Başarılı olabilmek için, “büyük
bir irade gücüne”,
nitelikli düşünsel donanım ve sınırsız bir yurt sevgisine
gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal
sürükleyici bir güç”
olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul
ve eğitimsiz görünen Türk halkının doğal yapısında da vardı.
İnançlı bir yurtseverin yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü,
kaynağı olan millet gücüyle birleştirerek, ülkesini kurtaracak
bir eyleme, ulusal bağımsızlık eylemine girişecekti. Bu girişim,
kendi adına bir şey istemeyen, “şan
ve şeref peşinde koşmayan”,
yalnızca “geleceğin
Türkiyesi üzerinde tasarladığı yapıcı düşüncelere”
yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.
Sivas’a
Hazırlık
Mustafa
Kemal, 29 Ağustos 1919’a
dek Erzurum’da kaldı. 22 gün süren Erzurum çalışmaları,
Samsun’da başlayıp, “Amasya’da
sürdürdüğü çalışma ve yazışmaların”1,
daha ileri bir adımı, bir üst aşamasıydı. Artık “Heyeti
Temsiliye” adına
hareket ediyor ve telgraflarla ülkenin her yöresine ulaşarak,
Sivas’ta yapılacak ulusal kongre için çalışıyordu.
Erzurum Kongresi’nin verdiği
meşru yetkiye
dayanarak, her ilden delegelerini seçmesini ve gizlice
Sivas’a göndermesini istedi. Gizliliğe önem veriyordu, çünkü
İstanbul Hükümeti, Sivas Kongresi’ne gidecek delegelerin
“tutuklanarak geri
gönderilmesi”ni
istemişti.2
Benzer bir buyruk, onun için
verilmiş, Dahiliye Nezareti’nden sonra Harbiye
Nezareti de, 30 Temmuz’da
Kolordu karargahlarına gönderdiği buyrukla, Mustafa
Kemal’in tutuklanmasını
istemişti. Tutuklama buyruğunda şunlar söyleniyordu: “Babıali
Hükümeti’nin emirlerine başkaldırmaları nedeniyle, Mustafa
Kemal Paşa ve Miralay Refet Bey’in tutuklanarak İstanbul’a
gönderilmesi karar altına alınmıştır. Yerel makamlara gerekli
emirler verilmiş olduğundan komutanlığınızın bu emri derhal
yerine getirmesi ve sonucun bildirilmesi tebliğ olunur.” 3
Koşullar
ve Katılım
Giriştiği
eylemin o günkü durumu, İngiliz araştırmacı Dankwart
A.Rustow’un söylemiyle
henüz, “demokrasi,
örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında
bir alacakaranlık dönemi”dir.4
Bu “alacakaranlık”
dönemde, İstanbul için tutuklanması gereken bir suçlu;
işgalciler için, durdurulması gereken “asi
bir generaldir”.
Yunanlılar, İzmir’den çevreye
yayılmakta, işgal alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve
yerli Rumlar savunmasız köylere saldırmakta, kırım yapmaktadır.
Er sayısı azalmış iki kolordudan başka elde askeri bir güç
yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan milli direniş
örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. Hükümet yasağına
karşın, delegeleri
seçimle belirlenen ve
ulusun tümünü temsil eden bir kongre toplamaya çalışmaktadır.
Durumun içerden görünüşü alacakaranlık
değil, belki de koyu bir
karanlıktır.
2 Eylül 1919’da Sivas’a geldi.
Erzincan Boğazı’nda baskına uğrayacağı bilgisini almış 5,
ancak aldırış etmeyerek gününde Sivas’a ulaşmıştır.
Tutuklanma dahil, benzer tehlikelerle kongre delegeleri de
karşılaşmıştır. Türkiye’nin değişik yörelerinden seçilen
delegeler; çoğu yaya olmak üzere at arabası, at, katır ya da
kağnılarla Sivas’a geliyordu. Tanınmama amacıyla değişik
kılıklara bürünerek; tenha yolları, dağ patikalarını ya da
ıssız geçitleri izliyorlar, görülmemek için gündüz uyuyup
gece yol alıyorlardı. İstanbul Hükümeti, sözünü
dinletebildiği jandarma birliklerine, Sivas delegelerinin tutuklanıp
geri gönderilmesi için
emir vermişti.6
İstanbul Hükümeti, bir yandan
seçilmiş delegelerin Sivas’a gitmesini, diğer yandan delege
seçimini önlemeye çalıştı. “Kimi
yerlerde hem delege seçtirmiyor, hem de halkın inancını kıracak
ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek”7
girişimlerde bulunuyordu. Olumsuz propaganda ve baskıcı hükümet
eylemleri, en çok, doğal olarak İstanbul ve çevresinde etkili
oluyordu.
20.Kolordu Kurmay Başkanı Ömer
Halis Bey, Mustafa
Kemal’e gönderdiği,
Nutuk’ta
da sözü edilen şifreli telgrafta, “İstanbul’dan
delege göndermek olanaksızdır. Önerilen kişiler orada
(Sivas’ta y.n.) verimli
ve başarılı iş göreceklerinden emin olmadıkları için, boşuna
masraf yapmamak ve yolculuk sıkıntılarını çekmemek için yola
çıkmıyorlar; İstanbul delege göndermiyor”
diyordu.8
Sivas Kongresi’ne, Erzurum’dan
gelenlerle birlikte ancak 38 delege katılabildi.9
Trakya’dan, Konya çevresinden, Antalya’dan, Fransız işgalindeki
Adana’dan delege gelememişti. Büyüklüğüne karşın
İstanbul’dan, Ege bölgesindeki kentlerden “birkaç
kişi” den başka kimse
yoktu. Hemen tüm delegeler, Türkler’in Anadolu yaylasındaki ilk
yerleşim yeri olan ve “Erzurum’un
batısındaki dağlık bölgeye dek uzanan”
Orta Anadolu’dan gelmişti.10
Lisede
Kongre
Sivas
Kongresi, 4 Eylül
1919’da, kongre için hazırlanan ve “çevresinde
13.yüzyıl Selçuklu mimarisinin zarif yapılarının bulunduğu”
Lise binasında toplandı.
Sivas, aynı Amasya ve Tokat gibi, katıksız Türk geleneklerinin ve
özgürlük duygusunun güçlü biçimde yaşadığı bir kent,
“sağlam
Anadolu ırkından gelme
köylülerin yerleşmiş olduğu”11,
bir tarım ve ticaret merkeziydi. Kongre için özel olarak
seçilmişti.
Kongrenin yapılacağı okulun
bahçesine, direnişin ve
savaşçılığın
simgesi olarak bir sahra
topu yerleştirilmişti. En büyük sınıf, toplantılar için
hazırlanmış, döşeme ve duvarlar Sivas halkının evlerinden
getirdikleri halılarla süslenmişti. Delegeler, üzerinde mürekkep
hokkası koymak için delikler bulunan öğrenci sıralarında
oturacaklardı.
Toplantıların yapıldığı
sınıfın yanındaki bir oda, onun için yatak odası olarak
hazırlanmış, “demir
bir karyola, yaldız taklidi pirinç lambalar”
ve birkaç sandalye konmuştu. Yatağın üzerinde; “fiyonklarla
ve çiçek motifleriyle incelikle işlenmiş ipek bir örtü
örtülüydü”. Bu
örtüyü, Sivaslı genç bir kız “çeyiz
sandığından çıkararak”
Kemal Paşa’ya
armağan etmişti.12
Delegelerin
Niteliği
Kongre
delegeleri, ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze
alan özverili insanlardı. Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan
kaynaklanan öngörüsüzlükler ve tehlikeli yanılgılar içine
girebiliyorlardı. Mandacılar,
sayısal çoğunluğu oluşturacak denli fazlaydılar. Erzurum’da
olduğu gibi yakın çevresi dahil, başkan olmasını istemeyenler
burada da vardı, üstelik sayıları artmıştı.
Delegelerin büyük çoğunluğu;
uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden ve
sonuçlarından, emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından
habersizdiler. Onları bir araya getiren neden, yalnızca ülkenin
parçalanmasını önleme isteği, yaşadığı toprağı savunma
içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik programlar,
ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların
ilgisini çekmiyordu. Bilinç olmayınca, tek başına yurt sevgisi
yeterli olmuyordu.
Ulusal direnişe istekli insanları;
gerçekleştirilebilir somut hedeflere yönelterek aynı amaç
çevresinde toplamak, bilgilendirip örgütlemek, tek bir ulusal
programın parçaları haline getirmek, güç bir işti. Bu işi
başarabilecek denli iyi yetişmiş, politik bilinci yüksek,
örgütleme yeteneğine sahip insanlara gereksinim vardı. Oysa, bu
düzeyde olan yalnızca oydu.
Bekir Sami,
Hüseyin Rauf
(Orbay), Refet
(Bele) gibi, en yakın çevresi bile, kürsüden açıkça manda
sözcülüğü yapıyordu. Kazım
(Karabekir) Erzurum’dan ona, “telgraf
ve genelgeler altında imzanız olmamalıdır”
diye şifreli telgraflar gönderiyordu.13
Karargah Subayı
Binbaşı Hüsrev
(Gerede), İsmail Fazıl
Paşa (Ali Fuat
Cebesoy’un babası), Hüseyin
Rauf (Orbay), Bekir
Sami, bir evde
toplanmışlar, İsmail
Fazıl Paşa’nın
başkanlığı üzerinde anlaşmışlardı.14
Başkanlık
Sorunu
Kongre
açılır açılmaz, “bir
gün ya da bir haftayı aşmayan”,
süreli başkanlık ya da “harf
sırasına göre” dönüşümlü
başkanlık gibi öneriler yapılmıştı. Mustafa
Kemal, öneriler için
Nutuk’ta
şunları söyler: “Bu
neden gerekiyor efendim diye sordum. Öneriyi yapan ‘böylece işin
içine kişisellik karışmamış olacağı gibi eşitliği
gözettiğimiz için dışa karşı da iyi bir etki yapmış olur’,
dedi. Efendiler, ben; vatanın, öneriyi yapanla birlikte bütün
ulusun, hepimizin, nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu
gözönüne getirip, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım
girişimleri, bitmez tükenmez güçlükler ve engellere karşın
maddi manevi bütün varlığımla yürütmeye çalışırken; benim
en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş ve
elbette işlerin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir
kişinin diliyle (İsmail
Fazıl Paşa y.n.) bana
kişisellikten söz ediyorlar (dı).
Bu öneriyi oya koydum.
Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum. Üç
üye dışında bütün üyeler oylarını bana verdiler”.15
Kişisel istek ve yargılar ne
olursa olsun, başkan seçilmesi, ülke koşullarının dayattığı
bir gereklilik ve zorunlu bir sonuçtu. Kimse, onun kadar açık,
kolay anlaşılır ve uygulanabilir hedeflere sahip değildi.
Kimsenin, onun gibi bilinçle hazırlanmış, halkın isteklerine
yanıt veren, tutarlı ve gerçekçi bir programı yoktu. Programı
uygulamaya kesin kararlıydı. Emperyalizmle çatışmaya, iç
savaşın sorunlarını göğüslemeye kimse onun kadar hazır
değildi.
“Sonsuz
Sabır”
Yaşının
ötesinde gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi
görüşlerini, “sonsuz
bir sabırla”
delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye çalıştı. Pek çok
şeyin, bu kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu.
Sabahlara dek süren konuşmalar, “insanları
etkileyen sohbetler”
delegelerin arasına karışarak “saatler
süren tartışmalar”
yapıyordu.
Kimi zaman dünya ve ülke
siyasetinden, kimi zaman felsefeden ya da edebiyattan söz ederek,
“onları peşisıra
sürükleyen müthiş bir coşkuyla”16
konuşuyordu. Yönünü
bulamamış muhalefeti, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle
donanmış “sözcük
seli altında boğdu”.17
Türkiye’yi kurtarma inancı ona, “olağanüstü
bir ikna gücü” vermişti.18
Ulusal mücadeleyi temsil edip
yönetecek önder’in
o olduğu açıktı. “Son
derece kesin ve ödünsüz bir kararlılıkla yoluna devam etti, ne
istediğini bilerek, dolambaçlı yollara sapmadan”19
hedefine yürüdü. Başlangıçta yeterince güven duymayanlar, daha
sonra “büyüsüne
kapılarak”, etkisi
altına girdiler. Bilgi ve bilinciyle Kongre’ye yön veren, önemli
kararları belirleyen hep oydu.
Yaptığı konuşmalarda, ülkeyi
ilgilendiren hemen her konuyu nitelikli yorumlarla ele alıyor,
delegeleri aydınlatıyordu. İşgalciler ve onlardan güç alan
Hıristiyan unsurlar için; “milletimizin
onurunu kırmaya yönelen çılgınca hareketlere giriştiler. Batı
Anadolu’da İslamın mukaddes ocağına giren Yunan zalimleri
İtilaf Devletleri’nin hoşgörülü bakışı altında canavarca
facialar yarattılar” diyor,
“Ermeniler’in katliam
siyasetini, Pontus Krallığı hayalini, Adana, Antep, Maraş,
Antalya ve Trakya işgallerini”
20 anlatıyordu.
Kısır
Tartışmalar
Kongre’nin
ilk günleri, kısır siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde
politik saplantı durumuna gelen İttihat
ve Terakki karşıtlığı,
sözcükle uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman ve
güç yitimine neden oluyordu. “Sonsuz
bir sabırla” yürüttüğü
Kongre Başkanlığıyla, genellikle mandacılar’ın
gündeme getirdiği bu tür kısır tartışmaların aşılmasını
sağladı.
Öneri içermeyen verimsiz
konuşmaları, söz hakkını zedelemeden, somuta ve ülke
gerçeklerine çekmeye çalıştı. Nutuk’ta
o günleri şöyle anlatır: “İlk
açılış günü olan 4 Eylül günüyle Eylül’ün beşinci ve
altıncı günleri, yani üç gün, ittihatçı olmadığımızı
kanıtlamak için yemin etmek ve yemin metni hazırlamak; Padişaha’a
sunulacak yazıyı yazmak; Kongre’ye gelen telgraflara yanıt
vermek ve bilhassa Kongre siyasetle uğraşacak mı uğraşmayacak mı
tartışmalarıyla geçti. İçinde bulunulan mücadele ve uğraş,
siyasetten başka bir şey değilken, yapılan tartışmalar
şaşırtıcı değil midir?”21
Uzun tartışmalar sonunda
belirlenen yemin
metni, Kongre üyeliğinin koşulu sayıldı. Her delege kürsüye
çıktı ve Kur’an’a
el basarak aynı metni yineledi. Kongre yemini
şöyleydi: “Vatan ve
milletin saadet ve selametinden başka hiçbir kişisel amaç
izlemeyeceğime, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin canlandırılmasına
çalışmayacağıma ve
var olan
siyasi partilerin hiçbirisinin siyasi amaçlarına hizmet
etmeyeceğime Tanrı adı üzerine yemin ederim.”22
Merkezi
Ulusal Örgüt
Sivas
Kongresi, 7 gün sürdü ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin
tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması
için, birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda
ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı
Milli amacıyla
birleştirilerek somut bir ulusal program haline getirildi.
Ülke düzeyinde gelişen ve
gelişmekte olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt
içinde toplandı; bu girişimin kurallarını belirleyen bir tüzük
kabul edildi. Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil,
kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı; 1923’te
kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, anlayış ve programını büyük
oranda Sivas Kongresi kararlarından aldı.
Mandacılığın
Önlenmesi
Bağımsızlıktan
yana olanlarla, mandacılar
arasında en büyük ve son açık çatışma, Sivas’ta yaşandı.
Erzurum’a göre sayıları artan Mandacılar,
Kongre’ye önceden hazırlanmış kapsamlı bir bildiri sundular.
Bildiri oylansa belki de kabul edilecekti. Konu, taktik bir karşı
öneriyle, “Amerika’ya
bir mektup yollamak”
gibi “sudan bir karara
bağlanıp”
görüşmelerden çıkarıldı.23
Daha sonra, böyle bir mektup hiç
gönderilmediği gibi manda
konusu, Mustafa Kemal
ölene dek bir daha gündeme gelmedi. Sivas’ta kabul edilen tam
bağımsızlık anlayışı, milli
mücadelenin ve yeni
devletin vazgeçilmez ilkesi oldu.
Genel çerçeve olarak Erzurum’da
belirlenen Misakı Milli
kararları Sivas’ta,
“daha güçlü bir
biçime sokularak”24
barışın önkoşulu
haline getirildi. Ülkenin her yerinde Müdafaa-i
Hukuk, Reddi İlhak gibi
adlarla kurulmuş olan yerel direniş örgütleri, Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
olarak tek çatı altına toplandılar ve merkezi örgütün şubeleri
haline getirildiler. Cemiyet’in
kuruluşu, 11 Eylül’de, Mustafa
Kemal’in imzasıyla
Sivas Valiliğine bildirildi.25
Kararlar
Sivas
Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle,
11 maddelik Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
tüzüğünü ve bir ulusal
bağımsızlık bildirisi
niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti. Mustafa
Kemal başkanlığında
oluşturulan 16 kişilik Heyeti
Temsiliye, İstanbul
hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi güç merkezi, adı
konmamış bir tür hükümet olarak çıkıyordu.
Heyeti Temsiliye,
Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanana dek, yaklaşık yedi aylık
dönem içinde, “askeri
ve milli bürokrasiyi kendisine bağlamayı büyük çapta başardı”
ve “ikinci bir hükümet
olarak” 26
Kurtuluş Savaşı’nı yönetti.
Sivas’ta alınan kararlar özet
olarak şöyleydi: “Mondros
Mütarekesi imzalandığı anda Osmanlı
ülkesi içinde kalan ve
İslam nüfusun ezici biçimde çoğunluğu oluşturduğu bölgeler
bir bütündür, birbirinden ayrılamaz... Bunu çiğnemeye yönelik
her türlü işgal ve müdahaleye silahla karşı koymak, savunma
hakkını kullanmaktır ve meşrudur. Osmanlı Hükümeti, dış
baskı karşısında, ülke topraklarından bir bölümünü terk
etmeye yönelirse, buna karşı direnilecektir... Ülkedeki tüm
direniş örgütleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı
altında birleştirilmiştir... Kurulmuş olan yerel dernekler
örgütün birer şubesi olacaktır... Örgüt, Heyeti Temsiliye adı
verilen ve ‘vatanın tümünü temsil eden’ bir kurulca
yönetilecek, bu kurul gerek görürse
geçici hükümet
ilanına yetkili
olacaktır... Kuvayı Milliye’yi etken, milli iradeyi
egemen kılmak temel
ilkedir... Rumluk ve Ermenilik oluşturma çabalarına karşı,
birlikte savunma ve direniş, milli mücadelede esas alınmıştır...
Müslüman olmayanlara, egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi
bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.” 27
Kongre’nin
Gücü
Sivas
Kongresi, delegelerin tutuklanması buyruğunu veren Sadrazam Damat
Ferit’in görevinden
uzaklaştırılmasını isteyen bir karar almıştı. Karar,
Padişah’a telgrafla bildirildi. Ancak, telgraflar Padişah’a
verilmiyor ya da öyle söyleniyordu. Yanıt alınmaması üzerine,
“durumun sürmesi
halinde” İstanbul’un
Anadolu’yla telgraf bağının kesileceğini bildirdi ve 11-12
Eylül gecesi telgraf müdürlükleriyle kolordu komutanlıklarına
gönderdiği bir yönergeyle Anadolu’yu İstanbul görüşmelerine
kapattı. Yönergede, “bu
talimata engel olan telgraf görevlileri, bulundukları yerde hemen
askeri mahkemeye verilerek, en ağır cezaya çarptırılacaklardır”
diyordu. 28
Bu uygulamadan, yalnızca yirmi gün
sonra Damat Ferit
Hükümeti çekilmek zorunda kaldı. Yerine kurulan Ali
Rıza Paşa Hükümeti,
Bahriye Nazırı Salih
Paşa’yı, Mustafa
Kemal’le görüşmek
üzere Anadolu’ya gönderdi. 20 Ekim’de Amasya’da yapılan
görüşmenin Sivas Kongresi’nde seçilen Heyeti
Temsiliye için önemi,
görüşmede alınan kararlardan çok, İstanbul’un milli hareketi
tanımak zorunda kalmış olmasıydı.
Amerikan
Kurulu
Sivas
Kongresi’nin sona erişinden on gün sonra, 22 Eylül’de, General
J.G.Harbord
başkanlığında bir ABD kurulu, Sivas’a geldi. Kurul, “manda
konusunda Amerika’yı ilgilendiren sorunları incelemek”
ve “Ermenistan’da
çeşitli görüşmeler yapmak”
üzere, “Başkan
Wilson’un emriyle”
Türkiye’ye gelmişti. Millici hareketin gücünü nerden aldığı
merak ediliyor, önderiyle görüşülmek isteniyordu. “Sıtmadan
rahatsız ve yorgun”29
olmasına karşın
Amerikalılar’la “iki
buçuk saat süren” bir
görüşme yaptı, onlara düşüncelerini anlattı.
Görüşmede, “Amerika’nın
otoritesini fazla duyurmasını”
ve ABD’nin “Türkiye’nin
işlerine karışmasını”
kabul etmeyeceğini söyledi. Başında bulunduğu hareketin yalnızca
Ermenilere değil, “her
ırk ve dinden insana saygı gösterdiğini”
ve “ülkeyi kurtarmaya
kararlı olduğunu”
açıkladı.
İngiliz diplomat ve yazar Lord
Kinross bu görüşmeyi
şöyle aktarır: “Harbord
‘ne yapacaksınız’
diye sordu. Mustafa Kemal ince parmakları arasında çevirdiği bir
tesbihle oynuyordu. Bir anda sinirli bir hareketle tesbihinin
sicimini kopardı. Taneler ortalığa yayılmıştı. Teker teker
topladı ve yaptığının General’in sorusuna yanıt olduğunu
söyledi. Davranışıyla, ülkenin dağılmış parçalarını
biraraya getireceğini, düşmandan temizleyerek bağımsız ve uygar
bir devlet yaratacağını belirtmiş oluyordu. Harbord, bu tür bir
umudun ne mantığa, ne de askeri gerçeklere uyduğunu söyledi.
‘Bir takım insanların kendi canlarına kıydıklarını
biliyoruz; şimdi bir milletin intiharına mı tanık olacağız?’
dedi. Mustafa Kemal, ‘söylediğiniz
doğrudur General’
diye yanıt verdi. ‘İçinde
bulunduğumuz durumda yapmak istediğimiz şey, ne askerlik
açısından, ne de başka bir açıdan açıklanabilir. Ancak
herşeye rağmen, yurdumuzu kurtarmak, özgür ve uygar bir Türk
devleti kurmak ve insan gibi yaşamak için bunu yapacağız’.
Avucunu yukarı doğru dönük olarak, elini masanın üzerine koydu.
‘Başaramazsak’
diye devam etti; ‘bir
kuş gibi düşmanın avucu içine düşecek ve aşağılayıcı
şerefsiz bir yaşama katlanacak yerde-konuştuğu
sırada parmaklarını yavaş yavaş kapatıyordu-atalarımızın
çocukları olarak, dövüşerek ölmeyi seçeceğiz’.
Bunu söylerken yumruğunu tümüyle kapatmıştı.”30
Harbord’un,
“Her şeye karşın
başaramazsanız ne yapacaksınız”
sözlerini Nutuk’ta,
“generalin garip suali”
diye nitelendirir. Yanıtında, uluslararası ilişkilerde
geçerliliğini her zaman koruyacak olan şu değerlendirmeyi yapar:
“Bir millet, varlığını
ve istiklalini sağlamak için uygulanabilirliği
(kabil-i tasavvur)
olan girişim ve
fedakarlığı yaptıktan sonra, başarılı olur. Ya başaramazsa
demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, millet yaşadıkça
ve fedakar girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz
konusu olamaz.”31
DİPNOTLAR
- “Nutuk”, M.K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu. Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.103
- “Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.176
- “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.220
- a.g.e. sf.224
- “Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1994, sf.113 ve “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.96
- “Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.175-176
- “Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1994, sf.103
- a.g.e. sf.103
- “Ana Britannica” 28.Cilt, sf.83
- “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.226
- a.g.e. sf.226
- a.g.e. sf.227
- “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.193
- a.g.e. sf.193
- “Nutuk”, M.K.Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu, Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.119
- “Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.96
- a.g.e. sf.96
- a.g.e. sf.97
- a.g.e. sf.97
- “Atatürk’ün Bütün eserleri” Kaynak Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.311
- “Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.119
- “Atatürk’ün Bütün eserleri” Kaynak Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.330
- “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980, sf.195
- “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.228
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk, T.İş BankasıYay., Ank., sf.105
- Ana Britannica, 28.Cilt, sf.84
- a.g.e.sf.84 ve “Atatürk’ün Bütün Eserleri” Kaynak Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.361-362
- “Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.191
- “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.230
- a.g.e. sf.230
- “Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.231
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder