Cumhuriyetin kabul edildiği 1923 yılında tekniğine uygun karayolu
ve köprü yoktu. Çoğunlukla toprak olan yollar, bahar ve kış aylarında aşılması
güç çamur çukurları haline gelirdi. Kışın kardan bahar aylarında dere ve nehir
taşmasından ulaşım dururdu. Ulaşım o denli güçtü ki, tahıl tarımı yapılan
yörelerden başka yörelere ürün götürülemez, bu nedenle sahil kesimlerine
dışarıdan buğday getirilirdi. Kentler, Ankara başta olmak üzere, konut sayısı
çok köy gibiydi. Kent sokakları dar ve düzensizdi. Motorlu araç trafiğine uygun
değildi. Toz ve çamur yalnızca kırların değil, şehirlerin de belirgin öğesiydi.
Sömürgecilerin yaptığı demiryollarının işletmeciliği tümüyle yabancıların
elindeydi. Bu alanda Rumlar ve Ermeniler çalıştırılıyordu. Savaştan sonra
Türklerin demiryolu işletmeciliği yapamayacağı için ulaşımın duracağı
söyleniyordu. Türkiye, 8272 kilometreyle Avrupa’nın en uzun sahil şeridine
sahip bir ülke olmasına karşın, deniz taşımacılığında son sırada yer alıyordu.
Kabotaj hakkı yabancıların elindeydi. Hava ulaşımı diye bir kavram,
düşüncelerde bile yoktu.