11 Kasım 2015 Çarşamba

ORTADOĞU’DA SULAR ISINIYOR


Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesi, Suriye’yle sınırlı geçici bir girişim değil, geleceği etkileyecek önemli bir olaydır. Rusya, eski Sovyetler Birliği değildir; Çarlığa geri dönmüştür. Suriye onun “sıcak denize inmesinin” tek şansıdır. Dış politikasını, Ukrayna ve Kırım’dan sonra Ortadoğu’da eylemsel güce dönüştürmüştür. Küresel kapışmada artık ben de varım demektedir. İki büyük silahlı güç, Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu’da, çatışma olasılığı bulunan bir konumda karşı karşıya gelmiştir. Nükleer silahların tehlikeli gücü, tarafları görüşmelerle sağlanacak bir uzlaşmaya zorlamaktadır. Olasıdır ki uzlaşacaklardır. Türkiye, Ortadoğu’nun en güçlü devleti olmasına karşın, yönetimde bulunanların niteliği nedeniyle, olayların edilgen izleyicisi durumdadır. Kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar, özellikle enerji alanında Rusya’ya da bağlamıştır. Batının istediği biçim ve doğrultuda hareket etmektedir. Bu tutumuyla, Rusya’yla ilişkilerini bozacaktır ama Batıdan ulusal yarar taşıyan en küçük bir ödün bile alamayacaktır. Çevresini saran ve giderek yükselen bir Kürt hareketiyle karşılaşacak, yüzyıl öncesini yeniden yaşayacaktır.



Rusya Devreye Giriyor

Karmaşanın olanca hızıyla sürdüğü Ortadoğu’da, yeni ve güçlü bir ülke daha “sahaya indi”. Rusya, “İşid terörünü bitirmek ve Suriye yönetimine destek vermek için”, bölgeye asker gönderdi. ABD’den sonra ve ona rakip olarak, Ortadoğu’da çarpışan ikinci büyük güç oldu. Söylem düzeyindeki savaşım, birdenbire ileri teknoloji silahlarının kullanıldığı çatışmaya dönüştü. Bölgenin yeni oyuncusu Rusya, bombalama girişiminde ilginç bir yönteme başvurdu ve hiç gereği yokken, Suriye’yi Hazar Denizi’nden fırlattığı füzelerle vurdu.
Şimdi, ABD ve Rusya ayrımlı amaçlarla Suriye’yi birlikte bombalıyor. Kimin, neyi, nasıl yaptığı birbirine karışmış durumda. Rusya, üslerini kurdu, ABD öncü birlik gönderiyor. Suriye’de benzeri olmayan ilginç bir çatışma yaşanıyor. İki süper güç, küçük bir ülkede örtülü bir savaş içindeler.


Bloklaşma

Ortadoğu’da, birbirinin karşıtı iki askeri blok ortaya çıktı. Rusya, İran ve Lübnan; Şam yönetimini destekliyor ve bu ülkeler, anlaşması yapılmamış bir blok oluşturmuş durumda. Bunlara karşı, ABD’nin başını çektiği; Suudi Arabistan, Katar, İsrail ve Kürtlerden oluşan başka bir birliktelik var. Avrupa Birliği bunları destekliyor. Türkiye, ulusal güvenliği için çekince oluşturmasına karşın bu blokta yer alıyor. Kendi geleceğine karar veremez durumda.
ABD, Türkiye’nin başat sorunu durumuna getirdiği Kürt kalkışmasını destekliyor ve Kürtleri Ortadoğu’da asker olarak kullanıyor. Onları kuracağı Kürt devletini Akdeniz'e bağlayacak Kürt Koridoru’nu gerçekleştirmek için örgütlüyor. İşid’e karşıymış gibi açıklamalar yapıyor onları bombalıyor görüntüsü veriyor ancak gerçekte koridor açmada Kürtlerin önünü açıyor.

Rusya’nın Amacı

Rusya; Kürtlerden, Koridor’dan söz etmiyor. İşid’i, bölgeye yönelik ABD politikasının parçası olduğu için bombalıyor. Suriye’nin birliğini savunuyor görünüyor ama Kuzey Suriye’de kantonlar kuran PYD’ye karşı çıkmıyor, onları amacı yönünde kazanmaya çalışıyor.
Esad’a sahip çıkıyor ama muhaliflerin de yönetime katılması gerektiğini söylüyor. Suriye’nin baş düşmanı İsrail’le stratejik anlaşmalar yapıyor. Onun derdi, Suriye’nin birliğinden çok, askeri üs kurmak ve Akdeniz’e inmek. Amacına uygun düşen her türlü yönetim seçeneğine açık. Büyük devlet politikası bunu gerektiriyor. Çarlık Rusya’sının ve Batı sömürgeciliğinin, 19.yüzyıl Kürt politikası yeniden gündeme geliyor. Türkiye, içinde ve çevresinde emperyalizmin örgütlediği Kürt kalkışmasıyla uğraşmak zorunda kalıyor.


Türkiye’nin Açmazı

Türkiye’de kimileri, Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesini, olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor. Rus karışmasının; ABD’yi güç duruma düşüreceği, Büyük Ortadoğu Projesi’ni sekteye uğratacağı ve Türkiye’nin yararına bir eylemce (operasyon) olarak değerlendiriyor.
 Ülkeyi yönetenler ise ayrımlı şeyler söylüyor. Recep Tayyip Erdoğan, Hava sahası ihlallerinden söz ederek Rusya’yı eleştiren tepkisel açıklamalar yapıyor. “Türkiye’nin hava sahası NATO’nun hava sahasıdır; Türkiye’ye saldırı, NATO’ya saldırıdır”1 gibi, Türkiye’yi NATO’yla yani Amerikan çıkarlarıyla bütünleştiren tehlikeli açıklamalar yapıyor. NATO’nun açıklaması, karşılıklı paslaşma biçiminde ve daha tehlikeli. Genel Sekreter Jens Stoltenberg, “NATO Türkiye’yi korumaya kararlıdır, gerekirse Türkiye’ye asker göndermeye hazırdır” diyor.2
Dışişleri Bakanı, seçimden hemen sonra Erbil’e giderek Barzani’yle basına kapalı biçimde görüşüyor ve sınır ötesi askeri eylemceden söz eden açıklamalar yapıyor. Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Bölgesini, “kalkınmanın, ilerlemenin ve istikrarın faktörü” olarak gördüğünü söylüyor. Barzani’ye ABD’yle yaptığı anlaşma konusunda “bilgi veriyor”. Neler konuşulduğunu Kürtlerin resmi sitesinden öğreniyoruz. Barzani, “Türkiye’nin ABD’yle anlaşması ve lşid karşıtı koalisyona katılmasından” memnuniyet duyduğunu açıklıyor.3
Türkiye’nin ABD’yle anlaştığı dillendiriliyor ancak koşullar açıklanmıyor. R.T. Erdoğan, Suriye için “sınır ötesi askeri harekattan”, “terörden arındırılmış bölgelerden”, “uçuşa yasak bölgeden” söz ediyor. Bu konularda, “koalisyon güçleriyle aynı noktaya gelindiğini” söylüyor. “Uçuşa yasak bölgeyle” Suriye ve Rus uçaklarının yasaklanacağını kuşkusuz biliyor. Ancak, ABD’nin peşine takılarak Türkiye’yi tehlikeli bir yola sokmaktan çekinmiyor. ABD, İncirliğe şimdiden, yüksek teknoloji ürünü 6 adet F-15 yerleştirmiş durumda. Gerekçesi, “Türkiye’nin hava sahasını korumak”. Kime karşı; kuşkusuz Suriye ve Rus uçaklarına karşı.4
Gelişmeler ve açıklamalar Türkiye’nin varlığıyla ilgili karmaşık bir dönemi gösterirken, karşıtçı partiler; bir şey söylemiyor, kafalarını kuma gömmüş durumdalar. Halk, bilgisiz ve sahipsiz. Her türlü olumsuzluğa karşı korumasız bir edilgenlik içinde. Olay ve gelişmeleri değerlendirip önlem geliştirecek bir ulusal siyaset bulunmuyor.


“Sıcak Denizler”

Rusya’nın Ortadoğu’ya inmesi, Suriye’yle sınırlı geçici bir girişim değil, geleceği etkileyecek tarihi bir olaydır. Rusya, eski Sovyetler Birliği değildir; Çarlığa geri dönmüştür. Suriye onun “sıcak denize inmesinin” tek şansıdır. Girişimini sürdürecektir. Ereği ve kararlılığı yüksektir. Şimdiye dek sürdürdüğü gözkorkutmaya dayalı dış politikasını, Ukrayna ve Kırım’dan sonra Ortadoğu’da eylemsel güce dönüştürmüştür. Küresel kapışmada artık ben de varım demektedir.
Putin’in, birkaç yıl önce “dünyayı şaşkına çevirecek bir silah geliştirdiklerini” açıklamasıyla, Hazar Denizi’nden Suriye’yi füzelerle vurması birlikte değerlendirilmelidir. Bunlar, her düzeyde ve her yerde çatışmaya hazır olduğunu gösteren bildirim niteliğinde bilinçli eylemlerdir. Gözden kaçırılmaması gereken önemli olaylardır.

Çekinceli Çelişkiler

ABD, 1998’de saptadığı ve 21.yüzyılı kapsayan “Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal Stratejisinde”, Ortadoğu’dan 2050 yılına dek vazgeçmeyeceğini açıklamıştır. Açıklama yönünde Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamaya sokmuş ve bugüne getirmiştir. Ortadoğu’dan çekilmeyi aklından bile geçirmemekte, Rusya’nın bölgeye yerleşmesinden büyük rahatsızlık duymaktadır.

İki büyük silahlı güç, Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu’da, çatışma olasılığı bulunan bir konumda karşı karşıya gelmiştir. Nükleer silahların tehlikeli gücü, tarafları görüşmelerle sağlanacak bir uzlaşmaya zorlamaktadır. Olasıdır ki uzlaşacaklardır.

Kendini Bağlamak

Türkiye, Ortadoğu’nun en güçlü devleti olmasına karşın, yönetimde bulunanların niteliği nedeniyle, olayların edilgen izleyicisi durumdadır. Kendini, ABD ve AB’ye olduğu kadar, özellikle enerji alanında Rusya’ya da bağlamıştır. Ancak Batının istediği biçim ve doğrultuda hareket etmektedir. Rusya’la ilişkilerini bozacaktır ama Batıdan ulusal yarar taşıyan en küçük bir ödün bile alamayacak, tersine bölünmeye yönelik yükselen bir Kürt hareketiyle karşılaşacaktır.
Türkiye, oluşmakta olan tehlikelere karşı, ulusal nitelikte bir yönetime kavuşup Kemalist politikayı günün koşullarını gözeterek uygulamak zorundadır. Bunu yapmadığı sürece, giderek karmaşık duruma gelen olaylar karşısında kendi yolunu belirleyemeyecek, Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, büyük gördüğü gücün peşinden sürüklenecektir.

“Ortak Vizyon Belgesi”

AKP hükümetinin 2006 yılında imzaladığı “Ortak Vizyon Belgesi”yle, ABD ile birlikte yürümeyi kabul etmiştir. Bugüne dek Belge’ye sadık kalmış ve Washington’un istemlerinin tümünü yerine getirmiştir. Belgede, “ortak endişe kaynağı olan uluslararası krizlere birlikte, etkin ve çok taraflı çabaların teşvik edilmesi gerekmektedir”5 denilmektedir. AKP hükümetleri, Belge’ye sadık kalacağını açıklamış ve açıklama yönünde davranmıştır. Süreceği görülen bu tutum, Türkiye’yi tehlikeli serüvenlere götürecektir.

Sonuç, Osmanlı’nın kullanılan bir güç olarak katıldığı, 1853 Kırım Savaşı’na benzeyecektir. Kırım’da, savaşın yükünü çekmesine ve Rusya’nın yenilmesine karşın, bağlaşıkları İngiltere ve Fransa ganimeti toplarken Osmanlı yitikleriyle başbaşa kalmıştı.

Türkiye’nin ABD İçin Önemi

ABD’nin Türkiye’ye bakışı ve işgal söylemleri yarım yüzyıllık eski bir öyküdür. 1946’dan sonra Türkiye’ye girerken; aldığı ve aldırdığı kararlar, ikili ve çoklu anlaşmalar, ekonomik ilişkiler, Türkiye’den bir daha çıkmama üzerine kuruludur. Bu amaca yönelik Amerikan siyaseti; bağımsızlığı köreltme, güçsüzleştirme ve gerekirse askeri güç kullanmaya dayalıdır. “Türkiye’den hiçbir koşulda vazgeçmeyeceklerini”, “Türkiye’de iktidarı da muhalefeti de kendilerinin belirleyeceğini” işin başında açıklamışlardı.
ABD Hükümeti adına Türkiye’ye gelen ve 1949’da adını taşıyan ünlü raporu hazırlayan Max Weston Thornburg, Washington’a, “Türkiye elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz ülkedir” diyordu.6
ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren bir başka örnek, Pentagon’da Güç Dönüşüm Birimi ve Stratejik Gelecek uzmanı olarak çalışan, Deniz Harp Okulu profesörlerinden Thomas P.M.Barnet’in şu değerlendirmesidir. “Ben, Türkiye’yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluk (Batı dışındaki ülkeler y.n.) içinde yer alan, bu nedenle kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler gurubu içine alıyorum... Oysa, küreselleşmenin yayılmasında Türkiye’den daha önemli bir rol oynayacak çok az ülke vardır”.7

NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea, 2004’te yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Batı için önemini vurgulayarak Türkiye için “NATO’nun merkez üssü” tanımını kullandı. Değerlendirmesi şöyleydi: “Türkiye için merkez üssü kavramını tercih ederim. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden duvarların sınırında bir ülke değil, köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor. NATO’nun (ABD’nin diye okuyunuz y.n.), dünyanın gerisiyle kurmak istediği köprüleri, Türkiyesiz kurması mümkün değildir”.8

Türkiye’nin Askeri İşgali

Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’yle Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda” ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.9
ABD, 1974 yılında, “haşhaş ekiminin yasaklanmaması durumunda”, “İstanbul’un bombalanacağını” açıklamıştı. Başkan Nixon, ABD Ankara Büyükelçisi Handley’i Washington’a çağırmış, ona, istenilen yasaklamanın yapılmaması durumunda, “Sultanahmet Camii başta olmak üzere” İstanbul’un bombalanacağını ve 6.Filo’nun İstanbul’a geleceğini bizzat Başbakan’a (Bülent Ecevit) bildirmesi görevini vermişti.10
Şubat 1996’da, ABD California Senatörü Brad Sherman, Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türk Ordusu’nun Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde katliam yaptığını ileri sürerek, ABD’nin, “NATO üyeliğine bakılmaksızın” Türkiye’ye Askeri müdahalede bulunmasını istemişti. Amerikalı senatör şunları söylemişti: “Birleşik Devletler, Kürtlerin korunması için daha açık ve daha sert bir tutum izlemelidir. Baskıcı rejimlere karşı tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması ile değişmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için Birleşik Devletler askeri güç kullanarak devreye girmelidir”.11

Türkiyeyi İşgal Tatbikatı

ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı, 24 Temmuz 2002’de, California eyaletinde maliyeti yüksek kapsamlı bir askeri tatbikat düzenledi. “Bin Yılın Meydan Okuması-2002” (Millenium Challenge 2002) adını taşıyan ve Lozan Antlaşması’nın 79.yıl dönümünde başlatılan tatbikatın ayrıntıları gizli tutulmuştu. Ancak, konu ve açıklanan amaçlar, 24 Temmuz tarihiyle birleşince, “hedef ülke” olarak ortaya Türkiye çıkıyordu.
Tatbikat senaryosuna göre; “Bir ülkede büyük yitiklere yol açan bir deprem oluyor (Kocaeli depremi). Aynı günlerde uluslararası mahkeme o ülkenin sınırlarını ilgilendiren olumsuz bir karar alıyor; etnik ve dinsel oluşumlar siyasi olarak güçleniyor. Ülke güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle ordu duruma müdahale ediyor ve deniz taşımacılığını önleyecek biçimde ülkeyi güvenlik çemberine alıyor. Birleşmiş Milletler ABD’nin girişimiyle, yaptırım kararı alıyor. Bunun üzerine ABD ordusu, hava saldırısına geçerek ülkenin önemli kentlerini 96 saat içinde  (Türkiye’nin seferberlik süresi) işgal ediyordu”.12
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanı Orgeneral Kernal o günlerde, Millenium Challenge 2002 Tatbikatı ve Spiral 1, Spiral 2 senaryolarını kastederek, “kendimizi izin verilmeyen durumlara hazırlıyoruz” demişti.13
Bu tür açıklamalar, Türkiye’deki dengesiz yönetim ve Rus karışmasıyla sıkışan ABD’nin bölgeye yönelik saldırgan politikasıyla birlikte ele alınırsa, yaşanmakta olan tehlikenin boyutu görülecektir. “Türkiye’nin hava sahası NATO hava sahasıdır” ve “NATO Türkiye’yi korumada kararlıdır” sözlerinin taşıdığı anlam, Türkiye’ye yabancı askerin girmesini uzak bir olasılık olmaktan çıkarmaktadır. Bu olasılık, 2003’teki Irak müdahalesinde, gerçeğe dönüşmekten kıl payı kurtulmuştu.

İşgal Olur mu?

Geçmişten günümüze yarım yüzyıllık olay ve söylemler ortada. Ülke yönetiminin kişi egemenliğine indirgendiği; yasama, yargı ve yürütmenin dumura uğratıldığı, devlet yetkililerinin talan aracı olarak kullanıldığı ve muhalefeti olmayan bir ülkede her şey olabilir. İstihbarat örgütünün başındaki kişinin, basına yansıyan, “sekiz füze attırtıp savaş gerekçesi yaratırım”14 diyebildiği bir ülkede neler olmaz.
Göstermelik söylemlerin, yalana dayalı sözverilerin önemi yoktur. Çıkar hesaplarıyla yapılan kalıcılığı olmayan eylemlerin de bir önemi yoktur. Olaylar herkesin gözü önünde gelişiyor. ABD; Ortadoğu’dan çıkmayacağım, Türkiye’den hiçbir koşulda vazgeçmem, Kürt devleti kuracağım, Koridoru açacağım diyor ve dediğinde adım adım ilerliyor. Rusya, Suriye’de askeri üslerini kuruyor, kurduklarını genişletiyor ve bölgeye yerleşiyor. Ortadoğu, karmaşık olaylara gebe.
Türkiye’de halk; yoksul ve örgütsüz. Meclis, hükümet ve partiler onu görmüyor. Bu dünyadan umudu kesmiş, kendini öbür dünyadaki rahat yaşama hazırlıyor. Türkiye, 1914’ün koşullarını yaşıyor.

Gelmekte olan tehlikeyi görenler huzursuz ancak ellerinden bir şey gelmiyor. Gözlerini orduya çevirenler artıyor. Cumhuriyeti kollama ve korunmasıyla görevli bu büyük güç ne düşünüyor. “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi” ya da “NATO Konseyi” karar alırsa, koalisyon güçleriyle birlikte Suriye’yi girmek ne demek oluyor?15 TSK, “Siyasi otoritenin!” buyruğuyla kendini sınır ötesi serüvenlerde ABD adına kullandıracak mı? Seçim sonrasında getirilecek yeni barış sürecine uyup yeniden kışlasına mı çekilecek?


Her Şey Karşıtıyla Vardır

Yaşanan olumsuzluklar kendi karşıtını da yaratıyor ve ülkenin her yerinde ulusal bir uyanış yaşanıyor. Uyanış kendi örgütünü henüz yaratabilmiş değil ancak kuşkusuz yaratacaktır. Bu örgüt ne denli ivedi yaratılırsa, gelecekte yaşanacak acılar o denli azalacaktır. Türk ulusunun, konu yurt olduğunda, yedek bir direnme gücü her zaman vardır. Yeter ki çok geç kalınmasın ve bu güç harekete geçirilsin.

Yurtseverleri bekleyen görev, bilgi ve bilincini yükselterek halkın içine girmektir. Bunun ön uygulamaları kendini göstermeye başladı. Yurtseverler, somuta dönük eylem ereğiyle birbirini buluyor. Ortadoğu’daki karmaşaya ve Türkiye’deki işbirlikçilere karşı, ulusal bilinci yükseltecek öncüler ortaya çıkıyor. Gelecekten kaygı duyan insanlar, Türkiye’nin her yerinde, olumsuz gidişe karşı ne yapmak gerektiğini tartışıyor. Mustafa Kemal Atatürk, yeniden keşfediliyor, Kemalizm’i yol gösterici görenlerin sayısı artıyor.

DİPNOTLAR

1                     www.trtturk.com/haberler 06.10.201
2                     www.bbc.com/türkçehaberler 08.10.2015
3                    “Suriye’ye Giriyor muyuz?: Cevabı Cumhurbaşkanlığı’ndan”, Veda Özer, www. hurriyet. com.tr ve Al Jazeera Türk, www.aljezeera. com.tr
4                     Hürriyet, 11.11.2015
5                     “Yeni Bir Harita Doğuyor” Cumhuriyet, 29.07.2006
6                     “Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, Tiğlat Mat., İst.-2001, 2.Cilt, sf.
7                     “Pentagon’un Yeni Haritası” Thomas P.M. Barnet, 1001 Kitap, İst.-2005, sf. 7-8
8                     “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
9                     “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst.-1969, sf. 29
10               “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları” Fikret Bila, sf.184; ak. Ahmet Erimhan “Çuvaldaki Müttefik” Birharf Yay., İst.-2006, sf.35-36
11                  “Haksız Suçlama” Cumhuriyet, 12.02.1999
12                  “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan, Birharf Yay., İst.-2004, sf. 216 ve Aydınlık 11.08.2002
13                  a.g.e. sf.209-210
14                  Aydınlık 27.10.2015

15                  Hürriyet, 11.11.2015





2 yorum:

  1. Mesele ne ABD, ne Isid, ne Rusya nede Suriye nede siyonizm. Bizim yapacağımız ilk iş bu iktidarın gerçek yüzünü halka göstermek olmalıdır. Bizim başımızda bu adamlar durduğu sürece özellikle 1 kişi, dışarı yapacağımiz her girişim sonuçsuz kalacaktır.
    Ilk baş ne yapıp edip içimizdekileri temizleme k olmalıdır diye düşünüyorum. Yazı çok güzel elinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Doğru söylüyorsun ve tümüyle haklısın.

    YanıtlaSil