Başta İngiltere
olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait deniz piyadeleri, 16 Mart
1920’de sabaha karşı, gemilerinden çıkarak İstanbul’u işgale başladılar. Harbiye
ve Bahriye Nazırlıkları başta olmak üzere; hükümet binaları, telgraf
merkezleri, Türk Ocağı Binası, karakol ve kışlalar, silah depoları ele
geçirildi. Şehzadebaşı Karakolu’nda, 6 er şehit edildi, 15’i yaralandı.
İstanbul ve çevresinde sıkıyönetim ilan edildi. Millici bilinen örgütler
kapatıldı, gazeteler yasaklandı. Beykoz’da çeteci diye 27 taş ocağı işçisi
öldürüldü. Direnişçi örgütlere üye olma ya da yardım etmeye ölüm cezası
getirildi. Yalnızca Türkleri yargılayacak özel askeri mahkemeler kuruldu. İşgal
Komutanı General Wilson, yaptığı açıklamada, “emirlere uymayan,
toplumsal düzeni bozan, direnişçilere yardım ettiği ya da buna niyet ettiği
belirlenen herkes, askeri mahkemece yargılanacak, ölüm ya da ağır hapisle
cezalandırılacaktır” diyordu. (x)
Vahdettin’in
Tavrı
Vahdettin, Sivas Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal’le, buyruklar ve
yönergeler yoluyla baş edemeyeceğini anlamıştı.
Geri çağırıyor, görevden alıyor, tutuklanmasını istiyor, ancak buyruklarını
uygulatamıyordu. İşgalcilerle işbirliği yaptığı için, yıpranmış da olsa
tarihten gelen saygınlığını hızla yitiriyordu. “İyi düşünülmemiş aceleci bir
kararla”, ulusal devinime (harekete) ‘cepheden saldırma’1
yanlışını yapmış; Ali Galip’e, Sivas Kongresi’ni dağıtma gibi
yapamayacağı bir görev vererek, zaten tükenmiş gibi görünen yetkesini
(otoritesini) hemen tümüyle yitirmişti. Mustafa Kemal ise, belirlediği
yolda kararlılıkla ilerliyor, gücünü ve halk üzerindeki etkisini arttırıyordu.
Vahdettin, güçsüzlüğünü örtmek ve ulusal
direnişi etkisizleştirmek için, aldatıcı bir tutum değişikliğine karar verdi.
Halkı, politikasında yenileşme yaptığına inandırmakla işe başladı. Ulusun
isteklerine duyarlı olduğunu göstermeli, bunun için, Anadolu hareketiyle iyi
ilişkiler kurmaya hazır olduğunu göstermeliydi.
Sivas Kongresi’nin
görevden uzaklaştırılmasını istediği Damat Ferit’i sadrazamlıktan aldı;
yapılan yanlışlıkların sorumlusu yalnızca oymuş gibi davrandı. Yeni hükümeti, ‘Kimsenin
tanımadığı silik bir kişi’ olan Ali Rıza Paşa’ya kurdurdu ve bu
hükümetin Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı, görüşmeler yapmak üzere
Anadolu’ya gönderdi. Hemen sonra, Sivas Kongresi’nin istediği seçimlerin yapılacağını
ve Meclisi Mebusan’ın yeniden açılacağını açıkladı.2
“Yararsız
Değil Tehlikeli”
Mustafa Kemal, Kolordu komutanlarını 29 Ekim 1919’da Sivas’ta toplantıya çağırdı,
gelemeyenlerle telgrafla ilişki kurdu. İstanbul’da
toplanacak bir meclise katılmanın, yalnızca yararsız değil, aynı zamanda
tehlikeli olduğunu, tutuklanma ve sürülme olasılığının yüksek bulunduğunu ilk
kez bu toplantıda söyledi. Kazım (Karabekir) Paşa, ‘İstanbul’la
bozuşuruz, halk ayaklanır’ diyerek isteğine karşı çıktı.Meclisi Mebusan’a katılımdasınız
istedi. Hüseyin Rauf (Orbay), İstanbul’a gideceğini ve gerekirse
kendisini ‘fedakarca tehlikenin içine atacağını’ söyledi. Sonuç
belliydi, bu nedenle fazla diretmedi ve alınan karara uyacağını bildirdi.3
İstanbul’a gidecek
milletvekilleriyle daha sık görüşmeye başladı. Erzurum’dan milletvekili seçilmişti,
ancak İstanbul Meclisi’ne katılması kuşkusuz söz konusu değildi. İstanbul’a
gidecek milletvekilleriyle ‘tek tek ya da küçük topluluklar halinde’ görüştü;
onlara ‘temel noktaları günlerce ve birçok kez’ anlattı.4
Aykırı
Görüşler
Kimi
milletvekilleri, Sivas Kongresi’nde seçilen Heyeti Temsiliye’nin, yeni meclis
oluştuğuna göre artık kendisini feshetmesi gerektiğini söylüyordu.5
Erzurum ve Sivas Kongrelerine katıldıkları halde, direnci gevşiyenler vardı. Damat
Ferit’in devrilmesi ve Padişah’ın ilgi göstermesiyle davayı kazandıklarını
söyleyenler de bulunuyordu.
Onlara göre Padişah’ın yaptığı
çağrıya olumlu yanıt verilmeli, ‘iyi niyetine zarar verecek’ sert
tutumlardan kaçınılmalıydı. “Muhalefet dönemi geride kalmıştı, şimdi yumuşak
politika zamanıydı”.6
Uyarılar
Milletvekilleriyle bıkmadan, neden İstanbul’a gitmemeleri gerektiğini
anlattı. “Dikkat ediniz, İstanbul’da yabancı boyunduruğunda olacaksınız.
İngilizler orada herşeyi ellerinde tutuyor. Görüşmelere sansür uygulayacaklar;
bunu kabul etmezseniz sizi tutuklayacaklar. Meclis, İstanbul’da değil Ankara’da
toplanmalıdır, burası özgürce çalışılabilecek tek yerdir” diyordu.7
Ankara’da toplanmanın haklılığını kanıtlamak için; ülkenin içinde
bulunduğu koşullardan, düşmanın konumundan ve tarihteki benzer örneklerden söz
ediyordu.
1870’de Alman işgaline uğrayan Fransa’da parlamento’nun Paris’te değil
Bordeux’ta, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya’da Reichtag’ın
Berlin’de değil Weimar’da toplandığını anlattı. Meclis için en uygun yerin,
ülkenin merkezindeki Ankara olduğunu, Anadolu yaylasında Türkleri hiçbir
yabancı gücün yenemeyeceğini kerelerce açıkladı: “Meclis İstanbul’da kalıcı
olamaz, mutlaka tecavüze uğrayacak ve dağıtılacak. Gidebilirsiniz, fakat
yakında yine geleceksiniz. Ona göre önlem alın. Tekrar ve tekrar söylüyorum ki
Meclis’i feshedecekler, dağıtacaklar, tutuklamalar olacak. Anadolu ’ya geçmeniz
zorlaşacak”8 diyerek, onları sürekli uyardı.
Açık konuşuyordu: “İstanbul’da birbiri ardınca gelen ve güçsüz
kişilerce kurulan hükümetler; şerefsiz, onursuz, aşağılık görünüşleriyle”9
saygıya layık değildirler. Hiçbir milletvekili İstanbul hükümetlerinin
sorumluluklarına bulaşmamalıdır. Her siyasi girişim, ancak ‘gerçek bir güce
dayanarak’ değer kazanabilir. Kuramsal sözler, hukuksal açıklamalar ya da ‘düşmana
yaranmak ve yalvarmakla’ bir şey elde edilemeyeceği bilinmelidir. Esas olan
güçtür, onun kaynağı da millettir.10 “Adalet ve merhamet
dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez; millet ve devletin şeref ve
istiklali sağlanamaz. Adalet ve merhamet dilenmek diye bir ilke yoktur”.11
‘Yadsınamayacak
kadar güçlü kanıtlar ileri sürerek’12 ve bunları anlatarak gerçekleri ayrıntılarıyla ortaya koydu; ancak,
yaptırıma yönelik bir dayatma içinde olmadı. Gitmek isteyenlerin, gerçekleri
sözle değil, yaşayarak görebileceklerini anlamıştı.
İstanbul’un
Çekiciliği
Milletvekilleri
söylenenlerin önem ve boyutunu anlamadılar ya da anlamak istemediler.
İstanbul’a kesinlikle gitmek istiyorlardı. Birçoğunun ailesi oradaydı.
İstanbul, devletin yönetildiği başkentti. Meclisi Mebusan’a katılmakla asi olmaktan kurtulacaklar, ayrıcalıklı
yasal güvenceye kavuşacaklardı.
Ankara’da
toplanma, milletin beklentileri bakımından belki haklı ama yasal değildi.
İstanbul işgal altındaydı ancak orada toplanmanın yasal dayanakları vardı.
Padişah’ın çağrısına uymak, kimi milletvekili için, ‘ilerisi için parlak
olanaklar’ yaratacak bir fırsattı. Çeşitli ‘şeref payeleri’ ve belki
de ‘yabancı ülkelerde elçilikler’ elde edip, ülkeye bu yolla hizmet
edebilirlerdi. Devlet orunu (makamı) ve saygınlık, kolay geri çevrilemezdi!13
Hüseyin Rauf (Orbay), İstanbul’a gidişin öncülüğünü yaptı. Gitmek için, ikna olmaya
hazır milletvekillerini, kolayca etkiledi. Kendisinin gitmemesi bir yana,
gidişi önlemeye çalışan Mustafa Kemal’i de birlikte gelmesi için ikna
etmeye çalıştı. Heyeti Temsiliye’nin
varlık nedeninin artık ortadan kalktığını söylüyor, devlet merkezinin bulunduğu
İstanbul’da daha yararlı olacağını söylüyordu.
“Çılgınlık
Rüzgarı”
Milletvekilleri, ‘neşe içinde ve Saray’da kabul edilecekleri
düşüncesiyle’ birbiri ardından İstanbul’a gittiler. İçlerinde yakın
arkadaşlarının bulunduğu grupların gidişini üzüntü ve ‘kaygılı bir
gülümsemeyle’ izledi. Hüseyin Rauf Bey’in birlikte gitme önerisini,
doğal olarak reddetmişti. Son anda, kararını değiştirmesini isteyenlere; “Kendimi
bu çılgınlık rüzgarına kaptıramam. Türk halkı istiklalini teker teker elde
edinceye kadar onun yanından ayrılmayacağım, buna yemin ettim” diyordu.14
‘Çılgınlık rüzgarı’, yalnızca
milletvekilleri içinde esmiyordu. Anadolu’da ve ‘Ankara’nın her yanında,
hatta askeri çevrelerde bile’, Padişah’a karşı ‘bir hoşgörü havası’
oluşmuştu. Herkes kendini böyle bir hoşgörüye adeta zorluyordu. Kabus gibi görülen, ‘iç savaş
olasılığını ortadan kaldırmak’ ve ‘ufukta biçimlendirdiği dehşeti
dağıtmak’ gerekiyordu!15 ‘Türk’ün Türkle savaşması’ önlenmeli,
‘Padişah’ın koruyuculuğu altında birleşik bir cephe’ oluşturulmalıydı!16
Vahdettin, o ana dek girişiminde başarılı
olmuş, ulusal saflarda geriletici bir dalgalanma yaratmayı başarmıştı.
Gelişmelerden en yakın arkadaşları bile etkilendiği için, adeta yalnız
kalmıştı. Ancak, konumunu sürdürme ve belirlediği yolda ilerleme kararında,
herhangi bir değişim söz konusu değildi. “Bu aptalca oyunun bir parçası
olmayacağım” diyordu.17
Ne duraksadı, ne de
kendine olan güvenini yitirdi. İstanbul Meclisi varlığını sürdüremeyecek ve
gidenler geri döneceklerdi. Yanında kalanlara, “işgale karşı tek umut
silahlı mücadeledir, Padişah’ı tanıyorum; Vahdettin kesinlikle İngilizlere
karşı gelemez; İstanbul’da denetimin tümü İngilizlerin elindedir” diyerek;
İstanbul’un işgale karşı direnilebilecek en uygunsuz yer olduğunu, oraya
gidilirse azınlık ve işbirlikçilere dayanan işgal güçlerinin, direnişin beynini
kolayca ezeceğini söyledi. Tüm gücünü; “Silahlı direnişi hazırlamak, asker
ve silah toplamak, askeri eğitimi yönetmek ve örgütlemek” için çalışmaya verdi.18
Habersiz
Koruma
İstanbul’daki her olay ve gelişmeyi, sanki oradaymış gibi, günü gününe
izledi. İnançsız ve korkak dediği milletvekillerini, onların haberi bile
olmadan korumaya çalıştı. İçlerinde ulusal savaşıma katkı koyacak insanlar
vardı. Meclis’in İstanbul’da yaşatılmayacağını ve bu insanların Ankara’ya
döneceklerini biliyordu.
İstanbul’daki yeraltı örgütüne, korumayla ilgili görevler verdi. Yapılacağından
kuşku duymadığı ancak zamanını bilmediği askeri karışmanın (müdahalenin)
zamanını öğrendi ve millici milletvekillerine, “İstanbul’dan ayrılmaya hazır
olmalarını” bildirdi.19 Ankara’ya gelmesini istediklerinin,
kaçış koşullarını kolaylaştırmaya çalıştı. Akçalı yetersizlikler içinde
olunmasına karşın, Osmanlı Bankası’na bu iş için para yolladı.20
“Meclis’in
feshi, milli direnişe geçmek için, zamanın geldiğini gösteren bir işaret
olacaktır” diyor21, hazırlıklarını buna göre yapıyordu.
İstanbul’daki olası tutuklamalara karşılık olmak üzere, Anadolu’daki yabancı
subayların tutuklanmasına karar verdi. Bu girişimi, Nutuk’ta şöyle
anlatmıştır: “Yabancıların İstanbul’da saldırganlıklarını arttırarak nazır
ya da milletvekillerinden bazılarını tutuklamaya başlayabileceklerini kestirip,
karşılık olmak üzere, Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmasına
karar verdim. Kararımı ve buna göre önlem alınmasını, 22 Ocak 1920 günü Ankara,
Konya, Sivas ve Erzurum’daki Kolordu Komutanlarına, kişiye özel şifreyle
emrettim”.22
16
Mart 1920: Askeri İşgal
Başta İngiltere olmak
üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait deniz piyadeleri, 16 Mart 1920’de
sabaha karşı, gemilerinden çıkarak İstanbul’u işgale başladılar. İşgal güçleri,
aynı gün yayınladıkları resmi bildiride, ‘işgali gerekli kılan’ nedenleri
açıkladı. İstanbul’un, ‘Padişah’ı korumak için’, geçici olarak işgal
edildiği söylenen bildiride; İttihat ve Terakki Partisi üyelerinin ‘Kuvayı Milliye
adıyla örgütlendiğini’, bunların Padişah ve hükümet buyruklarını hiçe
saydığını, halkı ‘silahlı direnişe çağırdığını’ etnik topluluklar
arasında düşmanlık tohumları attığını ve bağış bahanesiyle para toplayarak ‘halkı
soydukları’ söyleniyordu. “Silahlı ayaklanmalara son vermek, barış
koşullarının uygulanmasını sağlamak ve Sultanın saygınlığını arttırarak onu
korumak için, İstanbul geçici olarak işgal edilmek zorunda kalınmıştır”
deniyordu.23
Meclis
Baskını ve Tutuklamalar
İngiliz birlikleri 16 Mart akşamı Meclis’i sardı. Birlik komutanı, Hüseyin
Rauf ve Kara Vasıf Bey’in kendisine teslim edilmesini istedi ve bu
iki milletvekilini tutuklayıp götürdü.24 İşgal gerekçeleri içinde
Meclis’e karşı bir yaptırım olmamasına karşın, 85 milletvekili tutuklandı;
evlerinde bulunamayanlar, o gün için kurtulmuştu.25
Bunlar, ya saklandılar ya da gizlice Anadolu’ya kaçmaya çalıştılar.
Küçük bir bölümü, işgal güçleriyle uzlaşmanın bir yolunu bularak, İstanbul’da
kaldı. Meclis 18 Mart’ta, Padişah tarafından tümden kapatıldı.26
Milletvekilleri, Mustafa
Kemal’in uyarı ve önermelerinin değerini, işgalin katı gerçeğiyle
karşılaşınca anladılar. Yaşam en iyi öğretmendi ve onlar gerçeği ne yazık ki
ancak yaşayarak öğrenmişlerdi. ‘Tutuklanarak kendini feda etmekten’ söz
ederek İstanbul’a gidişin öncülüğünü yapan Hüseyin Rauf (Orbay) ve
mandacılığın önde gelen savunucularından Kara Vasıf Bey de bunlara
dahildi.
Mustafa
Kemal’e Bağlanma
Büyük bölümü Malta’ya sürüldü. Kaçabilenler Ankara’ya geri döndü. Onların
gözünde artık, iki ay önce beğenmedikleri Ankara özgürlüğün merkezi, sözlerini
dinlemedikleri Mustafa Kemal ise benzersiz bir önderdi. Söyledikleri
tümüyle doğru çıkmış, herşeyi önceden görmüştü. Şimdi, onun çevresinde
kenetlenmek için Anadolu’ya geliyorlardı.
Gönüllü bağlılıkları ve içten saygılarıyla, Ankara’da, başında Mustafa
Kemal’in bulunduğu olağanüstü bir önderlik, yenilmesi olanaksız bir siyasi
güç yarattılar. Mustafa Kemal, uzun süredir hazırlığını yapıp başlatma
noktasına geldiği “İstiklal Savaşına”; kendisine tutkuyla bağlı, inanmış
ve herşeyini bu savaşa adayan bu insanlarla girişecekti. Bu kadro, yalnızca “İstiklal
Savaşında” değil, sonraki devrimler döneminde de onun en önemli dayanağı
olacaktı.
Vahdettin, ulusal direnişi kırmak için, işbirlikçiler ve işgalcilerin desteğiyle,
boyunu aşan bir siyasi oyuna girişmiş ancak bu siyaset geri tepmişti.
Yokedilmek istenen ulusal devinimin önderi, şimdi çok daha güçlüydü. Bilinçli
ve sabırlı bir çabayla sağlanan bu gelişme, doğal olarak ulusal savaşımın da
gelişmesi demekti.
İşgale
Karşı Tavır
İstanbul’da işgalin başladığını duyduğu an, yurtiçinde; valilere,
komutanlara, Müdafaa-i Hukuk Derneklerine, yurtdışında; dışişleri
bakanlıklarına, parlamentolara ve bunların İstanbul’daki temsilcilerine kınama
bildirileri gönderdi. Bildirilerde, işgalin, “20.yüzyıl uygarlık ve
insanlığın kutsal saydığı bütün kurallara, hürriyet, milliyet, vatan duygusu
gibi çağdaş dünyanın temel saydığı bütün ilkelere ve insanlığın genel vicdanına
yönelik” bir hareket olduğunu söylüyordu.27
Aynı gün ulusa bir bildiri yayınladı. Bildiride, “İstanbul zorla işgal
edilmekle, Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık yaşam ve egemenliğine son
verildi. Yani bugün Türk milleti, hayat ve istiklal hakkını ve bütün geleceğini
savunmaya davet edildi” diyerek halkı direnmeye çağırdı.28
Ardından, Geyve Boğazı’nın ve Geyve telgraf santralinin işgal edilmesini,
Ankara-Pozantı tren hattına el konulmasını ve bu hat boyundaki İtilaf
birliklerinin silahtan arındırılarak askerlerin tutuklanmasını, Konya hattına
el konulmasını emretti.29
Bir gün sonra, 17 Mart’ta İslam Dünyası’na seslenen bir bildiri
yayınlayarak haber merkezlerine ulaştırdı. İşgalin yılgınlık yaratmayacağını,
tersine savaşımın daha da bilenmiş olarak sürdürüleceğini açıkladığı bu
bildiride; “İstanbul’daki tahkir ve tecavüz darbesi, yapanların sandığı gibi
maneviyatımızı bozmak yerine, belki bütün şiddetiyle mucizeler yaratacak bir
kabiliyeti geliştirecektir; bundan kuşkumuz yoktur” dedi.30
Aynı gün, İstanbul’un
Anadolu’yla olan telgraf bağlantısını kesti, görüşme yapmayı ve yaptırmayı
yasakladı. Kararını, gereğinin yapılması için Kolordu Komutanlıklarına
bildirdi. Posta ve Telgraf Başmüdürlerine gönderdiği genelgede, “özellikle
İstanbul’dan düşman bildirilerini alıp Anadolu içine yayanlar ve Anadolu
haberleşmesini İstanbul’a verenler, casus kabul edilerek derhal ve şiddetle
cezalandırılacaktır” diyerek, yetkilileri uyardı.31
DİPNOTLAR
(x) “Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 3.Bas., İst.-2001, sf.48
1 “Mustafa Kemal” B. Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.179
2 a.g.e.
sf.179
3 “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay,
Sena Mat., İst.-1980, sf.198
4 “Nutuk”, Mustafa Kemal Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.479
5 “Bozkurt”, H.C.Armstrong,
Arba Yay., İstanbul-1996, sf.98
6 “Mustafa Kemal” B. Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.181
7 a.g.e.
sf.182
8 “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le
Beraber”,M. M. Kansu, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.527 ve
534
9 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., 1999, sf.479
10 a.g.e.
sf.479 ve “Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay.,
3.Bas., İst.-2001, sf.44
11 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas.,1999, sf.475
12 “Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 3.Bas., İst.-2001, sf.43
13 “Mustafa Kemal” B. Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.182
14 a.g.e.
sf.182
15 a.g.e.
sf.182
16 “Bozkurt”, H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.98-99
17 a.g.e.
sf.98
18 a.g.e.
sf.98-99
19 “Atatürk” L.Kinross,
Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.249
20 a.g.e.
sf.249
21 “Tek Adam” Ş.S. Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.202
22 “Nutuk”, M.K. Atatürk,
I.Cilt, T. T.K. Bas., 4.Bas.,1999, sf.499
23 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi
1918-1923” Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.114
24 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit, 8. Bas.,1981, sf.207-208
25 “Atatürk” L.Kinross,
Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.251
26 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas.,1981, sf.208
27 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk,
T. İş Ban. Yay., sf.138
28 a.g.e.
sf.138
29 a.g.e.
sf.138
30 a.g.e.
sf.138
31 a.g.e.
sf.139
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder