26 Haziran 2015 Cuma

TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI – 3


12 Eylül, yıllarca süren aydın kırımının son ve en yıkıcı aşamasıydı. Yönetimi ele geçirenler, devletin bütün olanaklarını kullanarak yurtsever aydınları ağır bir şiddetle ezdi. Devlet kendi aydınını yok etti. 12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi gözaltına alındı ve bunların büyük çoğunluğuna işkence yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek için herkese yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259 idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri içeren 50 kişi idam edildi. Halkevleri, mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak”, 71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677 dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı. 300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında “işkenceden öldüğü” belgelendi. 299 kişi cezaevinde, 95 kişi “çatışmada” öldü, 43 kişi “intihar” etti. Öğretmen örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı, üçü silahla öldürüldü. Zararlı görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, TRT’nin çektiği kimi belgeseller yakıldı.





1974-1980 Katliam ve Vahşet Dönemi

1970-1980 arasında savcılık yapan Prof.Çetin Yetkin, İstanbul’da (1978) soruşturmasını yaptığı bir çatışma olayı için şunları anlatıyor: “Mecidiyeköy’de bir çatışma olduğunu ve iki kişinin silahla vurulduğunu ilettiler. Olay yerine gittiğimde, daha önce gelmiş olan polislerin bazılarının ağladığını gördüm. İçlerinde karşıt görüşte olanlar olsa da, hepsi iyi polislerdi. Yerde, 20 yaşlarında uzun boylu sırım gibi iki genç yatıyordu. Ana caddeye çıkan çapraz durumdaki iki sokak başında karşılaşmışlar ve aynı anda silahlarını çekerek birbirlerini tek kurşunla öldürmüşlerdi. Biri ülkücü, diğeri devrimciydi. Okumak için İstanbul’a gelen Orta Anadolu çocuklarıydı. Gördüklerimden son derece etkilendim ve duyduğum acıyı hiç unutmadım, yaşamım boyunca unutacağımı da sanmıyorum.”1
1960 sonlarında üniversite gençliği içinde yaşanan çatışmalar, başka bir boyut ve içerik kazanarak 1974’ten sonra yeniden başladı ve kısa bir süre içinde şiddetin her türünü içeren büyük bir çatışmaya dönüştü. Çatışmaların 1974’te başlaması boşuna değildi. Türkiye Kıbrıs’a askeri çıkarma yapmış ve Türk bölgelerini koruma altına almıştı. Bu girişimden sonra Türkiye, dışarda ekonomik ve askeri yasaklamalar (ambargo), içerde ise zamanla iç savaş halini alacak bir çatışmayla karşı karşıya kaldı, programlanmış bir terör karmaşası içine çekildi.

Çatışmadan Vahşete

1974 sonrasında çatışmalar, bu kez vahşi bir durum almıştı. Yeni örgütler ortaya çıkıyor, bunlar sınır tanımaz bir saldırganlık içinde, çatışmayı ülkenin her yanına yayıyordu. Yükselen yeni terör, öğrenci ağırlıklı ülkücü, devrimci çatışmasını gölgede bırakmış, profesyonel eylemlere dönüşmüştü. Sağ ve sol olarak adlandırılan bir kısım insanlar, hem birbirleriyle hem kendi içlerinde, silah kullanarak çatışma içine giriyordu. Solcu sağcıyı sağcı solcuyu, hatta solcu solcuyu, sağcı sağcıyı acımasızca öldürüyordu. 1975’te kurulan ASALA, Batı başkentlerinde Türk diplomatları öldürüyor, aynı yıl Türk devletiyle çatışmaya hazırlanmak üzere PKK kuruluyordu.
1974’ten sonra yalnızca öğrenciler değil, toplumun değişik kesimlerinden insanlar çatışma içine çekildi. Siyasetle ilgisi olsun ya da olmasın her sınıftan insan ayrım gözetilmeden saldırıya uğradı, yaralandı ya da öldürüldü. İşçiler, öğretmenler, doktor ve mühendisler, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar, ozanlar, parti başkanları, milletvekilleri, savcılar, emniyet müdürleri, bakanlar, hatta başbakanlar bile artık terörün hedefiydi.
İnsanlar tek tek ya da toplu olarak, acımasız yöntemlerle katlediliyordu. Topluluklar üzerine bombalar atılıyor, toplu taşım araçları, mitingler kurşunlanıyor, kaçırılan insanlar işkence edilerek öldürülüyordu. Bu iş için eğitildiği belli olan bir küme insan çılgına dönmüş yokediciler gibi vurdular, kırdılar, öldürdüler. Kan dökerken kural tanımama ve dizginlenmeyen bir öldürme duygusu, sonsuz ve ilkel bir vahşete dönüştürülerek ülkenin her yerine yayıldı. Türkiye bu kez ikiye değil, belki de iki bin parçaya bölünmüştü.

Örnekler

Devrimci kesimden üniversite öğrencisi Rıfat Kurt’un yakılmış cesedi, 27 Mart 1977’de sokakta bulundu. Adli tıp raporuna göre Rıfat Kurt, diri diri yakılmıştı. Tüm Öğretmenler Birliği Dayanışma Derneği (TÖP-DER) üyesi Mehmet Baş adlı lise öğretmeni, İstanbul Çatalca’da; kolları ve boğazı kesilip, sağ gözü oyularak ve tam yirmisekiz yerinden bıçaklanarak öldürüldü.
25 Mayıs 1977’de Ordu’nun Kazgan İlçesi Tavacık Köyü İlkokulu öğretmeni Münir Özsever, dövülerek uçuruma atıldı, parçalanmış cesedini bir hafta sonra köylüler buldu.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi öğrencilerinden Kıbrıs uyruklu “devrimci” Muharrem Özdemir, 6 Aralık 1977’de işkence edildikten sonra ağzından kurşunlanarak öldürüldü.2
DİSK’e bağlı Genel-İş üyesi Ali Şahin, 6 Şubat 1978’de asılmış olarak bulundu. 9 Ekim’de Ankara Bahçelievler’de evleri basılan yedi üniversite öğrencisinden beşi evde kurşunlanarak ve havlu ile boğularak, ikisi Eskişehir yolunda enselerinden tek kurşunla vurularak öldürüldü.
16 Mart 1978’de güvenlik kaygısıyla okullarından topluca çıkan İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin üzerine bomba atıldı, biri kız yedi öğrenci öldü, kırk iki öğrenci yaralandı.
Okmeydanı Motor Sanat Enstitüsü öğrencisi Şakir Ay, 4 Kasım 1976’da, vücuduna “yüksek dozda uyuşturucu verilerek”, Kayseri Fevzi Çakmak Lisesi öğrencisi Mutad Karademir, kaldığı evde kafası sopayla parçalanarak öldürüldü.3
Benzer cinayetler, “ülkücü” kesime yönelik olarak da işlendi. 15 Mayıs 1976’da Afyon Sandıklı Lisesi öğrencisi ve Ülkü Ocakları üyesi İbrahim Türkeş, 17 Mayıs’ta, Erzurum Tortum İlçesi’nde yine Ülkü Ocakları üyesi lise öğrencisi Mustafa Ertaş bıçakla öldürüldü.
Milliyetçi Hareket Partisi, İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı’nın arabası 3 Ekim 1978’de tarandı ve Haşatlı yanındaki oğluyla birlikte öldürüldü. 12 Mart döneminde Maltepe’de Hüseyin Cevahir’i vuran Deniz Yarbay Cihangir Erdeniz emekli olduktan sonra açtığı av malzemeleri satan dükkanında tarandı, yanında çalışan gençle birlikte yaşamını yitirdi.4
1979 Ocağı’nda İstanbul Ümraniye’de beş “ülkücü” işçi, işkence edildikten sonra kurşunlanarak öldürüldü, MHP Genel Merkezi bombalanarak otomatik silahlarla tarandı. Bahçelievler Karakolu’na elli metre uzaklıkta gerçekleştirilen bu saldırıda Ömer Yüce ve Alper Demir adlı iki parti üyesi öldü.
MHP yöneticilerine değişik tarihlerde yapılan saldırılarda, MHP Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Çetin, Mardin İl Başkanı Ata Pehlivanoğlu, Uşak İl Başkanı Ali Köleoğlu, Kars İl Başkanı Hüseyin Cahit Aküzüm, Manisa İl Başkanı Cemil Çöllü, Tarsus eski İlçe Başkanı Ali Düzenli öldürüldü. Şişli İlçe Başkanı Yusuf Bahri Genç’in dükkanı tam on sekiz kez bombalandı, on dokuzuncu bomba arabasına kondu ve Yusuf Bahri Genç bu saldırıyla öldürüldü.5
CHP’liler ve herhangi bir siyasi oluşum içinde yer almayan insanlar da öldürülüyordu. Denetim dışına çıkan saldırganlık, Türk toplumunun tarihinde ve töresinde olmayan bir vahşet dalgası toplumun üzerine çökmüştü. Ölme ve öldürme günlük yaşamın bir parçası olmuş, ülkenin binbir zorlukla yetişmiş aydınları, yani zaten kıt olan eğitimli insan kaynakları yok ediliyordu.
Dehşet eylemleriyle şoka sokulan toplum, kendine güvenini yitiriyor; insanlar, sayıları hızla artan ve bulunduğu yörede etkinlik kuran örgütlerden birine katılmak ya da katılmış görünmek zorunda kalıyordu. Türk toplumu yalnızca insanlarını değil, en güç koşullarda bile ayakta kalmasını sağlayan, birlik ve dayanışma geleneklerini yitiriyordu.
İşkence ve öldürmeye dayalı eylemler, kişisel ya da kümesel çatışmadan çok, toplumu sindirmeyi ve ulusal dayanışma geleneklerini yok etmeyi amaçlıyordu. O nedenle, terörün kendi mantığı içinde bile var olması gereken eylem sınırlaması, bu saldırılarda görülmüyor, hiçbir nedeni olmadan adam öldürülüyordu. Üstelik bu utanç verici ve insanlık dışı eylemler, örgüt bildirileri ve açıklamalarla sahiplenilmekten çekinilmiyordu.

Sınır Konmamış Öldürme

1980 yılının ilk dokuz ayı içinde (1 Ocak-12 Eylül arası), aralarında bir milletvekilinin de bulunduğu 29 CHP yöneticisi öldürüldü. 14 Nisan 1978’de, Kahramanmaraş Pazarcık Postanesi’ne gönderilen bir paket, PTT görevlisini öldürdü. 3 gün sonra 17 Nisan’da, bu kez Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, yine paketli bomba ile gelini ve iki torunuyla birlikte katledildi.
4 Temmuz’da Antakya’da gerçekleştirilen öldürme olayı, duyanlara inanılmaz gibi geldi ancak gerçekti. Bir evin alt katını boyayan işçi Mehmet Çelik, sigarası bitince üst katta kalan ve hiç tanımadığı kişilerden bir sigara istiyor. Kendisine fünyeli bir sigara verilen Mehmet Çelik, patlama sonucu yüzü parçalanarak ölüyordu.
Öldürme olayları lise öğrencilerine dek yayıldı. 10 Ocak 1978’de Elazığ’da, lise üçüncü sınıf öğrencisi devrimci Selahattin Öndek tanıdığı ülkücü liseliler tarafından şişlenerek öldürüldü.
27 Kasım 1978’de, Erzincan’da bir evin önüne patlayıcı koyduktan sonra zili çalıp kaçan kişiler, bir ev hanımının yaşamını yitirmesine yol açtılar.
18 Nisan 1978’de, Malatya’ya 8 km uzaklıktaki Beylerderesi Köprüsü yakınında, tren yoluna bağlanan üç genç, canlı canlı tren tarafından parçalandı.
1 Mayıs 1978’de, İstanbul Sarıyer’de bulunan erkek cesedinin kimliğinin saptanamamasının nedeni, yakılarak öldürülmesi ve kömür haline gelmesiydi. 3 Kasım’da, İstanbul Silivri’de bulunan erkek cesedinin kimliğinin saptanamamasının nedeni ise, ellerinin ve başının kesilmiş olmasıydı.6

Ruhsal Çarpıklık

1979 yılında gazetecilere işlediği cinayetlerle ilgili açıklamalarda bulunan Veli Can Oduncu, şunları söylemişti: “Erkin Akın bana ‘Fatih’te solcuların gittiği bir kahve var, orayı kurşunlayacağız’ demişti. Sarhoşluğumuz devam ediyordu. Kahveye girdik, tabancalarımızı çektik. Erkin bana, aynı masada oturan yirmi yaşlarında iki kişiyi gösterdi. İkimiz birden iki metre mesafeden ateş ettik. Taksi tutup Zeytinburnu’na döndük. Eve gidip yattım. Ertesi gün, gazetelerde Fatih’te bir kahvede, iki ülkücünün kurşunlanarak öldürüldüğünü okuyunca şaşırdım. Erkin’e ‘sen bana solcu dedin, vurduklarımız ülkücüymüş’ diye söylenince, ‘ben öyle biliyordum’ dedi.” 7
Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) adlı örgüt tarafından MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı ve oğlu’nun öldürülmesi olayıyla ilgili olarak bir bildiri yayımlanmış ve bu bildiride şunlar söylenmişti: “Daha yolun başındayız. Bazı MHP yöneticilerini, devrimci kanı dökenleri azalttık.. Kararlıyız. MHP’nin bütün kilit adamları azaltılacaktır.. Başbuğlarına da sıra gelecektir.” 8

Herkes Herkesi Öldürüyor

30 Temmuz 1978’de, Adana’nın Dumlupınar semtinde, Halkın Sesi ile Halkın Kurtuluşu adlı “devrimci” kümeleri arasında çıkan çatışmada, Halkın Kurtuluşu’ndan Faysal Kelleci ve Oktay Çiğdemal bıçaklanarak öldürüldü. Çatışma nedeni, aynı mahallede gazete satmaktı.
29 Eylül’de Kars’ta, bu kez Devrimci Yol ile Halkın Kurtuluşu arasında bir çatışma yaşanıyor, burada da Halkın Kurtuluşu’ndan Eğitim Enstitüsü öğrencisi Vedat Yılmaz kurşunlanarak öldürülüyordu. Aynı kümeler, 29 Eylül’de İstanbul Çağlayan’da bildiri dağıtma yüzünden birbirine giriyor, burada Yüksel Bakır adlı örgüt üyesi işçi, yaşamını yitiriyordu. 23 Kasım’da Urfa’da, Ferit Uzun adlı Ziraat Mühendisi, “devrimci” kümeler arasında slogan atma yüzünden çıkan çatışmada öldürülmüştü.9
28 Temmuz’da, Rize’nin Güneysu Bucağı Yeşil Köyü’nde, akıncılar içindeki çatışmada tabancayla vurulan Kaya Muradım’ın katili, bir başka akıncıydı. 26 Ekim’de Malatya Darende’de, ülkücü İrfan Altaş, ülkücü öğretmen adayı Hacı Abdullah Köse’yi, “din konusundaki tartışma nedeniyle” öldürmüştü.10
Öldürmelerdeki sınır tanımazlık o denli genişlemişti ki, siyasi cinayetlerde yalnızca erkekler değil, genç kızlar da öldürülüyordu. Böyle bir olay Türk tarihinin hiçbir döneminde yaşanmamıştı; kadın, Türkler’de saygı gören bir varlıktı. Ankara Ziraat Fakültesi öğrencisi Aynur Sertbudak, Aralık 1976’da pusu kurularak; İstanbul’da İGMYO öğrencisi Çiğdem Yıldır, Mayıs 1977’de kurşunlanarak; Üniversite sınavı için Görele’den Trabzon’a gelen Hatice Sefer Haziran 1978’de kurşunla; Ankara’da öğretmen İclal Akın Temmuz 1978’de yine kurşunla öldürüldüler.11

Malatya, Kahramanmaraş, Sivas, Çorum

Malatya’yla başlayan; Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum’la süren toplu öldürmeler, 1974-1980 karmaşası içinde üzerinde pek durulmayan önemli olaylardır. Alevi yurttaşlara yönelen ve çocuklardan yaşlılara kadınlardan korumasız hastalara dek çok sayıda insanı ayrımsız içine alan öldürme eylemleri, kendiliğinden gelişen çatışmalar değil; önceden hazırlanan, amacı belli, planlanmış eylemlerdi.
Malatya’daki saldırıların görgü tanıklarından Avukat Süleyman Efe, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Allah Allah diyerek tekbir getiriyor, saldırıyor, kepenklerini kırabildikleri dükkanları yağmalıyorlardı. İki gün öncesinde camilerde vaazlar verilmiş, köylere mektuplar gönderilmişti. Malatya’da camilere bomba atılacağı, solcu komünistlerin bankalara saldırıp soyacağı bildirilmiş, tüm Müslümanlar din uğruna cihada davet edilmişti.” Bir başka, üstelik yetkili tanık; Muş valisi Ömer Haliloğlu ise şunları söylüyordu: “Cumartesi günü, köy yolları karla kaplı olmasına karşın dört bine yakın bir topluluk il merkezine gelmişti. Ellerinde sopalar vardı. Rusya’dan gelen komünistleri arıyorlardı. Kendilerine böyle bir propaganda yapılmıştı; din, Kuran elden gidiyordu, camiler kapatılacaktı...”12

Alevi Kırımı

Aralık 1978 Kahramanmaraş ve Mayıs 1980 Çorum olayları, toplu öldürme eylemlerinde yeni bir aşamayı gösteriyordu. Yaptıkları işte iyi eğitilmiş olduğu belli olan bir küme kışkırtıcı ajan; bağnazlığı, parayı ve mezhepsel kışkırtmayı kullanarak Alevi yurttaşlara karşı saldırılar düzenledi. Mahalleler basıldı, önceden belirlenen evlerde yaş ve cins farkı gözetmeden insanlar öldürüldü.
Anlamsız gibi görünen vahşetin elbette bir nedeni vardı. Türk geleneklerini Anadolu’da hala yaşatan ve Cumhuriyete bağlı aydın bir kesim olan milyonlarca Aleviye, yurtlarını terk etmeleri için gözdağı veriliyordu; toplu göçe zorlamak için yıldırılmaya çalışılıyordu.
Kahramanmaraş olayları, ülkücülerin beğendiği bir filmi oynatan sinemadan çıkanlar üzerine, bir ses bombası atılmasıyla başladı. Yalnızca bir kişinin ayağından yaralanmasına karşın, bir gün içinde ve karşılıklı olmak üzere önce TÖB-DER üyesi iki öğretmen, ardından iki ülkücü öldürüldü.
22 Aralık’ta dört cenaze birden kaldırılacaktı. Kentin hemen her yerinde, halkı çatışmaya yönelten yalana ve dinsel kışkırtmaya dayanan çağrılar yapılıyor ancak emniyet güçleri herhangi bir önlem almıyordu. Kahramanmaraş Müftüsü, resmi bir araçla kenti dolaşmış ve “kışkırtıcı konuşmalar yapmıştı.” 13
Resmi açıklama, olaylarda 136 kişinin yaşamını yitirdiği biçimindeydi. Ölü sayısının daha çok olduğunu savlayanlar da vardı. Gazetelere yansıyan haberlere göre, kolluk kuvvetleri, Ağrı Dağı eteklerine, “yaşları 16-40 arasında değişen, aralarında 4-5 yaşında çocukların da olduğu” çok sayıda ölü gömmüştü.14

Çorum

Çorum olayları, Kahramanmaraş’ın bir buçuk yıl sonraki yinelemesi gibiydi. 29 Mayıs 1980’de Cuma namazı sırasında bir caminin yakınında bomba patlamış, çevreye ateş açılmış ve bu garip olayın hemen ardından, “komünistler camileri yakıp yıktılar” biçiminde söylenti çıkarılmıştı.
Yapılanlar, gerek yaymaca ve gerekse saldırı yöntemi olarak Kahramanmaraş’ta olanların aynısıydı. Sonuçları da hemen aynı oldu. Yine yüzlerce ev ve işyeri yakıldı, 26 kişi öldürüldü, yüzlerce insan yaralandı. Çatışmalar Merzifon ve Amasya’ya da sıçradı ve yörede insana ürküntü veren olaylar yaşandı. “Kadınların iç çamaşırları çıkarılıp sırıklara takılıp sokaklarda dolaştırılıyor” ve Aleviler, “kadın-erkek, yaşlı-genç, hatta çocuk demeden” öldürülüyordu.15

Amaç

Malatya’da başlayıp Çorum’a dek yayılan tasarlanmış saldırı, siyasi ayrılıkların neden olduğu bir iç sorun değil, dış kaynaklı bir düzenlemeydi. Türkiye’ye yeni bir biçim vermek isteyen küresel güçler, gerekli dönüşümleri gerçekleştirecek yaptırım gücü yüksek yeni bir yönetim istiyor; çatışmalarla, böyle bir yönetim getirmek için gerekçe oluşturacak eylemler düzenliyordu.
Ulus-devlet işleyişini yerelleşmeye götüren emperyalist uygulama; etnik, dinsel ve mezhepsel çatışmayı küresel siyasetin merkezine yerleştirmişti. “Ilımlı İslam” olarak açıklanan siyasetin başarılı olabilmesi için, bu siyasete engel oluşturduğu düşünülen Aleviler’in sindirilmesi, bunun için de inanç ayrılıklarının çatışma aracı olarak kullanılması gerekiyordu. Ayrılıkçı Kürt hareketi ile birleşecek bir Alevi-Sunni çatışması, bu kullanım için verimli bir alan olabilirdi. Kahramanmaraş’ın üzerinde pek durulmayan ilk amacı buydu.
Türkler’in Anadolu’daki varlığının en eski ve ana bölgesi İç Anadolu’dur. Türklüğü burada yaşatan güç, yüzyıllar boyunca burada oluşan toplumsal yapıya ve inanç dengelerine dayanmıştır. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı bu bölgede başlatmış; Savaşı, Alevi ve Sunni halkın özverisine dayanarak ve Anadolu yaylasının içlerine çekilerek kazanmıştı. İç Anadolu, Türkler’in Anadolu’daki ana yaşam alanı, fetihler için insan kaynağı, gerektiğinde son ve güçlü direnme noktasıydı.
Batı, Anadolu’daki Türk egemenliğini, tarihin hiçbir döneminde içine sindirememişti. Sevr’le başarılamayan, farklı biçimde şimdi başarılmak istenen ve yoksullaşmaya bağlı göçlerle zaten sarsılmış olan toplumsal denge, inanç kümeleri arasına kin sokularak bozulmalıydı. Bunun için, Türk töresini Araplaşmaya karşı yüzyıllardır koruyan Aleviler göçe zorlanmalı, Orta Anadolu’da nüfus olarak azaltılarak güvensiz bir yalnızlık içinde, direnme gücünden yoksun, küçük bir topluluk haline getirilmeliydi. Türkiye ABD tarafından o denli teslim alınmıştı ki, Osmanlının başaramadığını Amerikalılar deneyecek ve işbirlikçileri aracılığıyla Alevileri, kendi ülkelerinde eritmeye çalışacaktı.
Kahramanmaraş’ın üzerinde durulmayan ikinci amacı buydu. Bu amaç, o denli açık yürütülüyordu ki, ABD Büyükelçiliği görevlileri, olaylardan bir hafta önce kente gelmiş ve kendilerini gizlemeye gerek duymadan, değişik kişi ve kümelerle görüşmüştü. Aynı ekip Çorum Olayları’ndan önce, Çorum’da da görülmüştü.16

CIA’nın Rolü

CIA, sonu yönetim değişikliğiyle bitecek çatışmalar yaratma konusunda kanıtlanmış yeteneklere sahip bir örgüttür. 1945’ten beri Türkiye’ye yerleşmiş ve bu uzun süre içinde hemen hiç izlenmemiştir. İzlenmek bir yana, arkasındaki devletin gücünden çekinen yönetimlerce çoğu zaman çalışmalarına göz yumulmuş, ya da desteklenmiştir.
Türkiye’ye atanan ABD büyükelçilik görevlileri, büyükelçi başta olmak üzere genellikle CIA ile ilişkili kişilerdir. Aydın kırımının arttığı 1965-1980 arasındaki on beş yıl, CIA’nin Türkiye’deki çalışmalarının en yoğun dönemidir.
CIA’nın darbe hazırlama konusundaki uzmanlığını, bu örgütte on bir yıl çalışmış olan Philippe Agee, Kaçış adlı kitabında şöyle açıklamaktadır: “Darbe konusunda CIA kadar uzman başka bir örgüt bulunmaz. CIA istediği zaman istediği ülkede, büyük karışıklıklar çıkarır, bunları finanse eder.. Karışıklık, darbe yapmak için istenen ortamı sağlar.. (Darbe yapacak olanlar y.n. ), ülkenin tam bir çıkmaz içinde olduğunu ve sorunu ancak kendilerinin çözebileceği bir ortamın yaratılmasını isterler. Bu da CIA’nın görevidir.. Darbe yapanlar genellikle CIA’nın adamlarıdır.”17
1974’le 1980 arasında Türkiye’de binlerce insan öldürüldü, onbinlercesi yaralandı. Köylerini kentlerini, adeta kaçarak terk edip başka yerlere göçenlerin sayısı bilinmiyor. Terörün yoğunlaştığı 1978-1980 arasındaki yalnızca iki yıl içinde 5241 kişi öldürülmüş, pek çoğu sakat kalan, 14152 kişi yaralanmıştı. Ancak, bu yıkım yetmemişti. Büyük yıkım, devlet terörü halinde 12 Eylül’le birlikte geldi.

12 Eylül Kırımı

12 Eylül, yıllarca süren aydın kırımının son ve en yıkıcı aşamasıydı. Yönetimi ele geçirenler, devletin bütün olanaklarını kullanarak yurtsever aydınları ağır bir şiddetle ezdi. Devlet kendi aydınını yok etti. 12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi gözaltına alındı ve bunların büyük çoğunluğuna işkence yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek için herkese yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259 idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri içeren 50 kişi idam edildi.18
Halkevleri, mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak”, 71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677 dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı. 300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında “işkenceden öldüğü” belgelendi. 299 kişi cezaevinde, 95 kişi “çatışmada” öldü, 43 kişi “intihar” etti.19
Öğretmen örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı, üçü silahla öldürüldü. Zararlı görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, TRT’nin çektiği kimi belgeseller yakıldı.20

Kırımların Toplumsal Boyutu

Ülkeleri için yaşamlarını ortaya koyarak inançları doğrultusunda mücadeleye atılan genç insanlar, siyasi eğilim ve görüşlerine bakılmaksızın 50 yıl boyunca hırpalandılar, acımasızca ezildiler. Oysa bunlar, güçlüklerle yetişmiş yurtsever insanlar ve değişik görüşlerdeki aydınlar. Türk ulusunun kültürel zenginliğiydi. “Sanki görünmez bir el” Türkiye’yi karıştırmış; ülke aydınlarını, özellikle topluma önderlik edebilecek aydınları yok etmişti.
Yitirilen ve yerleri hala doldurulamayan eğitimli insan birikimi, ulus olarak yitirilen değerler bütününün yalnızca bir bölümüdür. Gerçek yitik, toplum çıkarlarına gösterilen duyarlılıklarda ve haksızlığa karşı direnme geleneklerinde yaşanmış; özgür düşünce, düşünceyi eyleme dönüştürme girişkenliği ve Türkler’e özgü örgütlenme yeteneği büyük zarar görmüştü.
Toplum üzerinde o denli yoğun bir baskı oluşturulmuştu ki, örgütlenmek ve örgütlü davranmak, halkın gözünde en tehlikeli iş durumuna gelmişti. Doğru ya da yanlış ancak ülke çıkarını düşünerek davranan herkes cezalandırılmış, kitleler duyarsız ve edilgen bir topluluk durumuna getirilmişti. Üstelik, ağır biçimde yaşanan aydın kırımı henüz bitmemişti ve örneği olmayan biçimde sürdürülecekti. Sivasta insanlar yakılacak; Uğur Mumcular, Bahriye Üçoklar, Turan Dursunlar, Ahmet Taner Kışlalılar, Necip Hablemitoğlular sokak ortasında öldürülecekti. Gazeteciler, parti başkanları, rektörler ağır cezalara çarptırılacak; başta Genel Kurmay Başkanı olmak üzere, ordunun yüzlerce üst düzey komutanı cezaevlerine doldurulacaktı. Son dönem aydın kırımında, bedenler değil insanların ruhu öldürülmek istenecekti.

DİPNOTLAR



  1. Prof.Dr. Çetin Yetkin’le görüşmeden.
  2. Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Y., Top.Dön.Yay., – 1997, sf.325
  3. a.g.e. sf.281, 291, 332, 353
  4. a.g.e. sf.289, 341
  5. Ülkücü Hareket–I (1908–1980)” Hakkı Öznur, Akik, Ank.1996, sf.240, 256, 252
  6. Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., 1997, sf.337
  7. a.g.e. sf.284
  8. a.g.e. sf.341
  9. a.g.e. sf.339
  10. a.g.e. sf.339
  11. İleri Dergisi, 27.12.1976, Sayı 3 ve 27.06.1978 Sayı 11; Devrimci Yol Dergisi 15.05.1977, Sayı 2 ve 31.07.1978, Sayı 20
  12. a.g.e. sf.264
  13. Günaydın Gazetesi 26.12.1978
  14. Günaydın Gazetesi 26.12.1978
  15. a.g.e. sf.390
  16. Mehmet Ali Birant, 32.Gün Programı, CNN – Türk, Aralık 2003
  17. Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Y., 1997, sf.424
  18. Darbenin Bilançosu, Cumhuriyet 12.09.2000
  19. a.g.g. 12.09.2000
  20. a.g.g. 12.09.2000 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder