bir olgu ortaya çıkardı.
3 Eylül 2016 Cumartesi
SİVAS KONGRESİ
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919
Perşembe günü başladı ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için,
birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek
somut bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte
olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı.
Mücadelenin kurallarını belirleyen bir tüzük kabul edildi. Sivas’ta, yalnızca
Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı.
1 Eylül 2016 Perşembe
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939-1945)
1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya saldırdı, 2 gün sonra
3 Eylül’de İngiltere’yle Fransa Almanya’ya savaş ilan etti ve İkinci Dünya
Savaşı başladı. Büyük şirket yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların
hizmetindeki politikacılar dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın
bitiminden henüz 21 yıl geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz
emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen
birinci savaş tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı.
Avrupa nüfusunun yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı. İngiltere ve Fransa,
Almanya’ya savaş ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu gibi, Londra
sokaklarında, utku umutlarını taşıyan törenler yoktu. Bu kez Paris’in bulvar
kahvelerinde çıt çıkmıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)