17 Temmuz 2016 Pazar

TÜRKLER NASIL İNSANLARDIR


Yalnızca Türkler değil, tüm toplumlar yaşam biçimlerinden ve tarihlerinden gelen, kendilerine ait özelliklere sahiptir. Ayrılıkları, benzerlikleri ya da gelişme düzeyleri ne olursa olsun her toplum, hem kendine özgüdür hem de dünya kültürünün bir parçasıdır; hem yerel hem evrenseldir. Ulusları ve halkları yerme ya da hor görmeye dayanan üstünlük duygusu, yani ırkçılık ne denli kabul edilemezse, evrensellik adına kimliksizleşme davranışları da o denli kabul edilemez. Halkın gelenek ve göreneklerine sahip çıkıp geliştirmek, yalnızca hak değil aynı zamanda bir görevdir. Halkların yaşamında var olan demokratik gelenek, bu iki olguyu birlikte ele almayı gerektirir.


Toplumun Verdiği 

Bir toplum ya da topluluğu oluşturan insanların tümünü kapsayan ve topluluk içindeki her bireyi aynı biçimde ifade eden, tek bir tanımın yapılamayacağı açıktır. Bireyler arasında düşünce ve davranış ayrımlılıkları, karşıtlıklar, başkalıklar kuşkusuz olacaktır. Sınıfsal ayrımlar bir yana, aynı soy ve aile içinde bile birbiriyle uyumlu olmayan davranışlar vardır. Katılımcılıkla baskıcılık, barışçılıkla savaşkanlık, paylaşımcılıkla bireysellik, yardımseverlikle bencillik gibi sayısız karşıtlık ya da birliktelik, toplumun bireylere verdiği özelliklerdir.
Kişiler ya da kümeler arasında düşünce ayrımının olması, toplumun genel yapısını temsil eden ortak bir tinsel (ruhsal) biçimlenişin ve toplumu tanımlayan ortak bir özyapının (karakterin) olmayacağı anlamına, gelmez. Ailede, bireyler arasındaki ayrımlılıklara karşın nasıl ortak bir davranış birliği varsa ve bu birlik onların ortak özelliğini gösteriyorsa, aynı birlik daha kapsamlı olarak toplumlarda da vardır. Bireyin sahip olduğu düşünce ve davranışlar, aileden başlayarak toplumun tümü tarafından belirlenir. Toplum aileyi, aile bireyi etkiler. Aynı etki, ters yönlü olarak da işler. Bütünlüğü olan karşılıklı etkileşim, sonuçta, toplumun kendine özgü niteliğini yani onu başka toplumlardan ayıran özyapıyı ortaya çıkarır.

Özyapı Oluşumu

Özyapı oluşumu, binlerce yıllık geçmişe dayanan ve sürekli değişimle yenilenen, sonsuz bir süreçtir. Bu süreç içinde, toplum bireyleri, bireyler de toplumu geliştirir ve ortaya toplumun tümünü temsil eden bir ortak duygu, bir tinsel birliktelik çıkar. Hangi dönemde ve hangi koşullar altında olursa olsun, toplumu yönetenler ya da yönetime aday olanlar (günümüzde partiler), başarılı olabilmek için, bu birliğin niteliğini, kapsamını ve dayandığı temeli (yani tarihi) bilmek ve ona göre davranmak zorundadırlar. Bu nedenle, Türklerin nasıl insanlar olduğunu bilip öğrenmek, toplumbiliminin alanına giren ve yalnızca kendimizi öğrenmek için yapılması gereken bir çaba değildir. Bu çabanın aynı zamanda, günümüz politik savaşımına yön vermede, yararlanılması gereken tarihi ve siyasi bir araştırmadır.

Türkler Nasıl İnsanlardır

Ünlü Türk bilgini Kâşgarlı Mahmut Divan-ı Lûgat-it Türk adlı yapıtında Türkleri, “böbürlenme ve övünme huyları olmayan, büyük kahramanlıklar ve fedakârlıklar yaptığı zaman bile, bir olağanüstülük yaptığından habersiz görünen” insanlar olarak tanımlar.1 August Comte, Pierre Laffitte, Mismer ya da Ferrari gibi Avrupalı düşünürlerin Türkler hakkındaki görüşü, çoğu kez “hayranlık” düzeyine varan saptamalar içerir. Bu düşünürler Türkler’in, “içten, alçakgönüllü, ahlaklı, dindar ama bağnaz olmayan” insanlar olduğunu söyler ve Türkler’in “azla yetinmeye, sürekli iyimserliğe, ülkücülüğe dayanan toplumsal özelliklerinin ve yoksul da olsa mutluluğu yitirmeyen yaşam biçimlerinin hayranlık verici”2 olduğunu belirtirler.
Rus tarihçi K.E.Bosfort, Türkler’in “vahşi asaletlerini”  her zaman koruduklarını ve onların “güçlü, disiplinli, dayanıklı, yalan dolan bilmeyen, entrikacılığı sevmeyen, gereksiz övgüden hoşlanmayan, yağmadan ve ırza tecavüzden uzak duran” insanlar olduğunu söyler. Bosfort’a göre; “Araplar ve sunnî Acemler” Türkleri; “kendi soylarından olan Deylemî ve İsmailîler’e karşı belirgin bir biçimde tercih ederler”; Türkler’i “arslan gibi gururlu, doğal kusurlardan arınmış, ev işlerini sevmeyen”,  buna karşın “savaşlarda yüksek yeteneğe sahip”  kişiler olarak değerlendirir.3
M.S.981-984 yılları arasında Turfan ve Beş Balığ’ı gezen Çin Elçisi Vang Yen-Tö, Türklerin “kentlerinde çok sayıda evler, kuleler, bahçeler bulunan; zeki, dürüst, kişilik sahibi ve ahlaklı insanlar” olduğunu söyler.4 Bir başka Çinli, tarihçi Sih-Ma Ch’ien ise, Türklerden saygıyla söz ederek, onların “sağlam gelenekleri ve kültürleri” bulunduğunu, “aydın kesime sahip bir toplum” olduğunu söylemiş ve Türkler’i “Çin soyundan gelen ve bağımsızlıklarına düşkün Siyenpiler’den” daha üstün tutmuştur.5 Ön Moğol tarihinde, Cengiz Han’ın içinden çıktığı kabul edilen Borcigin boyunun atası Bodoncar, Türkleri eşitçi yaşamlarını öne çıkararak; “büyüğü küçüğü yok, iyisi kötüsü de yok. Baş olan da, ayak olan da yok, hepsi eşit” biçiminde tanımlamıştır.6
1568-1574 yılları arasında 6 yıl İstanbul’da kalan Venedik Elçisi Marcantonio Barbara, Türkler’in “savaşçılıklarını” ve “yiğitliklerini” yalnızca savaş dönemlerinde gösterdiklerini, olağan dönemlerde “kavgadan uzak duran”, son derece “barışçı” insanlar olduğunu söyler ve anılarında şu görüşleri dile getirir: “Türklerin yiğitlik anlayışı bizimki gibi değildir. Avrupa’da yiğitlik, her an kavga etmeye hazır olmak, karşısındakinin gözüne dik dik bakmak, yüzüne gergin ve havalı bir ifade vermek, öfkeli görünerek durmadan yemin etmek demektir. Türkler ise, yiğitliklerini, silahlarını savaş zamanında düşmana gösterirken; barış zamanında son derece alçak gönüllüdürler, kavga etmezler ve evlerinde huzur içinde yaşarlar”.7

Yirminci Yüzyıl Söylemleri

Birinci Dünya Savaşı’nda Irak’ta esir edilen İngiliz askerlerine Türklerin uyguladığı “insanca davranış” Avam Kamarası’nda görüşme konusu olmuş ve “İngiltere’nin de Türk esirlere iyi davranacağı”nın İstanbul’a bildirilmesi gündeme getirilmişti.8 Aynı dönemde, kimi İngiliz dergilerinde “Anadolu Türkü, doğanın bir centilmeni; basit, dürüst ve hayran olunacak bir kişidir” biçiminde saptamalar yapılıyor, bu saptamalar için Hogarth, Mark Sykes gibi Türkler konusunda ‘uzman’ yetkililerin tanıklığına başvuruluyordu.9
1958-1966 yılları arasında Türkiye’de görev yapan İngiliz gazeteci Davit Hotham, gazeteciliğin yanı sıra, Türkçe öğrenip Türkleri araştırmış ve saptamalarını Türkler adını verdiği bir yapıtta toplamıştır. Batı merkezci bakışla yazılmasına ve birçok yanlış görüş içermesine karşın, yapıtta Türklerin toplumsal özellikleriyle ilgili olarak şu görüşlere yer verilmiştir: “Türkler; nezaket, yardımseverlik ve içtenlik bakımından dünyada eşi olmayan bir ulustur. Yabancılara karşı aşırı bir konukseverlik biçiminde ortaya çıkan derin bir insan sevgisine sahiptirler. Öyle sanıyorum ki, Türkiye’ye ilk kez gelenler, önce bunlar karşısında çarpılırlar... Başka hiçbir ulusta rastlanmayacak biçimde devlet otoritesine karşı saygı beslerler; buna karşın, bireysel özgürlüğe aşırı düşkünlükleri vardır. Kendilerini yönetecek bir diktatörün peşinden koşarlar, ama ille de demokrasi diye diretirler...”10
Güney Kore’nin Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Hee-Chul Lee, 2002’de Türkiye ve Türklerle ilgili bir kitap yazdı. Kore’de en çok satanlar listesine giren bu kitapta, Türklerin özyapısı konusunda şunlar söyleniyordu: “Türkler Batı giysileri içinde Doğulu yürekleri olan insanlardır. Sempatik ve duyguludurlar. Birbirlerine ‘canım, şekerim, balım’ gibi, Korece’de karşılığı olmayan ve bizim alışkın olmadığımız sevgi sözcükleri ile seslenirler. Yardımseverdirler. Yolda bir kaza olsa, herkes yardıma koşar. Dünyada hiç kimse Türkler kadar konuksever olamaz. Eve gelen konuğu Tanrı’nın gönderdiğine inanırlar”.11

İki Tür Değerlendirme

Değişik ülke insanlarının, değişik zamanlarda yaptıkları bu tür tanımları uzatmak olasıdır. Türkler hakkında yargıda bulunanlar, hayranlık ya da karalama üzerinde yoğunlaşan iki ana küme oluşturmuştur. Başka ülke insanlarına yönelik yargılarda pek görülmeyen bu ilginç durum, kuşkusuz nedensiz değildir.
Tarihin hemen her döneminde, hiçbir kavmin yapamadığı denli başka toplumlarla ilişki kurmuş olan Türkler, kaçınılmaz olarak, kendilerinden olumlu ya da olumsuz söz ettirmişlerdir. Yaşam biçimleri düşünce ve davranışları son derece özgündür ve bu özgünlüğü başka milletlerde görülmeyen bir yoğunlukla dünyanın hemen her yerine taşımışlardır. Başkalarına benzemezler, benzemek de istemezler. Türklerin bu özelliğini Atatürk, şu sözlerle özlü bir biçimde dile getirmiştir: “Biz, benzememekle ve benzetmemekle iftihar ederiz. Çünkü biz, bize benzeriz”.12
Tarihi boyunca özgün varlığını korumayı başaran, her dönem ve aşamada tarihçilerin karşısına çıkan ve hemen her önemli olayda yer alan Türkler, gerçekten nasıl insanlardır? Nasıl yaşamışlar, ne tür ilişkiler geliştirmişler ve nelere önem vermişlerdir? Yaşam biçimleri, gelenekleri, duygu ve düşünceleri, hangi özellikleri içermektedir? Bu özelliklerin, tarihe yaptığı etki ne olmuştur? Bu özelliklerin günümüz ya da gelecek için bir değeri var mıdır, varsa nedir?

Günümüzdeki Geçerlilik

Bu sorulara verilecek yanıtlar; eğer tarihe ve bugüne ait gerçeklere uyuyorsa, nesnelse ve bilimsel verilere dayanıyorsa, günümüz sorunlarını anlama ve halka dayalı çözüm üretme bakımından önem taşıyor demektir. Üstelik bu önem, yalnızca Türklerin kendileri için değil, benzer uluslar ve değişik anlamda da olsa, karşısında olan küresel güçler için de geçerli olacaktır.
Ünlü Amerikalı ekonomist Davit C.Korten’in şu sözleri, bu önemi açıkça ortaya koymaktadır: “(Küresel yıkımdan kurtulmak için y.n.) küresel ekonomiden soyutlanmış, insanı esas alan toplumları yeniden kurmak gerekir... Ne mutlu ki bunun bir yolu vardır. Bu yol, Türkiye’nin başkenti Ankara’nın fakir gecekondu mahallelerinde görülen sosyal birlikteliğin gücünde mevcuttur. Bu insanlar, fakir ve olanaksızlıklar içinde olmalarına rağmen kuvvetli kültürel kimliklerini, değerlerini ve toplumsal bağlarını sürdürmektedirler. Bireylere karşı işlenen suçlar ve alkolizm çok azdır. Gecekonduların içi tertemiz olup, çocukları okula gitmektedir”.13

Halkların Kardeşliği

Her halk, insanlığın tümünün kabul edeceği ortak erdemlere ve barışçı duygulara sahiptir. Önemli olan, halklar arasında her zaman var olan barışçı ve özgürlükçü eğilimlerin öne çıkarılmasını sağlamak ve biçimsel ayrımların siyasi amaçla kullanılan bir gerilim kaynağı durumuna getirilmesini önlemektir.
Oysa bugün belki de en çok yapılan budur. Dünyaya çıkarlarına uygun bir biçim vermek isteyen küresel güçler, halklar arasında düşmanlık ve çatışma çıkarmaktadır. Birbiriyle hiçbir sorunu olmayan halklar arasında yapay çelişkiler yaratılmakta, barış ve dostlukla yoğrulmuş ulusal kültürler, düşmanlık aracı olarak kullanılabilmektedir. Bu amaçla, ulusların belleği olan tarih üzerinde oynanmakta ve çarpıtılmaya çalışılmaktadır.

Tarih ve Kimlik Sorunu

Tarih ve kimlik sorunu, ezilen halklarla emperyalizm arasındaki gizli bir savaştır. Bu nedenle ulusların geçmişlerine, toplumsal geleneklerine ve kültürlerine sahip çıkmaları, bir demokrasi girişimidir. Bu konudaki başarısızlık, doğrudan ulus varlığına yönelen bir tehlikeye dönüşecektir. Tarihlerini yitiren kitleler, belleksiz ve kimliksiz kalabalıklar haline gelecek, bu ise onları ulus olarak yok oluşa sürükleyecektir.
Türk tarihi ve yarattığı toplumsal değerlerin, geçmişte olduğu gibi bugün de, sömürü ve baskıya dayalı politikalarla bütünleşmesi olanaksız nitelikleri vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm, Türklerin gelenekleri, bağlı olarak yönetim anlayışlarıyla hiçbir biçimde uyuşmayan olgulardır. Bu uyumsuzluk, dünyadan kopma ya da içine kapanma davranışı değil, tam tersi, evrensel boyutu olan sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı bir gelenektir. Eğer dünyadan kopma ya da içine kapanma davranışına örnek aranacaksa, Türkler bu arayışın herhalde en sonunda yer alacaktır. Tarih boyunca, Türkler kadar içine kapanmayan, dünyaya yayılan ve “küresel”  olan bir başka ulus görülmemiştir.

“Küreselleşmeci” Gelenek

Türkler, dünyaya yayılıp tarih boyunca “küresel” davranmışlar, baskı ve sömürüye dayanan günümüzdeki kapitalist küreselleşmeye ve onun tarihsel kökleri olan köleci ve feodal despotluğa her zaman karşı durmuşlardır. Türk varlığına ve onu ayakta tutan kültüre, geçmişten bugüne sürdürülen saldırının nedeni, sözkonusu karşı duruşun güçlü olmasıdır. Bugün yaygınlaştırılarak sürdürülen ulus karşıtı yaymacadan (propagandadan), yeni tanımıyla “paramiliter milliyetçilik” suçlamalarından etkilenilmemelidir. Küreselcilik adıyla milliyetçilik yapanlara, yani emperyalist merkezlere karşı, azgelişmiş ülkelerin yürütebileceği tek savaşım biçimi olan ulusçuluk, içine her türlü siyasi eğilimi alan bir demokrasi savaşımıdır. Türk Devrimi ve Atatürkçülük, bu savaşımın en üst örneğidir.
Unutulmamalıdır ki, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin ulusçuluğu, dünyayı daha çok sömürme amacına yönelikken, azgelişmiş ülkelerin ulusçuluğu, sömürü ve baskıya karşı durmaya ve kendini korumaya yöneliktir. Demokratik ve barışçı olmasının nedeni budur.

DİPNOTLAR

1       “Türkçülüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., İst. 2001, sf.43
2        a.g.e. sf.45
3       “Hazar Çevresinde Bin Yıl”, Lev Nikolayeviç Gumilev, Selenge Yay., İst., 2002, sf.296
4       “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.Dr.Bahaddin Ögel Türk Dünyası Araştırma Yay., 1988, İst., sf.202
5       “Hazar Çevresinde Bin Yıl”, Lev Nikolayeviç Gumilev, Selenge Yay., İst. ,2002, sf.110
6       “Moğolların İçtimai Teşkilatı” B.Y.Viladimirtsov, sf.103-104; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1.Cilt, 1995 İst., sf.248
7      “Les Observations de Plusieurs Sinqularitez et Choses Mémorables Trouéesen Gréce” Pierre Belon, Paris 1583; ak. Stéphane Yerasimos, “Türkler”, Doruk Yay. 2002, sf.28
8     “Bedevi Lawrens, Arap, Türk” Doğan Koloğlu, Arba Yay., İst.-1993, sf.163
9     a.g.e. sf.163
10   “Türkler”, Davit Hotham, 2.Cilt, Cumhuriyet Yay. 2000, sf.38
11   “Türkiye’yi Yazdı Best Seller Oldu”, Zeynep Tuğrul, Milliyet 16.09.2002
12   “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 3.Cilt, 8.Baskı-1983, sf.456
13   “When Corporations Rule The Word” David C.Korten, Kumarion Press, Inc, Berret-Koehler Publishers, Inc. ISBN 1-887208-01-1, sf.257





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder