Fransız
Devrimi’nin ikinci yılında, 7 Eylül 1791’de yayınlanan “Kadın ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirisi” başlangıç sayılırsa,
dünya kadın hareketi iki yüzyılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Bu uzun süre
içinde, değişik ereklerle değişik savaşım biçimleri yaşanmış ancak ‘kadın hakları’ hiçbir ülkede, bugün
Türkiye’de olduğu gibi karmaşa haline gelmemişti. Siyaset, inanç biçimleri,
etnik ayrılıkçılık, çağdaşlık, kültür, ekonomi, spor vb. alanlarında kadın araç
olarak kullanılmıştır. Kadın haklarını serbest ilişki olarak görenler, kara
çarşafa girip ‘muta’ nikahlı çok
eşlilik arayanlar; baş örtüsünü ya da modaya uymayı kadın hakkı sananlar;
sosyalistler, Kürtçüler, tarikatlar, aşiretler… sürekli kadından söz ediyor.
Buna karşın, sözcük ve davranış karmaşası içinde, kadının durumu sürekli
kötüleşiyor ve Cumhuriyetin ona verdiği kazanımları adım adım yitiriyor.
Türkiye’de Kadın Hareketi
Türkiye’de,
Cumhuriyetle birlikte düzene giren ve sürekli gelişme gösteren kadın konusu,
son 15 yılda, gerici siyasetin temeline yerleştirilmiştir. Kadın hakları,
Cumhuriyet döneminde; cinsler arası eşitlik, oy verme, eğitim görme, çalışma ve
meslek sahibi olma gibi istemlerle başlamışken, bugün bambaşka bir yere geldi.
Çocuk evliliklerine, imam nikahına, çok eşliliğe dek geriledi.
Kadın
kaklarından çok söz edildi ama kadının giderek kötüleşen konumuna, iyileşme
getirecek somut girişim ortaya çıkmadı. Türkiye’de, kadına ulaşamayan bir ‘kadın hareketi’ varlığını sürdürdü.
Uluslararası kadın hareketinin, 20. yüzyıl ortalarında ileri sürdüğü ‘Özerk Kadın Hareketi’nin kötü bir
kopyası Türkiye’de yaşatılmaya çalışıldı.
’Özerk Kadın Hareketi’
Emperyalizmin
Türkiye’ye girmeye başladığı 1946’dan sonra, Batı’ya öykünmeyle başlayan ‘özerk kadın hareketi’; bu güne dek kendine
özgü, ülke gerçekleriyle örtüşen ve halkına yabancılaşmayan bir niteliğe
ulaşamadı. Bu nedenle, kitlesiz ve etkisiz kaldı. Günün modası düşünce
akımlarına uyarak, kimi zaman feminist, kimi zaman sosyalist ve kimi zaman da köktendinci
(fundamentalist) bir kılığa büründü.
Kadın hareketi
son dönemde, dünyada ve Türkiye’de şimdiye dek görülmeyen garip ve çarpık bir
karmaşa içine girdi. Her siyasi yapılanma, kendine uygun bir kadın hareketi
yarattı. Evrenselliğin ortak değer haline gelmesi gerekirken, küreselleşme
ideolojisinin çarpıklığı kadın hareketini de etkisi altına aldı
Lezbiyencilikten, gey savunuculuğuna, tarikat müritliğinden muta ‘evliliklerine’, etnik ayrıkçılığından
anarşizme dek her türlü eğilimi içinde barındırır hale geldi. ‘Emekçi kadın’, sözcük olarak bile dile
getirilmedi. Kadın hareketi denen şeyin, erkekle birlikte sürdürülecek düzen ve
devrim sorunu olduğu unutuldu.
Küreselleşme ve Kürtçülük
Türkiye’de
gündemi ve geçerli siyaseti küresel merkezler belirler. Kimi zaman liberalizm,
kimi zaman ‘sosyal demokrasi’ ve ‘sosyalizm’, kimi zaman ‘ülkücülük’ kimi zaman da Kürtçülük moda
olur. Şimdi moda ‘dincilik’. Avrupa
Birliği fonları, ABD yardımları buralara akıyor, televizyonlar ve gazeteler
bunlara hizmet veriyor.
Adları
ne olursa olsun, kadın hakları örgütlerinin ortak paydası, büyük bir çoğunlukla
Cumhuriyet’e karşıtlıktır. Bunlar; ‘Abdulhamit
döneminde kadın haklarının sıçrama yaptığını’, ‘Cumhuriyet döneminde elitist
yöneticilerin kadın haklarını baskı altına aldığını’, ‘kadın haklarının gerçek
gücüne 1980’den sonra ulaştığını’ söylemektedirler...
Uzunca bir
süre, kadın cinayetleriyle ilgili kriminal olaylara ‘töre cinayeti’ diyerek, kadına yüksek değer veren Türk geleneğini
yok saydılar. Basından destek alarak ‘töre
cinayeti’ tanımını, konuşma diline yerleştirdiler. Kadına şiddetin
temelinde, Türkiye’yi etkisi altına alan küresel siyasetin yani emperyalizmin yön
verdiği kültürsüzleştirme politikasının yattığını söylemediler. 2000’den sonra,
etnikçiliğe ve dinciliğe yöneldiler ve Kürt ayrılıkçılığıyla gericiliğin
kararlı yandaşları oldular.
“Demokratik Özgür Kadın Hareketi”
‘PKK’nın temelinde kadın vardır’, ‘Kürt kadını gerillaya
katılarak ordulaşmıştır’, ‘özgürlüğe yürüyen kadınla, özgür ulusa’, ‘Önder Apo,
kadını özgürleştirmiştir’ vb. Bunlar PKK ya da KCK bültenlerinden değil yasal bir
kadın örgütünün yayınından alınmış sözcüklerdir. Toplumbilimde yeri olmayan bir
durumdur bu.
Dizginleşmemiş
çıkar duygusu, sınır tanımayan hırs, amaç için her yolu meşru kılıyor. Sesini
duyurup etkili olmak için; dışardan gelen sese, emperyalizmin sesine kulak
verilmesi gerektiğini, gerek etnikçiler ve gerekse dinciler biliyor. Benlik
duygusunu yitirmiş gönüllü işbirlikçiler ordusu; bilimi, ülke gerçeklerini ve
halkın çıkarlarını ayaklar altına alıyor. İhaneti örgütlüyor ve bunu kadın
hareketi adına yapabiliyor.
Türkiye’de
düzenledikleri toplantıda, PYD Eşbaşkanı ve ‘Kobane İletişim Bakanı’ adını verdikleri kişileri ağırlıyorlar. ‘Kobane’deki kadın devriminden’, ‘merkeziyetçi ulus devlete karşı
mücadeleden’, ‘özsavunmayı demokratik federalizmle örgütleyeceklerinden’,
‘toplumu yeniden yapılandıracaklarından’ söz edip şu bilimsel! saptamayı
yapıyorlar: “21.Yüzyılın temel çelişkisi
cins çelişkisidir. Toplumsal sorunların çözümü, bu çelişkinin çözümüne
bağlıdır”.
Eski Türklerde Kadın
Eski
Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen hiçbir toplumda
görülmeyecek düzeyde eşit ve demokratik ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz
olayları göz önüne getirildiğinde, bu ilişkilerde yoğun olarak yozlaşma
yaşandığı açıktır. Ancak, kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki bozulmanın
sorumluluğunu Türk töresinde aramak kuşkusuz kabul edilemez. Kabul edilemeyecek
bir başka gerçek, tarihi bilmemek ve dayanaksız savlarla kafa karıştırmaktır.
Eski
Türklerin nikâha ve tek eşli evliliğe dayanan1 aile düzeni, Türk
toplumuna çok eski dönemlerde yerleşmiştir. Nikâh, törenle gerçekleştirilen ve
özellikle köy düğün geleneğinin tarihsel köklerini oluşturan, önemli bir olay,
bir tür sözleşmedir. Gelin, gittiği ailenin hak sahibi bir üyesi olur;
kocasının ölmesi durumunda, malların ve çocukların velayeti ona kalırdı. Yaş
farkı çok olan evliliklere izin verilmez ve yaşlı kuşaktan erkek, genç kuşaktan
bir kadınla evlenemezdi.2
Eski
Türklerde; kadın örtünmez, haremde kalmaz, erkeğin gittiği hemen her yere
giderdi. Erkeklerle bayramlara, şölen’lere ve içkili toplantılara katılır;
onlarla birlikte kımız ya da şarap içebilir; kendisi de şölen düzenler,
davetler verebilirdi. Erkek gibi ata biner, ok atar, öküz arabası kullanırdı.
Tedirgin etme
(taciz), kadına saldırganlık (tecavüz), evlilik dışı ilişki (zina) gibi cinsel
suçlar eski Türk toplumlarında yok denecek kadar azdır. Kadına saldırının Türk
hukukundaki cezası ölümdür. Cinsel saldırıya uğrayan kadın toplumdan dışlanmaz,
ona sahip çıkılır. Evlilik dışı çocuğu olursa kadın bir ağaçla evlendirilir,
çocuk bu yolla meşrulaştırılır.
Araplaşma
Kadının
toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle ilişkiye geçildikten sonra, sarayda
ve kent merkezlerinde önemli oranda değişti. Kadınlar, Arap geleneklerine uygun
olarak baskı altına alınıp toplum yaşamından uzaklaştırıldı. Ancak, eski Türk
geleneklerinden tam olarak kopulmadı. Özellikle Alevi topluluklarında kadınlar,
toplumsal yaşam içindeki önemli yerlerini korudular. Nüfusun büyük çoğunluğunu
oluşturan kırsal kesimde, üretimden ve ev dışı yaşamdan kopmadılar.
Atatürk ve Kadın
Atatürk, kadını özgürleştirmemiş bir toplumun gelişemeyeceğini
ve tutsaklıktan kurtulamayacağını söylüyordu. “Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı, yere zincirlerle bağlı kaldıkça,
öbür yarısı göklere yükselsin. Kuşku yok; devrimci adımlar, iki cins tarafından
birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte
gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir” diyordu.3
Kurtuluş
Savaşı’ndan sonra, kadın sorununun çözümünü, ‘Türk kadınına ödenmesi gereken bir borç’ olarak görüyordu. Savaşı
tüm ulus kazanmıştı ancak kadınların taşıdığı yük ve gösterdiği özveri çok
yüksekti. ‘Yaz kış demeden, kucaklarında
çocukları, önlerinde cephane yüklü kağnılarıyla ordunun ihtiyaçlarını
karşılamıştı’. Bununla yetinmeyip, ‘erkeklerin
bıraktığı çalışma alanlarını doldurmuşlar, tarla sürüp ürün yetiştirmişler,
evlerinin yiyecek ve yakacağını sağlayarak ocaklarının ateşini yanar tutmuştu’.4
Seçim ve Meclis
Türk
kadınları, siyasi haklarına tam olarak, Köy Kanunu’ndaki değişikliklerle elde
edilen kazanımlarından sonra, 5 Aralık 1934’te ulaştı.5 Seçim
Yasası, yeni Anayasa’ya uyumlu hale getirildi. Başbakan İsmet İnönü, Meclis’te yaptığı konuşmada; “siyasi haklarını tanımak, Türk kadınına verilen bir lütuf asla
değildir. Ona, yüzyıllardır gaspedilen, eski yetkilerini geri veriyoruz”
dedi.6
Yasanın kabul
edilmesi, tüm yurtta, özellikle kadınlarca, coşkulu gösterilerle kutlandı.
Kadınlar, Ankara Halkevi’nde toplanıp, kalabalık bir yürüyüş kolu halinde
Meclis’e geldiler. Kurtuluş’tan beri, 12 yıldır kadın özgürlüğü için çaba
harcayan, onlara yol gösteren önderlerine, “şükran
duygularını” ilettiler. Türk kadını olarak Fransız, Japon ya da İtalyan
kadınlarından daha önce siyasi haklarını kazanmışlardı. 20.Yüzyıl dünyasının
yüzlerce yıl gerisinden gelmişler, birkaç yıl içinde çağı yakalayarak, birçok
ülkeyi geride bırakmışlardı.
Kadın Hakları Savunucularının Yapması Gereken
Türkiye’de
kadın hakları için mücadele eden kadınlarımız; Batı’dan ya da Araplardan alınan
çarpık düşünce ve anlayışları bir kenara bırakmalı, eski Türklerde kadına
verilen yeri araştırıp öğrenmelidirler. Cumhuriyetin kadına kazandırdığı
hakları araştırıp, onları korumalıdırlar. Bunu yaparlarsa, halk içinde güç
haline gelecekler ve kitleselleşeceklerdir.
DİPNOTLAR
1 “Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı
Yay., 2001, sf.47
2 Çin
Belgeleri (Jul.Doc:1-9) Sencer
Divitçioğlu, “Kök Türkler” Yapı Kredi Yay., İstanbul-2000, sf.168
3 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap
Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.489
4 “Atatürk ve Devrim” Prof.E.Ziya Karal,
TTK, Ank.-1980, sf.124
5 “Kemalizm Sonrasında Türk Kadını III”
Dr.Bernard Caporal, Cumhuriyet Yay., İst.-2000, sf.71
6 a.g.e.,
sf.72-73
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder