Yarattığı Kemalist eylemle 20.yüzyıl
dünya politikalarına biçim veren Türkiye, aynı potansiyeli, 21. yüzyıla
girerken de taşımaktadır. Bugün, Kemalizm ve Yeni–Osmanlıcılık’la bir
yolayrımına getirilmiş olan Türkiye; Kemalist yolu seçebilir ve tüm az gelişmiş
ülkelere ‘küreselleşmeye’ karşı örnek olabilecek güncel bir model
oluşturabilir. Bu olasılık Türkiye üzerindeki Batı kaynaklı global baskıyı
arttıracak ve bu baskı, Türkiye’nin Kemalist politikalara yönelmesi oranında
radikalleşecektir. 1920’deki Ankara-İstanbul çatışmasının yerini, gizli ya da
açık, yumuşak ya da sert; yurtsever-işbirlikçi mücadelesi alacak ve bu
mücadelenin somut ifadesi olan küresel hegomonya–ulus devlet çatışması
derinleşecektir.
“21.Yüzyılı
Türkiye Belirleyecek”
ABD Başkanı Bill Clinton, Ekim 1999’daki Amerika
ziyareti sırasında Başbakan Bülent Ecevit’e şunları söyledi: “20.
yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının paylaşılmasının yol
açtığı değişikliklerle geçti. 21.yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı
doğrultuyla şekillenecektir... Türkiye modelinin, hem İslâm dünyası, hem
Türkiye’nin bulunduğu bölge, hem de Avrupa için çok büyük etkileri olacaktır.”1
Clinton benzer görüşleri bir ay sonra yineledi. Berlin Duvarı’nın
yıkılışının 10. yıldönümünde Georgetown Üniversite’sinde yaptığı
konuşmada ise şunları söyledi: “Önümüzdeki yüzyılın, büyük ölçüde,
Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak
şekilleneceğini umuyorum.”2
Bu sözler; batılı ülkelerin,
Ortadoğu ve Türkiye’ye yönelik yüz yıldır değişmeyen politik tercihlerinin en
özlü ifadesidir. 21.Yüzyıl başında, “Türkiye’nin alacağı doğrultu” Batı
için gerçekten “önemli”dir. Bu “önem”in temelinde, yalnızca
Ortadoğu’ya değil, küreselleştirilmeye çalışılan tüm dünyaya yönelik kaygılar
vardır ve bu kaygılar gelişmiş ülkelerde yerleşik devlet politikası haline
getirilmiştir.
Bunun açık kanıtı, Mart 2001 de
yayınlanan “Global Trends 2015”
adlı rapordur. ABD Dışişleri Bakanlığı, Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA)
ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC) tarafından ortak olarak
hazırlanan bu raporda, Türkiye için şu saptama yapılıyor: “Türkiye’deki her
gelişme, global oluşumları direkt olarak etkileyecektir.. Türkiye’nin 2015’e
kadar iç istikrarı ile jeopolitik konumundaki gelişmeler; Bölge, Batı dünyası
ve Amerikan menfaatleri üzerinde büyük etki yapacaktır.” 3
Türkiye 21.Yüzyılı Nasıl Belirleyecek
Yarattığı Kemalist eylemle 20.
yüzyıl dünya politikalarına biçim veren Türkiye, aynı potansiyeli, 21.yüzyıla
girerken de taşımaktadır. Bugün, Kemalizm ve Yeni–Osmanlıcılık’la bir
yolayrımına getirilmiş olan Türkiye; Kemalist yolu seçebilir ve tüm az gelişmiş
ülkelere ‘küreselleşmeye’ karşı örnek olabilecek güncel bir model
oluşturabilir.
Clinton’ın kaygı ve korkusu budur. Bu kaygı
ve korku, Türkiye üzerindeki Batı kaynaklı global baskıyı arttıracak ve bu
baskı, Türkiye’nin Kemalist politikalara yönelmesi oranında radikalleşecektir.
1920’deki Ankara-İstanbul çatışmasının yerini, gizli ya da açık, yumuşak ya da
sert; yurtsever-işbirlikçi mücadelesi alacak ve bu mücadelenin somut ifadesi
olan küresel egemenlik–ulus devlet çatışması derinleşecektir.
İkinci
olasılık, Kemalist birikimin tümüyle etkisizleştirilerek Türkiye’nin Batının taşeronu
olarak Ortadoğu’da kullanılmasıdır. Büyük Ortadoğu Projesi’nde etkin görev
verilerek, stratejik konumu ve askeri gücüyle emperyalist politikaların
uygulayıcısı olmasıdır. Bu olasılıkda da Türkiye, ulusal bağımsızlığa dayalı
Kemalist yola girmeyerek küresel siyasete güç veren önemli bir oyuncu
olacaktır. “2015 yılına dek iç
istikrarıyla jeopolitik konumundaki gelişme” olarak dillendirilen budur.
Clinton bu iki olasılıktan söz etmektedir.
Avrupalıların
İlgisi
“Türkiye’nin gelecekte alacağı doğrultu” konusuna, doğal olarak Avrupalılar da yakın ilgi göstermektedirler.
Büyük devlet çıkarlarının kesişme noktasında bulunan ve alacağı doğrultuyla bu
çıkarları doğrudan etkileyecek olan Türkiye, bugün dünyada iç işlerine en çok
karışılan ülke durumundadır. Türkiye’nin getirildiği yolayrımında, seçmesi
gereken yolu, Clinton üstü örtülü olarak gösteriyor, ama Avrupa
Parlamentosu Üyesi ve Türkiye–AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı
Daniel Cohn–Bendit, bunu açık olarak ve isim takarak yapıyor.
Cohn
Bendit Batıyla bütünleşmeye Barselona
Yolu, Kemalizmin yaşatılmasına ise Bağdat Yolu diyor ve şunları
söylüyor: “Her iki yol da mümkündür, her iki yolun da kendi
şans ve imkanları vardır. Barselona yolu Türkiye için geleneksel Kemalist
köktenciliğin parçalanması anlamına gelmektedir. Bu durumda Türkiye, Türk
Devleti içinde Kürtlerin öz yönetimini güçlendirmeyi de içeren, bölgesel ademi
merkeziyetçiliği kabul etmek zorundadır. Bağdat Yolu ise, Kemalist
merkeziyetçilik ve otoriteciliğin güçlendirilmesi, böylece de Avrupa’dan
vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.” 4
Kemalizm Korkusu
Fransa’da yayınlanan Le Figaro
Gazetesi, 16 Nisan 2001 tarihinde “Tükenmiş Bir Rejim” bağlığıyla
yayınladığı yorumda, Türkiye’nin Batı için önemini vurgularken, Atatürkçü
yönelmelerden duyduğu rahatsızlığı, kaba ve ilkel bir üslupla dile getirmektedir.
Fransız Gazetesi şunları yazıyor: “NATO’nun elli yıldır temel direklerinden
olan Türkiye, aynı zamanda Batı’nın Ortaasya ülkeleri ve Kafkasya’ya açılan
kapısıdır.. Otuzlu yılların ideolojisine takılı kalan, fosilleşmiş bir rejime
sahip olan Türkiye’de; bürokrasi işlersiz ve yolsuzluklar süreklidir,
bankacılık sektörü çökmüştür, askerler devletin gerçek hakimi durumundadırlar,
azınlık ve insan hakları ihlal edilmektedir, hükümetin, AB’ne verdiği ‘Ulusal
Program’ yeterli değildir; binlerce sayfalık programda, Kürt sözcüğü, bir kez
bile yer almıyor. Bütün bunlara karşın; Türkiye, ne IMF’ye terk edilecek, ne de
sahipsiz bırakılacak bir ülkedir. Türkiye, Avrupa için çok önemli bir ülkedir” 5
28 Şubat’ın Önemi
Türkiye, “28 Şubat Kararlarıyla”, doğrultusunu
herkesin anlayabileceği bir biçimde Kemalizme döndürmüştü. “28 Şubat süreci”,
Milli Güvenlik Kurulu’nun 1997 yılı Şubat’ında aldığı kararlarla sınırlı
bir gelişme değildir. Türkiye, aynı yıl Milli Güvenlik Kurulu ile, “Milli
Siyaset Belgesini”, Genel Kurmay ile de “Milli Askeri Strateji
Kavramını” (MASK) değiştirmiştir. Batıyı rahatsız eden ve kaynağını Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışından alan bu yöneliş, doğal ve kaçınılmaz
olarak; küresel güç odaklarının tepkisini çekmiş ve baskı altına alınmıştır.
ABD’den Tehdit
ABD Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Michael
Robert Hickok, Türkiye’deki yeni yönelişlerden duyduğu hoşnutsuzluğu açık
olarak dile getiriyor. Albay Hickok, “Yükselen Hegemon Türk
Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum” adını vererek
yayınladığı makalesinde, hoşnutsuzluğunu şu üç konu üzerinde yoğunlaştırıyor: “Kararların
Washington ya da Brüksel’de değil Ankara’da belirlenmesi, diğer NATO üyelerinde
askeri harcamalar azalırken Türkiye’de artması ve Milli Askeri Strateji
Kavramı’nın Birleşik Devletler’e sorulmadan değiştirilmiş olması.”...
Hickok adı geçen
makalede şunları yazıyor: “... Ankara’daki karar vericiler, günümüzdeki yeni
fırsatlardan yararlanmak ve belirsiz gelecek konusunda Türk çıkarlarını korumak
için, daha aktif güvenlik politikalarıyla ilgilenmektedir. Türkiye’nin bölgede
bağımsız bir güvenlik faktörü olarak yükselmesi, komşularının dikkatinden
kaçmış değildir. Ankara’nın post–Kemalist dış politika denemesi ile Türk
Silahlı Kuvvetleri’ni modernize ederek, tüm komşularından daha fazla kabiliyet
kazanması, aynı zamana denk gelmiştir.. Türkiye’nin güvenlik politikasının, giderek
daha fazla tahmin edilemez olması; bunun yanı sıra, Ankara’nın komşularına
oranla artan askeri gücü, bölgesel istikrarsızlığı arttırmaktadır. Türkiye’nin
ihtiraslı Ulusal Güvenlik Stratejisi ve
kanıtlanmış askeri yetenekleri, tüm bölgede joe-politik yeni bir yapılanmayı
zorlamaktadır.. Türkiye’nin müttefik olarak gerçek değeri artarken, Ankara daha
az güvenilir bir güvenlik ortağı olmuştur.. ‘Milli Askeri Strateji Kavramı’ (MASK)
ile 1985 yılında Birleşik Devletler ile birlikte belirlenen genel çerçeve
değiştirilmiş, NATO ve Birleşik Devletlerin inisiyatifine bırakılan konular da
yeniden ele alınmıştır.” 6
Hickok’un söylemi, Türk ordusuna karşı girişilen eylemler,
tutuklamalar, hapisler ve tasfiyelerle anlam kazanmıştır.
Avrupa’dan Açıklamalar
Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher,
Almanya’nın önemli gazetelerinden Süddeutsche Zeitung’a, 1992 yılında
verdiği demeçte; “Biz Yugoslavya’da yeni bir model oluşturduk, Türkler de
Kürtlerle, buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdırlar” diyordu.7
Gazeteler
Ne Diyor
400 bin trajlı Stuttgart gazetesi Stuttgarter
Zeitung yazarı Adrian Zielcke, gazetenin 9 Ocak 1998 tarihli
baskısında, Türkiye’ye akıl verip adeta tehdit ediyor: “Türkiye, Kürtlerin
azınlık haklarını kabul etmeli ve sorunu politik olarak çözmelidir... Ankara
bunu kendisi yapmazsa Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye, Irak ve Suriye
arasında paylaştırılan Kürt sorununa çözüm bulmak için uluslararası baskı
artacaktır.” 8
Stuttgarter Zeitung 19 Ocak 1998 tarihinde, Wolfgang Koydl imzasıyla
yayınladığı başyazıda Türkiye hakkında şunları yazdı: “On yıl içinde,
Türklerin komşusu olan üç güçlü politik sistem battı ve sessiz sedasız yok
oldu. Bu sistemler, en az Türkler’in kendi Kemalist modelleri kadar dayanıklı
inşa edilmiş görünüyorlardı. İran’da Şah monarşisi, Sovyetler Birliği’nin
Politbüro Komünizmi ve Yugoslavya’daki fedaratif Balkan deneyimi. Rahatsız
edici olan, her üç devlet de Türkiye Cumhuriyeti ile paralellikler gösteriyor.
Hepsi de dinsel veya etnik çelişmeler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de
her ikisi de var: Politik İslam ve Güneydoğu’daki Kürtlerin ayaklanması...
Lenin’in devleti 73 yaşına basmıştı; Güney Slavlarınki 74 yaşındaydı.
Atatürk’ün Cumhuriyet’i bu yıl hayli kritik 75. yaşına geldi.” 9
“Demokrasiyi
Savunmak”
Avrupa Parlamentosu
seçimleri öncesinde (Haziran 1999), Avrupa Birliği üyesi 15 ülkenin 11’inde
iktidarda olan ve ikisinde koalisyon hükümetlerine katılan Sosyalist ve Sosyal
Demokrat Parti liderleri, 27 Mayıs 1999 tarihinde Paris’te yapılan “Avrupa
Solu” zirvesinde bir araya geldiler.
“Avrupalılık” kavramının tartışıldığı zirvede, toplantının “mimarı”
ve eski Fransa Kültür Bakanı Jack Lang, şunları söyledi: “Avrupa
Birliği yalnızca ekonomik çıkarlar ve düzenlemelerden ibaret değildir.
Demokrasi ve insanlığa verdiğimiz değerleri, yalnız sınırlarımız içinde değil,
sınırlarımız dışında da savunacağız. Gelecekte ve gerekirse bugün, Kosova’da
yaptığımız gibi Kürt halkını da savunup koruyacağız. AB’nin ne stratejik ve ne
de ekonomik çıkarları, diktatörlerle mücadelemizi önleyemez.” 10
“NATO Kürtleri Korusun”
Baskılar gerçekten artmaktadır. Baskıcı anlayışın en çarpıcı
ve kaba örneğini Amerikalı bir milletvekilinin sözlerinde buluyoruz. ABD
Temsilciler Meclisi’nde, Şubat 1999’da bir konuşma yapan Californiya Eyaleti
Milletvekili Brad Sherman, şunları söyledi: “Türk Devleti’nin
Kürdistan’a (Güney ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri kastediliyor) gönderdiği
askeri güç, Slobodan Miloseviç’in Kosova’ya gönderdiği güçten daha fazladır.
Kürdistan’da, Kosova’dan daha çok insan öldürülüyor. Umuyorum ki ABD, Kürtlerin
korunması için daha açık ve daha katı bir tutum izler. Baskıcı rejimlere karşı
olan tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması ile
değiştirilmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için ABD, askeri güç
kullanarak devreye girmelidir.” 11
Türkiye’nin Önemi
İleri sürülen görüşler, sıradan gazete haber ya da yorumları
değil, Batılı devletlerin günümüzdeki Ortadoğu ve Türkiye politikalarının temel
eksenidir. Avrupa ve ABD, oluşumunu sağladığı Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu
sorunlarını, küresel bir boyutta tutmanın kararlılığı içindedir.
Ortadoğu’daki Batı çıkarları, artık
bölgede bilinen petrol yataklarının elde tutulması sınırını aşmıştır. Türkiye;
Orta Asya, Rusya ve Ortadoğu enerji kaynaklarının kavşak noktasıdır;
21.yüzyılın temel sorunu olacak olan, zengin su kaynaklarına sahiptir; GAP,
herkesin “iştahını kabartmaktadır.”
Uygulamalar, dünyaya egemen kılınmak
istenen yeni düzen ideolojisinin, politik sonuçlarıdır. Avrupa
Parlamentosu’nun, Türkiye’ye yaptığı Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu önerileri, Batı
parlamentolarında alınan “Ermeni soykırımı” kararları, Barzani ve
Talabani ile “bölgesel bir yönetim birimi olarak Kürt Federe
Devletinin” kurulmasına yönelik gelişmeler, Türk ordusunun üst düzey komutanlarının
tutuklanması, 10 yıldır çıkarılan yasalar, şirket satışları, özelleştirmeler,
Suriye politikası vb. bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Türkiye bugün istenilen biçime
sokulmuş, Clinton ya da Cohn Bendit’in kaygı ve korkusu;
Türkiye’nin doğrultusunun Atatürk ve
ulusal bağımsızlığa değil, emperyalizmle bütünleşmeye çevrilerek şimdilik
giderilmiştir. ABD istihbarat örgütlerinin 2001 yılında hazırladığı “Global Trent 2015” raporuna ve orada
dile getirilen “Türkiye’nin 2015’e kadar
iç istikrarı ile ilgili her gelişmenin, global oluşumları direkt olarak
etkileyecektir” yaklaşımına yanıt bulmak zorundayız. 2015’e bir yıl kaldı
ve önümüzde üç kritik seçim var. Sonrasında olacakları herkesin düşünüp bulması
gerekir. Amerikalı istihbaratçılar 13 yıl önce hazırladıkları raporla neyi
amaçladılar? Amaçları yönünde sağladıkları başarının sonuçları ne olacaktır?
DİPNOTLAR
1 “Kendine Rağmen Dünya Devleti Olmak”
Sedat Ergin, Hürriyet 05.10.1999
2 “Clinton’u Nasıl Okumalı?” Ali Sirmen,
11.11.1999 Cumhuriyet
3 “ABD Batı’nın Geleceği Türkiye’nin
Elinde” Hürriyet, 07.03.2001
4 “Europa İstdie Letzte Utopie”, Daniel
Cohn Bendit, Tageszeitung, 03.11.2000, ak. Aydınlık, 26.11.2000
5 “Un régime lépvise” Luc de Barochez
Le Figaro, 16.05.2001
6 “Stratejik Ortaklık Neden Öneriliyor?”
Attila İlhan, Cumhuriyet 22.11.2000
7 “Bir Hürriyet Havarisinin Sabıka
Dosyası” Y. Adsız, Boyut Kit., sf.161
8 “Aegste von den Kurden” Adrian Zielcke
Stutgarter Zeitung 03.01.1998
9 Süddeutsche Zeitung 19 Ocak 1998 ak. “Türkiye
Kritik Yaşta” Aydınlık 25 Ocak 1998 Sayı 549 sf.7
10 Mine G.Kırıkkanat Milliyet 29.05.1999
11 “Haksız Suçlama” Cumhuriyet
12.02.1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder