22 Eylül 2015 Salı

KÜRESEL YOKSULLUK


Dünya nüfusunun üçte ikisinin alış veriş yapacak parası yok, vitrin seyreder durumdalar. Bir milyar insan aç. İki milyar insan yoksulluk sınırı altına yaşıyor. Üçyüz milyon insan gıda yardımı alamazsa yaşayamaz durumda. Sekizyüz milyon insan sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor. Dünyada 1,5 milyar kent yoksulu var. Buna karşın dünyanın en varsıl 200 kişisinin toplam serveti, en yoksul 2,5 milyar insanın gelirine eşit.



Tanım

Azgelişmiş ülke tanımı; toplumsal ve ekonomik düzey, siyasi düzen ve kültürel yapı olarak geri kalmış çok sayıda ülkeyi kapsar. Yoksul, gelişmekte olan ya da üçüncü dünya ülkeleri tanımları da, aynı ülkeler için kullanılmaktadır. Dünya devletlerinin yüzde 90’ına yakınını bu ülkeler oluşturuyor. Gelir düzeylerine göre üstte yer alanlara gelişmekte olan, alttakilere ise yoksul ülkeler deniyor. Bunların tümünü gelişmiş ülkelere göre yoksul saymak da olanaklı.
Üçüncü Dünya Ülkeleri tanımı ise, son yirmibeş yılda dünyadaki değişim nedeniyle artık karşılığı olmayan bir sözcük durumuna geldi. Birinci ve ikincisini oluşturan NATO ve Varşova ülkelerinin dışında kalan tüm ülkelere üçüncü dünya ülkeleri adı verilmişti. Sosyalist yönetimlerin çökmesiyle ikincisi olmayan üçüncü durumuna gelmesine karşın, bu tanımı bugün de kullananlar var.

Ülkeler Sınıflaması

Dünyada, yirmi dört gelişmiş ülke bulunuyor. Bu ülkeler, gelir düzeyi, üretim gizilgücü ve uran güçleri bakımından öbürlerinden çok ilerdedir. ABD, Japonya, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Batı Avrupa ülkeleri bu kümeyi oluşturuyor.
Bu ülkelerden 12’si dünya üzerinde ölçülebilen ekonomik etkinliğin yüzde 80’ini gerçekleştiriyor. Dünyanın en büyük 200 şirketinin hemen tümü bu ülkelere aittir ve bu şirketlerin çoğunun yıllık cirosu, birçok azgelişmiş ülkenin ulusal gelirinden çoktur.1
Gelişmiş ülkelerin hemen altında, çoğu ölçüte göre gelişmiş ülke düzeyini henüz yakalayamamış ancak geniş kapsamlı sanayi üretimiyle gelişmiş ülke olmaya aday 15 kadar ülke var. Birtakım Avrupa Ülkeleri, Asya Kaplanları olarak adlandırılan, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Güney Afrika, İsrail, Malezya bu kümeyi oluşturuyor. Bir bölümüne NIC (Yeni Sanayileşen Ülke) denilen bu ülkeler teknolojik açıdan önemli oranda Japon, ABD ve Alman şirketlerine bağımlıdır.

Bağımlılar

Üçüncü halka, sınırlı düzeydeki endüstriyel üretimi tüketime yönelik olan ve yüksek kır nüfusuna sahip yoksul ülkelerdir. Sayıları 25 kadar olan bu ülkelerin, Yeni Dünya Düzeni’nin olumsuz koşullarından kendilerini kurtarmadan, bir üst kümeye çıkması olanaksızdır. Ağır dış borç yükü altındadırlar ve ekonomik dengeleri giderek bozulmaktadır. Bağımsız ekonomik politika uygulayamazlar.
Sanayileşme istekleri yabancı sermaye yatırımlarıyla sınırlıdır. Bunun için her türlü siyasi ödünü verirler. Ulusal kalkınma stratejileri uygulayarak kendilerine “entegre endüstri sistemleri” kuran NİC’lerin şansına artık sahip değildirler ancak sürekli geleceğin NİC’leri olmak isterler. Bunu başarmak için gerekli olan ne ulusal bilince, ne politik olgunluğa, ne ekonomik yöntemlere ve ne de akçalı kaynağa sahiptirler.

