26 Temmuz 2016 Salı

BATIDA HIRİSTİYANLIĞIN EVRİMİ VE DİNDE “REFORM”


Avrupa’da iki bin yıl içinde, mezhep ve tarikatlarıyla üç tür Hıristiyanlık ortaya çıktı. Köleci dönemde “barışçılığa ve eşitliğe”, feodal dönemde “kilise despotizmine”, kapitalist aşamada ise “sermaye ve ticaretin kutsallığına” dönüşen bir Hıristiyanlık yaşandı. Birbirinden çok ayrımlı ekonomik ilişkileri olan bu dönemleri, Hıristiyan inancı belirlemedi, tersine Hıristiyanlığı bu dönemler belirledi, ona yeni anlamlar yükledi. Rönesans ve reform, bu dönemler içinde kapitalist üretim ilişkilerine denk gelen uygulamalardı.

Hıristiyanlığın Evrimi

İkibin yıllık Hıristiyanlık tarihinde Batı’da; köleci, feodal ve kapitalist üretim biçimlerini kapsayan üç tür toplumsal düzen yaşandı. Bu uzun süre içinde Batı toplumlarına yön veren belirleyici unsur, din ya da ona bağlı inanç dizgeleri değil, ekonomik ilişkilerin biçim verdiği toplumsal gerekliliklerdir. Her yerde olduğu gibi Batı’da da, inanç dizgeleri toplumsal düzeni değil, toplumsal düzen inanç dizgelerini belirledi.
Avrupa’da iki bin yıl içinde, mezhep ve tarikatlarıyla üç tür Hıristiyanlık ortaya çıktı. Köleci dönemde “barışçılığa ve eşitliğe”, feodal dönemde “kilise despotizmine”, kapitalist aşamada ise “sermaye ve ticaretin kutsallığına” dönüşen bir Hıristiyanlık yaşandı. Birbirinden çok ayrımlı ekonomik ilişkileri olan bu dönemleri, Hıristiyan inancı belirlemedi, tersine Hıristiyanlığı bu dönemler belirledi, ona yeni anlamlar yükledi. Rönesans ve reform, bu dönemler içinde kapitalist üretim ilişkilerine denk gelen uygulamalardı.

Batının Başarısı

Batı Avrupa kapitalizmi, Doğu’dan aldığı bilimi, ekonomik-toplumsal gelişime yön veren somut uygulamalara dönüştürdü ve bu tutumu siyasi sisteme yön veren politikanın temeline yerleştirdi. Bilim ve teknoloji; sınai ve ticari gelişime, bağlı olarak toplumsal ilerlemeye yön veren ana unsur oldu. Yaratılan bilimsel ve düşünsel varsıllık; bir yandan üretim eyleminde kullanılan teknikleri geliştirirken bir başka yandan bu eylemin yarattığı hukuksal düzene biçim verdi, siyasi ilişkileri geliştirdi.
Batı, bu yolla, bilimi günlük yaşama sokmayı ve bu gelişime uyum gösteren düşünceleri engellerden kurtarmayı başardı. Tutucu geleneklere dayanan, dirençli bir karşı koyuşla elbette karşılaştı, ancak ağır bir bedel ödese de, karşı koyuşu etkisizleştirdi; kapitalizmin gelişimine uyum gösteren yenilikler gerçekleştirdi, bunu başardığı oranda gelişti.

Gelişirken Geliştirmemek

Üretimden pazar gereksinimine, denizaşırı ticaretten sanayileşmeye, sömürgecilikten emperyalizme dek nesnel koşula bağlı gelişmeler süreci; rönesans ve reformun sağladığı düşünsel uyanışla bütünleşerek Batı kalkınmasına yön ve biçim verdi.
Sanayileşmeyi ortaya çıkaran koşullar, önce Avrupa’da oluştu ve Avrupalılar tarihsel olarak kendilerine üstünlük sağlayan bir dönem elde etti. Elde ettiği güçle, başka ülkeler üzerinde gelişimi engelleyen bir baskı kurdu. “Gelişirken geliştirtmeyen” politikayı, çoğu kez askeri güç kullanarak uluslararası ilişkilere egemen kılmayı başardı.
Amerikalı düşünür M.Fox bu politikayı; “herhangi bir bölgenin kendi kendine yeterli olabilmesini önlemek için, her türlü yeni oluşumu engellemek” olarak tanımlamıştır.1

“Reform”

Tarihçiler, “değiştirmeye yönelmeksizin düzeltme, onarma ve iyileştirme” anlamına gelen Reform sözcüğünü, 16.yüzyıl Avrupası’nda ortaya çıkan “dinde yenilenme” hareketini tanımlamak için kullanır. Tanımın tarihsel anlamı, gelişen kentsoylu sınıfının, feodal beysoyluluğa dinsel alanda başkaldırması; toplumsal anlamı ise, dinin toplum üzerindeki etkisinin, başka biçim ve yaklaşımlarla sürdürülmesi. Reform girişimi gerçekte, bir inanç sorunu değil, inanç üzerinden yürütülen bir sınıf savaşımıdır.
Giderek güçlenen kentsoylu sınıfının istekleriyle Katolik Kilisesi’nin çıkarları arasındaki çelişki, kapitalizm geliştikçe şiddetleniyor ve kentsoyluluk bu gelişime direnen kiliseyle çatışıyordu. Katolik Kilisesi’nin hem simgesel hem de eylemsel gücüne dayanan rahipler saltanatı, yeni üretim ilişkilerinin gelişmesine engel olmaya çalışıyor, ideolojik temelini oluşturduğu feodal düzenin sürdürülmesini istiyordu.
Kentsoyluların feodalizmi temsil eden Katolik düşüncesine karşı, kendi çıkarlarını temsil eden yeni bir Hıristiyan “inancına” gereksinimi vardı. Protestanlık (Almanya), Calvinizm (Fransa) ve Anglikanizm (İngiltere) bu gereksinimi karşılamak için ortaya çıktı. Bu sürece, “dinde yenilenme-Reform” adı verildi. “Kilise var olmalı, ancak kentsoyluluğun sınıfsal çıkarlarına uygun davranmalıydı”2, Reform deviniminin özü buydu.

Reformun Öncüleri

Reform’un anavatanı Almanya’dır ve Alman papazı Martin Luther’in (1483-1546) Wittenberg Kilisesi’nin kapısına 1517 yılında astığı bildiri (protesto) ile başlamıştır. Luther bu “protesto”yla, gelişen yeni toplumsal ilişkilere ve oluşmakta olan yaşam biçimine ayak uyduramayacak denli“donmuş”, “bozulmuş” ve “köhnemiş” Katolik Kilisesine karşı “savaş” açıyor, dini söylemler kullanarak yeni bir düzenin kurulması gerektiğini ileri sürüyordu.
Luther’in Almanya’da yaptıklarının benzerini İsviçre’de Jean Calvin (1509-1564), İngiltere’de Kral VIII.Henry (1491-1547) yapıyor, onlar da içinde bulundukları toplumun yeni koşullarına uygun düşen görüşler ileri sürerek dinde reform hareketine girişiyorlardı.

Söylenenler

Erfurt Üniversitesi’ni bitirerek din-bilim ve felsefe öğretmenliği yapmış olan Luther’e göre; “Sosyal eşitsizlik bir tanrı düzenidir ve olduğu gibi korunarak toplumsal düzenin temelini oluşturmalıdır. İnsanlar arasında eşitlik istemek, tanrısal düzene karşı çıkmaktır ve doğru değildir. Kilise, tanrı ile kul arasına girmemelidir; insanın kurtuluşu törensel ayinlerle değil, inancın dünyevi işler için kullanılmasıyla sağlanır”.3
Fransız ilahiyatçısı Calvin’e göre ise; “Üretim için faiz almak gereklidir ve bu din yasalarına aykırı değildir; birey ve bireyin ekonomik çıkarları, tanrısal düşünce içinde bile önde gelir; insan emeğinin ekonomik bir değeri vardır ve bu değerin kullanılması tanrısal bir buyruktur; uluslararası ticaret yararlıdır, genel yoksulluğu azaltır; Tanrı, kendisini tüccar ve iş adamlarının egemenliğini sağlamak üzere görevlendirmiş ve yetkilerini ona devretmiştir”.4
Katolikliği İngiltere’de yasaklayan VIII.Henry, kurduğu “bağımsız” ve “ulusal” Anglikan Kilisesi aracılığıyla benzer görüşler ileri sürdü ve bu görüşleri devlet politikası yaptı. Anglikanizm yalnız İngiltere’de değil, gezginler, sömürge tüccarları ve kolonilere yerleşen göçmenler tarafından, İmparatorluğun egemen olduğu hemen her yere yayılmaya çalışıldı. Katolik Kilisesi “köle emeği sömürüsünü”, Protestanlık ve Calvinizm “üretimde el emeği kullanımını” nasıl Tanrı’ya “onaylatmışsa”, Anglikan Kilisesi de “sömürge ticaretini” öyle Tanrı’ya “onaylatıyor” ve dini, İngiliz İmparatorluğu’nun çıkarlarını savunan bir öğreti (doktrin) durumuna getiriyordu.

İnanç Terörü

Luther, Calvin ya da VIII.Henry’nin görüşlerini kabullenip yaşatacak sınıf hazırdır. Önce ticaret, daha sonra sanayi burjuvazisi, ileri sürülen görüşleri kabul etmekle kalmadı toplumun her kesimine yayıp kurumsallaştırdı ve bu “yeni” görüşler hızla yayıldı.
Ancak, bu yayılma, toplumun başka kesimlerinde inançtan çok, güç kullanarak yürütüldü. “Yeni” görüşleri, sınıfsal çıkarlarına ve inanç geleneklerine uygun bulmayan halk kitleleri üzerinde şiddet uygulandı; Avrupa’nın her yerinde ayaklanmalar ve uzun süren acımasız “din” çatışmaları ortaya çıktı.
Örneğin, Luther’in çağdaşı olan, ancak Reform’un güç sahiplerinin değil, halkın çıkarı yönünde yapılmasını isteyerek “sınıfsız” ve “devletsiz” bir toplum düşleyen Alman Thomas Münzer (1440-1525), önderlik ettiği 130 bin köylüyle birlikte Frankenhausen’de öldürüldü.5
Aragonlu Michel Servetus adındaki ilahiyatçı bir hekim, Calvin’in emriyle hafif ateşte yavaş yavaş pişirilerek öldürüldü. Akciğerdeki kan dolaşımının özelliğini bulan bu hekimin tek suçu, Hıristiyanlık inançlarında Calvin gibi düşünmüyor olmasıydı. Cenevre Calvinistleri bu “günahın affı” için 1903 yılında Cenevre’de bir Servetus Anıtı diktiler.6
“Dinde reform”, insanların düşünceleri ve günlük yaşamları üzerine kurulmuş olan dinsel baskının yerine, günün koşullarına uygun bir başka dinsel baskı düzeni getirdi. Katolik kilisesinin otoritesi, yerini Protestan kuralcılığına bıraktı. Reformun getirdiği, “özgür düşünce” ya da “inançsal hoşgörü” değil; sınıfsal çıkarlara dayanan bir Hıristiyanlığın, önce güç kullanılarak daha sonra hukuksal düzenlemelerle topluma kabul ettirilmesiydi.

DİPNOTLAR

1              “Emperyalizm Kilidi” Prof. Türkkaya Atatöv, Cumhuriyet 12.08.2003
2              “Rönesans ve Felsefesi” Yalçın Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.41
3              A.g.e., sf.41
4              “Düşünce Tarihi” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 5.Bas. 1993, sf.198
5              “Düşünce Tarihi” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 5.Bas. 1993, sf.198-359 ve “Rönesans ve Felsefesi” Yalçın Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.43
6              “Rönesans ve Felsefesi” Yalçın Kaya, Tiglat Mat. A.Ş. 1999, sf.46







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder