9 Mart 2015 Pazartesi

TOPLUMSAL YAŞAMDA EVRENSELLİK VE ÖZGÜNLÜK


Toplumlararası ayrımlar; yaşam biçiminden kültüre, inanç biçiminden üretim etkinliklerine dek her alanda varlığını sürdüren özelliklerdir. Toplum yaşamının kurallarını belirleyen ya da kuralları toplumsal düzen tarafından belirlenen siyasi düzenin, ayrılıkların etkisi dışında kalamayacağı açıktır. Her toplum, bugün yaşanan ancak geçmişle ilişkili olan toplumsal ve ekonomik koşulların belirlediği, kendine özgü bir yönetim biçimiyle yönetilir. Bu durum, temelinde nesnellik bulunan bir zorunluluktur.



Etkileyip Etkilenmek

Her toplum, kendisini oluşturan bireyler gibi, geçmişten gelen alışkanlıklara, geleneklere ve ortak değerlere sahiptir. Tarihsel birikime dayanan ve toplumsal yapıya biçim veren ortak yaşam, toplumun özgünlüğünü belirleyen ana unsurdur. Temel olan, toplumun kendisidir ancak hiçbir toplum, dünyada tek başına yaşamamaktadır. Dönemin özelliklerine ve toplumlararası ilişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak, istese de istemese de başka toplumlarla yakın ya da uzak ilişki içindedir. Hiçbir toplum, kendi içine kapanarak yaşayamaz. Başkaları tarafından etkilenirler ve başkalarını etkilerler. İnsanlık tarihi bir anlamda, çoğu çatışmaya dayanan bu etkileşimin tarihi gibidir.
Her toplum, dışa karşı kendisini korumak için, doğal bir dürtünün kendiliğinden oluşan bir içgüdüyle özsavunma içine girer. Korunma ya da etkileme eğilimi, toplumlararası ilişkilerde geliştirici bir çelişki olarak varlığını sürdürür. Bu süreç gerçekte bir uygarlık gelişimidir. Toplumlararası yakınlaşma uygarlaşmanın bir ölçütüdür ancak özellikle emperyalizm çağı olan günümüzde uygarlık, herhalde ondan daha çok, toplumsal kimliği korumayla sağlanacak bir ilerlemedir.

Geçmişten Gelen Bugünü Belirleyen

Toplumlararası ayrımlar; yaşam biçiminden kültüre, inanç biçiminden üretim etkinliklerine dek her alanda varlığını sürdüren özelliklerdir. Toplum yaşamının kurallarını belirleyen ya da kuralları toplumsal düzen tarafından belirlenen siyasi işleyişin, ayrılıkların etkisi dışında kalamayacağı açıktır.
Her toplum, bugün yaşanan ancak geçmişle ilişkili olan toplumsal ve ekonomik koşulların belirlediği, kendine özgü bir yönetim biçimiyle yönetilir. Bu durum, temelinde nesnellik bulunan bir zorunluluktur. Başkasına özenme ya da benzeme davranışı, başarı şansı olmayan girişimler, bozulmaya yol açacak sonuçsuz çabalardır. Her toplum, içinde bulunduğu koşullara uygun olarak gelişimini sürdürecektir. Yenileşmeyle, özenme ya da benzeme birbirine karşıt kavramlardır.

Tarihin Önemi

Toplumsal evrimi oluşturan olaylar, öncekiler tarafından belirlenen sonrakini belirleyen süreçler halinde; zamana ve koşullara bağlı olarak ortaya çıkar, gelişir ve gelişimini tamamlayarak bir başka döneme geçer. Geçmişte sonuç olan, yeni dönemde neden durumuna gelir ve bir başka yeni dönemin hazırlayıcısı olur. Sürekli değişimi içeren bu sonsuz süreç, tarihtir. Bu nedenle tarih; olayların yalnızca yer ve zaman gösterilerek yazılması değil, bütünlüğü olan ve uzun dönemlere yayılan gelişmelerin, birbiriyle ilişkilendirilerek yorumlanmasıdır. Önemli olan, eskide kalan olayları yalnızca öğrenmek değil, olaylardan bugüne yönelik yararlanabilir sonuç çıkarmaktır. Unutulmamalıdır ki “geçmişi unutanlar onu yinilemeye mahkümdur”. Bu anlamda “tarihçinin görevi geçmişi sevmek ya da geçmişten kurtulmak değil, bu günü kavramanın anahtarı olarak onu öğrenip geleceğe aktarmaktır”.

Özgünlük Evrensellik İlişkisi

Toplumsal gelişime yön veren ana etkenin, toplumun kendi içgücü olması; dıştaki örneklerden sonuç çıkarma, deneyimlerden yararlanma ya da uygun olanı kullanma girişimlerini kuşkusuz önlemeyecektir. Ekonominin olduğu kadar her siyasi düzenin, ne denli özgün olursa olsun, herkesin yararlanabileceği evrensel bir yanı vardır. Önemli olan, öykünmeciliğe (taklitçiliğe) düşmeden bu yanın değerlendirilmesi ve gelişim yönünde kullanılabilmesidir.
Ne denli karşıt görünse de, evrensellikle özgünlük birbirini tamamlayan niteliklerdir. Toplumsal olaylarla ilgilenenler, özellikle de siyasetle uğraşanların düşebileceği en önemli yanılgı, evrensellik adına özgünlüğün, özgünlük adına evrenselliğin göz ardı edilmesidir.

Yakınlaşma, Ayrışma

Toplumlar, tecimin (ticaretin) gelişmesiyle birbirlerine yakınlaşmaya başladılar. Bir yandan savaşıp çatışırken, bir yandan tecimsel ilişkiler geliştirip ekonomiye dayalı coğrafi birliktelikler ve kültürel yakınlaşmalar gerçekleştirdiler. Barışla savaşın iç içe girdiği, yok oluşların ya da yeniden ortaya çıkışların yaşandığı, güç dengelerinin sürekli değiştiği uzun tarihsel süreçlerden geçilerek bugünlere gelindi.
İnsanlık en yoğun, en karmaşık ve belki de en kuralsız kaynaşma dönemini günümüzde yaşıyor. İnsan davranışları birbirine benziyor ancak bütünleşmiyor, tecimin küresel işleyişi insanları birbirine bağlıyor ancak yakınlaştırmıyor.
Doğu-Batı başta olmak üzere, Kuzey-Güney ya da varsıl-yoksul ayrımları, ağır sonuçlarıyla sürüyor. Tarihsel, toplumsal ve ekonomik gelişkinliğin belirlediği siyasi düzen ayrımları, uzlaşmaz çelişkiler olarak varlığını sürdürüyor. Batıyla Doğunun, Kuzeyle Güneyin ya da varsılla yoksulun, benzer koşullara sahip olması kuşkusuz olası değildir. Evrensellikle özgünlüğün doğru kavranmasının gerektiği bir dönem yaşanıyor. Gelişmiş ülkelerde geçerli olan yönetim biçimiyle, azgelişmiş ülkelerdeki siyasi düzen işleyişi, birbirlerinden çok ayrı bir yol izliyor. Ayrımları yaratan nedenler, geçmişten gelen toplumsal özelliklere dayanıyor. Batı ve Doğu toplumları incelendiğinde, her toplumun kendine uygun yönetim biçimleriyle yönetilmeleri gerektiği açıkça görülüyor. Yenileşmeye dönük değişim gücü, başkasına benzeme ya da başkasının istediği gibi olmada değil, her toplumun kendi özgün yapısında bulunuyor.

Toplumsal Gelişim Ve Değişim

Ekonomik etkinliğin sonuçları olan siyasi kurum ve gelenekler, tarihsel-kültürel gelişimin zorunlu sonuçları, topluma yabancılaşmayan gelişim unsurlarıdır. Her ülke, görecelik içeren geri kalma ya da ilerleme sorunlarını, kendi özgün yapısına ve kendi gücüne dayanarak çözmek zorundadır. Özgünlüğün gözardı edilmesi ya da geriliğin nedeni sayılması, üstelik bir de bundan kurtulmak için başkasına benzemeğe çalışılması, geriliğin ve gericiliğin tam olarak kendisidir.
Toplumsal yapıyı ve bu yapıyı geliştirecek yöntemleri saptayarak geleceğe yön vermek için, tarihin ve onun doğal sonucu olan bugünün birlikte ele alınması, buna göre davranılması gerekir. Toplumsal gelişim; geçmişle bağlantılı, sürekli yenilenen ve değişimlerle bugüne gelen kesintisiz bir süreçtir. Bu sürecin doğru kavranması, gelecek için girişilecek politik savaşımın başarı koşuludur.

Ülkemizde siyasi çalışma yapanlar ya da yapacak olanlar, tarihsel, toplumsal ve ekonomik konuları değerlendirip olayları eleştirel bir yaklaşımla irdelemelidir. Bunu yapıp halkla ilişkiye geçtiklerinde, şimdiye dek kendilerine söylenen ya da gösterilenden çok başka bir dünyayla karşılaşacaklardır. İçinde yaşanan toplumu, tarihi kökleriyle birlikte tanımak, gelişim koşullarını ve niteliğini kavramak, onu geliştirip değiştirmenin önkoşuludur. Böylesi bir çaba harcanmadan girişilecek politik eylem, istek ve amaç olarak ne denli ileri, çağdaş ya da inançla dolu olursa olsun, başarılı olamayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder