(26 Eylül Dil Bayramı kutlu olsun)
Dil Devrimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışının
bir parçası, Türk Devrimi’nin vazgeçilmez gereğiydi. Onun dil konusunda
sahip olduğu kesin yargı, “kendi dili ile
düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız
olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini
bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden
bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir” biçimindeydi. Dil
Devrimi’ni başlatırken, yabancılaştırılarak örselenmiş bu dil için; “yaşam yolunda bu denli kararlılıkla
ilerleyen Türk ulusuna uygun olamaz” diyordu. Türkçeye hak ettiği yüksek
değeri verecek ve “kendi benliği içinde
daha da varsıllaştırarak” onu, “büyük
bir kültür dili durumuna” getirecekti.(×)
Türkçenin
Durumu
Yazı değişimiyle ilgili
çalışmalar, Türk dil ve tarihinin büyük bir iyesizlik (sahipsizlik) içinde,
yüzyıllar boyu yok olmaya bırakıldığını ortaya çıkardı. Osmanlı tarihçilerine
göre; Türkler, İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı; bilim ve yazına
(edebiyata) uygun bir dilleri yoktu; Türkçe, Arapça ve Farsça’nın sözcük ve
kural egemenliği altına girmeden yaşayamazdı; Türkler, “uygarlık bakımından
tarihsiz, bilim ve edebiyat bakımından dilsizdi”.1 Devlet
politikasına dönüştürülen ortak söylem böyleydi.
Atatürk,
bu anlayışın verildiği bir eğitim içinde yetişmişti. Başlangıçta, yeterli
bilgisi olmamasına karşın, bu tür görüşlerin bilimle ilgisi olmayan savlar
olduğunu sezmişti. Kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir
devrim niteliği kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem
verdi. Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için,
bilimsel etkinlikler düzenledi; Türk dil ve tarih araştırmalarına uluslararası
boyut kazandırdı. G.L.Lewis, dil çalışmaları için; “devrimler içinde,
Türklük bilincini geliştirmeye, belki de en çok yarayan, Dil Devrimi olmuştur”2
diyecektir.
“Can
Çekişen” Türkçe
Türkçe, Selçuklulardan beri uzun süren boşlama ve
ilgisizlik nedeniyle, devlet katında “can çekişen” bir dil durumuna
gelmişti. Yüksek sınıf, Arapça ve Farsça öğrenip kullanmaktan onur
duyuyordu. Farsçaya, güzel söz söyleme yolu, Arapçaya Peygamber’in konuştuğu
dil olduğu için kutsal gözle bakılıyordu. Son dönemlerde Fransızca, İngilizce
hatta Almanca, “birbirine karşıt dalgalar halinde”3 Türkçeye
girmişti. 20.Yüzyıl başında, resmi dil olarak kullanılan Türkçede, kendine ait
tümce (cümle) ve sözcüklerin (kelime) oranı, yüzde yirmi beşe düşmüştü.4
Ülkenin en iyi yazarlarının
kullandığı yazı dilinde, yabancı sözcük egemenliği o denli yoğundu ki, okur
yazarı zaten az olan halk, bu yazarların yapıtlarını anlayamıyordu.“Aydın
kişiler, özellikle yabancı dilde eğitim görenler, ne kendi dillerinin ne de
sonradan öğrendikleri yabancı dilin inceliklerini anlıyordu. Sonuç olarak Türk
yazı dili, halkın olduğu kadar aydınların da kavrayamadığı ‘bir diller karması’
durumuna gelmişti”.5
1908 yılında liselerde okutulan bir kitapta kullanılan
dil şöyleydi: “Ol Şeb-i hayır-ki bir sabah-ı felâhın miftah-ı zafer-küşası
idi. Şehriyar-ı Gazi Hazretleri cebîn-i taarru-u iftikarı zemin-i teşeffu-u
istinsarda kaldırmayıp...”6
Halk Dilini Yaşatıyor
Resmi dil, bu denli bozulma
içindeyken, halk, dilini günlük yaşamda canlı tutmuş; toplum ilişkilerinde,
ozan deyişlerinde, koşuklarda (şiirlerde) tekke söyleşilerinde onu
koruyup geliştirmişti. “Tekke dili, halk diliydi” ve derinliği olan bu
dil, “birçok gizemci (tasavvufçu) deyimiyle zenginleştirilmişti”.
Devlet bu dilden uzak durmuş, bu dili sürekli “resmi
eğitim dışında tutmuştu”. Halk ozanı Yunus Emre’nin sekiz
yüzyıl önce kullandığı Türkçe şöyleydi: “Derviş bağrı baş gerek/Gözü dolu
yaş gerek/Koyundan yavaş gerek/Sen derviş olamazsın/Dövene elsiz gerek/Sövene
dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek/Sen derviş olamazsın”.7
Atatürk ve Türkçe
Atatürk’ün
Türkçe’nin geliştirilmesi konusunda ulaştığı başarı, atılımlarının tümünde
olduğu gibi, yüksek düzeyli ve köklüdür. Onun girişimiyle, yüzyıllık uğraşa
karşın gerçekleştirilemeyen özleşme, birkaç yıl içinde başarılmış ve
Türkçe, bin yıllık tutsaklıktan kurtarılmıştı.
Dil Devrimi, o denli etkili oldu ki,
yenileşmeye başlangıçta şiddetle karşı çıkan tutucular bile, kısa bir süre
içinde özleşen Türkçeyi kullanmaya başladılar. Kimsenin aklına, Türkçede
karşılığı olmayan bir kavramın, Arapçadan uydurularak bulunması gelmedi, böyle
bir işe kalkışılmadı.
Türkçeye yabancı dil girişi, onun ölümünden sonra,
Arapçanın yerini İngilizcenin almasıyla yeniden başladı. Üstelik bu kez, eski
dönemlerde olmayan ve dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmayan, çok aykırı bir
dil bozulmasına izin verildi. Türkçenin varlığı için büyük çekince oluşturan yabancı
dilde eğitim, üniversitelerden başlamak üzere, ortaöğrenime dek girdi,
İngilizce anaokullarında bile öğretilmeye başlandı.
Türkçenin Düzeyi
Yazı yenileşmesiyle ilgili
çalışmalar, Türkçenin niteliğinin de düzeyini ortaya çıkardı. Türkçe,
Türkiye’de hiç kimsenin düşünmediği kadar varsıl, güçlü ve etkili bir dildi.
Karşılaşılan bu gerçeğin, uluslaşma devriminin önderi olarak onu coşkuya
sürüklememesi olanaksızdı. Çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Onun için, dil, ulusun temeli;
tarih ise bu temeli oluşturan uzun geçmişti. Dilin incelenmesi, kaçınılmaz
olarak tarihin de incelenmesini gerekli kılıyordu. Yakın çevresine, “dil bir
çıkmaza saplanmış, çıkmazda bırakmaya çalışıyorlar. Ben bu işi başkasına
bırakamam. Dili çıkmazdan biz çıkaracağız” diyordu.8
Harf değişimi, 1 Kasım 1928’de
yasalaştıktan sonra, “Alfabe Komisyonu’nu” dağıtmadı ve abece (alfabe)
konusunda olduğu kadar, dil konusunda da yetkinleşen bu kuruluşu, “Dil
Komisyonu’na” dönüştürdü. Komisyon kurulduktan sonra; Celâl Sahir, Ahmet
Rasim ve İbrahim Necmi, bir yazım sözlüğü (imla lûgatı)
hazırladı. Hemen ardından, Larousse sözlüğünün sözcüklerini, Türkçeyle
karşılayan çeviri çalışması yapıldı.
Bu çalışma, “varsıl sanılan Osmanlıcanın gerçekte ne
denli yoksul olduğunu”9 ortaya çıkardı. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Milli Eğitim Komisyonu,
“çıkarılan ya da değiştirilen tüm yasaların, elverdiği oranda Osmanlıca değil,
halkın anlayacağı”10 bir Türkçeyle hazırlanması yönünde bir
karar aldı.
Yoğun
Çalışma
Hukukta Türkçeleşme isteği,
yankı buldu. Öğretmenler, hekimler, matematikçiler ve özellikle yazıncılar
(edebiyatçılar); yazın dilinin, konuşma dili gibi halkın tin (ruh) yapısını
yansıtan, ulusal bilince uygun bir dil olmasını isteyen açıklamalar yaptılar;
bu yönde çalışacaklarını belirttiler.
Tarih öğrenildikçe,
Türkçenin önemi daha çok öne çıktı ve kaynağı Orta Asya olan öz Türkçeye ilgi
ve yöneliş arttı. Eski Türk dilinin söz dizimine (sentaks) dönmek için, Türkçe
kök sözcükler arayan gezginci derleme ekipleri oluşturuldu; bu amaçla köylere,
kasabalara gidildi. Ağızlar (şiveler), deyimler, atasözleri ve söylenceler
(efsaneler) derlendi; eski koşuklar toplandı.
Çalışmalar ilerledikçe, çok parlak
sonuçlara ulaşıldı. Türk halkı, dilini Orta Asya’dan getirdiği biçimiyle
korumuş, zenginleştirerek geliştirmişti. Batılı bilim adamlarının, 19.yüzyılda
Türk dili ve tarihi konusunda yaptığı araştırmalar da aynı sonucu veriyor,
konuyla ilgilenen bilim adamları, Türkçeye karşı, tutkulu bir hayranlık içine
giriyordu.
Çalışma
Gücü Başarma İstenci
Dil Komisyonu’nun yeterince üretken çalışmadığını
düşünerek, dil-tarih araştırmalarını doğrudan ele almaya karar verdi. Zamanının
önemli bölümünü, bu işe ayırdı. Sürekli okuyor, araştırıyor, çevresine
topladığı yerli yabancı bilim adamları ve uzmanlarla tartışıyordu. Çankaya bir “uygulama
okuluna”11, sofra ise “bir seminer masasına”12
dönüşmüştü.
Dil devrimine giriştiğinde, 47 yaşında bir emekli
general ve Cumhurbaşkanıydı. Dil ve tarih gibi uzmanlık isteyen
bir konuda, büyük dönüşümler gerçekleştirecek atılımlara öncülük
edemeyeceği söyleniyordu.
Ancak o, kendine özgü direnç ve çalışma gücüyle, “sanki
Misak-ı Milli sınırlarını savunur, sanki ülkeyi kapitülasyonlardan arındırır
gibi”13 dil özleşmesiyle uğraşıyor; dil ve tarih konusunda,
bin yıllık savsaklamalardan, boş inançlardan ülkeyi kurtarmaya çalışıyordu.
“Savaşlarla geçen, bir gün dinlenme görmemiş
yaşamının, o yorgun döneminde”24, Radlov’un dört ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü, Pekarsky’nın
yine dört ciltlik Yakut Sözlüğü’nü ya da H.G.Wells’in Dünya
Tarihinin Ana Hatları’nı elinden düşürmüyordu. Bir keresinde, iki gece üst
üste yatağa girmemiş ve “yalnız kahve içerek ve arada bir ılık banyo yapıp,
göz kapaklarını ıslak bir tülbentle silerek” kırk saat durmadan Wells’i
okumuştu.15
Atılım Başlıyor
Yoğun ve özenli bir hazırlık
döneminden sonra 1932’de, Dil Devrimi savaşımını başlattı. “Bu yeni
ulusal savaşı yönetmek üzere”16 12 Temmuz 1932’de, program ve
tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Hemen
ardından kendi deyimiyle, “bütün milleti dil çalışmalarına katma amacıyla”,
Birinci Büyük Dil Kurultayı’nı topladı.
26 Eylül-5 Ekim 1932 arasında Dolmabahçe Sarayı’nın büyük
salonunda yapılan Kurultay’a; dil uzmanları, bilim adamları, yazar ve
ozanlar, öğretmenler ve halk temsilcileri katıldı. Binden çok delege içinde,
ülkenin değişik yerlerinden gelen “kadın-erkek köylüler ve yörükler de
vardı”17
Kurultay Kararları
Önemli kararlar alan Dil
Kurultayı, iki yıl sonra toplanmak üzere dağıldı. “Türkçenin,
Hint-Avrupa dilleriyle kıyaslanması, Türkçenin tarihsel gelişiminin
araştırılması, tarihsel dilbilgisinin yazılması, Batı ve Doğu toplumlarında
Türk dili üzerine yazılmış kitapların toplanıp çevrilmesi” kararlaştırıldı.
Ayrıca; “Türk lehçelerindeki sözcükler derlenecek, lehçeler ve terimler
sözlüğü hazırlanacak, Türkçe biçimbilgisi (dilbilgisinin sözcüklerin yapısını
inceleyen bölümü) ve söz dizini (sentaks) yazılacak, ekler araştırılacak, ek ve
ilgeçlerin (edat) işlenmesine” önem verilecek ve dil konusunda bir
dergi çıkarılacak, gazetelerde dil çalışmalarına özel önem ve yer verilecekti.18
En uzak köy ve mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri,
okullar ve Halkevleri birer derleme merkezi gibi çalıştılar. Derlemeler, “önce
ilçeye, orada elenerek ile ilde elenerek Ankara’ya” gönderildi. Sekiz ay
içinde, halk ağzından 125 988 Türkçe sözcük derlendi; bir yıl sonra bu sayı 129
792’ye çıktı.19 Anadolu Türkçesine dayanan bu derlemeden ayrı
olarak, Türk lehçelerinin tümüne ait sözcüklerden, tarih kitaplarından ve
yüzlerce eski yazma metinlerden, çok sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk
dilinin zenginliğini ve derinliğini, yadsınamaz bir açıklıkla kanıtladı”.20
Dilbilim “Ustası”
Dil araştırmalarına başladıktan kısa bir süre sonra;
sözcük türetme, öz Türkçe yeni sözcük geliştirme ve kural belirleme konusunda
usta bir dilbilimci durumuna gelmişti. Bilim adamlarıyla tartışıyor, görüş
geliştiriyor ve Dil Komisyonu’na önerileriyle
yol gösteriyordu. Eriştiği düzeyi gösteren en açık belge, 1936’da yazdığı Geometri
Kılavuzu adlı kitaptı. Bu kitap, yalnızca dil yenileşmesi için değil,
onunla birlikte, “bilim, kültür ve eğitim açısından” da değerli bir
çalışmaydı.
Geometri Klavuzu’nu yazmadan önce, eski terimle hendese olarak
bilinen geometrinin hiçbir terimi Türkçe değildi ya Arapça ya da
Farsçadan alınmıştı. Açı’ya zaviye, artı’ya zait, bölü’ye
taksim, çap’a kutur deniyordu. İç ters açılar’ın
adı, zâviyetân-ı mütekabiletân-ı dâhiletân; eşkenar üçgen’in adı,
müselles-i mütesâviyül adlâ’ydı. Geometri öğreniminin önünü tıkayan bu
güçlüğü aşmak için bulduğu terimler, tümüyle Türkçe kök ve eklerden
çıkarılmıştı.21
Geometri Klavuzu’nda yayınladığı geometri terimlerinin bir bölümü şunlardı:
“Açı, açıortay, alan, beşgen, boyut, çap, çekül, çember, dışters açı, dikey,
dörtgen, düşey, düzey, eğik, eşkenar, içters açı, ikizkenar, kesit, konum,
köşegen, oran, orantı, paralelkenar, teğet, taban, türev, uzay, üçgen, yamuk,
yatay, yöndeş”.22
Aralıksız Çalışma
8 Mart 1933’te, “Osmanlıcadan
Türkçeye Karşılık Bulma Programı” başlatıldı; ajans, radyo ve gazeteler, bu
iş için yardıma çağrıldı. Dört ay içinde, 1382 Arapça Farsça sözcük saptandı,
1100’ünün Kurulca karşılığı bulundu, 640 tanesi benimsenip yayımlandı.
Halk, Türkçe konuşmaya çağrıldı
ve “Vatandaş Türkçe Konuş” ya da “konuştuğun gibi yaz”
özdeyişiyle, resimli-resimsiz duvar duyuruları bildiriler, radyo konuşmaları
yapıldı. 1934’te Ekler Sözlüğü ve Tarama Dergisi yayımlandı.
1936’da Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Türk Dil Kurumu adını aldı.23
Bizans kökenli coğrafi terimler
ve kilise sözcüklerinden oluşan bileşik adlar tümüyle değiştirildi. Örneğin
Bulgarların kutsal saydığı Kırkkilise’ye Kırklareli, Marmara
adalarından Prinkipo’ya Büyükada, Hakli’ye Heybeliada,
Antigoni’ye Burgazada, Proti’ye Kınalıada adı
verildi. Grekçe Eis ten polin’den gelen İstanbul değiştirilmedi ancak
örneğin semtlerinden Saint Stéphano’ya, Yeşilköy adı verildi.24
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı
okullarda, Arapça ve Farsçanın kaldırılmasına karar verildi (1 Eylül 1929).
Diyanet İşleri Başkanlığı, 18 Temmuz 1932’de, ezan (cemaatin namaza
çağrılması) ve kamet (cemaatin namaza kaldırılması)in Türkçe okunmasına
karar verdi; uygulama, 7 Şubat 1933’te, İstanbul’da başlatıldı.25
Fener Rum Kilisesini tanımayan Türk Ortadoks Kilisesi Patriği Papa
Eftim, kendisinden böyle bir şey istenmemesine karşın, 3 Nisan 1933’te,
dini törenleri Türkçe yapmaya başladı.26
Azınlık okullarındaki dil
öğrenimine yeni kurallar getirildi. Musevi azınlık okullarında, dil öğreniminde
“Fransızca yerine Türkçe okuma” zorunluluğu getirildi. Dinî ya da laik
tüm azınlık okullarının eğitim izlenceleri, ilk sınıflarda, haftada on dört
saat Türkçe okutulmak üzere düzenlendi. Bunun sekiz saati Türkçe, üç saati Türk
tarihi, üç saati de coğrafyadan oluşuyordu. Bu derslerden başarısız olan
öğrenci, sınıf geçemiyordu.27
Valilik kararıyla yapılan
bildirimlerle; işyeri adları, tanıtımlar (reklamlar) ve “müşteri niteliği ne
olursa olsun” lokantalardaki yemek listeleri Türkçe yazıldı. Gezgin
satıcılar, mallarını artık, “sokaklarda Türkçe bağırarak” satabilecekti.
Hükümet, bir kararname yayımlayarak; kamu kuruluşlarına verilecek dilekçelerin,
yurtiçi mektup adreslerinin, telefon numaralarının yalnızca Türkçe
yazılabileceğini bildirdi.28
Meclis’in kabul ettiği Türk
Harfleri Kanunu’yla, kamu ve özel kuruluşlar, dernekler ve tüm vakıflara;
sözleşme, kira kağıtları (kontrat), saymanlık (muhasebe), fatura ve defter
tutma gibi işlemlerde, “milli dili kullanma zorunluluğu” getirildi. Bu
zorunluluk; Osmanlı Bankası, Deniz Rıhtım Kumpanyası, Fener
Şirketi, Hereke Kömür İşletmesi gibi anonim şirketlerle; hizmet
alanında özel konumu olan Tramvay, Gaz ve Terkos Suları
gibi büyük şirketleri de kapsıyordu.
Yasa, Türkiye’de çalışan yabancı şirketler için de
geçerliydi. Bunlar, ülkeleriyle yapacakları yazışma ve kayıt dışındaki tüm
işlemlerde yasaya uyacaklardı. “Türkçe kullanmayı zorunlu kılan” yasaya
uymayan şirketler, 500 liraya kadar para cezası ödeyecek, suçun yinelenmesi
durumunda, “Türkiye’deki çalışmalarına son verilecekti”.29
DİPNOTLAR
(×) “Ulus Olmak” Necati Cumalı, Çağdaş
Yay., İst.-1995, sf.90 ve “Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
1 “Çankaya”
Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.467
2 “Atatürk”
Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
3 “Mustafa
Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.70
4 a.g.e. sf.70
5 a.g.e. sf.70
6 “Çankaya”
Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
7 “Çankaya”
Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
8 “Çankaya”
Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.477
9 a.g.e. sf.468
10 “Mustafa
Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.70
11 “Kemalizm” Tekin Alp,
Top.Dön.Yay., İst.-1998, sf.144
12 “Atatürk” Lord Kinross, Altın
Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.540
13 “Ulus Olmak” Necati Cumalı, Çağdaş
Yay., İst.-1995, sf.91
14 a.g.e.
sf.91
15 “Atatürk” Lord Kinross, Altın
Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
16 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV”
Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
17 a.g.e.
sf.264
18 “İletişim
ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
19 “İletişim
ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
20 “Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.264
21 “Atatürk’ün
Yazdığı Geometri Klavuzu” Nurer Uğurlu Önsözü, Cumhuriyet Yay., İst.-1998,
sf.9
22 a.g.e.
sf.9-10
23 “İletişim
ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., 2000, sf.117-120
24 “Mustafa
Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.72
25 “Çankaya
Özel Kalemini Anımsarken” Haldun Derin, Tarih Vakfı Yurt Yay., İst.-1995,
sf.75
20 Cumhuriyet,
04.04.1933; Ak. Haldun Derin, “Çankaya Özel Kalemini Anımsarken”, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İst.-1995, sf.75
27 “Mustafa
Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.73
28 a.g.e.
sf.75
29 a.g.e.
sf.73-74
On numara yazi. Bazilari halen arap fars harflerini terk ettik diye millet cahil kaldi diyor. Bir suru sigir vatandasimiz var. Edebiyat turkce dersleri gordum. Hep sacma sapan ders yaptik. Bunlari okumamiz lazim. Yazarlarin biyografilerini okumaliyiz. Ziya Gokalp okumadik, mehmet akif ersoy un hayatini incelemedik okullarda. Once egitim gelir sonra diger seyler gelir. Atam seni cok ozledik. Biliyoruz ki, senin zamaninda daha cok vatan haini, yobaz ve cahil vardi.
YanıtlaSilMatbu yorumunuza katılmıyorum.Ben Erkek İlköğretmen okulu mezunuyum.Tarih-Devrim Tarihi-Kültür Tarihi(Lisans üstü)okudum.En son cümlenizden dolayı sizi kınıyorum.Böyle aydın ve aydınlık olunmaz.Bu hazırladığınız güzel çalışma böylece topluma mal olmaz.
YanıtlaSil