Eski Sosyalistler

Dördüncü küme Doğu Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerdir. Bunların 2.Dünya Savaşı öncesine de dayanan yüksek bir sanayileşme düzeyleri vardır. İyi eğitilmiş bir iş gücüne sahiptirler. Ancak, bu ülkeler sahip oldukları birikimi, değerlendirebilecek durumda değildir. Sovyetler Birliği’nden ayrılanları ve AB’ye katılanları sayarsak 20 dolayında olan bu ülkeler, kendi içlerinde de ayrımlı gelişim düzeyine sahiptir. Bunların içinde yer alan Rusya’nın kuşkusuz ayrı bir yeri vardır. Rusya yaşadığı hızlı değişimin yarattığı toplumsal karışıklığı, toplumsal ve ekonomik dengeye dönüştürebilmesi durumunda, gelişmiş ülkeler kümesi içinde yerini alabilecektir.
Özel konumda olan bir başka ülke Çin’dir. Çin, son yirmi yılda gösterdiği gelişme başarımı (performansı), uyguladığı kalkınma yöntemi ve elde ettiği büyüme hızı ile gelişmiş ülkeleri yakalayıp geçme gizilgücüne sahip bir ülkedir.

Petrolcüler

Beşinci küme, petrolden başka geliri olmayan paralı ancak son derece geri OPEC üyesi ülkelerdir. Çoğu Ortadoğu’nun feodal çöl krallıklarıdır. Gerek petrol üretimleri, gerek gelirleri ve gerekse yönetim yapıları; genel olarak, ABD tarafından denetim altında tutulmaktadır.
Bu ülkeler, sayısız tüketim ürünü yanında fabrika da dışalımlamaktadır. Ancak, kendi sanayi zeminlerini oluşturacak bilim ya da mühendislik birikiminden yoksundurlar. Açık tüketim pazarı olmaları yanında, büyük Amerikan, Alman ve Japon inşaat ve mühendislik şirketleri için hatırı sayılır iş alanlarıdır. Petrol gelirlerinin hemen tümü gelişmiş ülke bankalarının kasalarını doldurur. Sayıları 15 kadar olan bu ülkelerin, ekonomik üretkenlik anlamında herhangi bir gelecekleri yoktur.

Yoksullar

Altıncı küme Asya, Güney Amerika ve Afrika’da bulunan ve dünya ekonomik piramidinin tabanına yakın bölümde yer alan kırk kadar çok yoksul ülkeden oluşur. Dünya ekonomisindeki yerleri sömürgecilik devrindeki konumlarından daha iyi değildir.
Birkaç ambalajlama ve işletmeden başka, herhangi bir endüstriyel yatırımları yoktur. Yasal çerçevede para kazanabilen az sayıdaki insanın çoğu bu işletmelerde çalışmaktadır. Döviz elde etmeleri yalnızca dışsatıma bağlıdır ama ellerinde dışsatımlayacak bir ya da iki hammaddeden başka bir ürün yoktur. Bu ülkelerin yazgısı doğa koşulları ile oynak ve güdümlü dünya borsalarına bağlıdır.

Çok Yoksullar

Son küme, yoksullarında en yoksulu hemen hepsi Afrika’da yer alan, en azgelişmiş (hiç gelişmemiş daha doğru) kırkyedi ülkeden oluşur. Bu ülkeler o denli yoksuldur ki, dünyanın geri kalan bölümüyle ekonomik ilişkisi, açlık bölgelerine yapılan yardım çeklerini paraya çevirmek ve yabancı yardım kuruluşlarından gelen gıda çuvallarını açmaktan ibarettir. Küçük niceliklerle ilkel hammadde dışsatımlasalarda yoksulluk ve umarsızlık döngüsü içinde sıkışıp kalmışlardır.
Küresel şirketlerin yöneticileri hammadde, iş gücü ya da yeni pazar arayışı içinde dünyayı tararken en dipteki bu ülkeleri dikkate almazlar. Yönetim kurulu odalarında bu ülkeler dünya ekonomisinin parçası olarak kabul edilmezler.2

Kötü Gidiş

En varsıl ilk yüzde 20 dışındaki tüm ülkeler, ulusal bağımsızlığını koruma ve özkaynağa dayalı kalkınma konusunda, karar yetkisini yitirmişlerdir. Bugünkü durumları birçok bakımdan, küresel politikanın kalkınma izlencelerine katılmadıkları dönemden daha iyi değildir. Hemen tümünün; toplumsal dengesi, gelir dağılımı ve tarım-ticaret ilişkileri bozulmuş, ödeyemeyecekleri düzeyde borçlanmış ve ekonomik bağımsızlıkları büyük oranda ortadan kalkmıştır.
Kimileri, birtakım veriler göstererek bu ülkelerin elli yıl öncesine göre önemli oranda geliştiğini, bu gelişmenin uluslararası ticaretin bir sonucu olduğunu söyler. Üretilen enerji, açılan karayolu, kullanılan motorlu araç, gelişen iletişim ve çeşitlenen tüketimde gerçekten gelişme olmuştur. Toplumsal ilerleme gibi sunulan bu gelişmelerin ne anlama geldiğini görmek için, özellikle Dünya Bankası’nın kredi sözleşmelerine bakmak gerekir.
Tüketim ve karayolu, iletişim ve enerji yatırımlarındaki niceliksel artışın, ülkelerin toplumsal kalkınma ve ekonomik büyüme anlamına gelmediği açıktır. Bu tür artışlar, yabancı sermaye yatırımlarının öncelikleridir. Bunlar, ulusal pazarın uluslararası kullanıma açılmasını sağlayan sömürge tipi yatırımlardır.

Yoksuldan Varsıla

1893 yılında, İngiltere, Fransa ve Almanya toplam 62 milyar Frank sermaye dışsatımlamıştı. Bu miktar 1914 yılında 204 milyar Frank’a çıktı. Bu üç ülkenin yalnızca sermaye satışından ülkelerine döndürdükleri kazanç yılda 10,2 milyar Franktı.3
İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük güç olarak çıkan ABD, savaştan hemen sonra sermaye dışsatımını yoğunlaştırdı. ABD Ticaret Bakanlığı verilerine göre; 1950-1960 yıllarında, Birleşik Devletler 5,2 milyar Dolarlık doğrudan dış yatırım gerçekleştirdi. Aynı dönemde bu yatırımdan elde ettiği ve ülkesine aktardığı gelir ise 12,2 milyar Dolardı.4
Türkiye, Gümrük Birliği uygulamalarının başladığı 1996’dan 2014’e dek 18 yılda Avrupa Birliği ile yaptığı ticarette toplam 237,8 milyar dolar açık verdi. Bunun anlamı; Anadolu’nun yoksul insanlarının bu denli büyük bir kaynağı, Avrupalıların varsıllığına katmış olmasıdır.5

Sermaye Yitiği

Ulusal paranın yerini başta Dolar olmak üzere gelişmiş ülke paraları almıştır. Ülke dışına para çıkarmayı denetleyen yasalar, uzun süre işlemez durumda kaldıktan sonra yürürlükten kaldırılmış ve sermaye kaçışı yeni yasal düzenlemelerle olağan duruma getirilmiştir.
Yerli-yabancı para vurguncuları, anlaşmalı borsa şirketleri, hazineyi yağmalayan ‘işbilir’ politikacılar, kısa sürede elde ettikleri büyük boyutlu parayı, döviz olarak yurtdışına çıkarmaktadır. 1976-1985 yılları arasında Arjantin, Brezilya, Meksika ve Venezüella’dan bu biçimde 129 milyar Dolar çıkarılmıştı. Bu nicelik, aynı dönemde Hindistan, Malezya, Nijerya, Filipinler ve Güney Afrika’da 58 milyar Dolardı.6
Dokuz yıl içinde gelişmiş ülke bankalarına akan 187 milyar Dolarlık bu büyük servet, yoksulluk içinde kıvranan ülke halklarının zorluklar içinde elde ettiği birikimdi ve kayıt içi ya da dışı kazançlarla ülke dışına çıkarılmıştı.
Azgelişmiş ülkelerde, borç artışıyla sermaye kaçışı arasında dolaysız bir ilişki vardır. Borç yükü arttıkça yurtdışına sermaye kaçışı artmaktadır. Bu sonuç, yerel hükümet yetkililerinin borçlanmaya gösterdikleri sıcak isteğin nedenini de açıklamaktadır. “Küreselleşen” dünyada kişisel servetini, olağanüstü boyutlara ulaştırmamış azgelişmiş ülke yöneticisi kalmamış gibidir.

Yoksullaşma

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) 1997 verilerine göre; dünyanın gelir düzeyi en düşük, yoksul ve çok yoksul ülkelerde kişi başına düşen ortalama gelir, gelişmiş ülkelerdeki ortalama gelirin 1/60’ı kadardır. Oysa, bu oran 1965 yılında 1/30 idi. Bu ülke insanları 32 yıl içinde yüzde 100 daha yoksul olmuştu.7
Yoksul ve çok yoksul ülkelerde, GSMH 1965 yılında 74 Dolarken bu nicelik, 1990 yılında 283 Dolara çıkmıştı ancak aynı dönemde gelişmiş ülkelerin GSMH’sı 2281 Dolardan 17 056 Dolara yükselmişti.8 209 Dolar artışa karşılık, 14 775 Dolarlık bir artış...

Varsılın Korunması

Azgelişmiş ülke malları, gelişmiş ülkelerde dışalım kısıtlamalarıyla karşılaşmakta, tüm serbest ticaret söylemlerine karşın, dışsatımları engellenmektedir. Yalnızca tarım ürünleri değil, değişik işlenmiş mallar, bu uygulamadan payına düşeni almaktadır. Emek yoğun olduğu için azgelişmiş ülkelere bırakılan; tekstil, televizyon, el aletleri, ayakkabı, demiryolu malzemesi, bisiklet lastiği gibi bir dizi ürün, dışalım engelleriyle önlenmektedir.
Gelişmiş ülkelerde korumacılık, dışalımlanan üründeki işlenmişlik oranına göre artmaktadır. Bu tutum doğal olarak, azgelişmiş ülkelerdeki sanayileşme girişimleri üzerinde olumsuz etki yapmakta ve bu ülke yöneticileri, sanayileşme savlarından zorunlu olarak vazgeçmektedirler.9

Kural DışıEngeller

Merkezi Londra’da bulunan Milli Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün verilerine göre, kural dışı engeller, 1974 yılında dünya ticaretinin yüzde 40’ını etkilerken bu oran 1980 yılında yüzde 48’e çıkmıştı.10
Engellerin tümünü gelişmiş ülkeler koydu. ABD, Latin Amerika ülkelerinin, dışsatımladığı 1051 tür işlenmiş maldan 400’üne, Avrupa Birliği ise 479 işlenmiş maldan 100’üne kural dışı engel koymaktadır.11 1980-1983 arası, ABD’nin korumacılık uygulamaları yüzde 100 AB’nin uygulamaları ise yüzde 338 oranında artmıştır.12 ABD’de korumacılıkla ilgili olarak Temsilciler Meclisi’ne yalnızca 1985 yılında gelen yeni yasa sayısı 400’dür.13

Gerçeğin Yalınlığı

Sayılar, şu yalın gerçeği gösteriyor: Azgelişmiş ülkelerde piyasalar serbestleşiyor, uluslararası şirketler yayılıyor ve ulusal pazarlar çözülüyor. Buna karşın gelişmiş ülkeler “ekonomik ulusçuluğu” sürdürüyor. Koruyarak güçlendirilen varsıl ülke pazarlarının azgelişmiş ülkelere çekici gelen yüksek alım gücü, ekonomik ve siyasi bir silah olarak kullanılıyor. Bu pazarlar birinci sınıf koruma altına alınırken, azgelişmiş ülkelere serbestlik ve daha çok serbestlik öneriliyor.
Ocak 1999’da yapılan Dünya Ekonomik Forumu için geldiği Davos’ta, Malezya Başbakanı Mahattir Muhammet şöyle söylüyor: “serbest piyasa işleyişi herkes için ‘iyi’ olmalıdır... ABD’nin kendi ekonomisini korumacılık önlemleriyle koruma altında tutarken, Gore ve Rubin’in korumacılığa karşı görüşler ileri sürmelerini anlayamıyorum”14 (Gore ABD Başkan Yardımcısı, Rubin ABD Hazine Bakanı).

Varsıl Daha Varsıl, Yoksul Daha Yoksul

Yeni Dünya Düzeni’nin başlangıçta herkesi etkileyen söylemleri çok parlaktı. Dünya ulusları, eşit koşullarda yarışacak, ortak pazarlar ve gümrük birliklerine katılan azgelişmiş ülkeler mallarını varsıl pazarlara satarak yüksek gelir elde edecek ve yabancı sermaye yatırımları işsizlik sorunlarını çözüp ekonomik büyümeyi gerçekleştirecekti. Dünya küçülecek, insanlar ve ülkeler yakınlaşacak, kalıcı barış sağlanacaktı.
Ancak, günümüz dünyası bu tür bir görüntü vermiyor. Varsıl-yoksul, gelişmiş-azgelişmiş, ezilen-ezen çelişkileri, giderilmediği gibi durmadan artıyor. Dünyanın her yeri, ekonomik yetmezlik, siyasi ve askeri çatışmalar ve sayısız bölgesel gerilimlerle dolu.
Eşitlik, barış ve gönenç hala insanlığın uzağında duruyor. Bir avuç varsıl ülke, dünyayı dilediği gibi kullanıyor. Gelişmiş ülkelerde, devleti tam olarak ele geçirmiş olan büyük sermaye kümeleri, gerek kendi halkına gerekse tüm dünya halklarına işsizlik, geçim zorlukları ve baskıdan başka bir şey vermiyor.
Dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan gelişmiş ülkeler, 1970 yılında, tüm dünya gelirinin yüzde 73,9’unu alıyordu. Bu oran 1989 yılında yüzde 82,7’ye yükseldi. Dünya nüfusunun en yoksul yüzde 20 nüfusuna sahip ülkeler, dünya gelirlerinden yüzde 2,3 pay alırken, payları 1989 yılında yüzde 1,4’e düştü.15
Azgelişmiş ülkelerin dünya ticaretindeki payı, 1950 yılında yüzde 31 iken, bu pay 1989 yılında yüzde 21’e geriledi.16 Sayılar yalan söylemiyor; varsıl daha çok varsıllaşıyor yoksul daha çok yoksullaşıyor.
Dünya Bankası Avrupa Başkan Yardımcısı Jean François Rischard, bu gerçeği saklamıyor ve şunları söylüyor: “Gelecek 20 yılda yeni dünya ekonomisinde, varsıllar daha varsıl, yoksullar daha yoksul olacaktır”.17

DİPNOTLAR

1                “Küresel Düşler” R.J.Barnet – J.Cavanagh Sabah Yay., 1995 sf.225
2                “Küresel Düşler” R.J.Barnet – J.Cavanagh Sabah Yay., 1995, sf.228
3                “Imperialism” Hopson Londres 1902, sf.58 ve değişik kaynaklar ak. V.İ.Lenin “Emperyalizm” Sol Yay., 1969, 1.Baskı, sf.79
4                “Balance of Payments Statistical Supplement Revised Edition”, Washington D.C. ak. H.Magdoff “Emperyalizm Çağı” Odak Yay., 1974, sf.256
5                Devlet İstatistik Kurumu, “Ülke Gruplarına Göre Dış Siyaset”,  www.tuik.gov.tr
6              “The ABCS of International Finance” (Lexington, MA:Lexington Books, 1987) ak. N.Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.173
7          “Küreselleşme Baskısı Hız Kazanıyor” Bir.Mi.Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) 1997 raporu, Cumhuriyet 17.Şubat.1998
8                a.g.e.
9                “Dünya Bankası Raporu” 1985: 40 : Das, 1986: 61 ak. Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.113
10             “Migration of Financial Resources” sf.61 ak. a.g.e. sf.111
11             a.g.e. sf.111
12             Dünya Bankası Raporu sf.40 ak. Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.111
13             “A Fate Worse Than Debt sf. 66” ak. a.g.e. sf.111
14             “Asya’yı Serbest Piyasa Yaraladı” Cumhuriyet 01.Şubat.1999
15             UNDP (1992 Tablo 3.1) ak. R.Prendergast-F.Stewart “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma” Yapı Kredi Yay., 1995, sf.56
16             (UNCTAD 1990) a.g.e. sf.54
17             “Oyunun Kuralı Değişiyor” Cumhuriyet 05.11.1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder