28 Mart 2019 Perşembe

ABD’NİN TÜRKİYE’YE YERLEŞMESİ



1945-1950 arasında temelleri atılan ve daha sonraki dönemlerde etkisi ve uygulama alanı genişleyerek sürdürülen ABD’ye bağımlılık, resmi politikaya o denli yerleşmiştir ki; ihtilaller, darbeler dahil hiçbir yönetim değişikliği bu politikayı değiştirememiştir. Ortadoğu ABD için, “siyasi, askeri ve ekonomik çıkarların birleştiği kavşaktır ve yaşamsal önemdedir”. Bu nedenle Amerikalılar, Türkiye’yi “hiçbir koşulda bırakılmayacak” bir ülke olarak görmüştür. 1946 yılında, daha için başında; ‘Türkiye’de iktidar da muhalefet de Birleşik Devletler’den yana olmalıdır’ saptamasını yapmışlardır. Nitekim, ABD Türkiye’ye öylesine yerleşti ki; siyasetten kültüre, devlet yapılanmasından eğitime dek hemen her alanda, yabancı unsur olmaktan çıktı ve içsel bir güç haline geldi. Hükümetler kurdu, hükümetler devirdi, darbeler yaptı. Ekonominin tek belirleyicisi oldu.

25 Mart 2019 Pazartesi

ABD’NİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ



Amerikan donanmasının Missouri Zırhlısı, 5 Nisan 1946 günü İstanbul’a geliyor ve büyük törenlerle karşılanıyordu. O günlerde TBMM’de inanılması güç konuşmalar yapılıyor, Atatürk’ün tüm yaşamını adayarak sağladığı tam bağımsızlık, ulusal onur gibi kavramlar adeta yok sayılıyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Hepimiz inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız”. Aynı günlerde, İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver Meclis’te; “Dünyaya ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerika’dan geliyor” derken; Bursa Milletvekili M.Baha Pars: “Bugün bu büyük milletin, Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım” diyordu.

22 Mart 2019 Cuma

SELÇUKLULAR’DA DEVLET YÖNETİMİ



Selçuklularda devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında uzmanlaşmış liyakat sahibi görevlilerin katıldığı divanlar aracılığıyla yürütüldü. Değişik işler için değişik divanlar vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın, tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar; serbestçe dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar sonunda alınırdı. Devleti; gelişkin bir ekonomi, varsıl bir iç-dış ticaret ve iyi işleyen bir mali sistem üzerine oturtmuşlardı. Kamusal düzeni ve onun örgütü olarak devleti yaşatmak için, istikrarlı ekonominin her zaman için büyük önem taşıdığını iyice kavramışlardı”.(×)

19 Mart 2019 Salı

ÇANAKKALE’NİN EVRENSELLİĞİ



Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; Karlofça Anlaşması’ndan (1699) beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı sömürgelerde “İngiliz İmparatorluğu’nun yenilmezlik efsanesine” son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir eylemdir. Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte düzen sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Rus Devrimi’ne zemin hazırladı.

18 Mart 2019 Pazartesi

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL



18 Mart, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıldönümüdür. Sonuçlarıyla, Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini etkileyen bu büyük savaş; savaştan çok, inançta birleşmiş yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır. Bu yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu Yarımadası’nda şehit düşenlerin anısına saygı için yayınlıyoruz.

Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti, “Anafartalar’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içerir. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz ” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.

16 Mart 2019 Cumartesi

16 MART 1920: İSTANBUL’UN İŞGALİ VE ‘MECLİSİ MEBUSAN’



Başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait deniz piyadeleri, 16 Mart 1920’de sabaha karşı, gemilerinden çıkarak İstanbul’u işgale başladılar. Harbiye ve Bahriye Nazırlıkları başta olmak üzere; hükümet binaları, telgraf merkezleri, Türk Ocağı Binası, karakol ve kışlalar, silah depoları ele geçirildi. Şehzadebaşı Karakolu’nda, 6 er şehit edildi, 15’i yaralandı. İstanbul ve çevresinde sıkıyönetim ilan edildi. Millici bilinen örgütler kapatıldı, gazeteler yasaklandı. Beykoz’da çeteci diye 27 taş ocağı işçisi öldürüldü. Direnişçi örgütlere üye olma ya da yardım etmeye ölüm cezası getirildi. Yalnızca Türkleri yargılayacak özel askeri mahkemeler kuruldu. İşgal Komutanı General Wilson, yaptığı açıklamada, “emirlere uymayan, toplumsal düzeni bozan, direnişçilere yardım ettiği ya da buna niyet ettiği belirlenen herkes, askeri mahkemece yargılanacak, ölüm ya da ağır hapisle cezalandırılacaktır” diyordu. (x)

14 Mart 2019 Perşembe

14 MART “TIP BAYRAMI” VE CUMHURİYET’İN “SAĞLIK DEVRİMİ”



14 Mart 1827, modern tıp eğitiminin Türkiye’de başladığı gündür. Bayram olarak ilk kez, 14 Mart 1919’da İstanbul’da, işgale karşı eylem biçiminde kutlandı. Tıbbiye öğrencileri, yanlarına hocalarını da alarak değişik etkinlikler düzenledi. 14 Mart o günden sonra, içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak Tıp Bayramı olarak kutlanıyor. Sağlıkçılarımızın bayramını kutluyor ve ülkemizde “Sağlık Devrimi”ni gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerini saygıyla anıyoruz.

Kurtuluş Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşı’nda Türk Ordusu, Ruslar’a değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.

13 Mart 2019 Çarşamba

12 MART



1970, kitle eylemlerinin doruğa ulaştığı bir yıldı. Türkiye, bu yıla dek bu denli yaygın ve yoğun, bu denli örgütlü bir toplumsal dirençle karşılaşmamıştı. Üniversite gençliği ve işçiler başta olmak üzere toplumun her kesimi, değişim ve gelişimi amaçlayan bir devingenlik içindeydi. Devrimci Öğrenci hareketi, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist niteliğini kavramış, savaşımını yükseltiyordu. Bağımsızlık ve demokrasi istemi, siyasi bir güç haline gelerek halk kitlelerine yayılıyordu. ABD ve yerli işbirlikçileri bu sürece sessiz kalamazdı, kalmadı da. 12 Mart 1971 günü, ünlü muhtıra verildi.

9 Mart 2019 Cumartesi

ATATÜRK VE KADIN HAKLARI



Atatürk; kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren, tutucu kurallar ve buna bağlı olarak yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan kurtulamazdı. “Kuşku yok ki devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir” diyor kadının özgürlüğü konusunu “Güç ve yetenek sahibi anne yetiştirmek, bunun için de kadını özgürleştirmek zorundayız. Bir işi kadınla birlikte yapmak; erkeğin ahlakı, düşüncesi ve duyguları üzerinde etkili olacaktır. Kadın ve erkekte, karşılıklı olan saygı ve sevgi eğilimi, yaradılıştan gelen, doğal bir davranıştır” biçiminde değerlendiriyordu. Kurtuluş Savaşı'na katılan Anadolu kadınının, gerçekleştirdiği “kutsal” eylemle, “hem yuvasını hem de orduyu” ayakta tuttuğuna inanıyordu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve yargısını; “Dünyada hiçbir ulusun kadını, ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım, ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek için, Anadolu kadını kadar hizmet ettim diyemez” sözleriyle dile getiriyordu.

 

8 Mart 2019 Cuma

8 MART VE KADINA ULAŞMAYAN ‘KADIN HAREKETİ’



Fransız Devrimi’nin ikinci yılında, 7 Eylül 1791’de yayınlanan “Kadın ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirisi” başlangıç sayılırsa, dünya kadın hareketi iki yüzyılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Bu uzun süre içinde, değişik ereklerle değişik savaşım biçimleri yaşanmış ancak ‘kadın hakları’ hiçbir ülkede, bugün Türkiye’de olduğu gibi karmaşa haline gelmemişti. Siyaset, inanç biçimleri, etnik ayrılıkçılık, çağdaşlık, kültür, ekonomi, spor vb. alanlarında kadın araç olarak kullanılmıştır. Kadın haklarını serbest ilişki olarak görenler, kara çarşafa girip ‘muta’ nikahlı çok eşlilik arayanlar; baş örtüsünü ya da modaya uymayı kadın hakkı sananlar; sosyalistler, Kürtçüler, tarikatlar, aşiretler… sürekli kadından söz ediyor. Buna karşın, sözcük ve davranış karmaşası içinde, kadının durumu sürekli kötüleşiyor ve Cumhuriyetin ona verdiği kazanımları adım adım yitiriyor.

6 Mart 2019 Çarşamba

ABD VEASKERİ İŞGAL



Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’ye Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda “ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.

3 Mart 2019 Pazar

HİLAFETİN KALDIRILMASI



TBMM, 3 Mart 1924 günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının verdiği; ‘Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı Soyundan Olanların Yurt Dışına Çıkarılması Hakkındaki Kanun’ hakkındaki önergeyi kabul ederek yasalaştırdı. Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din inancıyla ilişkili, dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk, yeniliğin öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu Halifeliğin kaldırılması olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde olduğu belirsizleşiyordu. Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli değildi. 407 yıllık Hilafeti ortadan kaldırmak kolay bir iş değildi.