13 Temmuz 2016 Çarşamba

KÜRESELLEŞME VE İŞÇİ MÜCADELESİ


21.Yüzyıla girerken, çalışanlar açısından dünya yüzyıl öncesinin koşullarından daha iyi bir ortam oluşturmuyor. İşçiler birçok bakımdan daha kötü durumdalar. Küresel şirketler, düşük ücret amacıyla  işgücünü kadınlaştırdı, bir ölçüde de çocuklaştırdı. (Kadın işçilerin ücretleri küresel işçi piyasalarında ortalama olarak; erkek işçilerden yüzde 50 daha düşüktür.) Üretim fasonlaştırıldı. Parça başına ücret, evde üretim, part-time çalışma, taşeronlaştırma yaygınlaştı. Daha sonra emek örgütlerine kısıtlamalar getirildi ve sendikalar üzerine yasal ya da yasal olmayan baskılar uygulandı. Dünyanın birçok yerinde insanlar, Fransız ihtilalinin “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” söyleminin yaşama geçmesini bekleyen işçi adayı serfler durumuna düştü. Dünya sanki yeni bir feodal döneme girdi.

Sendikasızlaştırma

Yeni Dünya Düzeni politikalarının temelinde, işçi haklarına ve emek örgütlerine karşıtlık vardır. Yüksek kazanç ereğiyle işgücünün ucuz olduğu azgelişmiş ülkelere gelen uluslararası şirketler, buralarda, işçi hakları gibi sıkıcı sorunlarla uğraşmak istemediler. Bu nedenle, yatırım yapacağı ülkeden, yerine getirilmesini istediği ilk koşul siyasi ve ekonomik dengedir (istikrardır). Yoksul ülkelerde şirket isteği anlamıyla denge ise, çalışanların her türlü ekonomik ve demokratik haklarını baskı altına almasıdır.
Köklü savaşım geleneğine ve kazanılmış haklara sahip olmalarına karşın, gelişmiş ülke sendikaları bile, işçi sorunlarının giderilmesi yönünde artık etkili olamamaktadır. Büyük boyuta varan işsizlik, işçileri işlerinden olma korkusuyla edilgenliğe itmektedir. Sendikalar artık, aidat toplamanın dışında herhangi bir işle uğraşmamaktadır.

Peri Masalı

Küreselleşme savunucuları, uygulanan politikaların niteliği ortadayken iş ve işgücü sorunlarıyla ilgili görüşlerini çok ayrımlı biçimde açıkladılar.
Bu açıklamalara göre, sermayenin serbest dolaşımı, işgücünün de serbest dolaşımını getirecekti. Ortak bir kültür oluşturacak olan dünya ticareti, ülkeleri ve insanları birbirlerine yaklaştıracak; dil, din, ırk ve etnik köken ayrımı gözetilmeyen bir dünyada insanlar, diledikleri ülkede diledikleri kadar çalışabilecekti. Bacasız sanayi ile post modern çağa ulaşan insanlık, bolluk ve barış içinde yaşayarak, evrensel boyutlu bir uygarlığa erişecekti... Bunlar söyleniyordu. Bu sözlere inanan ya da etkisi altında kalanların sayısı hiç de az değildi.

Gerçekler

Bugün azgelişmiş ülkelerde, toplama kamplarına dönüşen fabrikalar vardır. Yine bugün, New York ya da Londra’da, 1850’lere benzer koşullarda çalışılan iş yerleri de var. Parça başına ücret, evde üretim, mal değiş tokuşu fasonculuk, outsourcing denilen taşaronluk, çok düşük ücretlerle çocuk ve kadın çalıştırma; yalnızca Bangladeş’te değil Detroit’de, New York’da, Los Angelos’ta da uygulanmaktadır.
Feodalizm adeta yeniden kuruluyor. Yüz yıllık sendikal savaşım birikimi yok olmak üzere. ABD ve Kanada işverenleri arasında çok sık kullanılan (ve uygulanan) günün moda sloganı şöyle; “Take it leave it” (ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin gibi birşey).

