31 Temmuz 2019 Çarşamba

TÜRKİYE’DE HAİN NEDEN ÇOK


Türkiye’de bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri, varsıl işbirlikçiler, sanatçı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor. Bu tutum, kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna getirilmesinin bir nedeni olmalıdır. Yaşananlar, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir. Aşağıdaki çalışmayı, günümüzdeki ihanet şebekesinin tarihsel dayanağını ortaya koymak için yayınlıyoruz.

27 Temmuz 2019 Cumartesi

DEVLET İŞLETMELERİ KAÇA SATILDI?



Türkiye’de son 20 yılda yoğun biçimde özelleştirme yapıldı yani kamu malları satıldı. Bunu yapanlar; ulusal çıkarları ve kamu yararını gözetmediler. Büyüğüne küçüğüne bakmadan, üretim yapanlar dahil 890 kamu malını, değerlerinin çok altında sattılar. Bunu yaparken, verilen bir görevi yerine getirir gibiydiler. Söz ve davranışlarına sınır koymuyor, uyarıları dinlemiyorlardı. ANAP’ın Devlet Bakanı Eyüp Aşık, “TEKEL’i çöpüne kadar satacağız” derken; 57.Hükümet’in Devlet Bakanı Yüksel Yalova, “özelleştirmeye inanmayan genel müdürü görevde tutarsam vatana ihanet etmiş olurum”  diyordu. AKP’li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Babalar gibi satarım, parayı veren düdüğü çalar. Sümerbank’ı tarihten sildik” gibi sözler söylüyordu.(x)

24 Temmuz 2019 Çarşamba

LOZAN’IN ÖNEMİ



Lozan’da, esas görüşme ve tartışma İngiltere’yle Türkiye arasında oldu. Lord Curzon, Ankara’dan gelenleri, eski Osmanlı Türkü sanıyordu. Ancak, yanıldığını çabuk anladı. İlkelerini her şeyin üstünde tutan yurtsever bir tutum ve şaşırtıcı bir irade sağlamlığıyla karşılaştı. ’Doğulularda böyle şey olmaz, Türkler nasıl bu hale geldi’ diyerek şaşkınlığını dile getiriyor, nedenini bir türlü anlayamadığı değişimi, çözmeye çalışıyordu. Lozan’da ortaya çıkan ‘yeni Türk tipi’, ulusal hakların savunulmasında yüksek bilinç ve direnç gösteriyor; oraya neden geldiğini, neyi nasıl elde edeceğini biliyordu. Batı gazetelerinde şaşkınlık ifade eden yorumlar yapılıyor, The Times, ‘Acaba, Türkiye bir mucize ile uygar bir devlet mi oldu’ diyordu.

23 Temmuz 2019 Salı

ERZURUM KONGRESİ





Erzurum Kongresi’ni, Anadolu’da kurulacak bir hükümetin ilk adımı olarak görüyordu. Bu görüşü, ‘milletin güveneceği bir hükümet yaratmak için, önce o hükümetin dayanacağı bir kuvvet yaratmak gerekir. Bu da Doğu İlleri Kongresi’nin ve ondan sonra Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasıyla olacaktır’ diyerek dile getirdi. Temelini Amasya’da attığı, ‘yeni hükümet düşüncesini’ Erzurum’da karara dönüştürdü. Kongre’yi açış konuşmasında; ‘geleceğine egemen bir milli iradenin, müdahaleden korunmuş olarak ortaya çıkışı, ancak Anadolu’dan beklenmektedir’ diyerek dile getirdi. Erzurum Kongresi’nde, devrimin iki temel ilkesi ortaya çıktı. Milli mücadele, iktidar gücünü birkaç kişinin elinde toplayan tepeden inmeci ve salt askeri bir hareket olmayacaktı. Mücadeleye halk iradesi egemen kılınacak ve ulusun içinden çıkan bir çoğunluk yönetimi oluşturulacaktı. Erzurum’dan Anadolu’ya gönderilen ileti buydu.

20 Temmuz 2019 Cumartesi

TÜRKLER NASIL İNSANLARDIR



Yalnızca Türkler değil, tüm toplumlar yaşam biçimlerinden ve tarihlerinden gelen, kendilerine ait özelliklere sahiptir. Ayrılıkları, benzerlikleri ya da gelişme düzeyleri ne olursa olsun her toplum, hem kendine özgüdür hem de dünya kültürünün bir parçasıdır; hem yerel hem evrenseldir. Ulusları ve halkları yerme ya da hor görmeye dayanan üstünlük duygusu, yani ırkçılık ne denli kabul edilemezse, evrensellik adına kimliksizleşme davranışları da o denli kabul edilemez. Halkın gelenek ve göreneklerine sahip çıkıp geliştirmek, yalnızca hak değil aynı zamanda bir görevdir. Halkların yaşamında var olan demokratik gelenek, bu iki olguyu birlikte ele almayı gerektirir.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

İSPANYA İÇ SAVAŞI



17 Temmuz 1936’da, başlayan İspanya İç Savaşı, 1 Nisan 1939’da bitti. ‘Uygarlığın beşiği’ Avrupa’da yaşanan bu insanlık dramı, bir vahşet dönemiydi. Sömürge ve yarı-sömürgelerde silahlı şiddet uygulayan emperyalist devletler, şiddeti Avrupa’da da kullanmaktan çekinmemişti. Ulusal ya da toplumsal mücadeleye girişeceklerin, İspanya iç savaşını incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları gerekir. Bu savaş; ilkelerin ve değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına alındığını, demokrasi havarisi ülkelerin demokrasinin yok edilmesine nasıl göz yumduklarını gösteren, çarpıcı bir örnektir. Bu savaş, İspanya topraklarında yapılan bir ‘Avrupa İç Savaşı’dır. Savaşa şu ya da bu oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da savaşmayan ülke kalmamıştı. Üç yıl süren savaş sonunda; Bir milyon insan ölmüş, iki milyon insan tutuklanmış ve beş yüz bin insan yurtdışına kaçmıştı. İspanya; emperyalist ülkelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve yeni silahların çatıştığı bir arenaya dönüşmüştü.

14 Temmuz 2019 Pazar

TÜRK TÜTÜNÜ VE ULUSLARARASI SİGARA TEKELLERİ



Meclis’te kabul edilen bir torba yasayla, Osmanlı’nın Reji idaresini, Türkiye’ye yerleştirecek olan süreç tamamlandı. Turgut Özal, Kemal Derviş ve 157 yıllık AKP uygulamalarından sonra, son nokta kondu. Torba Yasa’nın 68. Maddesi; ‘yasaya uymayan sarmalık kıyılmış tütün üreticilerine’, ağır para ve hapis cezaları getirildi. Herhangi bir tütün tüccarıyla (tütün işlemeciliği tümüyle yabancı şirketlerin eline geçtiği için bunlara tüccar değil, şirket taşeronu demek daha doğru) sözleşmesi olmayan üretici; tütün ekemiyor, satamıyor, satın alamıyor, satışa hazırlayamıyor, taşıyamıyor ve bulunduramıyor. Bunlardan birini bile yapan, 3 yıldan 6 yıla kadar hapisle cezalandırılıyor.

11 Temmuz 2019 Perşembe

DİL DEVRİMİ



Yoğun ve özenli bir hazırlık döneminden sonra, 1932 yılında Dil Devrimi’ni başlattı ve 12 Temmuz 1932’de, program ve tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Dilbilimci olmamasına karşın, 1928 yılındaki harf değişimi çalışmalarında Türkçe’nin gücünü ve kök sağlamlığını anlamıştı. Devrim atılımlarını tamamladıktan sonra dil ve tarih araştırmalarına yöneldi. Yönelişine, kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazandırdı. Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler düzenledi; araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. G. L. Lewis, Türkiye’deki dil çalışmaları için; “devrimler içinde, Türklük bilincini geliştirmeye, belki de en çok yarayan, Dil Devrimi olmuştur” dedi.(x)

7 Temmuz 2019 Pazar

ATATÜRK’SÜZ DÖNEM; İSMET İNÖNÜ’DEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A



Ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, Türk Devrimi ve Atatürk için; “Öyle bir dönem düşünün ki, Batı dünyamızdaki Rönesans, Reform ve sanayi devriminin tümü bir insanın yaşamına sığmış olsun” diyor. Bu yorumun değerini anlamak için Rönesans, Reform ve Sanayi Devrimi’nin tarihsel boyutunu bilmek gerekir. Bu üç gelişme, Batı’yı Batı yapan çatışmalarla dolu beşyüz yıllık çok uzun bir süreçtir. Bu süreç; feodalizmin ortadan kaldırılmasını, kapitalizmin gelişimini ve liberalizmden emperyalizme geçişi içeren büyük bir gelişmeyi ifade eder.

4 Temmuz 2019 Perşembe

4 TEMMUZ VE AMERİKAN DEMOKRASİSİ



Birleşik Devletler anayasasını hazırlayarak Amerikan demokrasisine biçim verenler; köle çalıştıran büyük toprak sahipleri, ticaret ve sanayi burjuvazisi ve bankerlerdi. Bunlar, devleti, daha işin başında ele geçirmişler, toplum üzerinde kuracakları egemenliği güvenlik altına almayı başarmışlardı. Anayasa’da; demokrasiden, eşitlikten, kardeşlikten sıkça söz ediliyor ancak bağımsızlık savaşına katılan halk kesimlerinin, küçük çiftçilerin ve sanayi merkezlerindeki işçilerin haklarını gözeten bir yaklaşım yer almıyordu. Anayasayı hazırlayan Alexander Hamilton, ABD’nin bankacılık sistemini ve mali örgütlenmesini kuran kişiydi. İlk Başkan George Washington, çok geniş topraklara sahipti ve ABD’nin en zengin insanıydı. Öldüğünde 314 kölesi vardı.

1 Temmuz 2019 Pazartesi

CUMHURİYET VE TAKVİM, SAAT, ÖLÇÜ BİRİMLERİ YENİLEŞMESİ



26 Aralık 1925 günü çıkarılan iki yasayla Miladi Takvim’e geçildi ve zaman ölçümü yani saat düzeni yenilendi. Osmanlı döneminde; uzun süre Türk Takvimi’yle, Hicri Kameri takvimi birlikte kullanılmıştı. I.Mahmut döneminde, 1740’da, Hicret tarihinden başlayan, ancak Güneş yılı esasına dayanan ve yılbaşını 1 Mart kabul eden; Rumî, Malî ya da Hicri Şemsi denilen yeni bir takvim daha kullanılmaya başlandı. Devlet, 1917’de savaş sırasında, Gregoryen takvimi de kullandı ve takvim konusu tam bir karmaşa durumuna geldi. Osmanlı ülkesinde, aynı anda altı tür takvim kullanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, 26 Aralık 1925’te çıkardığı yasayla karmaşaya son verdi ve dünyanın büyük bölümünde kullanılmakta olan Miladi Takvim’i kabul etti… Günü, zaman dilimlerine ayıran saat belirleme aynı takvim gibi, karmaşa içindeydi. Ülkede iş yapan Avrupalılara, azınlıklara ve Müslümanlara ait, birbirinden değişik saat uygulamaları vardı. Oluşan saat karmaşası içinde, mevsimlere göre değişen ve güneşin doğuşuyla batışına bağlanan genel yaklaşımlı “alaturka saat”, günün gereksinimlerine yanıt veremez duruma gelmişti. Ayrıca, Türkiye saatte yaşadığı karmaşa nedeniyle, uluslararası saat düzeninin dışında kalıyordu. Oysa, bu düzene katılmak ve uluslararası ilişkilerde yaşanan güçlükleri ortadan kaldırmak zorundaydı. 26 Aralık’ta kabul edilen yasa bunu yapıyordu.

MUSTAFA KEMAL VE ‘KURŞUNA DİZDİRECEK’ RAPORLAR



Ordu komutanlığı döneminde yaptığı yazılı uyarılar içinde, 20 Eylül 1917 ile 24 Eylül 1917 tarihini taşıyan iki rapor, çok başka bir öneme ve yere sahiptir. Genelkurmay ile Sadrazam Talat Paşa’ya gönderdiği raporlar, savaşın sonucunu, Mondoros Mütarekesi’nden 13 ay önce görmüş ve hükümeti uyarmıştır. Kimi araştırmacının, ‘kurşuna dizilmesine bile yol açabilecek’ kadar disiplin aşımı olarak değerlendirenbu raporlar, sorumluluktan kaçmayan bir komutanın, ulusal varlığa duyarlı bir aydının görüşlerini içerir. Bilimsel donanımı ve kültürel düzeyi yüksektir. Ülke ve dünyayı tanıyan bir anlayışla yazılmıştır.