5 Mart 2015 Perşembe

JAPON KALKINMASI




Japonya 1868’de başlattığı yenileşme ve kalkınma atılımıyla Batıya yöneldi ancak Batıya öykünmedi (taklit etmedi). Gelişimini, toplumsal yapısına uygun yöntemler kullanarak gerçekleştirdi. Karma ekonomiyi başarılı bir biçimde uyguladı. Kalkınmada devletin öncülüğü belirleyici oldu. Dış borçlanmaya ve yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmedi. Öz kaynakların ve halkın birikimlerinin yatırım sermayesine yönelmesini sağlandı. Ulusal sanayi gümrük duvarlarıyla koruma altına alındı.


Geri ve Gözden Uzak

Japonya, 19.yüzyıl ortalarında koyu bir feodal yapı ve sosyal gerilik içindeydi. Toplum bin yıl öncesinin gelenek ve kurallarıyla yönetiliyordu. 17.yüzyıldan sonra Japonya’ya ulaşan hemen tüm Hıristiyan gemileri yakılmış, gelenlerin tümü öldürülmüştü. Feodal egemenler, Japon adalarından uzaklaşılıp başka insanlarla ilişki kurulmasını önlemek için büyük ve dayanıklı tekne yapımını yasaklamıştı. Japon eğitimi, bağnazlığın etkisi altındaydı.

1854 Sözleşmesi

Japonya, çok uzun bir süre dünyadan kopuk bir biçimde yaşadı; başka ülkelerle hiçbir biçimde ilişkiye girmedi. 1854 Yılında, birkaç savaş gemisiyle Amerikalılar’ın gelmesi ABD, İngiltere, Rusya ve Hollanda’ya konsolosluk açma olanağı sağladı. Bu gelişme, Japonların büyük çoğunluğunca ‘utanç verici’ bir durum olarak kabul edilmişti. 1854 Sözleşmesi, Japonya’yı anlaşması olanaksız iki kampa böldü. “Ya gelenleri kesmek ya da gelenler gibi kalkınmış olmak”.
Gelişme yanlısı aydın ve askerler, İmparator’un da desteğini alarak, II.Mahmud’un yaptığı gibi, güvenilmez unsurları temizleyerek orduyu yenileştirdi. Gelişmiş ülkelere devlet görevlileri gönderilerek oralardaki toplumsal koşullar inceletildi. Demiryolu, ekonomik yapılanmalar, buharlı makina, telgraf ve zırhlı araçlar önem verilen konular oldu. 1868 iyileştirmeler (reformlar) dönemine, (1868-1912) İmparatorun adından esinlenerek Meiji Dönemi denildi.

Meiji Dönemi

1868’de, halkı temsil edecek meclislerin kurulması kararı alındı. İlerici Parti’nin ilk işi, dinsel eğitim kurumlarını yıkarak, hiçbir koşulda ödün verilmeyen laik eğitimi yaygınlaştırmak oldu. Sanayi, ticaret, kültür ve hukuk alanlarında köklü yenileşmelere gidildi. Geri kalmışlıktan kurtulmak ve çağdaş uygarlığa yetişmek için toplumun bütün kurumlarında tutuculukla savaşıma girişildi. Ard arda gelen ayaklanmalar; İlerici Parti, Ordu, Hükümet ve İmparator birlikteliğiyle kanlı bir biçimde bastırıldı.

Yenileşme

İyileştirme yanlıları toplumda sayıca azınlıktaydı. Demokrasi gerçekleşsin diye seçme ve seçilme hakkı herkese verilmedi. Milletvekili seçimlerinde oy verme hakkı, ‘eğitim görmüş olma’ koşuluyla uygarlaşma yanlılarına tanındı. Başlangıçta tüm Japonya’da oy verme hakkına sahip seçmen sayısı yalnızca 460 bin idi.
1868 de başlayan iyileştirmeler ödünsüz uygulandı. 1925 Yılında Japonya’nın genç nüfusunun yüzde 99,4’ü çağdaş nitelikte laik eğitim görüyordu. Halkın yüzde 94’ü okuma yazma öğrenmişti.1 Eğitim düzeyi yükseldikçe seçmen sayısı da artmıştı. Japonya’da oy verme hakkına sahip olanların sayısı, 1925 yılında 13 milyona çıkmıştı. Japonya, tarihçi H.G. Wells’in sonradan söylediği şu sözleri bilmeden uygulamıştı: “Bir topluma seçme hakkından önce eğitim verilmelidir. Seçmen oy vermeden önce bilgi sahibi olmalıdır. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır. Yeteri kadar eğitim görmeyenin elinde oy pusulası yalnız yararsız değil aynı zamanda tehlikelidir de.”2

Batıcı Değil Batılılaşma

Japonya Batıya yöneldi ancak Batıya öykünmedi. Gelişimini, toplumsal yapısına uygun yöntemler uygulayarak gerçekleştirdi. Karma ekonomiyi başarılı bir biçimde işletti. Kalkınmada devletin öncülüğü belirleyici oldu. Dış borçlanmaya ve yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmedi. Öz kaynakların ve halkın birikimlerinin yatırım sermayesine yönelmesi sağlandı. Ulusal sanayi gümrük duvarlarıyla koruma altına alındı.

Sanayileşme

Sanayileşme izlencelerinin (programlarının) hazırlık ve uygulamasında, kamu görevlileri ile özel firmalar sürekli iç içeydi. Hükümet, kendine bağlı ticari kuruluşları, belirlediği alanlarda tekelleştiriyor ve destekliyordu. Tekstil, elektrikli aletler, metal, demir-çelik ve enerji yatırımları, hızla gelişti. Girişimler, sanayi kolları ve imalatla sınırlı kalmıyor; finans, iletişim ve yayın alanlarını da kapsıyordu.
Başlangıçta belirli konularda görüşleri alınan yabancı danışmanların tümü, kısa bir süre sonra ülkelerine geri gönderildi. Japonya sanayileşme sürecinde, ulusal ekonomiyi koruyacak olan, yüksek gümrük vergileriyle dışalım sınırlamalarından ödün vermedi ve yabancı sermaye kullanmadı. Genel bir anlayış olarak, gelişmiş ülkelerin tümünün uygulamış olduğu bu tutumu, Japonya daha katı bir biçimde uyguladı.

Devletin İşlevi

Devlet, özel girişime tüm olanaklarını sundu ancak uygulanacak ekonomik politikalarda söz sahibi olmayı bırakmadı. Bu tutum, hemen aynısıyla bu gün de sürmektedir.
1925’lerde oluşturduğu devlet sanayi siyaseti ile dışsatımı geliştirmek için dışsatım birlikleri kurdu, dış pazarlar hakkında bilgi toplamak için yeni örgütlenmelere gitti. İç pazarda yıkıcı yarışma (rekabet) adını verdiği liberal ticari ilişkileri denetim altında tutmak için devlet tekelleri oluşturdu. 1931 yılında çıkardığı sanayi denetim yasasıyla, belirli sanayi sektörleri için piyasa denetimi getirdi.
Japonya’nın hızla gelişmesini sağlayan bu girişimlerin benzerleri, Türkiye’de genç Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanmaya başlanmıştı. Ne var ki, Türkiye’de de büyük başarı sağlayan bu tutum 1940’lardan sonra bırakılmış, Japonya’da ise kararlılıkla sürdürülmüştür.

Sorunlar Ve Savaş

Sanayide elde edilen gelişme Japonya’ya ‘yeni sorunlar’ da getiriyordu. I.Dünya Savaşı sonrasında tecimsel (ticari) yarışa, Avrupalılar’ın yanına ABD de eklenmişti. Dışsatım yeterince arttırılamıyor, hammaddenin hemen tümü dışardan geliyordu. Dünya pazarları önceden paylaşılmıştı ve bu pazarlarda Japonya’ya pay vermeye kimsenin niyeti yoktu. Sıkışan sanayi tekelleri, desteğini arkasına aldığı devletten daha çok destek ve dış pazar sağlamak için girişimde bulunmasını istiyordu. Açıkçası devlete, Ne yaparsan yap pazar sağla istemiyle yüklendiler. Örneğin Tokyo Borsasının üst düzey yöneticilerinden Kawai Yoshinari: “Devletin, doğru ve geniş bir bakışla zirvede durarak ekonomiye önderlik etmesini ve denetimini arttırmasını” istiyordu. Nissan şirketinin kurucusu Kuhara Funanasuka, ise “Hükümetten, Japon ulusunun başka devletlere karşı yarışma gücünü arttırması için yardımcı olmasını; dış pazarlara açılacak sanayilere, dış yatırım için uygun koşulları yaratmasını; bu girişim için hükümetin, tüm şirketleri, kârlarının yüzde 50’sini bu amaç için ayırmaya zorlamasını” istiyordu.3

Savaştan Sonra

Japonya ikinci dünya savaşından yenik çıkmasına karşın, aynı kalkınma anlayışıyla büyümesini sürdürdü. 1952-1973 Yılları arasında yıllık üretim artışı ortalama yüzde 10 oldu. 1960-1984 yılları arasında dünya otomobil üretimindeki payı yüzde 1’den, yüzde 23’e çıktı. Dünya imalat sanayi ürünleri dışsatımındaki payı, 1955 de yüzde 4,2 iken 1985 de yüzde 15,5 oldu. Dış yatırımlar 1951 de 3,6 milyar dolardan 1986 da 35 milyar dolara çıktı.4

DİPNOTLAR

1 “Atatürkçülük Nedir ?” Falih Rıfkı Atay, Bateş Yay., sf.12
2 a.g.e. sf.12
3 “Fletcher” sf.110-111, ak. J.E.Garten, “Soğuk Barış” Sarmal Y. 1994, sf.115
4 “Yeni Dünya Düzeni mi Süper Emperyalizm mi ?” Yıldız Serter, 05.02.1997. Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder