21 Temmuz 2014 Pazartesi

KUZEY AFRİKA BAĞIMSIZLIK SAVAŞLARI


Libya halkı, 1911'den 1931'e dek İtalyan işgaline karşı büyük bir direniş göstermiştir. Libya direnişinin destansı bir yanı vardır. İdeolojik, politik ve askeri yetersizlik içindeki bir önderlikle, kararlı ve kalıcı direniş içine giren Libya halkı, başta İtalyanlar olmak üzere tüm dünyayı şaşırtan bir direnç göstermiştir. Savaşımın uzun sürmesinin nedeni, kitleleri savaşım içine sokan önder kadronun, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bilinçten yoksun olması, buna bağlı olarak da savaşımı taşıyabilecek bir siyasi ve askeri örgütlenmenin yaratılamamış olmasıdır. Benzer durum, Tunus içinde geçerlidir.



Libya

Bodrumlu Türk denizcisi Turgut Reis, 1551 yılında Trablusgarb’ı (Libya’nın eski adı) aldığında, 1912 yılına dek sürecek 351 yıllık Osmanlı egemenliğinin temellerini atmış oluyordu. İki milyon kilometrekareye yakın toprak üzerinde, yalnızca Akdeniz kıyı şeridinin tarıma ve yerleşmeye elverişli olduğu bu çöl ülkesinin, uğrunda savaşım vermeğe değip değmediğini düşünenler de olmuştur. Ancak, Orta Akdenizdeki kıyıları, Korsika’dan Girit’e dek uzanan iki bin kilometrekarelik bölümü karşılayan bu ülkenin, Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletler için her zaman stratejik bir önemi olmuş, ancak bereketli kıyı ovaları sömürgeci güçlerin ilgisini çekmişti.

Osmanlı Yönetimi

Osmanlılar, egemenliği altına aldığı başka ülkelerde uyguladığı yönetim biçimini, Trablusgarp’da da uyguladı. Miktarını İstanbul’un belirlediği vergiler toplandı, asker ve hizmetli devşirildi, bunun dışında yerel halkın yaşam biçimine karışılmadı.
Osmanlı yönetimiyle Libyalılar arasında uzun yıllar önemli bir çatışma olmadı. Gerileme ve çöküş dönemine giren İmparatorluğun, sarsılan yönetim biçimi bozuldu ve çeşitli çatışmalar ortaya çıktı. Çatışmaları gideremeyen Padişah çareyi, Trablusgarp yönetimini 1711 yılında Karamanlı ailesine vermekte buldu. Karamanlı soyundan gelen beylerbeylerinin 1835’e değin süren yönetimi de, bu tarihten sonra sarsılmaya başladı ve Osmanlılar Trablusgarb’ı, 1843’de Cezayir’den gelen Senusiyye tarikatıyla birlikte yönetmeye başladı. 20.yüzyıla böyle gelindi.

İtalyan İşgali

Yüzyıl başından beri kendisine sömürge arayan İtalya için, Kuzey Afrika’da Batılılarca paylaşılmayan tek yer olan ve hemen karşısında bulunan Trablusgarp en uygun yerdi. Çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun burada herhangi bir gücü kalmamıştı. Trablusgarp ele geçirilecek en kolay ülkeydi.
İtalya, saldırı için; İngiltere, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dostu görünen Almanya’nın onayını aldı ve Osmanlı Devletine 28 Eylül 1911 günü bir nota verdi. Notada, Trablusgarb’dan 24 saat içinde çıkılması, bu yapılmadığında asker gönderileceği bildiriliyordu. İstanbul’un istemi kabul etmeyen ve görüşmelere hazır olduğunu bildiren karşı notası dikkate alınmıyor ve 24 saat içinde işgale başlanıyordu. Askeri eylemcenin (harekâtın) tüm hazırlıkları gizlice yapılmış ve nota tarihi neredeyse eylemcenin başlama emri durumuna getirilmişti. İşgal için ileri sürülen gerekçeler, benzerlerini günümüzde de sıkca gördüğümüz, Batı savlarına dayandırılmıştı; “Osmanlı subay ve memurları, Trablusgarp’da insan haklarını ihlal ediyor, başta İtalyanlar olmak üzere tüm yabancılara ve yerel halka kötü muamele ediyor. İtalya hükümeti bu duruma çözüm bulmak için duruma müdahale edecek ve Trablusgarp’ı askeri işgal altına alacaktır.”1

Sömürgeleşme

İtalya denize egemen olduğu için Osmanlı hükümeti deniz yolundan yardım gönderemedi. İngiltere’nin İtalya’yı desteklemek için Mısır’ı yansız ülke ilan etmesiyle, karadan da kuvvet gönderemedi. İçlerinde Mustafa Kemal ve Enver Paşa’nın bulunduğu kimi Türk subaylarının gizli yollarla gidip, yerel halkla birlikte başarılı bir direniş örgütlemelerine karşın, Trablusgarp İtalya’nın sömürgesi olmaktan kurtulamadı. Osmanlı İmparatorluğu, Balkan savaşları nedeniyle çekildi ve Ouchy Antlaşması’yla bölgedeki bütün haklarından resmen vazgeçti.

Halk Direnişi

Türkler’in çekilmesinden sonra yerel halkın işgale karşı direnişi sürdü. Kıyı şeridinde sıkışan İtalyan güçleri iç kısımlara giremiyordu. Senusi’lerin öncülük ettiği direniş 1912’den sonra tüm Libya’ya yayıldı. Yetersiz ve ilkel silahlarla direnen Libyalılar, askeri güçlerine göre son derece başarılı oldu ve Kasım 1918’de Trablus’da (Tripoli) bir cumhuriyet kurulduğunu ilan etti.
İtalya, halk direnişini kıracak zamanı kazanmak için uymayacağı bir anlaşmayla bu cumhuriyeti tanıdı. Nitekim 1922’de anlaşmayı geçersiz ilan ederek Libya’ya yeniden saldırdı. Libya halkının, işgale karşı tepkisi, 1918 ayaklanmasından daha sert oldu. İtalyanlar ellerindeki tüm gelişmiş silahlara ve düzenli ordulara karşın ayaklanmayı bastıramadı.

İtalyan Vahşeti

Türkleri insan haklarını çiğnemekle suçlayan İtalya, Libya’da benzeri sık görülmeyen bir vahşet sergiledi. İtalyan ordusu, içme suyunun halk için her zaman yaşamsal önemde olduğu bu çöl ülkesinde, su kuyularını dinamitledi ve kumla doldurdu. Köyleri ateşe verdi, köylüleri topraklarından sürüp, üstü açık toplama kamplarında açlığa tutsak etti.
Mısır-Libya sınırına 200 km. aşılması güç dikenli tel döşeyerek direnişçilerle ailelerini Libya’ya hapsetti. Ülkenin her yerinde insan avına girişti. Yapılanlara karşın halk direnişi 10 yıl daha sürdü. 11 Eylül 1931’de yakalanan direniş önderi Ömer el-Muhtar’ın, 20 bin bedeviye seyrettirilerek asılması üzerine direniş sona erdi.

Önderlik Sorunu

Libya halkının İtalyanlara karşı direnişinin destansı bir yanı vardır. İdeolojik, politik ve askeri yetersizlik içindeki bir önderlikle, bu denli kararlı ve kalıcı direniş içine giren Libya halkı, başta İtalyanlar olmak üzere tüm dünyayı şaşırtan bir direnç göstermiştir. Yenilginin gerçek nedeni, kitleleri savaşım içine sokan önder kadronun, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bilinçten yoksun olması, buna bağlı olarak da savaşımı taşıyabilecek bir siyasi ve askeri örgütlenmenin yaratılamamış olmasıdır.
Savaşa 1911-1922 arasında önderlik eden Senusiler, Ebu Talib’in soyundan geldiklerini söyleyen dini bir tarikattı. 1922-1931 direnişinin önderi Ömer el-Muhtar ise ulemanın alt tabakasından yaşlı bir din hocasıydı. Bunların emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşımını başarıya ulaştırmaları kuşkusuz olanaklı değildi.

İngiliz- Fransız Yönetimi

Libya, İtalya’nın 2.Dünya savaşında yenilmesine karşın bağımsızlığına kavuşamadı. 1939 yılında İtalya’ya bağlanan Libya, 1945’de İtalyanlar’ın elinden alındı ve İngiliz-Fransız ortak yönetimine verildi. Bu iki ülke, 1951 yılında Birleşmiş Milletler’den bir karar çıkartarak, kendilerine bağlı bir krallık düzeni kurdurdu ve sözde Libya’nın “bağımsızlığını” tanıdı.
İngiltere dilediği yerde askeri üs, havaalanı ve askeri birlik bulundurma haklarını korudu. ABD Trablusgarp yakınlarında, Akdeniz ve Ortadoğu stratejisinin en önemli unsurlarından biri olan Wheelus Field üssünü kurdu.

Petrol ve Şirketler

1959 yılında Libya’da zengin petrol yatakları bulundu. O güne dek, Akdeniz’e yönelik üs kurmaktan başka önemi olmayan bu ülke, uluslararası petrol şirketleri için olağanüstü önem kazandı. Ülkenin mali sistemine İtalyanlar, petrolüne de ABD ve İngiliz şirketleri egemen oldu. Libya Hükümeti, 1960’ların başında varili 1,5 dolardan satılan petrolden yalnızca 30 sent pay alabiliyordu.2
Kral İdris, borç karşılığı her türlü ödünü veriyor ve halk üzerindeki baskıyı giderek arttırıyordu. 1960’ların sonunda nüfusun yaklaşık yüzde 70’i ekonomi dışıydı ve son derece yoksul bir yaşam sürüyordu. Katılımcı yönetim geleneği olmayan Libya’da, birkaç güçsüz siyasi parti de 1952’den beri yasaktı.
Demokrasi havarisi ABD ve İngiltere, herhangi bir siyasal özgürlüğe izin vermemesi için krala baskı yapıyor ve ülkeyi dolaylı biçimde yönetiyordu. Toplumsal karşıtlık yalnızca Bingazi Üniversitesi ve Harp Okulunda soluk alıyordu. Nasır’dan etkilenen genç subaylar, Albay Kaddafi’nin önderliğinde 1 Eylül 1969’da yönetime el koydu.

Kaddafi

Kaddafi, 1971 yılından sonra özellikle petrol ile ilgili yatırımlarda yaygın devletleştirme uygulamalarına girişti. Devletin petrol üretimindeki payı 1973 yılında yüzde 51, 1974’de yüzde 61 düzeyine çıktı. Ülkenin ulusal geliri hızla arttı ve dış borç sorunu ortadan kalktı.3
Bir bedevi kabile şefinin oğlu olan Kaddafi 1942 yılında Sirte çölünde dünyaya gelmişti. Senusi olan ailesi yıllarca, İtalyanlar’a karşı verilen savaşımın içinde olmuştu. Kur’anı hatmetmekle başlayan eğitim yaşamı, Harp Okulu’nu bitirerek noktalanmıştı. Okumayı, bilimsel gerçeklere ulaşmaktan çok, garip düşüncelerine dayanak bulmak için sürdürmüştür.
Tutarsız kişiliği siyasi görüşlerine de yansımış; kimi zaman gözükara bir ‘anti-emperyalist (!) kimi zaman da, kadınların erkeklere tabi eksikli varlıklar olduğunu söyleyen gerici olmuştur. 1975 yılında “İslami bir atom bombası” yapması için Pakistan’a büyük para kaptırdı. 1980’de Çad’ı işgal etti, 1979’da da Uganda’nın vahşi diktatörü İdi Amin’i kurtarmaya çalıştı. 1981’de dünyanın en büyük teröristi ilan ettiği ABD’ye meydan okudu. 1986’da ABD’nin Libya’yı bombalamasından sonra ABD karşıtçılığı sona erdi.
Libya bağımsızlık hareketi hiçbir döneminde, sağlıklı bir önderliğe kavuşamadı. Libya halkının 1911’den beri sürdürdüğü özverili savaşım, ülkeyi kurtuluşa götürecek bir yönetimi gerçekleştiremedi. Ülke gelirleri petrol nedeniyle arttı ancak bu varsıllık; ayrıcalıklı dinsel kümelere, üst düzey devlet yetkilerine gitti ve Libya geri bir feodal ülke olarak kaldı.

Türk Devrimi’nin Libya’ya Etkisi

Libyalılar, özellikle 1922-1931 direnişi döneminde Türk Devrimi’nden etkilendiler. Anadolu’nun işgalden kurtarılması, İtalyanlar’a karşı eşitsiz bir savaşa giren direnişciler için benzersiz bir destek gücü oluşturdu. Direniş önderlerinden Şeyh Senusi 1923’te Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta şunları söylüyordu: “Afrika Araplar’ı sizden kendilerine yardımda bulunmanızı rica ediyorlar. Onlar mazlum Afrika halklarının esaret zincirinden kurtulması ve Afrikalılar’a özgür bir yaşam sağlamak için, Batılı emperyalist devletlere karşı yaptıkları mücadeleyi genişletmek istiyorlar.”4



Tunus

Tunus tarihi, Cezayir’in geçmişine çok benzer. Barbaros Hayrettin tarafından 1534’de alınması, 1574 yılında Osmanlı vilayeti olması, 1883’de Fransız egemenliği ve 1956 ya dek süren bağımsızlık savaşımları... Küçük yüzölçümüne karşın (164 bin km2) sahip olduğu sulak ve bereketli toprakları, Akdeniz’in tam ortasına uzanan ve Sicilya’ya 105 mil yaklaşan konumuyla, tarihinin bütün dönemlerinde Avrupalılar’ın ilgisini çekmiştir. Kartaca, İsa’dan önce uzun yüzyıllar Akdeniz’in en gelişkin tarım, ticaret ve el sanatları merkezi olmuş; Tunus Roma’nın tahıl, zeytinyağı ve şarap deposu görevini yapmıştır.
İngiltere’nin Mısır’ı elegeçirdiği günlerde, Fransa Tunus’u ele geçirdi. 19.Yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu öylesine güçsüz bir durumdaydı ki; Fransa, Tunus’u elde etmek için asker bile kullanmadı, bu işi masa başı kararlarıyla yaptı. 1878 Berlin Kongresinde Fransa’nın Tunus’taki özel çıkarları kabul edildi, 1881 Bardo Anlaşması ve 1883 El Marsa Sözleşmesiy’le Fransız protektorası (korumacılığı) kuruldu.

Baskı ve Direnç

Osmanlı yönetiminin sağladığı serbestliği ve özgür ticari ayrıcalıkları yitiren Tunuslular, Fransız sömürgeci yönetimine karşı savaşıma girişmekte gecikmedi. Aydınlar, hakları kısıtlanmış tüccarlar ve toprak sahibi çiftçiler başta olmak üzere Tunus halkı örgütlenerek tepkilerini göstermeye başladı.
Fransızlar burada da, yalnızca ekonomik değere sahip doğal zenginliklere değil, yerel halkın yaşam kaynaklarına el attı ve ele geçirdikleri tüm tarihsel, kültürel değerleri ülkelerine taşıdı.
1907’de kentlerde örgütlenen, Genç Tunus Partisi kuruldu. Partiden çok, yerel bir derneğe benzeyen bu parti, yetersizliklerine karşın, Tunus ulusçuluğunu yaymağa başladı. 1911 yılında, Fransız düşmanlığına dayalı, ayaklanmalar ortaya çıktı. Genel Vali Paul Cambon, 1921’e dek bu ayaklanmaları bastırmakla uğraştı.

Örgütlü Savaşım

Genç Tunus Partisi, 1.Dünya Savaşı sonunda içinden yeni bir parti çıkardı. 1920’de Destur Partisi kuruldu. Bir anayasanın hazırlanmasını ve protektora (korumacı) yönetimine son verilmesini isteyen bu parti, hızlı bir gelişme gösterdi. Parti, 1920 ve 1921’de ortaya çıkan geniş kapsamlı çatışmalarda etkin biçimde yer aldı. 1921 sonlarında sıkıyönetim ilan edildi ve Destur’un kurucusu Şeyh Tahalbi sürgüne gönderildi.
Ağır baskılar ve sürgünler nedeniyle Destur güç yitirdi ve belirgin bir biçimde eylemsizlik içine girdi. Zaten parti içinde, program, savaşım biçimi ve kurulacak yeni düzenin niteliği ile ilgili ciddi görüş ayrılıkları vardı. Eylemsiz dönemde bu çelişkiler artarak bölünmeye yol açtı. Tunus’un ünlü önderi Habib Burgiba ve yandaşları, 1933 yılında Destur’dan ayrılarak Yeni Destur Partisini kurdu.

Ayrılık

Türk Devrimi’nden tam bağımsızlık dışında, önemli ölçüde etkilenmiş olan Yeni Destur, demokratik, eşitlikçi ve Cumhuriyetçi uygar bir toplum düzeni istiyordu. Ancak, tam bağımsızlığı erken buluyor, aşamalı bir siyaset adına, Fransa ile en azından ekonomik ve kültürel bir işbirliğini benimsiyordu. Destur ise, Fransa ile tüm bağların koparılmasını; dinsel, kültürel ve siyasal alanlarda şeriat yasalarına göre yönetilen, gelenekçi bir toplumsal düzen istiyordu.

Gerçekler

Ulusal savaşım içine giren Yeni Destur, anti-sömürgeci savaşımın katı gerçeklerini çok kısa sürede gördü. Fransa’yla tüm bağların koparılmasını isteyen Destur yandaşları, savaşımın şiddetlendiğinde uzlaşmacı bir eğilime girerken; Yeni Destur, devrimci bir atılganlıkla, Fransa ile doğrudan çatışmaya girdi.
1934 yılında kapatılınca yasadışı biçimde çalışmalarını sürdürdü ve daha etkili oldu. 1937’de 400 şubesi ve 70 bin üyesi vardı.5 Aynı yıl başlayan işgal karşıtı kitle eylemleri, tüm ülkeye yayıldı ancak kanlı bir biçimde bastırıldı, yüzlerce Tunuslu öldürüldü.

Verilen Sözler

2.Dünya Savaşında, 1942-1943 yıllarında ülke, Almanlar tarafından işgal edildi. Bağlaşıklarla Almanlar, Tunus toprakları üzerinde yoğun biçimde savaştı.
Almanların çekilmesi ve savaşın bitmesinden sonra, Tunus’un konumunda herhangi bir değişiklik olmadı. Oysa, Fransa savaştan sonra yeni haklar tanıyacağını, gerekirse Tunus’tan çekileceğine yönelik sözler vermişti. Verilen sözlerin yerine getirilmesini bekleyen Tunuslular, yeni demokratik haklar yerine, sistemleştirilmiş yeni baskılarla karşılaştı.
1951 yılında Burgiba’nın sürgünden dönmesiyle, Fransız baskısı daha da sertleşti. Burgiba tutuklandı, yeniden kapatılan Yeni Destur, Güney’de örgütlediği gerilla güçleriyle silahlı savaşım başlattı. Vietnam’da yenilen, Cezayir’de başı dertte olan Fransa, Tunus’daki silahlı savaşıma yeterli güç ayıramadı. Bundan yararlanan ulusçular, çatışmaları Tunus’a yaydı ve Fransa’yı Tunus’dan çekilmeye zorladı. Sıkışan Fransa; 31 Temmuz 1954’de yayınladığı ve adını Kartaca’dan alan bildiriyle, Tunus’a kayıtsız koşulsuz özerklik verileceğini ilan etti.

Bağımsızlık

Habib Burgiba, 1 Haziran 1955’de Tunus’a döndüğünde 500 binden çok insanın coşkulu gösterileriyle karşılandı. O’nu bekleyenler yalnızca coşkulu kitleler değildi.
Destur, Komünist Parti ve Yeni Destur’un köktenci kanadının oluşturduğu bir karşıtçılar bloğu ile de karşılaştı. Bunlar, tam bağımsızlığı içermeyen özerklik uzlaşmasına karşı çıkıyordu.
Burgiba’nın karşıtçılara tepkisi sert oldu. 1955 Eylül’ünde toplanan Yeni Destur Kongresi’nde parti içi karşıtçılığı ayıkladı (tasfiye etti), bir bölümünü tutuklattı. Burgiba, karşıtçıların özerklik eleştirilerinin yapay olduğunu, onların ‘tam bağımsızlık değil güçsüz yapılarına karşın iktidarı istediğini’ söylüyor, ulusal bağımsızlığı Yeni Destur’un getireceğini savunuyordu. Savlarında haklı çıktı. Kısa bir süre sonra; Cezayir savaşından iyice bunalan ve Fas’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalan Fransa; ister istemez, Tunus’un bağımsızlığını da tanıdı ve bunu 20 Mart 1956 günü ilan etti.

Fransız Vahşeti

Bağımsızlığa karşın, Tunus’un Fransa’ya olan ekonomik bağımlılığı sürdü. Bu bağımlılıktan güç alan Fransa, Cezayir’i açıkça destekleyen Tunus’u cezalandırmak için, 1958 de Sakied Sidi köyünü, haber vermeden bambaladı ve bine yakın sivili öldürdü. Bu olaydan sonra Burgiba Fransa’ya karşı daha sert bir tutum içine girdi. BM’den karar çıkartarak, Fransa’nın Tunus’daki bütün askeri üslerini, Bizerte dışında boşalttırdı. Bu üssün boşaltılmaması nedeniyle, halka bir çağrı yapan Burgiba, barışcı bir eylem olarak, üssün çevresinin sarılmasını istedi. Toplanan kitleyi havadan bombalayan Fransa, 30 bin Tunusluyu öldürdü.
Bu olaydan sonra Burgiba’nın emperyalizme karşı tutumu daha kararlı ve eyleme dönük bir niteliğe ulaştı. Önce Tunus’daki Fransız yatırımlarını ulusallaştırdı daha sonra yabancılara ait tüm toprakları kamulaştırdı. Bu topraklar özel kişilere değil, köylülerin oluşturduğu kooperatiflere verildi. Yeni Destur ’un adı Sosyalist Destur olarak değiştirildi.

Türk Devrimi’nin Tunus’a Etkisi

Tunus, Türk devriminden etkilenen bir başka Arap ülkesidir. Bu etki, yalnızca Kurtuluş Savaşı dönemi ile sınırlı kalmamış, Mısır ve Cezayir’de olduğu gibi, Cumhuriyet dönemini de içermiştir. Uygarlık, çağdaşlık, devletçilik, cumhuriyetçilik, laiklik ve ulusçuluk gibi Kemalist kavram ve ilkeler; Tunus’ta aynı anlayışla uygulanmaya çalışılmıştır.
1956 Yılında Tunus’ta Cumhuriyet ilan edildiğinde, aynı yıl çıkarılan, Kişisel Haklar Yasası ile laiklik ilkesi yasal güvenceye kavuşturuldu. Özel mülkiyet dışlanmadan toplumsal içerikli bir devletçilik anlayışı uygulandı. Düşük düzeydeki sınıf çelişkileri ikincil sayıldı ve ulusal birlik anlayışına önem verildi. Kooperatifleşme, sanayileşme ve eğitim alanlarında, ulusçu atılımlara girişildi. 1983 yılında çok partili düzene geçildi.
Habib Burgiba Türk Devrimi’nden ne düzeyde etkilendiğini şöyle açıklamaktadır: “Sakarya Savaşı ve Sakarya Zaferi yirmi yaşımın en güçlü anısı olmuştur. O zamanlar kendi kendime şöyle diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?”
Mustafa Kemal için söyledikleri ise şöyledir: “Mustafa Kemal’in kişiliği halk kitlelerinin ayaklanması ve halk mücadelelerinin ölçüsü olmuştur. Bu mücadeleler, O’nun ölümünden sonra da genişleyip, Doğu ve Batı bloklarının dışındaki, üçüncü dünyada yayılmış ve onları sömürge egemenliğinden kurtarmıştır.”6

DİPNOTLAR

1 “İtalyanlar Kuzey Afrika’da” Fahri Belen, 20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kit., sf.302
2 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 4.Cilt, sf.1306
3 a.g.e. sf.1307
4 “Bir Sovyet Diplomatının Anıları” Aralof, Birey Yay., sf.122
5 “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.3092
6 “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin Çiller, Varlık Yay., sf.216-109





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder