26 Mayıs 2014 Pazartesi

KURTULUŞ SAVAŞ’INDA TEMEL BELİRLEMELER


Türk Devrimi’nin önderi ve kuramcısı tek başına Mustafa Kemal Atatürk’dür. Toplumsal bilinç ve devrimci kararlılık olarak en yakın çevresinden çok ilerdedir. Bu nedenle, Türk Devrimi’nin kuramsal ve eylemsel stratejisi onun tarafından belirlenmiş ve uygulanmıştır. Devrim önderliğini Mustafa Kemal tek başına temsil eder. Kemalist ideolojide devrimci atılımların tümünde ulusa güven esastır. Kitle çizgisine büyük önem verilir, kitlelerin devrim ilkeleri yönünde kazanılması başarının ana koşulu sayılır. Çalışma biçimi ve devrim anlayışındaki düzey, evrensel boyutludur. Devrimci uygulamada yaratıcı özgünlük, uluslararası kavrayış, bağımsız politik istenç ve devrim öykünmeciliğinden (taklitçiliğinden) kaçınma yeteneği üst düzeydedir.


Bağımsızlığa Giden Yol

Kurtuluş Savaşı başlarken hemen her olgu ve olanak değerlendirilmiş ve üç temel saptama yapılmıştır: Bir; Türk toplumu, tarihsel, sosyal ve kültürel yapısı gereği yabancı işgale karşıdır ve bağımsız yaşama geleneğine sahiptir, Türk Halkına güven esastır. İki; Rus Devrimi, ulusal kurtuluş savaşları için önemli bir güç yaratmıştır. Bu güçle gerçekleştirilecek dayanışma Türk Kurtuluş Savaşı’na önemli katkı sağlayacaktır. Üç; Büyük Devletler dört yıllık dünya savaşından sonra savaşacak durumda değildir, bu nedenle Anadolu’nun içlerine uzanacak bir silahlı çatışmayı göze alamazlar.

Türk Halkına Güven

Türk Devrimi’nin önderi ve kuramcısı tek başına Mustafa Kemal Atatürk’dür. Toplumsal bilinç ve devrimci kararlılık olarak en yakın çevresinden çok ilerdedir. Bu nedenle, Türk Devrimi’nin kuramsal ve eylemsel stratejisi onun tarafından belirlenmiş ve uygulanmıştır. Devrim önderliğini Mustafa Kemal tek başına temsil eder.
Türklerin tarihsel ve toplumsal özellikleri, gerek bilimsel araştırmalar ve gerekse yaşamın içinden çıkarılan sonuçlarla saptanmıştır. Bu saptamalar, uzun süren savaş dönemlerinde cephelerde yapılmıştır.
Türkler, Anadolu’daki yaşam sürelerinin tümünde, yaşadıkları toprakların egemeni olmuştu. Tutsaklık dönemleri yoktu. Kurdukları askeri devlet yapısıyla akıncı bir geleneği sürdürmüşlerdi. 300 yıllık duraklama ve gerileme dönemlerinde birçok kez yenilmişler, toprak yitirmişler ancak boyunduruk altına girmemişlerdi. Ulusa güvenin kaynağını bu özellik oluşturuyordu.

Çanakkale’nin Önemi

Türk halkının Çanakkale’de, ülke savunması konusunda gösterdiği olağanüstü direnç Mustafa Kemal’i derinden etkilemiştir. 19 Mayıs’taki ‘umutsuz maceraya’ atılmasında Çanakkale’de yaşadıkları önemli bir etmendir.
O kanlı günlerde şunları söylüyordu: “Her şeye karşın, ne olursa olsun bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgili yurduma ve ulusuma duyduğum ölçüsüz sevgim değil, bu günün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde salt vatan ve gerçek sevgisiyle ışık serpmeğe ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.”1

Kitle Çizgisi

Kemalist ideolojide devrimci atılımların tümünde ulusa güven esastır. Kitle çizgisine büyük önem verilir, kitlelerin devrim ilkeleri yönünde kazanılması başarının ana koşulu sayılır: “Ben şimdiye kadar ulus ve ülke yararına ne kadar devrimci atılım yapmış isem, hep halkla ilişkiye geçerek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri yakınlıktan kuvvet ve ilham alarak yaptım...”2 ve “Arkadaşlar, Türk ulusu çok önemli olaylarla kanıtlamıştır ki yeniliksever devrimci bir ulustur.”3 gibi söylemleri Türk halkına duyduğu güveni gösteren örneklerdir.

Çalışma Tarzı Devrim Anlayışı

Çalışma biçimi ve devrim anlayışındaki düzey, evrensel boyutludur. Devrimci uygulamada yaratıcı özgünlük, uluslararası kavrayış, bağımsız politik istenç ve devrim öykünmeciliğinden (taklitçiliğinden) kaçınma yeteneği üst düzeydedir.
Mustafa Kemal, savaşım anlayışını şöyle dile getirir: “Gerçek devrimciler onlardır ki ilerleme ve yenileşme yolunda devrime katmak istedikleri kitlelerin ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilimi kavramayı ve (bu eğilime-y.n) nüfuz etmesini bilirler”4 ya da “Hiç bir ulus diğer bir ulusun taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir ulus, ne taklit ettiği ulus gibi olabilir; ne de kendi ulusu içinde kalabilir. Bunun sonucu kuşkusuz ki hüsrandır.”5

Sovyetler Birliği’ne Verilen Önem

Rus Devrimi’nin ideolojik etkisinden uzak durulmuştur. Oysa, Sovyet yönetimi, dünya sosyalist devinimi ve yoksul Doğu ülkeleri üzerinde büyük saygınlık ve etki sağlamıştır.
Ankara’da Bolşevik ilkelerin Türkiye’de uygulanmasının ‘iyi’ olacağını düşünenler az değildir. Emperyalizme ve kapitalizme karşı bilinçsiz bir tepki vardır ancak kapsamlı bir ideolojik netlik yoktur.
Savaşıma katılan kişi ve kümelerin, birbiriyle uyumsuz karmaşık istemleri bulunmaktadır ve bunlar girişilen eylemin gerçek boyutunu kavramaktan uzaktır.
Savaşım içinde, elindeki toprakları yitirmek istemeyen ilerigelenler (eşraf ve ayan), İslamiyeti kurtarma peşindeki din adamları, yitirdiği yönetimi yeniden ele geçirmek isteyen ittihatçılar ve ulusçu aydınlar vardır.
Kemalist Devinim, savaş süresince, karmaşık dengelerin bozulmamasına ve ayrımcılığın önlenmesine özen göstererek, ideolojisini eylem içinde oluşturdu. Tam bağımsızlığı, anti-emperyalist savaşımın temeline oturtarak bu anlayışa evrensel bir boyut kazandırdı.

Nesnel Tutum

Kemalizmin Rus Devrimi’ne karşı eleştirisi öznel yargılara değil, tarih ve toplumbilimine uygun saptamalara dayalıdır. Duygusal karşıtlık ya da yandaşlık söz konusu değildir. Türk toplumunun içinde bulunduğu koşulların kendine özgü yapısı, savaşımın her aşamasında temel alınmıştır. Nesnelik ve gerçekçilik bilimsellikle birlikte değişmez yöntemdir. Sovyetler Birliği ile ilgili saptamalardaki bugün kanıtlanan yerindelik, bu yöntemin uygulamadaki başarısında yatmaktadır.
İdeolojik ayrılık, hükümetler arası ilişkilerin geliştirilmesini önlememiştir. Sovyetler Birliği’nin Kurtuluş Savaşı için gerek askeri destek ve gerekse anti-emperyalist yaklaşım bakımından önemi, işin başında saptanmıştır. İşgal altındaki Türkiye’nin dışarıyla bağlantısı yalnızca Kafkasya’dır. İngilizlerin etkinlik kurmaya çalıştığı bu bölgenin Bolşeviklerin denetiminde kalması Türk Devrimi için yaşamsal önemdedir.

Doğal Bağlaşık (Müttefik)

Emperyalist kuşatma altında olan Sovyetler Birliği’nin, ulusal bağımsızlık savaşımlarının bağlaşığı (müttefiki) olması, yapısı gereğidir. Nitekim bu ülke, anti-emperyalist nitelikli bütün ulusal savaşımlara yakın olmuştur. Mustafa Kemal, bu eğilimi görmüş ve Sovyetler Birliği ile ilişkilere gerek Kurtuluş Savaşı süresince ve gerekse sonraki dönemde büyük önem vermiştir.
Mustafa Kemal, 4 Ocak 1922 günü Lenin’e gönderdiği mektupta şöyle söylemektedir: “Sayın Başkan, bildiğiniz gibi Türk ve Rus halkları yüzyıllarca sürdürülmüş boyunduruk zincirlerini bir hamlede silkip attıktan sonra, kendi halklarının da bu yolu izleyeceklerinden dolayı büyük korkuya kapılan Batılı emperyalist ve kapitalist kuvvetlerin saldırısına uğradığından, halklarımız arasındaki yakınlık ve anlaşma kendiliğinden gelişmiştir... Açık konuşuyorum, Erzurum ve Sivas kongrelerinde bir araya gelen delegeler, insanların kendi kaderlerinin kendilerince saptanmasını öngören bir yargıya varmışlardır. Siz, Sayın Başkan, daha dünya savaşından önce bu hususu savunmaktaydınız... Sonuç olarak, bugünün Türkiyesi Batı Avrupa’ya olduğundan çok, bir bakıma, Rusya’ya daha yakındır. Sonra ülkelerimiz arasında bir başka benzerlik, bizim kapitalist ve emperyalist düzene karşı savaşmamızdır... Türkiye’nin hala açık, ya da kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün ezilen uluslara kurtuluş yolunu, göstermiş olmasıdır. Bütün bunlar, Türkiye’nin bütün konumlarıyla ve bugünkü hükümetiyle, yalnızca Sovyet Rusya’da güven duygusu yaratabileceği, Batının ise bize düşman gözüyle bakmasını gerektireceği gerçeğini ortaya koyar... Sayın Başkan.”6 Mustafa Kemal, Sovyetler Birliği ile kurduğu iyi ilişkilere yaşamının sununa dek özen göstermiş ve bu özen 1920-1938 arası Türk dış siyasetinin değişmez ilkesi olmuştur.

Stratejik Dostluk

Sovyetler Birliği’yle kurulacak iyi ilişkilerin askeri strateji açısından önemi, Kurtuluş Savaşı’nın hemen başında saptanmıştır. Başlangıçta hemen herkesin düşsel bir serüven olarak gördüğü Anadolu’daki bağımsızlık girişiminin, Mustafa Kemal tarafından ne denli doğru bir durum değerlendirmesine dayandırıldığını gösteren en çarpıcı belge, 5 Şubat 1920 tarihinde Kolordu komutanlarından; İstanbul’da Rauf Bey’e, Bursa’da Bekir Sami Bey’e, Nazilli’de Refet Bey’e ve Erzincan’da Halit Bey’e çektiği telgraftır. Bu telgrafta yapılan saptamaların doğruluğu, daha sonra gerçekleştirilen eylemlerle kanıtlanmıştır.
Öngörülen saptama şöyleydi: “Türkiye, Kafkasya’da Bolşevik etkinliğini kolaylaştırma ve onlarla hareket birliği yapmakla, Batıdan Doğuya doğru; Anadolu, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan kapılarını müthiş bir surette açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapatmak için, galip devletler saldırıya yönelik stratejik hareketleri yapacak kuvvetleri süratle sağlayamazlar. Ancak bunu sadece Batum’da başarabilirler... Bu yüzden Kafkasya seddinin onlar tarafından yapılmasını, Türkiye’nin kesin olarak mahvolması projesi sayıp, bu seddi galip devletlere yaptırmamak için en son çarelere başvurmak ve bu uğurda her türlü tehlikeyi göze almak zorundayız... En önemli görev galip devletlerin zaman kazanmasına fırsat vermeden, onların maskesini düşürerek, ülkenin bütün mukavemet unsurlarını birleştirme imkanını yaratmaktır. Bunu ancak durumu bu biçimde değerlendiren, kesin karar sahibi bir hükümet yapabilir. Doğu cephesinde kuvvet hazırlanması ve şiddetle mukavemet noktaları sadece böyle bir hükümet sayesinde gerçekleşebilir.”7
Bu stratejiye uygun olarak örgütlenen Kurtuluş Savaşı’nda saptandığı gibi Türkiye’nin dışarıya açık tek sınırı Kafkasya olmuş, silah, para ve malzeme yardımı yalnızca buradan alınabilmiştir. Sovyetler Birliği’nin kurtuluş savaşına yaptığı maddi yardımlar şöyledir. 10 milyon altın Ruble, bir mermi fabrikasının makina ve parçaları, 350 mayın, 3 altı inçlik top, 12 üç inçlik top, 26 641 top mermisi, barut ve mermi kutuları, çok sayıda tüfek 579 bin cephane şeridi ve 75 milimetrelik Arisac topu için 11 dizi yedek parça.8

Anti-Emperyalist Bilinç

Galiplerin Durumu

Başta İngiltere olmak üzere, Fransa ve İtalya savaşacak durumda değildir. Büyük boyutlu insan yitiği, ekonomik sorunlar ve toplumsal gerilimler; hükümetlere ve yönetim sistemlerine karşı kalıcı tepkiler doğurmuştur. Toplumsal karşıtçılık (muhalefet) genişleyerek silahlı kuvvetler dahil toplumun her kesimine yayılmıştır. Dört yıl önce savaş başladığında, düşünülmesi bile olanaksız asker ve sivil karşıkoyuşlar, sıkça ortaya çıkmaktadır. Askerler savaşmak, siviller de savaş sorunlarını yaşamak istememektedir.
Galip devletler, savaş sonrası sıkıntılı durumlarını gizleyerek, askeri güçlerinin savaş öncesinde yaratmış olduğu caydırıcı etkiyi, azgelişmiş ülkeler ve sömürgeler üzerinde kullanmayı sürdürmek istemektedirler. Askeri konuma uymayan, atak ve gözkorkutmaya dayalı bir uluslararası diplomasi yürütülerek siyasi blöf politikası uygulanıyordu.
Savaş sonrasındaki dünya koşullarında bu içiboş politikanın gerçek niteliğini kavrayarak, sözel güç gösterilerine ve korkutmalara önem vermeyerek silahlı savaşım hazırlığına giren ilk ülke, Kemalist önderlik altındaki Türkiye’dir.

Başarıyı Abartmamak

Saptamalardaki tutarlılık nedeniyle elde edilen başarılar abartılmamış, ulusal bağımsızlık savaşımının gerçekliğe uymayan ereklerle (hedeflerle) genişletilmesine izin verilmemiştir. Savaşmakta zorlanan Batı devletlerini savaşmak zorunda bırakacak zorlamalara gidilmemiştir.
Örneğin Misak-ı Milli sınırları içinde olmasına karşın bırakılan Musul için, petrolün Batı için yaşamsal önemi gözönüne alınarak, kazanılan ulusal zafer, çekinceye sokulmamıştır. Ancak, buna karşın sonucu ne olursa olsun, tam bağımsızlıktan hiçbir ödün verilmemiştir.

Strateji Savaşı

Mustafa Kemal’in özellikle İngiltere Hükümeti ve Genel Kurmayıyla giriştiği strateji savaşı, tarihte sık görülen uygulamalar değildir. İngilizler Anadolu’ya girerken; Fransa, İtalya, Yunanistan ile yerli gericiliği ve Kürt aşiretlerini devreye sokmuştur. Buna verilen stratejik yanıt; Yunan ordusu ve yerli gericilikle savaş, Fransa ve İtalya’nın İngiltere’yle olan çelişkilerini değerlendirme, Ermeni karşıtı Kürt aşiretlerini kazanmadır.
İngiltere, Sakarya Savaşı’ndan sonra işgalci ülkelerin dışişleri bakanlarını toplayarak Ankara’ya anlaşma önerisinde bulundu. Önerinin yapıldığı günler, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı süresince yaşadığı en sıkıntılı dönem oldu. Büyük devletlere karşı yoksulluk içinde sürdürülen savaşın, tam bağımsızlık ereğiyle kazanılmasının olanaklı olmadığı yönündeki yaymaca (propaganda), gerek cephede ve gerekse cephe gerisinde yoğun olarak yapılıyordu. Hemen herkes anlaşmanın en akılcı yol olduğu inancındaydı. İngiliz taktiği çok etkili olmuştu.
Mustafa Kemal bu oyuna, karşı taktikle yanıt verdi. Öneri açıkça reddedilmedi. Yeni bir öneri oluşturuldu ve bağlaşık devletlere, dört ay içinde işgal altındaki toprakların boşaltılması koşuluyla önerinin kabul edildiği bildirildi. Bu öneri doğal olarak kabul edilmedi. Özellikle cephedeki askerler uğruna savaştıkları amacın kabul edilmemesi nedeniyle daha atak bir kararlılık içine girdi. İngiliz taktiğinde silah geri tepmişti.

Diplamatik Savaş

Lozan’ın uzun süren sinir bozucu görüşmeleri tam anlamıyla diplomatik taktik savaşıydı. Kurtuluş Savaşı’nın Türkiye açısından kazanımları, görüşmelerle en aza indirilmek isteniyor, gözdağı dahil her yol deneniyordu. Her iki yan, birbirlerinin dayanma sınırını ve kararlılığını anlamaya çalışıyordu.
En küçük bilginin bile önem kazandığı bu ortamda, Türk kurulunun Ankara ile Yunanistan bağlantılı olarak yaptığı telgraf görüşmelerinin tümü İngilizlerce biliniyordu. Mustafa Kemal de bu olasılığı biliyor ve iletişimi ona göre yapıyordu. Lozan görüşmelerinde, yalnızca diplomaside değil aynı zamanda iletişimde de taktik savaşı verilmiştir.

Düşmanı Tanımak

Mustafa Kemal bağımsızlık savaşına girişirken, emperyalist devletlerin konumunu ve koşullarını doğru saptamıştır. Savaşın galiplerinin; ortak davranmakta zorlandıklarını, çıkar çekişmesi içinde olduklarını, halklarının yorgun ve savaştan bıkmış durumda olduğunu görmüş ve stratejisini buna göre belirlemiştir.
Saptamanın doğruluğu, gerek sonraki gelişmelerde gerekse batılıların açıkladıkları belgelerde görülecektir. Sonradan açıklanan gizli belgelerde bunun örnekleri çoktur. Fransa’daki İngiliz orduları komutanı Sir Douglas Heig o günlerde, İngiliz hükümetine şu raporu veriyordu: “Savaş kabinesi iyi durumda değildir. Amerikan Ordusu dağınık teçhizatsız ve talimsizdir. Modern savaşın dışında kaldığı için pek çok eksikleri vardır. Fransız ordusu ise artık iyiden iyiye yorgun düşmüştür. İngiliz ordusu da artık eskisi gibi genç ve kendi kendine karar verebilecek kadar güçlü değildir.”9

Evrensel Boyut

1920’lerde büyük devlet çıkarlarına karşı politika uygulamanın olanaksız olduğunu düşünenler bugünkü gibi çoğunluktaydı. Mandacılık yoluyla kalkınma, izlenebilecek tek yol olarak görülüyordu. Güçlülere karşı uyumlu sessizlik, ayakta kalmanın koşulu olarak, azgelişmiş ülke politikalarına yerleşmişti. Türk Kurtuluş Savaşı, doğru savaşım anlayışı, halka güven, doğru askeri-politik strateji ile bunları uygulama yeteneğine sahip ülkelerin, emperyalist devletleri yenebileceğini göstermiştir.
Kemalizm, denizaşırı ülkelerde baskı altında sindirilmiş büyük bir gücün, bağlarından kurtularak devinime (harekete) geçmesine neden oldu. Eylemsiz ulusal tepkiler, kısa sürede örgütlenerek kararlı ve düzenli anti-emperyalist savaşım durumuna geldi. Bağımsızlık eylemleri, Çin ve Hindistan’dan Fas’a, Vietnam’dan Etyopya’ya dek dünyanın her yanına yayıldı. Savaş sonrası ortaya çıkan tüm ulusal eylemler, Türk Devrimi’nden değişik oranlarda etkilendiler.

Uluslararası Boyutta İlk Ulus Devinimi

Toplumsal doktrin açısından... Biz yaşamını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız. Efendiler! Halkçılık toplumsal düzenini emeğine, haklarına dayandırmak isteyen bir toplumsal doktrindir. Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için, meclisçe, milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız.”10 Mustafa Kemal’in 1921 Aralığında TBMM’de söylediği bu sözler, Türk Devrimi’nin temel anlayışının en özlü anlatımıdır. Gerek savaş ve gerekse toplumsal dönüşüm döneminde bu sözlerle çerçevesi çizilen bir yol izlenmiştir. Ekonomik yetmezlik içinde, sanayi ve ulaşımdan yoksun işgal altındaki bir ulusun; dış sömürüden kurtulup ayakta kalabilmesinin kapitalist emperyalizme karşıtlıkla olanaklı olduğu görülmüş ve izlenecek yol buna göre belirlenmiştir. Kapitalizme karşıtlık, yabancı sermaye egemenliğinin önlenmesiyle sınırlı tutulmuş, özel girişimciliği yasaklayan ortaklaşacı (kolektivist) bir uygulamaya gidilmemiştir. Devletçilik temel alınmakla birlikte, ulusal nitelikli özel girişimciliğe destek verilmiştir.
Türk devriminin etkileri, kısa bir sürede kendi sınırları dışına çıkarak, benzer koşullarda yaşayan ve dünya nüfusunun beşte dördünü oluşturan yoksul ülkelere ulaşmıştır. Sağlam bir anti-emperyalist bilinç, bu bilince dayalı eylem yeteneği ve elde edilen başarı, Kemalizmi uluslararası düzeyde örnek alınan bir devinim durumuna getirmiştir.

Önceden Belirlenenler

Bağımsızlık deviniminin Türkiye’nin kurtuluşuyla sınırlı kalmayacağı önceden belirlenmiş ve açıklanmıştı. Mustafa Kemal 1922 Temmuz’unda şunları söylemişti: “Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını bir defa daha doğrulamak gereğini duyuyorum. Türkiye kararlılıkla önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu, bütün ezilen ulusların, bütün Doğunun davasıdır ve bunu sonuçlandırıncaya kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Doğu uluslarıyla birlikte yürüyeceğinden emindir...”11
Benzer bir açıklamayı Fransız Devrimi’nin 133.yıldönümü nedeniyle, Ankara’da Fransa temsilciliğindeki kutlamada yapmıştır. Bu açıklama yapıldığında zafer henüz kazanılmamıştır: “Baylar; işte bugün 1789 devriminin 14 Temmuzunu burada kutluyoruz ve bugün, Fransızlar’ın ulusal bayramı olduğu kadar, henüz özgürlüklerine kavuşmamış ulusların da sevineceği bir gündür... İstilacı orduların İzmir’de denize dökülmesi, bizim ulusal tarihimiz için olduğu kadar dünya tarihinde de yepyeni bir dönem olacaktır. Bu dönemde artık, istila için hiç bir memleketin özgürlük ve bağımsızlıklarının yok edilmesi mümkün olamayacaktır. Eğer haksızlığa uğramış Asya ve Afrika ulusları, bizim bağımsızlık mücadelemizden bir ibret dersi almışlarsa, kendileri için pahalıya da mal olsa, bu yola gireceklerdir. Özgürlük ve bağımsızlıktan yoksun bir ulus için yaşamın ne anlamı, ne zevki vardır. Efendiler; bizim Asya’yı ayaklanmaya ve savaşmaya sürükleyişimiz, Fransız ulusunu kahramanca hareketlere sürükleyen nedenlerden daha az kuvvetli ve daha az mantıklı değildir.”12
Yapılan belirlemeler, yürütülmekte olan savaşın özel koşullarının etkisiyle söylenmiş geçici sözler değildir. Bu anlayış, 1938’e dek süren Kemalist yönetim döneminin her aşamasında uygulanan temel politik tavırdır. 1933 yılında yapılan açıklama, gerçek anlamda evrensel bir anlayışı içermektedir: “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu uluslarının da uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşacak olan pek çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki ilerleme ve refaha yakın olacaktır. Bu uluslar bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm, yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslar arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı egemen olacaktır.”13

Sömürge ve Yarı Sömürgelerde Durum

Burada Hint ve Çin devrimleri adeta haber verilmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bunları söylediği yıllarda, dünyanın ezilen uluslarında durum şöyleydi; Hindistan’da Gandi ve Nehru hapisteydi. Hindistan’ın Amristar kentinde, İngiliz kumandan kent halkını İngiliz bayrağının önünden diz üstünde ve yerde sürünerek geçirtmişti. Fransa, Vietnam ve Afrika’daki hapishaneleri, insanlık dışı koşullarda yurtseverlerle doldurmuştu. Fas Kurtuluş Savaşı önderi Abdulkerim, Madagaskar’da sürgündedir. Mısır ulusal önderi Zağlul, Okyanus Adalarında İngilizlerin sürgünüdür. Endonezya’da bir Hollandalı memura 18 hizmetçi düşüyordu. Çin’de Şanghay’da, Avrupalı mahallelerine ve kent parklarına Çinliler’in girmesi yasaktı. İtalya’da devrimci ve demokratlar tutuklanıyordu. Almanya, sosyalistleri ezmiş Yahudi soykırımına hazırlanıyordu. Yine o yıllarda Asya ve Afrika ülkelerinde, haritalarda Türkiye’nin yerini bilmeyen ulusal kurtuluşçular Atatürk’ü biliyordu.

DİPNOTLAR

1 Cumhuriyet 24.04.1995
2 “Atatürk Şapka Devriminde-Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri” M. Selim, İmece, ak.Hüseyin Cevizoğlu “Atatürkçülük” Ufuk Ajans Yay, sf.61
3 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 2.Cilt sf.216, ak. a.g.e. s.62
4 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 2.Cilt sf.214, ak. a.g.e. s.59
5 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 2.Cilt, sf.150, ak. a.g.e. s.59
6 “Türk-Rus İlişkileri Tarihi” Ali Kemal Meram sf.270-273, ak. Doğan Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Matbaası 1974, 2.Cilt sf.851-853
7 “Harp Tarihi Vesikaları Dergisi” No: 388, ak.Rasih Nuri İleri “Atatürk ve Komünizm” Anadolu Yay. 1970 sf.35-40
8 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu 2.Cilt, sf.847
9 “Avrupa 1919” Martin Gilbert 20.yy Tarihi, Sayı 23, sf.458
10 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 2.Cilt, sf.731
11 Atilla İlhan Cumhuriyet 18.09.1996
12 “Ankara Fransız Temsilciliğinde Yapılan Konuşma” 14.Temmuz.1922
13 “Atatürk ve Türkiye’nin Dış Siyaseti” Dr. Mehmet Gönlübol-Dr.Cem Sar, ak. Ş.S.Aydemir “Tek Adam” Remzi Kit., 1983 3.Cilt sf.418

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder