4 Haziran 2014 Çarşamba

KUVAYI MİLLİYE VE MÜDAFAA-İ HUKUK ÖRGÜTLERİ


Kuvayı Milliye, namuslu bir adamın yastığının altındaki silaha benzer. Namusunu kurtarma umudunu yitirdiği zaman, hiç olmazsa çekip kendini vurabilir.” Mustafa Kemal


Kendiliğinden Oluşan Örgütler

Kuvayı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk örgütleri, 1919 koşulları içinde ortaya çıktı; kısa sürede birçok il ve ilçeye yayıldı, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden geçerek TBMM’nin kurulmasını sağladı. Ulusal varlığın tehlikede olduğunu gören yurtseverler harekete geçmiş, Mustafa Kemal’in önderliğinde bir araya gelerek halkla bütünleşip savaşıma girişmişti.
Kendiliğinden kurulup gelişen yerel örgütler, bu örgütlerin yarattığı meclis ve halkın dolaysız katıldığı ulusal savaşım; Türk toplumuna özgü, benzeri olmayan bir halk hareketiydi. İnsanlar hiçbir güvence aramaksızın mücadeleye atılıyor, örgütlere katılıyor, yeni örgütler kuruyor ve ulusal dayanışmayı Kurtuluş’u gerçekleştirene dek sürdürmede kararlı bir tutum içine giriyordu. Kurtuluş Savaşı komutanlarından Miralay Mehmet Arif Bey, halkın bağımsızlık hareketine kendiliğinden katılımını anılarında şöyle anlatır: “Milli mücadeleye katılma arzusu, milletin ruhundan doğan galeyanın doğal bir ürünüydü. Vicdan ve hamiyet sahibi her insan, mili savaşa maddi ve manevi olarak katılmayı namus gereği sayıyordu. Kuvvay-ı Milliye arasında çok genç çocuklar, ak sakallı dedeler de vardı. Savaşanlara cephane ve yiyecek taşıyan kadınlar çok fazlaydı. Mavzeri elinde çarpışmaya katılan Türk kadınları da az değildi.”1
Mustafa Kemal, yaklaşık iki ay kaldığı Erzurum’da en az Kongre kadar, belki de ondan daha çok, Kuvayı Milliye hareketinin ülke düzeyinde gelişip yayılması için uğraştı. Alınan kararların yaşama geçirilmesinde eylemin, eylemin gerçekleştirilmesinde ise birlikte davranmanın değerini bildiği için, örgüt sorununa çok önem veriyordu. Yakın çevresinden kimi arkadaşları, yöneldiği hedefin ne olduğunu başlangıçta tam olarak kavrayamamıştı ve kendiliğinden ortaya çıkan, birbirinden kopuk, denetimsiz yerel örgütlere neden bu denli önem verdiğini anlayamamıştı. Oysa, işgalle birlikte kurulup yayılan bu örgütler, düşmana karşı koyan ve halkı temsil eden silahlı bir güç, milli mücadelenin ilk direniş birimleriydi. Ön hazırlığını, Ordu komutanıyken Halep ve Adana’da o yapmış, o güne dek her aşamada ve her düzeyde ilgi ve ilişkisini sürdürmüştü.
Enver Behnan Şapolyo, kuvayı milliyecileri Türk toplumunun en yiğit, en cesur unsurları olarak görür ve onları şöyle tanımlar: “Kuvayı milliyeci; yalnız milli vicdandan emir alan, yılmadan giriştiği mücadelede yaşamını hiçe sayan, kişisel çıkardan tümüyle uzak, emperyalistlere ateş püsküren tutkulu bir yurtsever; cesur, yiğit, milliyetçi ve halkçı bir gücü temsil eder; hürriyet ve istiklal için milli mücadeleye girişen ödünsüz bir savaşçıdır.”2
Ceyhun Atuf Kansu, “Anadolu’da kurulmakta olan halk devletinin ilk askeri birimleri” olarak gördüğü Kuvayı Milliye’nin; “özünde bir ordu çekirdeği taşıyan ve ulusal ordunun kurulmasıyla ona katılan, halktan derlenmiş bir savaş gücü” olduğunu söyler.3 Kansu, kuvayı milliyeciyi ise şöyle tanımlar: “Kuvayı milliyeci deyimi ilk anlamda, ulusal kurtuluş adına, silahlanmış halk örgütlerine katılmayı içerir. İkinci anlamı ise, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na girişen ülkücü, yiğit, kendinden verici, savaşçı ruh halini belirler. Kuvayı milliyeci, bir tarihsel gerilimde; ulusa kendini adamış, ulusun kurtuluşu için kişisel hiçbir isteği olmayan, yüce bir davaya başını koymuş insan örneğidir.”4

Halk Örgütleri

Kuvayı Milliye hareketi ve bu hareketin yarattığı Müdafaa-i Hukuk örgütleri; askeri işgale tepki olarak ortaya çıkan, Rum ve Ermeni terörüne karşı yayılıp yoğunlaşan, halkın kurup yaşattığı siyasi-askeri örgütlerdi. 1919 koşulları içinde ortaya çıkıp, kısa sürede birçok il, ilçe ve köye yayıldılar. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde merkezi bir yapılanma içinde toplanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) oluşumuna kitle temeli oluşturdular. Prof.Tarık Zafer Tunaya, bu süreci, “yer yer ortaya çıkan Müdafaa-i Hukuk ırmaklarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne akıtılması” olarak tanımlar ve TBMM’nin “genişletilmiş bir Sivas Kongresi” olduğunu söyler.5
Kuvayı Milliye ruhunun yön verdiği, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak dernekleri, her meslekten, her yaş ve cinsten insanın dolaysız katıldığı, ulusal örgütlerdi. Türk toplumuna özgüydü ve benzeri olmayan bir halk eylemi yaratıyordu. İnsanlar, herhangi bir güvence aramaksızın, bu örgütlere katılıyor; başkalarını katıyor ve yeni örgütler kuruyordu. Ulusal varlığın, Anadolu’da tehlikeye girdiğini anlayan Türk halkı, çocuk-yaşlı, kadın-erkek demeden ve içinde bulunduğu koşullara bakmadan, içten bir kararlılık ve duygulu bir direngenlikle, “gerçek bir halk ayaklanması”6 gerçekleştiriyordu.
İşgalcilerin amaçları ve onlarla uzlaşma içindeki padişahın tutumu anlaşıldıkça, kitleler giderek artan bir öfke ve savaşçı bir ruh içinde Ankara’ya yöneldiler. Erkekler, “kurulmakta olan birliklere katılıyor” kadınlar kimi zaman çocuklarıyla birlikte “onlara silah ve cephane taşıyordu.”7 Kentlerdeki varlıklı ailelerin okumuş kızları, “yaralılara bakmak” ya da “askeri elbiseler dikmek için” gönüllü oluyordu. Subaylar, doktorlar, yazarlar, mühendisler, memur ve işçiler “İngiliz hatlarını gizlice aşarak” Ankara’ya geliyor, “varsıl ya da yoksul herkes, ülkenin kurtuluşuna katılmak istiyordu”8

Kağnılar ve Kadınlar

Lord Kinross, kağnı’yı, “saatte beş kilometrelik değişmez hızıyla, gıcırtılı sesler çıkararak, Anadolu’da Sümerler’den beri kullanılan” araç olarak tanımlar.9 Tekerleği bularak arabayı ilk kez insanlığın hizmetine sunan Türkler’in, kağnı’yı Orta Asya’dan beri kullandıkları doğrudur. Ancak, Kurtuluş Savaşı’yla bütünleşen bu araç, 1919’da varlık-yokluk mücadelesine girişen Anadolu Türkleri için, çok farklı anlamlar, başkalarının anlayamayacağı duygular ifade eder. Kağnı, Kuvayı Milliye direnişindeki yeriyle, çok sayıda söylence, koşuk (şiir) ya da öyküye konu olmuş, çevresinde gelişen olaylarla Anadolu’da, duygu yüklü destan öğesi haline gelmiştir.
On beş liseli arkadaşıyla Anadolu’ya kaçıp Kurtuluş Savaşı’na katılan ve “cepheye cephane taşıyan kağnı kollarının komutanı” yapılan Enver Behnan Şapolyo, yaşadığı olayları yazıya dökerek bu destanı bizlere aktaran genç bir Kuvayı Milliye komutanıdır. Milli Mücadelenin İç Alemi adlı yapıtında, kağnı’lar ve kağnı kolları’yla ilgili bölümlerde, şunları anlatır: “Durmadan yol alıyorduk. Sürekli çalışan araç yorulur ve bozulabilir. Ancak, bizde ne yorulmak, ne dinlenmek ne de bozulup yolda kalmak vardı. Otomobiller, kamyonlar her yeri aşamazlardı. Fakat bizim için aşılamayacak yol yoktu. Ağır, ama hep hareketliyiz. Sürekli hedefe ilerliyor, Tanrı huzurunda ibadet eden müminler gibi, hiç konuşmadan gidiyoruz. Kağnılarımızın tekerlekleri, hiçbir yerde duyulmamış ahenkli bir ortak ses çıkarıyor. Bu sesi, ne bir müzik aleti, ne de canlı bir varlık çıkarabilir. Bir iniltiymiş gibi çevreye yayılan kağnı sesleri, sanki bir başka dünyadan geliyordu. Sanki Türkler, binlerce yıl önce, Orta Asya’dan dünyanın dört bir köşesine göç ediyorlarmış gibi, dağları ovaları inletiyorlardı. Türk milletinin çektiği acıyı, sanki bu kağnı sesleri dile getiriyordu.. Kağnı gıcırdamalı, ses çıkarmalıydı. Ses çıkarmayan kağnı uğursuz sayılırdı. Gıcırdasın diye tekerlek geçmelerine ceviz içi ya da kömür tozu sürülürdü. Ezgen yanmasın diye üzerine yoğurt çalınırdı. Tank gibi çukurları atlar, en bozuk yolları aşar, en dik sırtlara çıkardı. Hiçbir millette olmayan en ucuz, en sağlam, dağlık araziye uygun bir köylü aracıydı. Şimdi, İstiklal mücadelesinde, menzil teşkilatında görev yapıyordu. Kuvayı Milliye’nin simgesi olmuştu; cepheye, cephane ve erzak, cephe gerisine yaralı gazileri taşıyordu.. Kağnıları, ayakları çarıklı, sarı mintanlı, mor şalvarlı, kırmızı kuşaklı köy delikanlılarıyla, üç etekli dallı şalvarlı, başları örtülü kadınlar, genç kızlar ve yaşlılar kullanıyordu.. Komutasını aldığım kağnı kolu, kırk arabadan oluşuyordu. Kırk kağnıcı, yardım bölüğünden Mustafa, bir de ben, kırk iki kişiyiz. Bunlardan ikisi altmışar yaşlarında erkek, sekizi on beşer yaşlarında çocuklar ve otuz tanesi ise genç kadınlardı. Bazı kadınların kucaklarında bebekleri de vardı..Hiç kimse şikayet etmiyor, herkes gönüllü olarak seve seve çalışıyordu. Yollarda hiçbir şey pahalı değil, yaşam çok doğaldı. Kimsede vurgunculuk (ihtikar) yapıp para kazanmak gibi bir düşünce oluşmamıştı. Köylerde; tarlaların ekimi ihmal edilmiyor, silahlar cepheye, pazara mal götürür gibi sakin bir iyimserlik içinde, neşeyle götürülüyordu.. Bunları, ancak içinde yaşayanlar bilir. Bu insanlar ne kadar temiz ruhluydular. Aralarına katıldığım için çok mutluydum.. Anadolu kağnıları, bir milletin azim ve inancını, hiçbir yüksek tekniğin yenemeyeceğini kanıtlıyordu. Hiçbir mazlum millet artık, ‘gücümüz yok ki milli mücadeleye girelim’ diyemez. Dünyada emperyalizm prangasını ilk kez kıran Türk milleti, onlara örnektir..”10
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, halkın katılımını ortaya koyan ve herbiri ayrı bir destan duygusallığı içeren, pek çok olay yaşanmıştır. Belki okuma yazma eksikliğinden, belki gereken ilgiyi göstermemekten, bu olayların tümü ne yazık ki, günümüze aktarılamamıştır; aktarılmış olanlar da sonraki kuşaklara öğretilememiştir.

Pozantı Direnişi

Pozantı direnişi, son bireyine dek yöre halkının tümünün, gönüllü olarak katıldığı ve yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, belki de tüm zamanların, en anlamlı halk direnişlerinden biridir. Fransızlar, Pozantı’yı; ünlü Verdun Savunması’nda savaşmış, Menil komutasındaki birliklerle işgal etmişti. Yörede örgütlü Kuvayı Milliye birimleri, hem Ulukışla hem de Karaisalı yönünden Gülek Boğazı’nı kapattılar, Fransız taburu Pozantı’da kapalı kaldı. Tarsus’taki Fransız birlikleri, top ve makineli tüfeklerle donanmış 3 bin kişilik bir güçle, Pozantı’ya ulaşmak istediler. 5-12 Nisan 1920’de birinci, 13 Mayıs’ta ikinci kez, Kavaklıhanlar’da saldırıya geçtiler. Her iki çatışmada da Fransız güçleri, küçük Kuvayı Milliye birliklerine yenildiler ve püskürtüldüler.
Büyük kayıp vermişlerdi. Menil, Pozantı’da “Büyük Türk Ordusu’na teslim olacağını” bildirdi.11 Oysa, orada teslim olunacak bir Türk Ordusu yoktu. Menil’in Türk Ordusu sandığı, “birkaç kaya başını tutan” ve ellerinde değişik marka ve cinsten yalnızca tüfek bulunan, “40-50 kişiden oluşmuş” birkaç gerilla birimiydi.12 Ancak, Fransızlar, Kavaklıhanlar dağlarından, binlerce kişi tarafından söylenen “Allah, Allah” nidaları duymuş, Fransız karargahı kayıtlarına, “dağlarda 10-15 bini bulan Türk birliklerinin toplandığını” yazmıştı.
Menil, Türk Ordusunca sarıldığını sanmıştı. Dağların büyük bir insan kitlesinin çıkardığı nidalarla çınlaması gerçekti. Pozantı çevresinin silahsız köylüleri; erkek, kadın, yaşlı ve çocuk demeden büyük bir kalabalık halinde “dağların yamaç ve tepelerine” toplanmışlardı. Sayıları birkaç yüzü geçmeyen savaşçıların, eksildiğinde yerini almak için oraya gelmişler ve sanki savaşa katılıyormuş gibi coşkulu bir kararlılıkla, Türkler’in düşmana korku salan ünlü savaş nidasını haykırıyorlardı. Kendisine yol soran Fransız birliklerini Panzin Çukuru tuzağına çeken sıradan bir köylü, Gülekli Kumcu Veli ve haberi çevre köylere ulaştıran karısı, bu sıradışı eylemin baş kahramanlarıydılar.13

Gönüllü Katılım

Kurtuluş Savaşı’na halkın gönüllü katılımı konusundaki bir başka çarpıcı olayı, Savaş’a Kurmay Binbaşı olarak katılan Cevat Kerim (İncedayı) aktarır. İncedayı, “İstiklal Harbimiz” adlı kitabında, silah ve cephane taşıma konusunu ele alırken şöyle söyler: “Bize ayrılan bölgede 300 kağnı arabası olduğunu belirledik. Bunlara, savaş sırasında hemen düzenleyebilmek için bir deneme çağrısı yaptık. Bildirimden 24 saat sonra 250 kağnı gelmiş bulunuyordu. Bazıları öküzleri olmadığından kağnılarına ineklerini koşmuşlardı. Arabaları getirenlerin bir kısmı çocuk ve ihtiyar, çoğu da kadındı. Tümen komutanı, düzlükte sıralanan kağnıları teftiş ederken, uzun övendireleriyle (hayvanları dürtmeye yarayan, ucu sivri uzun değnek y.n.) sevgili hayvanlarının başlarında dizilen kadınlara, erkeklerinin neden gelmediğini sordu. Bu zahmetli işte çok yorulacaklarını, hatta dayanamayacaklarını söyledi. Kadınlar şu cevabı verdi: Erkeklerimiz hizmettedir (askerde). Emrinize biz geldik. Böyle bir günde bize bu kadarcık bir iş düşmesin mi?”14

Mustafa Kemal’in Tanımı

Müdafaa-i Hukuk dernekleri, Türk ulusunun uğradığı askeri işgale karşı gösterdiği doğal tepki ve korunma güdüsünün harekete geçmesidir. Yerel örgütler, biri ötekini görerek birbirinden etkilenen ve başarı olasılığı belirdikten sonra yayılan oluşumlar değil, aynı anda ve kendiliğinden ortaya çıkan doğal savunma hareketleridir. Mustafa Kemal, bu örgütlerin ortaya çıkışı ve yayılması için, “bir elektrik şebekesi gibi” devreye giren, “tarihin emri” tanımını kullanmıştır.15
Kuvayı Milliye’yi, ilerde Kurtuluş Savaşı’nı yüklenecek ulusal ordunun çekirdeği olarak görüyor, onu “milletin namusu” olarak tanımlıyordu. Erzurum’da, “başı bozuk Kuvayı Milliye birliklerinin” büyük devletlerin düzenli orduları karşısında ne işe yarayacağını, olumsuz bir yaklaşımla soran bir arkadaşına; “Kuvayı Milliye, namuslu bir adamın yastığının altındaki silaha benzer. Namusunu kurtarma umudunu yitirdiği zaman, hiç olmazsa çekip kendini vurabilir”16 demişti. Bu söz, Kuvayı Milliye’yi anlatan, belki de en iyi anlatan tanımlamadır.

DİPNOTLAR

1 “Atatürk ve Gerilla Savaşı” O.B.Kuruca, Teori Dergisi, Ağustos-2004, S.175, sf.25
2 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.C., Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.165
3 “Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu,Bütün Eser, Bilgi Yay, 3.Bas., 1996, sf.136
4 a.g.e. sf.137
5 “Müdafaa-i Hukuk Saati” M.Kemal Palaoğlu, Bilgi Yay., 1998, sf.149
6 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
7 a.g.e. sf.196
8 a.g.e. sf.196
9 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst-1994, sf.324
10 “Mustafa Kemal Ve Milli Mücadelenin İç Alemi” E.B.Şapolyo, İnkilap ve Aka Kit., İstanbul-1967, sf.32-36
11 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.C., Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.176
12 a.g.e. sf.177
13 a.g.e. sf.177
14 a.g.e. sf.500
15 “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.69
16 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.224

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder