Orta Asya’da ortaya
çıkan, orada gelişip serpilerek geniş alanlara yayılan Türk uygarlığı, pek çok
kültürle iç içe geçmiş ve hemen hiçbir toplumda görülmeyen bir yoğunlukla, bu
kültürlerle kaynaşmıştır. Tarihin her döneminde ve neredeyse sonsuz bir
çeşitlilikle, kültürleri etkilemiş ya da onlardan etkilenmiş ve
sıradışı ilişki yoğunluğu içinde, kimsenin beğenisine, yergisine ya da karşı
çıkışına aldırış etmeden, uygarlık tarihinde yerini almıştır.
Tarihi
Yapanlar
Türk
halkı yüzyıllar boyunca, içten ve dıştan, kendi tarih ve kültürünü unutturmaya
yönelik, ağır bir düşüngüsel (ideolojik) baskı altında yaşamıştır.
Üretimi
geliştiren, kültür ve sanatı yaratan, bağlı olarak tarihi yapan halk kitleleri;
bu işi, önceden belirlenen bir seçim sonucu olarak değil, yaşamlarını sürdürmek
için, bir zorunluluk olarak yaparlar. İnsanlar; toplayıcılıktan avcılığa
geçerken, köle çalıştırırken, yaşanabilir topraklara göçerken ya da kazanç için
mal üretirken, eylemleriyle tarihe yön verdiklerini bilmezler.
Bunu
öğrendikçe bilinçlenirler ve yaptıkları işin önemini anlarlar; geçmişlerine
sahip çıkmaya ve bu geçmişin kendilerine verdiği özgüvenle, yapacakları işlere
yön vermeğe başlarlar. Tarihin önemini kavrayıp ona sahip çıkarlar.
Bu sahiplenme aynı zamanda,
sürmekte olan insanlaşma sürecidir. Bu anlamıyla insanlar, kendilerinin içinde
olduğu toplumsal eylemin ve onun oluşturduğu tarihin bilincine vardıkça
insanlaşırlar.
Tarihi
Kullanmak
Doğada
olduğu gibi toplum yaşamında da süreçler, kendi iç çelişkileriyle birlikte
gelişir. Bu gelişimi görerek geçmişin önemini kavrayanlar, onu kendi yararına
kullandılar ve siyasi çıkarın aracı haline getirdiler.
Egemenlik
altına aldıkları toplumları, kimliklerinden ve geçmişlerinden kopardılar.
Topluluk bilincini körelten, insanları dayandığı tarihsel köklerden koparan ve
onları geçmişleriyle birlikte yarattıkları değerleri bilmeyen bilinçsiz
topluluklar haline getiren yıkıcı karışmalar; insana yabancılaşmanın en
belirgin göstergeleridir.
Tarihinden koparılarak, kalıtını
(mirasını) bilmeyen varisler durumuna düşen toplumlar, kolayca kullanıldılar ve
alabildiğine sömürüldüler. Türk toplumunda, Batılılaşma adına son ikiyüz yıldır
yaşanan bozulma, bu genel gidişin sonuçlarından başka bir şey değildir.
Gizlenmesi
Olanaksız Tarih
Türkler’in
tarihteki yeri, yarattıkları uygarlıklar ve bu uygarlıkların sağladığı kültürel
birikim; tarihi, sömürünün aracı olarak kullananların, her türlü saldırı ve
bozma girişimini hak edecek kadar parlaktı. Tarihte alınan yer o denli yaygın
ve etkiliydi ki, bu etkiyi yok saymak ya da gücünü gizlemek, başarılması güç
bir işti.
Nitekim içten ve dıştan, çok
uzun süreler ve çok yoğun biçimde sürdürülen unutturma ya da çarpıtma
girişimlerine karşın, tarihsel gerçekler gizlenemedi. Osmanlı İmparatorluğu’nun
son dörtyüz yılında, Türklere kendi tarihleri öğretilmedi ama gizlenmesi mümkün
olmayacak kadar geniş olan bu tarih, tüm canlılığıyla kendisini korumasını
bildi.
Saldırı
Merkezleri
Türk
tarihine karşı saldırılar ve yok etme girişimleri, ağırlıklı olarak iki merkez
üzerinde yoğunlaşır. Batı merkezli Avrupacılık, Doğu merkezli Arapçılık.
Bugün birbiri içine giren bu iki akım, Türk tarihine karşıtlığın ideolojik
merkezi durumundadır.
Birbirinden
ayrımlı gibi görünen bu iki eğilimin, buluştuğu ortak nokta, Türkler’in “çadır ve atdan başka bir şeyi olmayan göçebe barbarlar” olduğunu ileri
süren görüş ve bu görüşün oluşturduğu anlayıştır. Osmanlı’da olduğu kadar
günümüzde de yandaş bulan bu anlayış, Batıcılık ve Arapçılık
olarak varlığını, üstelik daha etkili olarak, günümüzde de sürdürmektedir.
Batıcılar ya da
Arapçılara göre; Orta Asya’da uygarlıktan söz edilemez; Türkler bilim ve
kültürden uzak insanlardır; Türkler hiçbir zaman ulus olamamıştır. Ulus değil,
ümmet esastır. Arapçılar, Doğu’daki bilimi Arap bilimi olarak kabul ederler
ancak onu da yeterince incelemezler. Batıcılara göre ise Doğu’da bilim
diye birşey yoktur.
Derinliği
Olan Devlet
Bilime,
tarihe ve gerçeklere ters düşen bu savlar, başarılı olma olasılığı bulunmayan
kaba çarpıtmalardır. Türk kültürü ve sanatı, tarihine uygun düşen ve artık
herkesin görebileceği bir derinliğe ve inceliğe sahiptir. Bu gerçek, her geçen
gün artarak değişik kökenden bilim adamları tarafından kabul edilmekte, yeni
bulgu ve görüşlerle pekişmektedir.
Örneğin, Fransız tarihçi Jean
Paul Roux Orta Asya adlı
kitabında, Timur dönemini incelerken “Timur Dönemi Rönesansından” söz eder ve bu “Rönesansı” Avrupa
Rönesansı’yla kıyaslıyarak şunları söyler: “Timur dönemi Rönesansından söz
ettiğimizde, bir dizi düşünce bizi Batı Rönesansına götürüyor. İki kıtada
dörtyüz yıl önce ortaya çıkan bu iki rönesans birbiriyle uyuşuyor. Ancak, Batı
Rönesansı Antik Çağ kaynaklarına dönerek ortaya çıkarken, Maveraünnehir (Aral’ın
Güneydoğusu y.n.) ve Afganistan Rönesansı, savaşlardan kaynaklanan durgunluk
dönemlerinden sonra, geçmişe geri dönmeden kültürel faaliyetin yeniden
canlanmasıdır. Bununla birlikte bu iki rönesansın ortak noktaları vardır. Her
ikisi de doruğa ulaşmış ve paylaştıkları düşünceler ve zevkler açısından,
birbirine yakınlaşmıştır, birbirlerini kolayca anlamışlardır”.1
Dünyayı Etkileyen Kültür
Jean
Paul Roux’un Batı Rönesansı ile kıyaslanacak kadar ileri bulduğu Timur
dönemi, Türk tarihi içinde, kültür ve sanatta nitelikli ürünlerin verildiği
parlak evrelerden yalnızca biridir. Orta Asya’da ortaya çıkan, orada gelişip
serpilerek geniş alanlara yayılan Türk uygarlığı, pek çok kültürle iç içe
geçmiş ve hemen hiçbir toplumda görülmeyen bir yoğunlukla, bu kültürlerle
kaynaşmıştır.
Hiçbir güç ya da girişim,
dünyanın büyük bölümünü etkileyen bu oluşumu yadsıyamadı, yok sayamadı; tarihi
mirasını onun elinden alamadı. Ancak, bilimsel olarak değil ama yanlışa dayalı
propagandayla bu birikimin bilinçlerden uzak tutulması ya da başkalarına aitmiş
gibi gösterilmesi, önemli oranda başarıldı.
Orta
Asya Kültürü
Amerikalı
tarihçi ve arkeolog Pumpelly’nin, başlangıcını M.Ö.9 bine götürdüğü2
Orta Asya kültürü; 8.binde hayvancılığa, 6.binde maden işçiliğine
geçmiş3, son 5 bin 500 yılı kanıtlı olmak üzere tarıma başlamıştı.4
Türkler;
başka uygarlıklar henüz “ata binmeyi bile bilmezken”, “tahta, deri
gibi dayanıksız, madenler gibi dayanıklı malzemeleri işlemiş”, “Toprağı
ekip biçmiş”5, yazıyı ve abeceyi (alfabeyi) bulmuş ve kentler
kurmuştu.6
Kurganlar
(tumulus da denilen mezarlar), Orta Asya kültürünün en eski ve önemli
ürünleridir. Ural Dağları’ndan Yenisey Nehri dolaylarına dek, tüm Güney
Sibirya’da ve Kırgız steplerinde binlerce kurgan bulunmuştur.
Açılan kurganlarda dönemin
uygarlığını yansıtan; altın, gümüş, bakır ve demirden yapılmış alet ve süs
eşyaları ortaya çıkarılmıştır. Tunç devri kurganlarında bulunan; kılıç, ok ucu,
süngü, mızrak, üzengi, miğfer gibi savaş araçları; orak, kayçı (makas), biz,
burgu, kazan, tava gibi tarım ve ev eşyaları; küpe, bilezik, düğme, ayna gibi
süs aletleri dönemlerini aşan bir gelişkinliğe ve inceliğe sahiptiler.7
Yerleşik Yaşam
Orta
Asya’da göçebe boylardan başka, gelişkin bir yerleşik yaşam vardı. Doğa ve
iklim koşulları nedeniyle büyük zarar görse de, yok olmayan köy ve kent yaşamı,
tarımın ve zanaatçılığın merkezleri olmayı sürdürmüşlerdi. Toprağın üzerinde
kalmayı başaran kent yıkıntıları dışında, varlığı bilinen ve bilinmeyen ancak
bulunmaları rastlantıya kalan, kum altında pek çok kent bulunmaktadır. Çin’de
bulunan ve tarihçileri şaşkına çeviren Terrakota yontularını
(heykellerini) barındıran kent, kum altında kalmaya iyi bir örnektir.
Kırgız
ve Kazakların oturdukları alanın birçok yeri kent kalıntısı ve uygarlık
yıkıntılarıyla doludur. Bunların bir bölümü, tarihçiler tarafından saptanan
ancak yerleri bulunamayan, yok olmuş kentlerdir. Otrar, Cent, Sağnak,
Yangı-Kent, Sürkent, Şelci, Atbaş, Talas, Almalık, Sus, Çağdal, Nuket, Barshan,
Cent, Suyap böyle kentlerdir.8
Son dönemlerde yapılan
kazılarla, yalnızca Çin Türkistanı’nda kumlar altında elliden çok, daha önce
bilinmeyen kent yıkıntısı bulunmuştur.9 Tarihçi V.A.Ranov
yalnızca Gobi Çölü’yle Issıq Köl’e varan bir çizgi üzerinde, 100 kadar yerleşim
yerinin yer aldığını ileri sürmüştür.10
Yazı,
Resim ve Oymalar
Uygarlığın
başlangıcı olarak kabul edilen yazı, “ilk kez Orta Asya’da ortaya çıktı”
ve “dünyaya buradan yayıldı”.11 İlk yazı türlerinden olan
resim yazı (hiyeroglif), Asya’da bulundu ve “herhalde Sümerler tarafından
Ortadoğu’ya götürüldü”.12
Uzun
dönemler boyunca geliştirilen yazı türleri, dilin seslerini gösteren ve belirli
bir sıraya göre dizilmiş harflerin bütününü oluşturan abecenin bulunmasıyla sonuçlandı. Konuşmaya
başladığı aşamalardan beri, resimsel öğeler (piktogramlar) ve taş oymalarla
(petroglifler) dillerini yazıya dökmüş olan Türkler; abeceyi, binlerce yılın
yarattığı bu birikimin ürünü olarak bulup geliştirdiler.13
Türkçe’nin çok uzun bir süreç
içinde oluşması, onu kolay anlaşılır ve kolay yazılır kıldı. Kendini her
koşulda koruyabilen bir kök sağlamlığı ve sınırsız sayıda sözcük üretme
yeteneği kazandırdı. Arapça ve Farsça’ya, Selçuklulardan Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuna dek, devletçe tanınan ayrıcalıklara karşın Türkçe,
bu sağlamlığa dayanarak kendini korudu; halk dilinde değerinden hiçbir şey
yitirmeden yaşadı. Gücü ve canlılığı nedeniyle, Arap harflerinden vazgeçilirken
fazla bir zorluk yaşanmadı.
DİPNOTLAR
1
“Orta Asya” Jean Paul
Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.363
2
“Tarih I, Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay.,
4.Bas.-1994, sf.35
3
“Türk Tarihinin Ana
Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996,
sf.68
4
“Orta Asya” Jean Paul
Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.36
5
a.g.e. sf.36
6
“Tarih Türklerle
Başlar” Hulki Cevizoğlu, Ceviz Kabuğu Yay.,
2002, sf.102 ve 75
7
“Türk Tarihinin Ana
Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996,
sf.326-327
8
“On Yedi Kumaltı Şehri
ve Sadri Maksudi Bey”, Ord. Prof.Zeki
Velidi Togan, İstanbul Burhabeddin
Matbaası, 1934, sf.41-44
9
a.g.e. sf.330
10
“Ön Türk Tarihi” Haluk
Tarcan, Kaynak Yay., 1998, sf.68
11
“Tarih I, Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay.,
4.Bas.1994, sf.41
12
a.g.e. sf.41
13
“Tarih Türklerle
Başlar” Hulki Cevizoğlu, Ceviz Kabuğu Yay.,
2002, sf.102
Doğan Avcıoğlu'nun eseri Türklerin Tarihi kitabını okuyorum ve pek çok yönden örtüşüyor.Metin Aydoğan hocamın yazılarını da her zaman takip ediyorum.Değerli yazarımıza saygılar sunuyorum.
YanıtlaSilSağolmr-kaman.
YanıtlaSil