29 Eylül 2015 Salı

TÜRK YAZINI (EDEBİYATI)


Türk edebiyatı; Arapça, Farsça ve bu dillerin Türkçe’yle karışımından oluşan Osmanlıca başta olmak üzere; Doğu ve Batı Türkçesi içindeki birçok Türk lehçesiyle de sayısız yapıt üretmiştir. Üretilen yapıtların niteliğini, sayısını, yayıldığı alanı ve yaptığı etkiyi ortaya koymak için; çok geniş bir araştırmaya ve uzmanlığa gereksinim vardır. Yalnızca Doğu Türkçesiyle üretilen yapıtlar ve yalnızca 150 yıllık Timurlular dönemi ele alınsa bile, karşımıza çok az insanımızın bildiği, yüksek ve çok yaygın bir yazın dünyası çıkacaktır.


Yazın Dili

Türkler’in çok eskiye giden zengin bir yazılı ve sözlü edebiyatı vardır. Orta Asya kökenli eski Türk edebiyatının büyük bölümü; göçler, savaş ve doğal yıkımlarla yiten kentler ve özellikle Arap yayılmasının yok etmesi nedeniyle günümüze ulaşamamıştır.
Türkistan’da eski kent yıkıntıları arasında bulunan yazma yapıtlar, bugün Rusya, Almanya, Fransa kütüphane ve müzelerinde saklanmaktadır. Berlin etnografya müzesinde yazılı metinler çoktur ve bu metinlerin bir bölümü okunup Almanca olarak yayımlanmıştır.1
8.Yüzyıla ait Orhon Yazıtları’ndaki anlatım gücü, Türkçe’nin edebiyat dili olarak gelişimini çok daha öncelerde tamamladığının kanıtı sayılır ve böyle bir dilin, kitabe yazıtıyla sınırlı olamayacağı kabul edilir. Göktürk abecesiyle yazılmış metinler, özellikle Uygur abecesiyle yazılan ve Budhacı-Manici görüşleri içeren el yazmaları, Türk yazılı edebiyatının köklerinin eskiye gittiğini gösteren kanıtlardır. İslamiyet öncesi dönemde, Türk şiirinin gelişkin ürünleri yazıya geçirilmişti. Aprin Çor Tigin, o dönemin en ünlü şairidir.2

Yazın Türleri ve Aruz


Göktürkler’den sonra 10. ve 11.yüzyıllardaki Karahanlılar döneminde, gerek kent ve gerekse bozkır halk edebiyatında, gelişkin ürünler ortaya çıktı. Karahanlılar, Azeriler, Çağataylar ve Türkmenler, ürettikleri edebiyat yapıtlarını tümüyle Türkçe yazdılar.
Yazılı edebiyat, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra, büyük oranda Arapça ve Farsça ağırlıklıydı. Ancak, sözlü halk edebiyatı Türkçe ürün vermeyi sürdürdü.
Yazılı edebiyatta; Arap kökenli aruz vezni, Arap-İran kökenli kasîde, gazel ve mesnevî türleri kullanılmaya başladı. Yapıtlarda kullanılan dil, halkın kullandığı Türkçe’den uzaklaştı ve Arapça-Farsça sözcüklere, bu dillerin kurallarıyla türetilmiş ad ve sıfat tamlamalarına dayandırıldı.
Arapça ve Farsça’nın Türkçe’ye yoğun girişi, aruzla nitelikli yapıtlar verilmesini sağladı ama aynı zamanda, dilde bozulmaya ve halktan kopuk bir edebiyat türünün ortaya çıkmasına neden oldu. Aydınlar, zaman içinde halka yabancılaştılar ve saray elitleri haline geldiler; çünkü bu edebiyat, saray çevrelerinde değer görüp destekleniyordu.

Sözlü Yazın

Sözlü edebiyat, Türkçe’yi dikkatlice ve her yönüyle koruyarak, halkın sorunlarını işleyen özgün yapıtlar üretmeyi sürdürdü.
Tarikatlarla beslenen tekke edebiyatı; din, tarih, tasavvuf ve direniş konularını, geniş halk kitlelerinin kavrayıp sevebileceği biçimde işledi; yalın bir dille, ileri bir bilgesel olgunluğa ulaşan yapıtlar üretildi; kentten kente, köyden köye dolaşan halk ozanları, benzersiz yapıtlar yarattılar.

Kaşgarlı Mahmut ve Divanı Lugati’t-Türk

Ünlü Türk dil bilgini, Kaşgarlı Mahmud’un 1074’de hazırladığı Divanı Lugati’ t-Türk adlı ansiklopedik sözlük, Türk edebiyatı olduğu kadar Türk tarihi için de bir başyapıttır.
Dokuz dil bilen ve birçok Türk kentini dolaşarak Türklerin gelenek, görenek ve dil özelliklerini inceleyen Kaşgarlı’nın bu yapıtı, tümü Türkçe olan 7500 sözcük içermektedir ve “Türkçe’ nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek”3 amacıyla yazılmıştır.
Sözcüklerden ayrı olarak kitapta, değişik Türk boylarından derlenen savlar (atasözü), sagular (ağıt), koşuklar (şiir) ve deyimlere yer verilmiş, kimi dilbilgisi kuralları anlatılmıştır.4 Kaşgarlı Mahmut’un diğer kitabı Kitabu Cevahirü’ n-Nehu fi Lugati’ t-Türki, bugüne dek ele geçmemiştir.

Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig

Karahanlılar döneminin başka bir önemli yapıtı, Yusuf Has Hacip’in 1069’da yazdığı Kutadgu Bilig’idir. Hakaniye Türkçesiyle yazılan yapıtta, dört ayrı kişinin ağzından, devlet yönetme konusunda yönetenlere öğütler verilir.
Dilin önemi, doğru sözün erdemi, aklın gücü, adalet duygusu, yöneticilerde aranılacak nitelikler, hakanla memurun karşılıklı hak ve sorumlulukları, kitapta işlenen konulardır.
Yapıtın son bölümünde, dünya işleriyle inançsal gereklerin dengeli birlikteliğinden söz edilir. Kitabın kahramanlarından Ögdilmiş’in ağzından, “öbür dünyanın (ahiretin) dünyada yapılacak iyi işlerle kazanılacağı”, “halka adalet dağıtmak için hizmet etmenin de bir tür ibadet sayılacağı” söylenir. Yapıtta ayrıca, Türk toplumlarının din, aile düzeni, ahlak anlayışı, devlet yönetme, ordu, gelenek ve görenekler, tarım ve el sanatları gibi konularda bilgi verilir.5

Adalet Dairesi

Türk siyasi tarihine “adalet dairesi” olarak geçen ve yönetim işleyişinin ana çizgilerini dile getiren ünlü tanımlama, ilk kez Kutadgu Bilig’de dile getirilmiştir.6
14.Yüzyılda İbn Haldun’un da yapıtlarında kullandığı bu tanımlama, 16.yüzyılın büyük Osmanlı ahlakçısı Ali Çelebi tarafından sekiz ilkeyle özetlendi ve Osmanlı devlet yönetiminin ideolojik temeli haline getirildi. “Adalet Dairesi” ya da Çelebi’nin tanımıyla “Daire-i Adalet” şöyleydi: “mülk ricalsiz olmaz (ülke yöneticisiz olmaz)-rical kılıçsız olmaz (yönetici ordusuz olmaz)-kılıç askersiz olmaz (ordu askersiz olmaz)-asker malsız olmaz (asker yoksul olmaz)-mal raiyetsiz olmaz (ülke halksız olmaz)-raiyet adaletsiz olmaz (halk da adaletsiz olmaz)”.7
Siyasi tarih ve yönetim biçimleri konularından ayrı olarak, özdeyişler, şiir alıntıları, atasözleri ve kültürel yorumlarla dolu Kutadgu Bilig; aynı zamanda, Türk edebiyatının ilk ve en büyük derleme yapıtıdır. 11.Yüzyıl Türk toplum yapısını, tarihsel kökleriyle ve çağını aşan bir anlayışla dile getiren çok değerli bir başyapıttır.8 Arı bir Türkçe’yle yazılmıştır. İslam dönemi eseri olmasına karşın, tüm yapıtta yalnızca yüz tane Arapça ve Farsça sözcük kullanılmıştır.9
Yusuf Has Hacip, yazarlığı ve bilginliği yanında İslam gizemciliğini (tasavvuf) derinden etkileyen inanmış bir müslüman, ermiş bir kişidir. Çok basit bir kulübede oturmuş, “bir baston, bir çanak ve bir hırka” anlayışıyla son derece yalın bir yaşam sürmüştür. Ünlü İslam gizemcisi Türk bilgini Baktra Şakik, “Dünyadan el etek çekip tasavvufa yönelmemin nedeni onun öğütleridir” demiştir.10

Edip Ahmet Yükneki ve Atabetü’l Hakayık

Aynı dönemin bir başka önemli yapıtı, Edip Ahmet Yükneki’nin (12.yüzyıl) Doğu Türkçesi’yle kaleme aldığı Atabetü’ l-Hakayık adlı yapıttır.
Koşuklu türde yazılmış bir ahlâk kitabı olan bu yapıtta; bilginin ve bilimin önemi, dünyanın değişken yapısı, sabır, az konuşma, alçak gönüllülük, cömertlik, kibir, aç gözlülük gibi konular işlenir. Son bölümde öğütler verilir; öğütlerde ileri sürülen görüşler, ayet ve hadis’lerle desteklenir. Atabetü’ l Hakayık, Türk edebiyatının Kutadgu Bilig’den sonraki en önemli yapıtlarından biridir ve edebiyat tarihi için güvenilir bir kaynaktır.

Ahmet Yesevi

Türkistanlı Ahmet Yesevi (12.yüzyıl), gizemci (duygu ve sezgiye dayanan inanç yolu-tasavvuf) Sufilik akımından gelen önemli bir Türk ozanıdır. Yaşamı boyunca, içinden geldiği halkın sorunlarıyla ilgilendi ve Türk halk şiirinin yaşatılıp geliştirilmesine önemli katkılar yaptı.
Müslüman bir din adamı olduğu kadar, Orta Asya geleneklerine bağlı bir düşünür de olan Şeyh Aslan Baba tarafından yetiştirildi. Daha sonra Buharalı Yusuf Hemedanî yanında eğitim gördü.
Hemedanî aracılığıyla tanıştığı İran’ın üst sınıf kültürünü yüzeyselliği nedeniyle beğenmedi ve halkın arasına karışarak Türk boylarına ait köyleri, kentleri dolaştı. Türk düşün yaşamında en üste ulaşmak, Müslüman olarak Türk kimliğini korumak için; kolay anlaşılır, bilgiçlik taslamayan ve derinliği olan yapıtlar üretti, başka yapıtlara esin kaynağı oldu. Daha sonra Tarik Hâcegân (Eğitenlerin Yolu) olarak bilinen kendi tarikatını, Yeseviliği kurdu.11
Kendine özgü bir gizemci, etkileyici bir bilge olan Ahmet Yesevi’nin, özellikle Sır Derya (Seyhun) ve Taşkent yöresindeki bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında İslam inancının yayılmasında, belirleyici bir işlevi oldu. İnanç konusunda kimseye baskı yapmayan ve hiçbir baskıyı kabul etmeyen Türkler’in, İslamiyeti kabul etmesinde; Arap akınları ve baskısından çok, Yesevi’nin içtenliği ve gönüllülüğe dayanan önermeleri etkili olmuştur. Herkese ulaşabilen, nitelikli, alçak gönüllü ve etkileyici bir düşünce düzeyine sahipti.
Göçebe Türkler arasında İslamiyeti yayarken; eski Türk gelenek ve törelerini içeren bir öğretinin kurucusu oldu. Bu yanıyla da, Türk kimliğindeki tüm özgün niteliklerin korunup yaşatılması ve günümüze aktarılmasında güçlü olanaklar yarattı.12
Yesevi’nin yapıtları, Türk tasavvufunun öncü ürünleriydi ve duru bir Türkçe ile yazılmıştı. Hikmet adı verilen şiirlerinin özelliği, öz açısından gizemciliğe, biçim açısından Türk halk yazınına (edebiyatına) dayanmasıdır.
Sıradan insanlara inançsal ve ahlaksal öğütler aktaran yapıtlarda, Türkçe’nin kullanımına gösterilen özen ve ustalık çok etkileyicidir. Bu yapıtları, “Türk dilinde bir kültür geleneği oluşturmuş” ve Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal gibi Anadolu gizemci şairlerine öncülük etmiştir.
Jean Paul Roux, Ahmet Yesevi’nin Türk diline yaptığı katkı konusunda şu yorumu yapmıştır: “Yesevi, Türkçeyi Arapça ve Farsça’ nın boyunduruğundan kurtarmış, yapmacık ve şişirme bir dil yarattığı söylenen Osmanlı İmparatorluğu’ nun yıkılışından sonra, Atatürk’ ün yeniden geçerli kıldığı Türkçeyi korumuştur. Yesevi, Aleviliğin kurucusu değildir ama bu harekete, kendini ifade etme ve Türk kimliğinde var olan tüm nitelikleri, 11-12.yüzyıllardan günümüze dek aktarma olanaklarını sunmuştur”.13

Yaygınlık

Türk edebiyatı; Arapça, Farsça ve bu dillerin Türkçe’yle karışımından oluşan Osmanlıca başta olmak üzere; Doğu ve Batı Türkçesi içindeki birçok Türk lehçesiyle de sayısız yapıt üretmiştir. Üretilen yapıtların niteliğini, sayısını, yayıldığı alanı ve yaptığı etkiyi ortaya koymak için; çok geniş bir araştırmaya ve uzmanlığa gereksinim vardır. Yalnızca Doğu Türkçesiyle üretilen yapıtlar ve yalnızca 150 yıllık Timurlular dönemi ele alınsa bile, karşımıza çok az insanımızın bildiği, yüksek ve çok yaygın bir yazın dünyası çıkacaktır.

Timurlar

Çağatay Türkçe’siyle konuşup yazan Timurlular; Türk ve İran kültürlerini kıyaslamış, Türkçe’yle Farsça’nın kök yapılarını incelemiş, Türk dili ve kültürünün üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmışlardır.
Bu çabayı en etkili biçimde, “Farsça’yı Türkçe kadar iyi tanıyan” Ali Şir Nevai, (1441-1501) Dillerin karşılaştırılması (Muhakemet-ül Luga-teyn) adlı yapıtıyla sürdürmüştür. Dilbilgini ve şair olmanın yanında nitelikli bir müzisyen ve hat sanatçısı olan Nevai, resim ve mimarlıkla da ilgilenmiştir.14
Timurlular’da yaygın olan eğitim düzeni, her alanı kapsayan yüksek bir kültürün halk içinde yayılmasına yol açmıştı. Timur halkı okumakla yetinmeyip, “yazıyor, durmadan yazıyordu”.15
Yazar olmak, şiir ya da nesir türünde kitap yazmak, o günlerde, toplumun “en çok değer verdiği” çabaydı. Herkes şair, yazar, bilim adamı olmak istiyordu. Kimi doğubilimcilerin, “tüm Müslümanlar’ın dünya görüşünü etkileyen tarihçi” olarak kabul ettiği Mahmud Mirhand (1433-1498) ve Batılı doğubilimciler tarafından çok beğenilen ünlü tarihçi Kandemir (1475-1536) bu dönemin düşünürleriydi. Varlığı kısa sürmesine karşın, Timur İmparatorluğu’nun ve bu İmparatorluğun etkisinde kalan ülkelerden; “seksenden fazla yazar, en az oniki özgün şair ve binlerce yapıt çıkmıştı”.16

Öne Çıkanlar

14.Yüzyılla, 16.yüzyıl arasında Türk dünyasında yetişen ve Doğu Türkçesi’yle yazan yazar ve düşünürleri, bunların ürettiği yapıtları incelemek, bu yazının konusu ve yapabileceği bir iş değildir; burada, çok azının, o da yalnızca adlarının belirtilmesiyle yetinilecektir.
Rabguzi’nin “Peygamber Tarihi” (Kısas-ı Enbiya) (1311), İslam’ın “Yardımcı Buyruklar” ı (Muin ül-Mürid) (1313), halk diliyle yazılan Kerderli Ali’nin “Cennetin Yolu” (Nehc ül Feradis) (1358), ağırlıklı olarak dini konuları işleyen yapıtlardır ve Harizm Türkçesi ile yazılmıştır.
Kutb’un Hüsrev ve Şirin’i (Hüsrev ü Şirin) (1341), Memluk Kıpçakçası’yla; Melik Bahsi’nin Miraçname’si (1436), Uygur alfabesiyle yazılmıştır. Ali Şir Nevai’nin Divan’ı ve yine Ali Şir Nevai’nin Türkçe’nin Farsça’ya üstünlüğünü kanıtlamak için yazdığı Dillerin Karşılaştırılması (Muhakemet–ül-Lügateyn); son Çağatay Hükümdarı Hüseyin Baykara’nın (1438-1507) din dışı konuları işleyen, Divan’ı; Mevlana Lütfü’nün (15.yüzyıl) Gülün Yenigünü (Gül-ü Nevruz); Türk-Hint İmparatorluğu’nu kuran Babür’ün (1483-1530) anı kitabı “Olaylar” (Vakayi) Çağatay Türkçesi’yle yazılmış yapıtlardır.
Özbek Hanı Şeybani’nin (1451-1510) şiirleri, Hive Hanı Ebülgazi Bahadır’ın (1603-1663) Türklerin Soyu (Secere-i Türki), Sofi Allah Yar’ın (17.yüzyıl) Çaresizlerin Direnci (Sebat ül-Acizin) ise Özbek Türkçesi’yle yazılmıştır.17

Osmanlılar

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, edebiyatta belirli bir durgunluk olsa da bilimsel ve yazınsal yapıt üretimi sürdü. Çok geniş bir alana yayılmış olan imparatorluğun değişik yörelerinde, devletin coğrafya ve tarihini yazan büyük yazarlar, yazılı ve sözlü edebiyat ustaları ortaya çıktı.
Çizdiği neredeyse kusursuz dünya haritasıyla ünlü Nurettin Piri’nin (Piri Reis) (1470-1554) yazdığı Kitab-ı Bahriye, çağının en ileri coğrafya kitaplarından biridir.18 Katip Çelebi’nin (1609-1657) ünlü ansiklopedik eseri Cihannüma ve bilimsel sözlük Keşfüzzünun, Tarihçi İbrahim Peçevi’nin (1577-1650) Tarih’i, ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin (1611-1679) 10 ciltlik Seyahatname’si döneminin dikkat çekici bilim yapıtlarıdır.19

Batı Türkçesi

Leyla ile Mecnun gibi Türk edebiyatının başyapıtlarından birini yazan, Türkçe, Arapça ve Farsça’nın tüm inceliklerini kullanan Fuzuli, Azeri Türkçesi’yle yapıt veren yazarların başında gelir. Fuzuli’nin; Saadete Ermişlerin Bahçesi (Hadikatü’s Süeda), Türkçe Divan, Gönül Dostluğu (Enis–ül-Kalb), Arapça Divan ve Hadislerin Kırkıncı Tercümesi (Tercüme-i Hadis-i Erbain) çok ünlüdür.
Kendinden sonrasını etkileyen Kadı Burhanettin’in (1344-1399) Divan’ı; Orta Asya’dan Anadolu’ya dek, geniş bir alanda halk üzerinde büyük etki yapan usta gizemci Nesimî’nin Divan’ı; Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’in Hatâyî Divanı, Dehname’si ve Nasihatname’si; Rusya Türkleri arasında Yenileşme Hareketi’ni (Cedidcilik) başlatan Gaspıralı İsmail’in (1851-1914) Mirat-ı Cedid’i Azeri Türkçesi’yle yazılan yapıtlardır.20

Türkiye Türkçesi

Türkiye Türkçesiyle yazılan yapıtlarının ilk ürünleri Selçuklular döneminde verildi. Anadolu’ya yerleşen Oğuz Türkleri halk edebiyatı geleneğini yaşattılar. Anadolu fethinde gösterilen kahramanlıklar ve Danişment Gazi’nin yiğitliği, halk arasında Battal Gazi, Danişment Gazi öykülerinin yayılmasına neden oldu.
Ozan adı verilen Oğuz halk şairleri, ellerinde kopuzlarıyla (telli sazlarıyla) halk toplantılarında, ordu birliklerinde ya da köy meydanlarında kahramanlık öykülerini türkü halinde söylediler. Türk halkı içinde gizemci akımları güçlendikten sonra derviş şairler, halk şiirleri biçiminde ilahiler ve sofist halk şiirleri yazdılar.
İslam geleneklerinin etkisi altında Hamza, Ali, Ebumüslim gibi kahramanlara ve Peygamberler’in yaşamına ait olağanüstü öyküler (menkıbeler), düzyazı biçiminde destanlar yazıldı. 13. ve 14.Yüzyılda Hoca Dehhani, Kırşehirli Şeyh Gülşehri, Aşık Paşa, Hoca Mes’ut, Şeyhoğlu Nesimi gibi çok değerli şairler yetişti. Yapıtları, ne Arap, ne Fars, ne de bir başka kültür içinde eridi; özgünlüğünü korudu ve dilden dile yaşatılarak günümüze dek geldi.

Halk Edebiyatı

Türkiye Türkçesi’yle yazılan yapıtların dil olarak en saf biçimleri, Anadolu halk edebiyatı ve bir ölçüde de tekke edebiyatı içinde bulunanlardır.
Dörtlü koşmalar biçimindeki (aşık edebiyatı), halkın ilgisini çeken öyküler ve yaratıcısı bilinmeyen (anonim) türlerden oluşan halk edebiyatı; halkın konuştuğu dille yazılıyor ve yaygın olarak izleniyordu.
Ezgiyle okunan ilahiler, nefesler ve tarikat büyüklerini öven öyküler’e dayanan tekke edebiyatı da, halkın anladığı dil kullanılarak yazıldı. Bu edebiyat; saray, medrese ya da aydın topluluklarının arasında gelişen ve Arap-İran ölçülerine bağlı divan edebiyatından çok ayrı bir edebiyat türüydü. Halk, Arapça ve Farsça’nın bolca kullanıldığı karma bir dille yazılan divan edebiyatını anlamıyor, ona ilgi göstermiyordu.

Anadolu’da Yetişenler

Anadolu’da, Selçuklular’dan günümüze dek, yaklaşık bin yılı kapsayan dönem içinde yer alan edebiyatçıları, yalnızca ad olarak ele almak bile çok uzun sürer. Selçuklu döneminde yaşayan şair ve yazarların bazıları şunlardır: Farsça’yı Türkçe’den daha çok kullanan, Mensevi’siyle ünlü Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273) ve oğlu Sultan Veled (1266-1312), Anadolu Türkçesi’nin en eski şairi olarak bilinen ve Çarhname adlı kasidesiyle ünlü Ahmet Fakih (13.yüzyıl), Yusuf ve Zeliha adlı yapıtıyla bu konuyu yeniden yorumlayan Şeyyat Hamza (13.yüzyıl), divan edebiyatında dinî olmayan konuları ilk kez işleyen ve 20 bin beyitlik Şahname’yi yazan Dehhani (13.yüzyıl), tasavvuf konularını coşkulu bir anlatım (lirizm) ve derin bir insan sevgisiyle işleyen Yunus Emre (1238-1320). Bunlar evrensel değeri olan ozan ve yazarlardır.21
Anadolu beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Halk ya da Divan edebiyatı türlerinde yapıt veren kimi ozan ve yazarlar ile eserleri şunlardır: Kırşehirli Aşık Paşa (14.yüzyıl)-Garipname (mesnevi-1330), Hoca Mesut (14.yüzyıl)-Süheyl ve Nevbahar (mesnevi-1350), Fahri (14.yüzyıl)-Hüsrev ü Şirin (mesnevi-1367), Şeyhoğlu Mustafa (14. yüzyıl)-Hurşitname (mesnevi-1387), Hamzavi (14.yüzyıl) Hamzaname (düz yazı), Sadrettin (15.yüzyıl)–Destan-ı Geyik (düz yazı, öykü-masal), Beypazarlı Mazaoğlu Hasan (15. yüzyıl)-Cenadil Kalesi Cengi (düzyazı-öykü). Bunlardan başka, herbiri divan sahibi olan şairler; Hayali (16.yüzyıl), Necati (15.yüzyıl), Ahmet Paşa (15.yüzyıl), Baki (1526-1600), Nabi (1642-1712), Nedim (1681-1730), Neşati (17.yüzyıl), Şeyh Galip (1757-1799) ile yalın bir Türkçeyle ürün veren halk ozanları; Aşık Kerem (16.yüzyıl), Pir Sultan Abdal (16.yüzyıl), Ercişli Emrah (17.yüzyıl), Aşık Garip (17.yüzyıl), Şeyh Bedrettin (14.yüzyıl), Karacaoğlan (17.yüzyıl), Aşık Ömer (17.yüzyıl), Kayıkçı Kul Mustafa (17. yüzyıl), Kul Nesimi (17.yüzyıl), Dadaloğlu (18.yüzyıl), Erzurumlu Emrah (19.yüzyıl), Bayburtlu Zihni (19.yüzyıl) Osmanlı dönemi Türk edebiyatçılarından bazılarıdır.22

DİPNOTLAR

    1 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.335
    2 Büyük Larousse, İletişim Yay., 19.Cilt, sf.11 804
    3 Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 10.Cilt, sf.207
    4 a.g.e. sf.207
    5 a.g.e. 20.Cilt, sf.47
    6 “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gözlemleri”, Halil İnalcık, 1966, sf.259-271; ak.Zeki Arıkan, “Tarihimiz ve Cumhuriyet”, Tarih Vakfı Yay., 1997, sf.88
    7 “Düsturü’l-Amel li Islahi’l-Halel”, Katip Çelebi, İst. 1280, sf.124; ak. a.g.e. sf.88
    8 “Orta Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.269
    9 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.336
    10 “Orta Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.290
    11 a.g.e. sf.269-270
    12 a.g.e. sf.270
    13 a.g.e. sf.270
    14 Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 1.Cilt, sf.391
    15 “Orta Asya” Jean Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.365
    16 a.g.e. sf.365
    17 Büyük Larousse, İletişim Yay., 19.Cilt, sf.11 805
    18 Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 19.Cilt, sf.118
    19 “Tarihte Türklük”, Prof.L.Rasonyı, Türk Kül.Araş.Ens.Yay., 1988, sf.207
    20 Büyük Larousse, İletişim Yayınları, sf.11 806
    21 a.g.e. sf.11 864
    22 a.g.e. sf.11 865

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder