3 Nisan 2016 Pazar

YANITSIZ KALAN SORU: “NE YAPMALI”


Ülkenin içinde bulunduğu ve giderek ağırlaşan sorunlardan kaygı duyanlar, aynı soruyu soruyor ve yanıt arıyor: “Ülkenin durumu iyi değil, ne yapmalıyız”. Tartışmalarda, üç eğilim öne çıkıyor. Bir kesim; koşulların, 1919 koşullarına benzediğini söylüyor ve ulus bütünlüğünü amaç edinen bir anlayışla; toplumun her kesimini içine alan bir örgütlenmenin gerekli olduğunu ileri sürüyor. Onlara göre, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi; yerel örgütler kurulmalı, kurulu olanlar birleştirilerek genişletilmeli ve halk önderleri yetiştirilmelidir... İkinci eğilim, varolan siyasi partilere girip çalışılmalı; bu partiler, ülkenin ve halkın çıkarlarını savunan partiler haline getirmelidir diyor... Üçüncü eğilim ise; yeni bir parti kurarak, halkın karşısına oy vereceği yıpranmamış bir parti seçeneğiyle çıkmanın doğru olduğunu kabul ediyor.


Yol Ayrımı

Türk toplumu, değişim sancıları yaşıyor ve hızla bir yol ayrımına yaklaşıyor. Bir yanda, dış yönlendirmelerle ulus devlet işleyişini kabile ilişkilerine dönüştürmeye yönelen egemen siyaset; öbür yanda, Cumhuriyet kazanımlarını yitirmek istemeyen, birlikten yana ulusal bağımsızlıkçılar. Bir yanda emperyalizm ve işbirlikçiler, öbür yanda Türk halkı ve yurtseverler. Birbirini yok etmeğe yönelecek bu karşıtlığın, çatışmayla sonuçlanması, çelişkinin niteliğinden kaynaklanan toplumsal bir gerçeklik durumunda.
Kötüye gidiş, bugün için etkili görünüyor ancak gidişe karşı çıkan bağımsızlıkçı tepki de ortaya çıkmaya başlıyor. Özgürlükçü düşünceler filizleniyor, toplumsal direnç canlanıyor. Baskıdan ve bağımlılıktan kurtulmayı amaçlayan tartışmalar yayılıyor. Ulusçuluk-ümmetçilik, emperyalizm-bağımsızlık ve yurtsever-işbirlikçi çelişkileri; yüz yıl sonra yeniden, kritik sorunlar olarak Türk halkının karşısına dikiliyor.

Bozulan Denge

Cumhuriyetle kurulan toplumsal denge bozulmuş; iyiyle kötü, olumluyla olumsuz, erdemle ihanet birbirine karışmış durumda. Belki de dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen duygu ve düşünce karmaşası, bugün Türkiye’de yaşanıyor.
Halkın önemli bir bölümü, içgüdülerle yaşamını sürdüren canlı varlıklar gibi; yönsüz ve yönelimsiz bir edilgenlik içinde, kendini doğal akışa bırakmış durumda. Kimin ne söylediği, ne yaptığı, yapılanların ne anlama geldiği ve geleceğin neler getireceğiyle ilgilenmiyor. Bir bölümü, yaşamdan umudunu kesmiş, günlerini öbür dünyaya hazırlanmakla geçiriyor.
El yordamıyla da olsa durumun ayırdına varıp gelecekten kaygı duymaya başlayanlar, olayları anlamaya çalışıyor. Ancak, bunlar yapılması gerekeni henüz bilince çıkarmış değiller. Oldukça geniş bir kesimi oluşturuyorlar ama birbiriyle çelişen ayrımlı görüşleri temsil ediyorlar. Egemen siyasete tepki duyuyorlar ama ikiye üçe değil sanki ikibine üçbine bölünmüş durumdalar.

Tartışmalar

Yaşanmakta olan düşünsel karmaşa içinde, gelişmekte olan ve geleceğe yön vermeye aday bir siyasi tartışma yayılıyor. Ülkenin İçinde bulunduğu ve giderek ağırlaşan sorunlardan kaygı duyanlar, aynı soruyu soruyor ve yanıt arıyor: Ülkenin durumu iyi değil, ne yapmalıyız...
Somuta yönelik iyi niyetli arayışlar içinde üç eğilim öne çıkıyor. Bir kesim; koşulların, 1919 koşullarına benzediğini söylüyor ve ulus bütünlüğünü amaç edinen bir anlayışla, toplumun her kesimini içine alan bir örgütlenmenin gerekli olduğunu ileri sürüyor. Onlara göre, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi; yerel örgütler kurulmalı, kurulu olanlar birleştirilerek genişletilmeli ve halk önderleri yetiştirilmelidir...
İkinci eğilim, var olan siyasi partilere girip çalışmak ve yönetime gelmenin en kolay yolu olan seçimlere hazırlanmak gerektiğini söylüyor. Kurulu partiler, ülkenin ve halkın çıkarlarını savunan partiler haline getirmelidir diyor.
Üçüncü öneri ise yeni bir parti kurarak halkın karşısına, oy vereceği yıpranmamış bir parti seçeneğiyle çıkmanın doğru olduğunu kabul ediyor.

Partili Yaşam ve Partiler

Kurulu partilerde çalışma ve yeni parti kurma düşüncesine karşı çıkanlar, bu tür girişimlerin Türkiye'de 70 yıldır yapıldığı ve ülkenin sürekli kötüye gittiğini söylüyor. Onlara göre, bu öneriler olumsuz sonuçlarıyla ve yaşanmış gerçekler olarak ortada duruyor. Türkiye'nin, 1946’dan sonraki 70 yılı; kurulan, kapanan, yeniden kurulan partilerle geçti. Bu süre içinde, Türkiye; kendine güvenen güçlü ve bağımsız bir ülke durumundan; gizli işgal altında dağılma sorunları yaşayan, güçsüz ve dirençsiz bir ülke durumuna geldi. Bunun sorumlusu, çok partili adı verilen çarpık düzen ve bu düzenin ürünü siyasi partilerdir.
Türkiye’de bugün, yasallık kazanmış 104 siyasi parti var. Bunlardan dördü hariç hiçbirinin Meclis’te temsil edilme şansı yok. 70 yıllık olumsuz sürecin kalıntısı olan dört parti, Seçim ve Siyasi Partiler Yasası’nın kendilerine verdiği ayrıcalıklara dayanarak, değiştirilmesi neredeyse olanaksız bir siyasi tekel oluşturmuştur. Hazineden büyük paralar alıyor ve medya tarafından destekleniyorlar. Tümü, ABD ve AB’nin önceliklerine göre hareket ederek, onların istemlerini yerine getiriyorlar. Türkiye’nin siyasi düzeni, bu dört parti üzerine kurgulanmış çağdaş mandacılık durumunda.

1919’u Kavramak

“Ne yapmalı”  konusunda, kurulu partilerde çalışmayı ya da yeni parti kurmayı uygun görmeyenler; ülkenin 1919 koşullarını yaşayıp yaşamadığını, yaşıyorsa ne oranda yaşadığını tartışıyor. Bu konunun incelenmesine ve nesnelliği olan gerçekçi bir yanıt verilmesine, girişilecek mücadelenin niteliğini belirleyeceği için büyük önem veriyorlar. Atılacak doğru adımın yön ve biçiminin, bu yanıtta saklı olduğuna inanıyorlar.
Günümüz Türkiye’si ile 1919 Türkiye’si kuşkusuz aynı değil, olamaz da. Yaşamın sonsuz akışı içinde; hiçbir olay, olgu ve süreç aynı değildir. Yaşanan an, tek bir andır. Yinelenemez, geri döndürülemez,  durdurulamaz. Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.
Doğanın temel kuralını oluşturan bu gerçek, geçmişle benzerliklerin yaşanmayacağı anlamına kuşkusuz gelmeyecektir. Böyle olmasa, tarihten ders almak gibi bir yöntem ortaya çıkmaz, birçok olayı benzer biçimde yeniden yaşayarak geçmişten ders alamazdık. Tarihten ders almayanlar, onu yeniden yaşar özdeyişi, bunu anlatmak için söylenmiştir.

1919’dan Ders Çıkarmak

1919 koşulları, günümüz koşullarıyla karşılaştırıldığında, önemli benzerlikler ve farklılıklar görülecektir. Ulusal mücadele açısından, daha kötü ve daha iyi yanlar vardır. İyiyle kötüyü, birlikte değerlendirip bugüne yönelik yararlanabilir sonuç çıkarmak, bilinç ve kültürel olgunluk gerektiren tarihten ders alma sorunudur.

Kıyaslama

1919’da savaş yorgunu Türk halkı, hasta ve yoksuldur. Genç erkek nüfus neredeyse kalmamıştır. Anadolu “yetimler ve dullar ülkesi” durumuna gelmiştir. Yoksunluklara karşın halk, Kurtuluş Savaşı’na katılma iradesini göstermiş ve tarihten gelen yurt savunma güdüsünü devreye sokmuştur.
Türkiye bugün, çoğunluğu genç olmak üzere 70 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Hastalık ve yoksulluk konusunda daha iyi konumdadır. Ancak, yurt savunması konusundaki duyarlılık düzeyi tartışmalıdır. Bilgisizlik ve kültürel aşınma yaygındır.

Askeri İşgal ve PKK Terörü

1919’da ülke askeri işgal altındaydı. Müttefikler, Türkiye’yi nüfuz bölgelerine ayırmış, bu bölgelere asker çıkarmıştı. Yunan Ordusu İzmir’e girmiş bölgeye yayılıyordu. Türk halkının ihanetleri nedeniyle nefret ettiği Rum ve Ermeni çeteleri katliam yapıyordu.
Emperyalist ülkeler bugün, Kürtleri kışkırtıyor ve eğitip donattığı PKK-PYD gibi taşeron örgütleri, Türkiye’nin üzerine sürüyor. 1919’da Yunan’a yaptırdığı silahlı karışmayı, bugün Kürt örgütlere yaptırıyor. Dün, yabancı unsur olarak Yunanlıları, yerel unsur olarak Anadolu Rumları ve Ermenilerini kullanırken; bugün yabancılaştırdığı PKK’yı kullanıyor, yerel unsur olarak Kürtleri kullanmaya çalışıyor.

İstanbul Hükümeti ve AKP

1919’da, İstanbul hükümeti ve Padişah, işgalcilerle uzlaşarak onların isteklerini yerine getiriyordu. Saltanat ve Hilafet’in, geniş ve gerici bir kitle tabanı vardı. Para ve din kışkırtmasıyla ayaklanmalar çıkarılıyor, Kuvayı milliyeciler yakalanıp ya tutuklanıyor ya da öldürtülüyordu. Mezhepçilik egemen siyaset, ihanet meşruiyet aracı olmuştu.
Bugünkü hükümetler de müttefik saydıkları emperyalizmle uzlaşıyor, onların isteği yönünde uygulamalar yapıyor. Kamu mallarını elden çıkarıyor, yabancılara toprak, banka ve şirket satıyor, eğitimi gericileştiriyor. Demokratik girişimlerin her türünü, şiddet kullanarak bastırıyor, yurtseverleri hapsediyor; hukuk tanımaz bir tutum izliyor.

Ordusuzluk ve TSK

1919’da,  az sayıdaki ordu artığından başka, ulusal savaşımda yer alacak silahlı güç yani ordu yoktu. İstanbul Hükümeti, kalan birlikleri, yabancıların isteği üzerine terhis ediyor, silahlarını işgalcilere teslim ediyordu. İttihatçı adını taktıkları yurtsever subayları tutukluyor, bunları Malta’daki kalelerde hapsediyordu. Anadolu'da, halkı örgütlemeye çalışan yurtsever subaylar, tutuklanıyor hatta öldürülüyordu.
Bugün, 1919’dan farklı olarak ordu var, üstelik güçlü bir ordu var. Ancak, bugünkü hükümetler, işgal günlerindeki İstanbul hükümeti gibi, orduya olumlu bir gözle bakmıyor. Onun etkisini kırmak için, küresel merkezlerin istemi yönünde yasalar çıkarıyor; yasal ya da yasadışı uygulamalar yapıyor. Üst düzey subaylar tutuklanıyor. Bunlar, Malta’daki değil ama Silivri’de hapsediliyor. Askerlik paralı hale getiriliyor, Genel Kurmay’ın yetki alanı daraltılıyor, Jandarma İç İşleri Bakanlığına bağlanıyor. Emperyalizmin taşeronluğunu yapan Kürt ayrılıkçı hareketi, Türkiye’nin her yerinde örgütlenirken, Ordu kışlasında tutuluyor. Ordu gücünü Türkiye için kullanamıyor.

Emperyalist Çatlak ve Küresel Birlik

Emperyalist devletler; 1919’da, 4 yıllık savaşın yorgunluğu içinde, birlikte hareket edemez durumdaydı. Almanya yenilmiş, Rusya çökmüştü. İngiliz ve Fransız ordusu, Anadolu içlerine uzanacak bir savaşı yürütecek durumda değildi. Bu durum, Kurtuluş Savaşı için önemli bir fırsat yaratıyordu.
Emperyalizm bugün, azgelişmiş ülkelere karşı birlikte hareket ediyor. Kara savaşı yürütecek asker bulmada zorlanıyor ama ileri teknoloji kullanarak, havadan saldırıyor; kentleri bombalıyor. Birbirleriyle savaşmıyor,  güçlerini birleştirerek yoksul ülkelere saldırıyor.

Sovyetler Birliği ve Bugünkü Rusya

1919’da Rusya, emperyalizmle çelişkisi olan müttefik bir ülkeydi. Kurtuluş Savaşı’nı desteklemiş, Ankara’yı tanımış, silah ve para yardımı yapmıştı. Güvenilir bir dost ülke durumundaydı.
Rusya’nın, farklı biçimde olsa da, bugün de Batı’yla çelişkisi var. Ancak, bugün Türkiye’nin müttefiki değil. Türk Hükümeti, uyguladığı yanlış politikayla ve belki de bilinçli olarak, olası müttefiki Rusya’yı düşman ülke konumuna getirmiş durumda.

Örgütsel Tartışmalar ve Mustafa Kemal’sizlik

1919’da, ülkenin içinde bulunduğu konumdan kaygı duyan yurtseverler, ülkenin her yerinde toplantılar düzenliyor, yapılması gerekeni tartışıyordu. Büyüklü küçüklü birçok ulusçu küme; çıkış yolu arıyor, yerel örgütler kuruyordu. Ancak, bu örgütler bugünkü gibi biraraya gelemiyor, mücadeleye yön verecek merkezi bir örgüt yaratılamıyordu. Tutulacak yolun bilinmezliği içinde, her şeyi göze alan Mustafa Kemal ortaya çıkıyor, kurulu örgütleri birleştirip yeni örgütler kurarak mücadeleye atılıyordu.
Ülkenin içinde bulunduğu koşullardan rahatsız olan yurtseverler, benzer kaygılarla bugün de biraraya geliyor, ülkenin her yerinde yapılması gerekeni tartışıyor. Düşünceler karışık, gidilecek yol belirsiz. Eyleme dönüşen bir girişim henüz ortaya çıkmış değil ve Mustafa Kemal bugün yok.

Yaşamın Gerçekliği

“Ne Yapmalı” sorusuna verilecek sağlıklı yanıt; kuşkusuz, yakın tarihimizde yaşadığımız ve benzer koşulları içeren 1919 koşullarının inceleme ve irdelemesiyle ortaya çıkacaktır. Yalnızca ülkemizin değil, dünyanın bugünkü durumu, 20.Yüzyıl’ın başlarındaki durumuyla büyük bir benzerlik içindedir.
Üretim ilişkilerinde, dünya pazarlarının paylaşımında ve bu paylaşımın yarattığı gerilimlerde niteliksel bir ayrım yok. Emperyalizmin saldırganlığı sürüyor, ulusal bağımsızlık, azgelişmiş ülkelerin yine başat sorunu. Türkiye, bağımsızlığını ve ulusal egemenliğini yitirmiş, Osmanlı’ya geri dönmüş durumda. Birşeyler yapılmazsa, ulus devlet varlığının sürdürülemeyeceği kendini gösteriyor.

Yapılması gerekenin örgütlenmek olduğu açık. Açık olmayan örgütlenmenin biçimi ve mücadele tarzı. Uygulanabilir bir yöntemin bulunup uygulanmasında, kararımıza yön verecek birikimin, 1919 koşullarında bulunduğu görülüyor. 1919’dan ders alıp yararlanabilir sonuçlar çıkarılması gerekiyor. Bu durum, geçmişe bağlılığın yol açtığı bir istem değil, yaşamın bizim kuşağa dayattığı nesnel bir gerçekliliktir. Ulusal varlığın korunmasına yönelen yurtseverler, 1919’u incelemek ve girişecekleri mücadelede kendilerine yön verecek sonuçlar çıkarmak zorundadırlar.

2 yorum:

  1. Sayın Aydoğan,

    Tartışmalarda öne çıkan 3 eğilimden ilki olan yaklaşım, "toplumun her kesimini içine alan bir örgütlenmenin gerekli olduğunu ileri sürüyor. Onlara göre, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi; yerel örgütler kurulmalı, kurulu olanlar birleştirilerek genişletilmeli ve halk önderleri yetiştirilmelidir.." bana gore, yüce önder Atatürk'ün devrimlerin halka anlatılması için kurduğu Halk Odaları ve Halk Evlerini yeniden oluşturarak daha toplumsal, daha tabana yayılmış bir çözüm sunması açısından daha olanaklı gözüküyor. Bu oda ve evlerde, eskiden olduğu gibi, devrimler halka anlatılır, Atatürk'e ve Cumhuriyet'e, satılmış kitle iletişim araçlarıyla yürütülen yaymaca (propoganda) karşısında kitleler bilinçlendirilir, karmaşık anapara (sermaye) ilişkileri ile elden giden ulusal ekonomi ve sanayi için gene kitleler bilgilendirilir. Ortaya çıkacak ulusal bir siyasi oluşuma taban oluşturulur.
    Saygılarımla

    Volkan Kaya Turudu

    YanıtlaSil
  2. Önerine katılıyorum ve gerçekleştirmek iÇin çaba harcanması gerektiğine inanıyorum.

    YanıtlaSil