Sendikalar Güç Yitiriyor

Toplu çalışma koşullarındaki işçilerin çıkarlarını savunmak için üretim süreçlerinde ortaya çıkan sendikalar, iki yüz yıllık geçmişe sahiptir. Bunlar, sanayi işçiliğinin ve üretim tekniklerinin gelişen ve değişen koşullarına uygun olarak, sürekli olarak güçlenen bir evrim geçirdiler. Ancak, en etkisiz dönemlerini bugün yaşıyorlar. Ücret ve sosyal hakların arttırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir zamanlar ses getiren eylemler gerçekleştiren bu örgütler, bugün işverenlerin vermeyi uygun gördüklerini onaylamaktan başka işe yaramayan, sessiz ve güçsüz kuruluşlar durumunda...
Sendika yöneticileri, işçi haklarını kararlı bir biçimde savunduklarında, başlarına sendikalarını yitirme dahil her türlü işin geleceğini biliyor. Sendikalar ve sendikal savaşım, bugün hem ulusal hem de küresel düzeyde baskı altına alınmış durumdadır. Bu nedenle sendikacılar ve sendikalı işçiler, yeni haklar elde etmekten çok, işlerini ve eski haklarını korumanın derdi içindedir.

Yeni Yöntemler

Yeni Düzen politikalarının çalışanların örgütsüzleştirilmesi için başvurduğu yöntemler, özellikle 1980’lerden sonra, etkili oldu. Önce, fabrikalar, yoğun bir biçimde denizaşırı yoksul ülkelere taşındı. Bu yolla hem son derece düşük ücretle çalışan uysal ve örgütsüz yeni işçiler kazanıldı, hem de artan işsizlik oranlarının baskısıyla anavatandaki ‘küstah’ sendikacılar ve ‘eylemci işçiler’, ‘hizaya’ sokuldu.

Grevler Azalıyor

Hükümetlerin desteğini alan uluslararası şirketler, ileri düzeyde örgütlenmiş yapılarıyla, örgütsüz işgücü karşısında ezici bir üstünlük sağlamıştır. Bu üstünlük, onlara sermayenin kalıtımsal özlemi olan işçilerin sendikasızlaştırılması konusunda, yeni olanaklar sundu. Sendikaların etkinliği hızla azaldı ve grevler etkin bir silah olmaktan çıktı.
İşçiler, gelişmiş ülkeler dahil, ellerindeki işten de olmamak için grevlerden uzak durmağa başladılar. ABD’nde 1000 ya da daha çok işçiyi ilgilendiren grevlerin sayısı, 1960’larda yılda 300 iken, 1991’de 40’a düştü.1 Aynı ülkede, üretim birimlerinin denizaşırı ülkelere taşınması nedeniyle, 1969-1979 arasındaki on yılda tam 35 milyon işçi işsiz kaldı.2

Eski Bir Öykü: Sendikasızlaştırma

İşçi haklarıyla şirket kazancı arasında ters orantılı bir ilişki vardır. Bu nedenle işçiler, sınıf olarak ortaya çıktığı günden beri, elde ettiği bütün hakları savaşım vererek kazanmıştır. İşçi-işveren ilişkilerini sürekli olarak gergin tutan ve işçi sınıfı tarihi kadar eski olan bu savaşım; işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını olduğu kadar, ülkelerin siyasi demokraside eriştikleri düzeyi de gösterir.
20.Yüzyıl başları endüstriyel yatırımların arttığı ve sermaye dışsatımının yoğunlaştığı bir dönem oldu. Bu dönemde, işçi ve işveren ilişkileri sertleşti ve Batı ülkelerinde büyük grevler ortaya çıktı. ABD’nde 1893-1898 arasında 1,7 milyon işçiyi kapsayan 7029 grev olurken, 1899-1904 yılları arasında 2,6 milyon işçiyi kapsayan 15 463 grev meydana geldi.3
Amerikan Şirketleri; grev dalgasının yayılması üzerine profesyonel grev kırıcıları devreye soktu ve sonuçta kan döküldü. Özellikle göçmen işçiler arasında ırk, din ve dil ayrılıkları kullanıldı, bu yolla işçilerin birliği önlenmeğe çalışıldı. Pinkertonizm denen ajan büroları hemen her greve vahşi yöntemlerle saldırdı. İşverenler, İmalatçılar Ulusal Birliği adı altında örgütlenerek, sendika yöneticileriyle grevci işçilerin ABD’nin hiç bir yerinde işe alınmamasını sağlayan bir örgüt ağı kurdu.
Mahkemeler grevleri erteledi ve önceden tasarlanmış kışkırtmacı eylemlerin yasal sorumluluğu, hemen her yerde grevci işçilere yüklendi. Baskının yoğunlaşması sendikal savaşımı küçülttü ve örneğin 1904’de 1 676 000 üyesi olan Amerikan İşçi Federasyonu AFL, yavaş yavaş çökmeye başladı. Gelişmelerden etkilenen Jack London 1907 yılında işçi savaşımını konu alan ünlü Demir Ökçe’yi yazdı.4

20.Yüzyılda Sendikal Savaşım

İşçi eylemleri ve sendikal savaşım, 20.yüzyıl boyunca tüm dünyaya yayıldı ve hemen her ülkede toplumsal yaşamı belirgin bir biçimde etkiledi. Savaşım amaçları, ekonomik istemleri aşarak yönetim sorununu da içermek koşuluyla geniş kapsamlı politik ereklere yöneldi. Dünyanın birçok yerinde gerçekleştirilen işçi eylemleri artık yönetimi amaçlayan siyasi bir strateji izliyordu.
İşçi eyleminin siyasi sorun durumuna gelmesi, dünya iş çevrelerini, devlet ve hükümet yetkililerini son derece tedirgin etti. Zaten gerilimli olan ilişkiler, çoğu kez uzlaşması olanaksız çatışmalara dönüştü.
20.Yüzyılın politik ortamını; biçim, kapsam, nicelik ve etkileri değişen işçi eylemleri ve bu eylemlere karşı gösterilen küresel tepki belirledi. Çatışan taraflar, ellerindeki bütün olanakları kullanarak birbirlerine karşı üstünlük kurmağa çalıştı.
1917 Rusya’sından 1933 Almanya’sına ve 1990’ların ABD’ne dek geçen yüz yıllık savaşım süreci içinde, ilk elli yılda işçi savaşımı, ikinci elli yılda ise (özellikle 20.yüzyılın sonlarında) karşıtları, daha üstün gözüktü.

Günümüzde Durum

ABD devi General Motors, 1992 yılında 8,7 milyar dolar zarar etti. Bu Kuzey Amerika tarihinin bir yıl içinde gördüğü en büyük zarardı. Şirket ABD ve Kanada’daki 20 fabrikasını kapattı ve 74 000 işçiyi işten çıkardı. Texas’daki fabrikasını açık tutmak için işçilere, yüzyıl önce değil kabul etmek akıllarından bile geçirmeyecekleri bir öneri getirdi. Bu öneriye göre fazla mesai almadan 3 vardiya halinde çalışılacaktı. İşini yitirmek istemeyen işçiler öneriyi kabul etti ve Amerikan tarihinin ‘en sözdinler, en uysal’ işçileri olarak çalıştılar.
Ford 1987’de, Cuautitlan’daki yirmi üç yıllık fabrikasını, ücretlerin arttırılmasını isteyen bir grev nedeniyle kapattı. Birkaç hafta sonra yeniden açtığında eski ücretlerin yarısını veriyordu. Fabrika yönetimi, yeni giriş yaptırdığı bütün eski işçilere kıdem tazminatlarını ve emeklilik haklarını yitirdiklerini bildirdi. İşçilerin protestosu nedeniyle yüzden fazla silahlı adam fabrikaya getirildi. Açılan ateş sonunda bir işçi öldü sekiz işçi yaralandı.5 Pinkertonizm Amerika’da 21. yüzyılda hala yürürlükteydi.

Fabrika Göçü

Uluslararası şirketlerin önemli bir bölümü, kendi ülkelerinde elde ettiği işçi çalıştırma ayrıcalıklarına karşın, bunları yeterli görmedi ve fabrikalarını deniz aşırı ülkelere taşıdı. ABD kökenli en büyük 500 uluslararası şirket, ABD’nde, 1979-1992 yılları arasında 4 milyon 400 bin Amerikalı işçiyi işten çıkardı.6
1950 yılında ABD’nde ekonomik etkinliğin üçte biri üretimle ilgiliydi ve bu alanda çalışan işçilerin sayısı tüm çalışanların neredeyse yarısını oluşturuyordu. 1980’lerin ortalarında fabrikalarda çalışanların sayısı tüm çalışanların yüzde 20’sine, 1990’ların başında ise yüzde 16’sına düşmüştü.7
Helikopterden soğutuculara dek çeşitli mallar üreten ABD şirketi United Technologies’in Genel Müdürü George Davit’in, 1996’da Ulusal Basın Kulübü’nde yaptığı bir konuşmada söyledikleri, fabrika göçünün eriştiği düzeyi göstermektedir. George Davit şunları söylüyor: “1990’dan bu yana ABD’nde 30 bin işçiyi işten çıkardık, buna karşılık yurt dışında 15 bin yeni iş alanı açtık... Bugün ABD’nde çalışan 120 milyon işçinin 30 milyonunun işi tehlikededir... İşçi çıkarları konusunda ABD’nin uluslararası şirketler arasında egemen olan bu eğilim değişmeyecektir”.8

Azgelişmiş Ülkeler

Sendikalar, gelişmiş ülkelerde güç yitirirken azgelişmiş ülkelerde yaşam şanslarını ve ayakta kalma olanaklarını yitiriyordu. İşçi sınıfının güçlü olmadığı, sendikal savaşım geleneğinin bulunmadığı ve siyasi demokrasinin işlemediği bu ülkelerde sendikalar çok çabuk çökertildi. İşçi hakları için savaşımda kararlı olmayan, siyasi erkle çatışmayan ve büyük çoğunluğu devlet işletmelerinde varlığını sürdüren birkaç dernekleşmiş sendika dışında, ortada herhangi bir işçi örgütü kalmadı.
Kendi ülkelerinde işçi eylemlerini sınırlamayı başaran uluslararası şirketler, yatırım yapacağı ülkelerde; işçi haklarının sözünü bile duymak istemiyordu. Yabancı Sermaye yatırımları için her türlü ödünü vermeğe hazır hükümetlere, yatırım yapmak için; işçi haklarının (ne kadar varsa) ortadan kaldırılmasını ve işçi istemlerine karşı gerekli önlemlerin alınmasını koşul koyuyordu.
Şirketlerin istekleri dünyanın her yerinde kabul edildi ve azgelişmiş ülkeler uluslararası yatırımcılar için dengeli (istikrarlı) yerler durumuna getirildi. Hükümet yetkilileri, ülkelerine gelen bütün ticari kurullara işbırakımsız bir ortam sözü veriyordu.
1988’de Bolivya’daki ekonomik “iyileştirmenin” mimarı Sanchez de Losado, şunları söylemişti: “Sendika yöneticilerini tutuklayıp ülkenin iç bölgelerine sürgün ettik. Devlete ait Cambol Maden Konsersiyomu’nu kapattık. Bu madenlerde çalışan 24 bin işçiyle kamu sektöründe çalışan 50 bin ücretlinin işine son verdik”.9

Türkiye’de Durum

Türkiye’de, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra sendikalar üzerine şiddetli bir baskı uygulandı. 1980-1982 döneminde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlı sendikaların yöneticileri tutuklandı, sendika mallarına elkondu. Çıkarılan yasalarla kazanılmış haklar büyük oranda ortadan kaldırıldı. Sendika kurmak, işyeri örgütlemek ve sendika değiştirmek, adeta ‘dünyanın en güç işi’ oldu. Sendikalar, adı var kendi yok sanal örgütler durumuna getirildi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın resmi verilerine dayanılarak yapılan bir çalışmaya göre; 1980’lerden sonra Türkiye’deki sendikal örgütlenme, büyük güç yitirdi ve bir çok sendika varlığını kağıt üzerinde sürdürür duruma düştü. 103 işçi sendikasından 20’si tümüyle kapandı, 35’i yalnızca kayıtlarda var gözüküyor.10

DİPNOTLAR

1      Washington Post 05.07.1992, ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Kit., sf.246
2      “Deindustrialization” Barry Bluestone sf.31 ak. a.g.e. sf.232
3      “1914’e Kadar Sanayi İlişkileri” Georges Lefranc 20.yy. Tarihi, sf.288
4      a.g.e. sf.289
5      “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J. Cavanagh Sabah Kitapları, sf.253
6      Fortuna 19.04.1993, sf.176 ak. R.J.Barnet-J. Cavanagh, “Küresel Düşler” Sabah Kitapları, sf.326
7     “Manufacturing Mattes” Stephan S.Cohen-John Zysman (New York: Basic Book 1987) sf.4 ak. a.g.e. sf.219
8      International Herald Tribune 15.02.1996 ak. a.g.e. sf.143
9      “Sömürgecilik Emperyalizm Küreselleşme” F.Başkaya Öteki Yay., sf.28
10    “Sendikal Örgütlenme Hız Kaybediyor” Güneş Gürson Cumhuriyet 08.02.1996




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder