21 Mayıs 2014 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÖRGÜTLENMESİ – 3 (SİVAS KONGRESİ)


Başarılı olabilmek için, “büyük bir irade gücüne”, nitelikli düşünsel donanım ve sınırsız bir yurt sevgisine gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal sürükleyici bir güç” olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul ve eğitimsiz görünen Türk halkının doğal yapısında da vardı. İnançlı bir yurtseverin yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü, kaynağı olan millet gücüyle birleştirerek, ülkesini kurtaracak bir eyleme, ulusal bağımsızlık eylemine girişecekti. Bu girişim, kendi adına bir şey istemeyen, “şan ve şeref peşinde koşmayan”, yalnızca “geleceğin Türkiyesi üzerinde tasarladığı yapıcı düşüncelere” yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.


Sivas’a Hazırlık

Mustafa Kemal, 29 Ağustos 1919’a dek Erzurum’da kaldı. 22 gün süren Erzurum çalışmaları, Samsun’da başlayıp, “Amasya’da sürdürdüğü çalışma ve yazışmaların”1, daha ileri bir adımı, bir üst aşamasıydı. Artık “Heyeti Temsiliye” adına hareket ediyor ve telgraflarla ülkenin her yöresine ulaşarak, Sivas’ta yapılacak ulusal kongre için çalışıyordu.
Erzurum Kongresi’nin verdiği meşru yetkiye dayanarak, her ilden delegelerini seçmesini ve gizlice Sivas’a göndermesini istedi. Gizliliğe önem veriyordu, çünkü İstanbul Hükümeti, Sivas Kongresi’ne gidecek delegelerin “tutuklanarak geri gönderilmesi”ni istemişti.2
Benzer bir buyruk, onun için verilmiş, Dahiliye Nezareti’nden sonra Harbiye Nezareti de, 30 Temmuz’da Kolordu karargahlarına gönderdiği buyrukla, Mustafa Kemal’in tutuklanmasını istemişti. Tutuklama buyruğunda şunlar söyleniyordu: “Babıali Hükümeti’nin emirlerine başkaldırmaları nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa ve Miralay Refet Bey’in tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesi karar altına alınmıştır. Yerel makamlara gerekli emirler verilmiş olduğundan komutanlığınızın bu emri derhal yerine getirmesi ve sonucun bildirilmesi tebliğ olunur.” 3

Koşullar ve Katılım

Giriştiği eylemin o günkü durumu, İngiliz araştırmacı Dankwart A.Rustow’un söylemiyle henüz, “demokrasi, örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında bir alacakaranlık dönemi”dir.4 Bu “alacakaranlık” dönemde, İstanbul için tutuklanması gereken bir suçlu; işgalciler için, durdurulması gereken “asi bir generaldir”.
Yunanlılar, İzmir’den çevreye yayılmakta, işgal alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere saldırmakta, kırım yapmaktadır. Er sayısı azalmış iki kolordudan başka elde askeri bir güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. Hükümet yasağına karşın, delegeleri seçimle belirlenen ve ulusun tümünü temsil eden bir kongre toplamaya çalışmaktadır. Durumun içerden görünüşü alacakaranlık değil, belki de koyu bir karanlıktır.
2 Eylül 1919’da Sivas’a geldi. Erzincan Boğazı’nda baskına uğrayacağı bilgisini almış 5, ancak aldırış etmeyerek gününde Sivas’a ulaşmıştır. Tutuklanma dahil, benzer tehlikelerle kongre delegeleri de karşılaşmıştır. Türkiye’nin değişik yörelerinden seçilen delegeler; çoğu yaya olmak üzere at arabası, at, katır ya da kağnılarla Sivas’a geliyordu. Tanınmama amacıyla değişik kılıklara bürünerek; tenha yolları, dağ patikalarını ya da ıssız geçitleri izliyorlar, görülmemek için gündüz uyuyup gece yol alıyorlardı. İstanbul Hükümeti, sözünü dinletebildiği jandarma birliklerine, Sivas delegelerinin tutuklanıp geri gönderilmesi için emir vermişti.6
İstanbul Hükümeti, bir yandan seçilmiş delegelerin Sivas’a gitmesini, diğer yandan delege seçimini önlemeye çalıştı. “Kimi yerlerde hem delege seçtirmiyor, hem de halkın inancını kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek”7 girişimlerde bulunuyordu. Olumsuz propaganda ve baskıcı hükümet eylemleri, en çok, doğal olarak İstanbul ve çevresinde etkili oluyordu.
20.Kolordu Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey, Mustafa Kemal’e gönderdiği, Nutuk’ta da sözü edilen şifreli telgrafta, “İstanbul’dan delege göndermek olanaksızdır. Önerilen kişiler orada (Sivas’ta y.n.) verimli ve başarılı iş göreceklerinden emin olmadıkları için, boşuna masraf yapmamak ve yolculuk sıkıntılarını çekmemek için yola çıkmıyorlar; İstanbul delege göndermiyor” diyordu.8
Sivas Kongresi’ne, Erzurum’dan gelenlerle birlikte ancak 38 delege katılabildi.9 Trakya’dan, Konya çevresinden, Antalya’dan, Fransız işgalindeki Adana’dan delege gelememişti. Büyüklüğüne karşın İstanbul’dan, Ege bölgesindeki kentlerden “birkaç kişi” den başka kimse yoktu. Hemen tüm delegeler, Türkler’in Anadolu yaylasındaki ilk yerleşim yeri olan ve “Erzurum’un batısındaki dağlık bölgeye dek uzanan” Orta Anadolu’dan gelmişti.10

Lisede Kongre

Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da, kongre için hazırlanan ve “çevresinde 13.yüzyıl Selçuklu mimarisinin zarif yapılarının bulunduğu” Lise binasında toplandı. Sivas, aynı Amasya ve Tokat gibi, katıksız Türk geleneklerinin ve özgürlük duygusunun güçlü biçimde yaşadığı bir kent, “sağlam Anadolu ırkından gelme köylülerin yerleşmiş olduğu”11, bir tarım ve ticaret merkeziydi. Kongre için özel olarak seçilmişti.
Kongrenin yapılacağı okulun bahçesine, direnişin ve savaşçılığın simgesi olarak bir sahra topu yerleştirilmişti. En büyük sınıf, toplantılar için hazırlanmış, döşeme ve duvarlar Sivas halkının evlerinden getirdikleri halılarla süslenmişti. Delegeler, üzerinde mürekkep hokkası koymak için delikler bulunan öğrenci sıralarında oturacaklardı.
Toplantıların yapıldığı sınıfın yanındaki bir oda, onun için yatak odası olarak hazırlanmış, “demir bir karyola, yaldız taklidi pirinç lambalar” ve birkaç sandalye konmuştu. Yatağın üzerinde; “fiyonklarla ve çiçek motifleriyle incelikle işlenmiş ipek bir örtü örtülüydü”. Bu örtüyü, Sivaslı genç bir kız “çeyiz sandığından çıkararak” Kemal Paşa’ya armağan etmişti.12

Delegelerin Niteliği

Kongre delegeleri, ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze alan özverili insanlardı. Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan kaynaklanan öngörüsüzlükler ve tehlikeli yanılgılar içine girebiliyorlardı. Mandacılar, sayısal çoğunluğu oluşturacak denli fazlaydılar. Erzurum’da olduğu gibi yakın çevresi dahil, başkan olmasını istemeyenler burada da vardı, üstelik sayıları artmıştı.
Delegelerin büyük çoğunluğu; uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden ve sonuçlarından, emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından habersizdiler. Onları bir araya getiren neden, yalnızca ülkenin parçalanmasını önleme isteği, yaşadığı toprağı savunma içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik programlar, ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların ilgisini çekmiyordu. Bilinç olmayınca, tek başına yurt sevgisi yeterli olmuyordu.
Ulusal direnişe istekli insanları; gerçekleştirilebilir somut hedeflere yönelterek aynı amaç çevresinde toplamak, bilgilendirip örgütlemek, tek bir ulusal programın parçaları haline getirmek, güç bir işti. Bu işi başarabilecek denli iyi yetişmiş, politik bilinci yüksek, örgütleme yeteneğine sahip insanlara gereksinim vardı. Oysa, bu düzeyde olan yalnızca oydu.
Bekir Sami, Hüseyin Rauf (Orbay), Refet (Bele) gibi, en yakın çevresi bile, kürsüden açıkça manda sözcülüğü yapıyordu. Kazım (Karabekir) Erzurum’dan ona, “telgraf ve genelgeler altında imzanız olmamalıdır” diye şifreli telgraflar gönderiyordu.13 Karargah Subayı Binbaşı Hüsrev (Gerede), İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy’un babası), Hüseyin Rauf (Orbay), Bekir Sami, bir evde toplanmışlar, İsmail Fazıl Paşa’nın başkanlığı üzerinde anlaşmışlardı.14

Başkanlık Sorunu

Kongre açılır açılmaz, “bir gün ya da bir haftayı aşmayan”, süreli başkanlık ya da “harf sırasına göre” dönüşümlü başkanlık gibi öneriler yapılmıştı. Mustafa Kemal, öneriler için Nutuk’ta şunları söyler: “Bu neden gerekiyor efendim diye sordum. Öneriyi yapan ‘böylece işin içine kişisellik karışmamış olacağı gibi eşitliği gözettiğimiz için dışa karşı da iyi bir etki yapmış olur’, dedi. Efendiler, ben; vatanın, öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepimizin, nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu gözönüne getirip, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım girişimleri, bitmez tükenmez güçlükler ve engellere karşın maddi manevi bütün varlığımla yürütmeye çalışırken; benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş ve elbette işlerin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle (İsmail Fazıl Paşa y.n.) bana kişisellikten söz ediyorlar (dı). Bu öneriyi oya koydum. Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum. Üç üye dışında bütün üyeler oylarını bana verdiler”.15
Kişisel istek ve yargılar ne olursa olsun, başkan seçilmesi, ülke koşullarının dayattığı bir gereklilik ve zorunlu bir sonuçtu. Kimse, onun kadar açık, kolay anlaşılır ve uygulanabilir hedeflere sahip değildi. Kimsenin, onun gibi bilinçle hazırlanmış, halkın isteklerine yanıt veren, tutarlı ve gerçekçi bir programı yoktu. Programı uygulamaya kesin kararlıydı. Emperyalizmle çatışmaya, iç savaşın sorunlarını göğüslemeye kimse onun kadar hazır değildi.

Sonsuz Sabır”

Yaşının ötesinde gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi görüşlerini, “sonsuz bir sabırla” delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye çalıştı. Pek çok şeyin, bu kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu. Sabahlara dek süren konuşmalar, “insanları etkileyen sohbetler” delegelerin arasına karışarak “saatler süren tartışmalar” yapıyordu.
Kimi zaman dünya ve ülke siyasetinden, kimi zaman felsefeden ya da edebiyattan söz ederek, “onları peşisıra sürükleyen müthiş bir coşkuyla”16 konuşuyordu. Yönünü bulamamış muhalefeti, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle donanmış “sözcük seli altında boğdu”.17 Türkiye’yi kurtarma inancı ona, “olağanüstü bir ikna gücü” vermişti.18
Ulusal mücadeleyi temsil edip yönetecek önder’in o olduğu açıktı. “Son derece kesin ve ödünsüz bir kararlılıkla yoluna devam etti, ne istediğini bilerek, dolambaçlı yollara sapmadan”19 hedefine yürüdü. Başlangıçta yeterince güven duymayanlar, daha sonra “büyüsüne kapılarak”, etkisi altına girdiler. Bilgi ve bilinciyle Kongre’ye yön veren, önemli kararları belirleyen hep oydu.
Yaptığı konuşmalarda, ülkeyi ilgilendiren hemen her konuyu nitelikli yorumlarla ele alıyor, delegeleri aydınlatıyordu. İşgalciler ve onlardan güç alan Hıristiyan unsurlar için; “milletimizin onurunu kırmaya yönelen çılgınca hareketlere giriştiler. Batı Anadolu’da İslamın mukaddes ocağına giren Yunan zalimleri İtilaf Devletleri’nin hoşgörülü bakışı altında canavarca facialar yarattılar” diyor, “Ermeniler’in katliam siyasetini, Pontus Krallığı hayalini, Adana, Antep, Maraş, Antalya ve Trakya işgallerini” 20 anlatıyordu.

Kısır Tartışmalar

Kongre’nin ilk günleri, kısır siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde politik saplantı durumuna gelen İttihat ve Terakki karşıtlığı, sözcükle uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman ve güç yitimine neden oluyordu. “Sonsuz bir sabırla” yürüttüğü Kongre Başkanlığıyla, genellikle mandacılar’ın gündeme getirdiği bu tür kısır tartışmaların aşılmasını sağladı.
Öneri içermeyen verimsiz konuşmaları, söz hakkını zedelemeden, somuta ve ülke gerçeklerine çekmeye çalıştı. Nutuk’ta o günleri şöyle anlatır: “İlk açılış günü olan 4 Eylül günüyle Eylül’ün beşinci ve altıncı günleri, yani üç gün, ittihatçı olmadığımızı kanıtlamak için yemin etmek ve yemin metni hazırlamak; Padişaha’a sunulacak yazıyı yazmak; Kongre’ye gelen telgraflara yanıt vermek ve bilhassa Kongre siyasetle uğraşacak mı uğraşmayacak mı tartışmalarıyla geçti. İçinde bulunulan mücadele ve uğraş, siyasetten başka bir şey değilken, yapılan tartışmalar şaşırtıcı değil midir?”21
Uzun tartışmalar sonunda belirlenen yemin metni, Kongre üyeliğinin koşulu sayıldı. Her delege kürsüye çıktı ve Kur’an’a el basarak aynı metni yineledi. Kongre yemini şöyleydi: “Vatan ve milletin saadet ve selametinden başka hiçbir kişisel amaç izlemeyeceğime, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin canlandırılmasına çalışmayacağıma ve var olan siyasi partilerin hiçbirisinin siyasi amaçlarına hizmet etmeyeceğime Tanrı adı üzerine yemin ederim.”22

Merkezi Ulusal Örgüt

Sivas Kongresi, 7 gün sürdü ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için, birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek somut bir ulusal program haline getirildi.
Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı; bu girişimin kurallarını belirleyen bir tüzük kabul edildi. Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı; 1923’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, anlayış ve programını büyük oranda Sivas Kongresi kararlarından aldı.

Mandacılığın Önlenmesi

Bağımsızlıktan yana olanlarla, mandacılar arasında en büyük ve son açık çatışma, Sivas’ta yaşandı. Erzurum’a göre sayıları artan Mandacılar, Kongre’ye önceden hazırlanmış kapsamlı bir bildiri sundular. Bildiri oylansa belki de kabul edilecekti. Konu, taktik bir karşı öneriyle, “Amerika’ya bir mektup yollamak” gibi “sudan bir karara bağlanıp” görüşmelerden çıkarıldı.23
Daha sonra, böyle bir mektup hiç gönderilmediği gibi manda konusu, Mustafa Kemal ölene dek bir daha gündeme gelmedi. Sivas’ta kabul edilen tam bağımsızlık anlayışı, milli mücadelenin ve yeni devletin vazgeçilmez ilkesi oldu.
Genel çerçeve olarak Erzurum’da belirlenen Misakı Milli kararları Sivas’ta, “daha güçlü bir biçime sokularak”24 barışın önkoşulu haline getirildi. Ülkenin her yerinde Müdafaa-i Hukuk, Reddi İlhak gibi adlarla kurulmuş olan yerel direniş örgütleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak tek çatı altına toplandılar ve merkezi örgütün şubeleri haline getirildiler. Cemiyet’in kuruluşu, 11 Eylül’de, Mustafa Kemal’in imzasıyla Sivas Valiliğine bildirildi.25

Kararlar

Sivas Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11 maddelik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal bağımsızlık bildirisi niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti. Mustafa Kemal başkanlığında oluşturulan 16 kişilik Heyeti Temsiliye, İstanbul hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi güç merkezi, adı konmamış bir tür hükümet olarak çıkıyordu.
Heyeti Temsiliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanana dek, yaklaşık yedi aylık dönem içinde, “askeri ve milli bürokrasiyi kendisine bağlamayı büyük çapta başardı” ve “ikinci bir hükümet olarak” 26 Kurtuluş Savaşı’nı yönetti.
Sivas’ta alınan kararlar özet olarak şöyleydi: “Mondros Mütarekesi imzalandığı anda Osmanlı ülkesi içinde kalan ve İslam nüfusun ezici biçimde çoğunluğu oluşturduğu bölgeler bir bütündür, birbirinden ayrılamaz... Bunu çiğnemeye yönelik her türlü işgal ve müdahaleye silahla karşı koymak, savunma hakkını kullanmaktır ve meşrudur. Osmanlı Hükümeti, dış baskı karşısında, ülke topraklarından bir bölümünü terk etmeye yönelirse, buna karşı direnilecektir... Ülkedeki tüm direniş örgütleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir... Kurulmuş olan yerel dernekler örgütün birer şubesi olacaktır... Örgüt, Heyeti Temsiliye adı verilen ve ‘vatanın tümünü temsil eden’ bir kurulca yönetilecek, bu kurul gerek görürse geçici hükümet ilanına yetkili olacaktır... Kuvayı Milliye’yi etken, milli iradeyi egemen kılmak temel ilkedir... Rumluk ve Ermenilik oluşturma çabalarına karşı, birlikte savunma ve direniş, milli mücadelede esas alınmıştır... Müslüman olmayanlara, egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.” 27

Kongre’nin Gücü

Sivas Kongresi, delegelerin tutuklanması buyruğunu veren Sadrazam Damat Ferit’in görevinden uzaklaştırılmasını isteyen bir karar almıştı. Karar, Padişah’a telgrafla bildirildi. Ancak, telgraflar Padişah’a verilmiyor ya da öyle söyleniyordu. Yanıt alınmaması üzerine, “durumun sürmesi halinde” İstanbul’un Anadolu’yla telgraf bağının kesileceğini bildirdi ve 11-12 Eylül gecesi telgraf müdürlükleriyle kolordu komutanlıklarına gönderdiği bir yönergeyle Anadolu’yu İstanbul görüşmelerine kapattı. Yönergede, “bu talimata engel olan telgraf görevlileri, bulundukları yerde hemen askeri mahkemeye verilerek, en ağır cezaya çarptırılacaklardır” diyordu. 28
Bu uygulamadan, yalnızca yirmi gün sonra Damat Ferit Hükümeti çekilmek zorunda kaldı. Yerine kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti, Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı, Mustafa Kemal’le görüşmek üzere Anadolu’ya gönderdi. 20 Ekim’de Amasya’da yapılan görüşmenin Sivas Kongresi’nde seçilen Heyeti Temsiliye için önemi, görüşmede alınan kararlardan çok, İstanbul’un milli hareketi tanımak zorunda kalmış olmasıydı.

Amerikan Kurulu

Sivas Kongresi’nin sona erişinden on gün sonra, 22 Eylül’de, General J.G.Harbord başkanlığında bir ABD kurulu, Sivas’a geldi. Kurul, “manda konusunda Amerika’yı ilgilendiren sorunları incelemek” ve “Ermenistan’da çeşitli görüşmeler yapmak” üzere, “Başkan Wilson’un emriyle” Türkiye’ye gelmişti. Millici hareketin gücünü nerden aldığı merak ediliyor, önderiyle görüşülmek isteniyordu. “Sıtmadan rahatsız ve yorgun”29 olmasına karşın Amerikalılar’la “iki buçuk saat süren” bir görüşme yaptı, onlara düşüncelerini anlattı.
Görüşmede, “Amerika’nın otoritesini fazla duyurmasını” ve ABD’nin “Türkiye’nin işlerine karışmasını” kabul etmeyeceğini söyledi. Başında bulunduğu hareketin yalnızca Ermenilere değil, “her ırk ve dinden insana saygı gösterdiğini” ve “ülkeyi kurtarmaya kararlı olduğunu” açıkladı.
İngiliz diplomat ve yazar Lord Kinross bu görüşmeyi şöyle aktarır: “Harbord ‘ne yapacaksınız’ diye sordu. Mustafa Kemal ince parmakları arasında çevirdiği bir tesbihle oynuyordu. Bir anda sinirli bir hareketle tesbihinin sicimini kopardı. Taneler ortalığa yayılmıştı. Teker teker topladı ve yaptığının General’in sorusuna yanıt olduğunu söyledi. Davranışıyla, ülkenin dağılmış parçalarını biraraya getireceğini, düşmandan temizleyerek bağımsız ve uygar bir devlet yaratacağını belirtmiş oluyordu. Harbord, bu tür bir umudun ne mantığa, ne de askeri gerçeklere uyduğunu söyledi. ‘Bir takım insanların kendi canlarına kıydıklarını biliyoruz; şimdi bir milletin intiharına mı tanık olacağız?’ dedi. Mustafa Kemal, ‘söylediğiniz doğrudur General’ diye yanıt verdi. ‘İçinde bulunduğumuz durumda yapmak istediğimiz şey, ne askerlik açısından, ne de başka bir açıdan açıklanabilir. Ancak herşeye rağmen, yurdumuzu kurtarmak, özgür ve uygar bir Türk devleti kurmak ve insan gibi yaşamak için bunu yapacağız’. Avucunu yukarı doğru dönük olarak, elini masanın üzerine koydu. ‘Başaramazsak’ diye devam etti; ‘bir kuş gibi düşmanın avucu içine düşecek ve aşağılayıcı şerefsiz bir yaşama katlanacak yerde-konuştuğu sırada parmaklarını yavaş yavaş kapatıyordu-atalarımızın çocukları olarak, dövüşerek ölmeyi seçeceğiz’. Bunu söylerken yumruğunu tümüyle kapatmıştı.”30
Harbord’un, “Her şeye karşın başaramazsanız ne yapacaksınız” sözlerini Nutuk’ta, “generalin garip suali” diye nitelendirir. Yanıtında, uluslararası ilişkilerde geçerliliğini her zaman koruyacak olan şu değerlendirmeyi yapar: “Bir millet, varlığını ve istiklalini sağlamak için uygulanabilirliği (kabil-i tasavvur) olan girişim ve fedakarlığı yaptıktan sonra, başarılı olur. Ya başaramazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, millet yaşadıkça ve fedakar girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.”31

DİPNOTLAR

  1. Nutuk”, M.K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu. Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.103
  2. Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.176
  3. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.220
  4. a.g.e. sf.224
  5. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1994, sf.113 ve “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.96
  6. Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.175-176
  7. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1994, sf.103
  8. a.g.e. sf.103
  9. Ana Britannica” 28.Cilt, sf.83
  10. Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.226
  11. a.g.e. sf.226
  12. a.g.e. sf.227
  13. Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.193
  14. a.g.e. sf.193
  15. Nutuk”, M.K.Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu, Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.119
  16. Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.96
  17. a.g.e. sf.96
  18. a.g.e. sf.97
  19. a.g.e. sf.97
  20. Atatürk’ün Bütün eserleri” Kaynak Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.311
  21. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.119
  22. Atatürk’ün Bütün eserleri” Kaynak Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.330
  23. Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980, sf.195
  24. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.228
  25. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk, T.İş BankasıYay., Ank., sf.105
  26. Ana Britannica, 28.Cilt, sf.84
  27. a.g.e.sf.84 ve “Atatürk’ün Bütün Eserleri” Kaynak Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.361-362
  28. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.191
  29. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.230
  30. a.g.e. sf.230
  31. Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.231

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder